Söyleşi

Çevre haberciliği: Gazeteciler felaketleri duyurmakla kalmayıp çözümleri de kamuoyuna anlatmalı

Türkiye'de çevre haberciliğinin bugünlerdeki en sıcak gündem maddesi, Marmara Denizi'ndeki deniz salyası (müsilaj) felaketi... Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel

5 Haziran Dünya Çevre Günü için İklim Haber Yayın Yönetmeni Barış Doğru ve Yeşil Gazete Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal ile Türkiye’de bu alanda son yıllarda hızla gelişen gazeteciliği konuştuk. Doğru, “İklim krizi gibi konularda sürekli felaket haberleri yapmanın, uzun vadede insanları konudan uzaklaştırabileceğini, genel bir korku hâli yaratarak ‘görmezden gelme’ refleksini güçlendirebileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla olumlu ve olumsuz durumları, çözüm konularıyla birlikte ele alan bir haberciliğin önemli olduğuna inanıyorum” diyor. Karakartal ise çevre haberciliğinde bugünün bağımsız medyasının, geçmişin merkez medyasına kıyasla daha iyi bir sınav verdiği görüşünde.

Medyanın farkındalığı artırma ve kamuoyu yaratabilme gücü, Türkiye’de çevrenin korunması ve ekolojik hassasiyetin geliştirilmesi için kritik önemde. On yıllar boyunca habercilikte “Yaşam” kategorisinin bir alt alanı olarak görülen çevre, son dönemde uzman gazeteciler ve bu alana odaklanan yayınlar tarafından daha dikkatli inceleniyor, irdeleniyor. Özellikle iklim krizi konusunda farkındalığın artmasıyla birlikte çevre haberciliği, ekolojik sürdürülebilirlik yolunda vatandaşların bilgi edinme sürecinde hayati bir rol oynuyor.

İklim Haber Yayın Yönetmeni Barış Doğru, “çevre haberciliği” tanımının işi dar bir alana sıkıştırdığını düşünenlerden. Ona göre Türkiye’de medya sahiplerinin farklı alanlarda ekonomik faaliyetler içerisinde olması, gazeteciliğin bağımsızlığını engelliyor. Bundan çevre haberciliğinin de etkilendiğini belirten Doğru, “Demokrasilerde yargı ve yasama, yürütmeyi denetler. ‘Dördüncü Kuvvet’ olan bağımsız medya da bu süreçlerin sağlıklı işlemesi için genel bir kamuoyu farkındalığı yaratır, iktidarların kamuoyunun tepkisinden çekinmesini sağlar. Türkiye’de yargının ve basının bağımsızlığını yitirmesi son derece kötü sonuçlara yol açtı, açıyor, açacak” diyor ve ekliyor:

  • Ana akım medyanın sahiplerinin hem iktidarla ilişkileri, hem de değişik sermaye gruplarıyla olan bağları, şu anda Türkiye’de gazetecilik yapılmasının önündeki temel engellerden biri. Halbuki medya ve gazetecilik, gerçek bir demokrasi ve kamu yararı için kritik öneme sahiptir. Bağımsız gazetecilik, doğa adına, kamu yararı adına ve hatta gelecek nesiller adına, kamunun veya özel sektörün tüm faaliyetlerini sorgulamak ve denetlemek için var. Dolayısıyla kamu yararına çalışan, sorgulayıcı bir gazeteciliğe ihtiyacımız var ama bunu hâlihazırdaki [büyük ölçekli] yayınlar en azından Türkiye’de hiçbir şekilde yerine getirmiyor. Onun görevini ise küçük ama etkili haber kanalları, yurttaş gazeteciliği ve savunuculuk yapan internet siteleri üstleniyor.

Gazeteciliğin genel kuralları, bu özel alanda da geçerli

Türkiye’de “kamu ve gelecek kuşakların yararına habercilik yapan insan sayısının bir avuç kadar olduğuna” dikkat çeken Doğru, şöyle devam ediyor:

  • Çevre haberciliğinin temelde, gazeteciliğin ana özelliklerinden farklı bir yapıya sahip olduğunu düşünmüyorum. Herhangi bir alanda gazetecilik nasıl yapılıyorsa, aynı kurallar ve yaklaşım tarzı çevre gazeteciliği için de geçerlidir. Bu konularda gazetecilik yapmaya çalışan insanların veya grupların, gerçekten çok kapsamlı bir eğitime ihtiyaçları var.
  • Bunun temel nedeni, bu konunun eğitim kurumlarında neredeyse hiç ele alınmaması. Diğer yandan, mesleği gerçekleştirirken öğrenmeleri de çok zor çünkü bu konuda bilgili, tecrübeli gazeteciler de yok. Çevre konularına, çoğu zaman uzmanlık alanı bu olmayan başka alanın muhabirleri, editörleri bakmak zorunda kalıyor.
  • İklim krizi gibi konularda sürekli felaket haberleri yapmanın, uzun vadede insanları konudan uzaklaştırabileceğini, genel bir korku hâli yaratarak “görmezden gelme” refleksini güçlendirebileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla olumlu ve olumsuz durumları, çözüm konularıyla birlikte ele alan bir haberciliğin önemli olduğuna inanıyorum.

Doğru’ya göre ‘çevre haberciliği’ni gazeteciliğin müstakil bir alanı olarak ele almak da doğru değil. Çünkü ekoloji, sosyolojiden ekonomiye hayatın her alanını etkiliyor. Bunu şöyle anlatıyor Doğru:

  • Çevre başlığı altında ele alınan iklim krizi ve diğer ekoloji sorunları ile toplumsal sorunları (toplumsal cinsiyetten ırkçılık ve milliyetçiliğe, sosyoekonomik ve eğitim eşitliğine ve hatta barışa kadar uzanan) artık birbirinden ayrılmaz görüyoruz. Bunların mutlaka birlikte ve uyum içinde ele alınması gerektiğini savunuyoruz. Dolayısıyla çevre haberciliği deyince, kendimizi çok dar bir alana sıkıştırmış oluyoruz ki bu, sorunu doğru ele alabilmek için önemli sıkıntılar doğuruyor. Sürdürülebilirlik üst başlığı altında, birbiriyle iç içe geçmiş ve etkileşimli bir şekilde ele almaya çalışmak lazım.
Trabzon Uzungöl’deki betonlaşma, Türkiye’de çevre haberciliği deyince akla gelen ilk görüntülerden. Fotoğraf: Moayad Zaghdani

‘Ana akıma ihtiyaç azalıyor’

Doğru’ya göre, çevreye dair farkındalığı gazetecilerin tek başına sağlaması mümkün değil. Bu alanda güçlü ve etkili bir sivil toplum olmadan farkındalığın gelişmeyeceğini belirten Doğru, sözlerini şöyle tamamlıyor:

  • Habercinin, gazetecinin, editörün görevi; esas olarak konu hakkında doğru ve derinlikli bilgi edinmek ve bunu anlaşılır bir tarzda kamuoyuyla paylaşmaktır. Her şeyi habercilerin sırtına yüklemek de çok doğru değil. Çoğu zaman yapılmış araştırmaları aktarmak, bilim insanlarının görüşlerinin kamuoyuyla buluşmasını sağlayacak röportajlar yapmak, yabancı kaynakları tarayarak dünyanın bir başka bölgesinden bilgiler vermek, işimizin ana hattını oluşturuyor.
  • Öyle bir gazetecilik sektörü Türkiye’de yok, kalmadı. Bu misyonu taşıyan tekil insanlar, küçük kurumlar var. Ama bu tekil insanların ve küçük küçük yayın gruplarının, artan teknolojik olanaklarla giderek geliştiğini görüyoruz hep beraber. Ana akıma ihtiyaç azalıyor. Çok sayıda etkili, konu odaklı, habercilik gruplarının ben bu boşluğu doldurabileceğine inanıyorum. Yurttaş gazeteciliği ile eklemlenmiş bu tür medya odakları gelecek döneme damgasını vurabilir.

14 yıldır bu alanda yayın yapan Yeşil Gazete‘nin Genel Yayın Yönetmeni Alev Karakartal ise çevre/ekoloji/iklim haberlerinin Türkiye medyasında çok uzun süre gazetelerin “fotoğraf altlarına” veya televizyon bültenlerinin sonundaki “yaşam” kuşağına sıkıştırıldığını hatırlatıyor. Haberciliğin bu alanında çalışan sınırlı sayıdaki uzman gazeteci de geçmişte büyük ölçüde göz ardı edilmiş veya görmezden gelinmişti.

Doğadan yana olmak, gazetecinin tarafsızlığını zedelemez

Özellikle son 15-20 yılda, dijital medyadaki bağımsız haber girişimleriyle birlikte çevre haberciliği de olgunlaşmaya başladı. Küresel çapta yaşanan iklim krizinin yanı sıra, Türkiye doğasına ve kırsal/yaban hayatına büyük zarar veren iktidar destekli şirketler eliyle yürütülen ‘projeler’in yarattığı tahribat da bunda etkili oldu. Ekoloji konuları kamuoyunun gündemine daha çok geldi, haber mecralarının ve gazetecilerin ilgisini çekmeye başladı.

Peki, ekolojik yıkımı isteyen büyük sermaye ile doğa-yaşam arasındaki gazetecinin “tarafsız” olması beklenebilir mi? Karakartal şöyle diyor:

  • Mesleğimizin temel ilkeleri arasında demokrasiden, temel haklardan, barıştan, düşünce ve ifade özgürlüğünden yana tavır almak yer alır. Yani gazetecinin “tarafsızlığı” nesnellikten öte, saf bir ortada kalmak hâli değildir. Birileri yağmurun yağdığını, diğerleri yağmadığını söylüyorsa, gazetecinin görevi her iki tarafın da söylediğini, neden böyle ifade ettiklerini aktarmadan önce, pencereyi açıp dışarı bakmaktır. Bu nedenle özellikle ekoloji ve iklim habercilerinin doğadan, börtü böcekten, kuştan, derelerden, yaban hayatından, hayvanlardan, ağaçlardan ve bir bütün olarak gezegenin kendisinden yana; hak ve özgürlüklerin yanında taraf olması kişisel bir tutumun dışında mesleki bir gerekliliktir.

Yeşil Gazete’nin video haberi, yetkilileri harekete geçirdi

Karakartal da son dönemde bağımsız medyanın çevre konusunda iyi bir sınav verdiğine inanıyor:

  • Türkiye’deki medya sahipliğinin yapısı gereği, merkez medyada çalışan meslektaşlarımızın kimi zaman aldıkları görev gereği, kimi zaman da zorunluluk yüzünden ‘penguen belgeselleri’yle günü kurtarmaya çalıştığı bir ortamda, bağımsız medyanın kötü bir sınav vermediği kanısındayım. Özellikle Kazdağları’nda Kanadalı şirket ve Türkiyeli taşeronunun açmak istediği altın madenine karşı  verilen büyük mücadele ve direnişin bu medya organlarında sürekli gündemde tutulması konusu… Aynı şekilde Ilısu Barajı’nın suları altında kalan köylerde yaşayanların şimdiki hayatlarını Yeşil Gazete’de bir video haber olarak yayımladığımızda, yetkililerin süratle bölgeye gidip eksikleri tamamlamaya çalıştıklarına bizzat şahit olduk.

  • Dünya çapında yaşanan ekoloji/çevre kıyımları, iklim krizinin artık göz ardı edilemeyecek, büyük kalabalıkları etkileyen çarpan etkisine karşı, dünyanın pek çok yöresinde halklar, gençler, çocuklar, bilim insanları, akademisyenler ve politikacılar, gelecek nesillere bırakılacak, yaşanabilir bir gezegen kalabilmesi için seslerini ve sözlerini yükseltiyor, mücadele büyüyor. ABD, çıktığı Paris İklim Anlaşması’na geri döndü, AB ise ‘Yeşil Mutabakat’ı yaygınlaştırmaya çalışıyor. Dünya devleri fosil yakıttan çıkıyor, nükleer santraller birer birer kapatılıyor. Dünya, büyüme ve kalkınma odaklı paradigmaları tartışıyor; iklim adaleti, müşterekler, yerel ekonomi ağları, sürdürülebilirlik, onarıcı tarım, gıda toplulukları gibi konular artık marjinal görünen talepler değil, büyük başkentlerde ifade ediliyor. Sık sık uçakla bir yerlere gitmek, uzak yörelere turistik ya da kongre turları, aşırı üretim ve tüketim ayıplanır hâle geldi.

Çevre haberciliğinde de otosansür sorunu var

”Çevre tahribatına karşı  eleştirel yaklaşan, haberini verene yönelik gözdağı, saldırı ve tehditler, ne yazık ki Türkiyeli gazeteciler için de vakayı adiye hâline geldi bir süredir” ifadesini kullanan Karakartal, şu yorumu yapıyor:

  • Bir doğa katliamını görüntülemeye, haberleştirmeye çalışan gazetecilere yönelik fiziksel saldırılar veya bunu ifade edenler hakkında ilgili ilgisiz pek çok ceza maddesinin içine doldurulduğu soruşturma dosyaları, bazı meslektaşlarımızın yapılanları onaylamadığı için “vatan haini” ilan edilmesi gibi durumlar herkesin malumu. Yani habercilerin işlerini yapması bir taraf için endişe doğuruyor. Bunun bazı meslektaşlarımızı “başına iş geleceği” endişesiyle otosansüre yönelttiği bir ortamda, bazen sadece sesi duyulmayanın değil, hiç ses çıkaramayanın da sesi olmaya yeltenmek bir iddia, meydan okuma ruhu gerektiriyor ki, habercinin iddia sahibi olması gerektiğini düşünüyorum.

Veri büyük önem taşıyor ama ulaşmak kolay değil

  • Ekoloji/iklim haberciliğinde “veri” büyük önem taşır. Haberlerin mutlaka verilerle ve istatistiki bilgilerle güçlendirilmesi, okuyucu nezdinde inanırlık ve güvenirliği artıracağı gibi, daha sonra yapılacak çalışmalara da zemin hazırlaması bakımından önemlidir.
  • Açık verilere ulaşmak ise sanıldığı kadar zor değil. Bilimsel araştırmaların yayımlandığı çeşitli dergi ve yayınlara ulaşmak her zaman mümkün. Türkiye’de ise Bilgi Edinme Hakkı kullanılarak çok sayıda istatistiki bilgi ve çalışma sonuçlarına rahatlıkla ulaşılabilir. Ayrıca ilgili bakanlıkların, ticaret odalarının vs. yayınladığı zorunlu tutulan veriler de gazetecilerin haberlerinde kullanacağı çok kıymetli kaynaklar. Dava dosyalarını incelemek, bilirkişi raporlarını takip edip okumak ve hukukçularla yakın temas halinde olmak da bir ekoloji/iklim habercisi için olmazsa olmaz kriterler arasındadır.

2010 yılından beri dünyada 10 çevre gazetecisi öldürüldü

Haberciliğin bu değerli uzmanlık alanı, Türkiye’de gelişimini sürdürüyor. Gazetecilerin iklim krizi hakkındaki donanımlarını ve üretilen haberlerin niteliğini ve sayısını artırmayı hedefleyen İklim Haberciliği Ağı kurulmuştu. Proje kapsamında Akdeniz, Ege, Marmara, Güneydoğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu bölgelerinde seçili illerde çalışan gazetecilere yönelik çevrim içi eğitimler veriliyor. İklim krizi hakkında temel bilgilerin ve kaynaklar paylaşılıyor, dünyadan haber örnekleri anlatılıyor.

Dünyanın birçok bölgesinde de çevre gazetecileri tüm tehditlere rağmen, küresel iklim krizinin ortasında kamu yararı adına mesleklerini yapıyorlar. Hatta kamuoyunu bilgilendirmek uğruna canından olanlar var. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün “Hostile Climate for Environmental Journalists” (Çevre Gazetecileri İçin Düşmanca İklim) başlıklı raporuna göre 2010’dan bu yana dünyada 10 çevre gazetecisi öldürüldü. Son beş yılda bu cinayetlerin yüzde 90’ı Güney ve Güneydoğu Asya’da meydana geldi. Hindistan, Kamboçya, Filipinler ve Endonezya, bu cinayetlerde öne çıkan ülkeler olarak sıralandı.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ÇEVRE HABERİNİ ‘TIMELAPSE’ İLE ANLATMAK

Şenol Balı

1988 yılında Van'da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu. Birçok dergi ve gazeteye köşe yazıları yazdı, uzun yıllar tiyatro ve sinema oyunculuğu yaptı. 2016 yılında Van Erciş Belediyesi'ne atanan kayyum tarafından Belediye Basın Birimi'ndeki işinden atıldı. Şimdi Van'da serbest gazetecilik yapıyor.

Journo E-Bülten