Görüş

Çiğdem Toker yazdı: Halk, haber alma hakkını istiyor mu?

Bağımsız gazetecilik ve bu amaçla girilen özgün ve yenilikçi çabalar yavaş da olsa okurdan karşılık buluyor. Dijital dünya, okuru iyi haberciliğe çekecek arayışların hayata geçirilmesi konusunda önemli fırsat ve olanaklar sunuyor.

Başlığın bir miktar kışkırtıcı olduğunun farkındayım. Üzerine düşünmemiz gereken bu soru nereden çıktı, önce oradan başlayayım.

Gazeteciliğin halkın haber alma hakkı için yapıldığını, bu hakkın anayasal güvence altında olduğunu ama anayasal güvencelerin birçoğu gibi bunun da kağıt üzerinde kaldığını epeydir yazıp konuşuyoruz. Dahası, sayısız gazeteci, halkın haber alma hakkı için ağır bedeller ödedi, ödüyor, ödemeye de hazır.

Neler yok ki bedeller kataloğunda… Ev baskınlarıyla gözaltı, cezaevinde uzun tutukluluk süreleri, bir kısmı kumpas ve iftiralarla kurgulanmış, delilsiz bomboş iddianameli davalar, yüksek tazminat talepleri, tekzip, habere erişim engeli, ilan cezaları, yayın durdurma, ekran karartma, medya kuruluşunu kapatıp malvarlığını tasfiye etme ve daha niceleri.

Bu iç karartıcı kataloğa baktığında “İyi de niye?” diye sorası gelebilir birçok insanın: “Niye dostum, deli misin sen?”

Geçim derdini iktidara yanaşarak çözmenin, sevimsiz gülüşlerle el pençe divan durmanın, haber saklamanın “konforu” dururken, deli mi bu gazeteciler sahi?

İfade ver, duruşmalara çık, davalara cevap hazırla, maaşlı troller saldırıp organize küfür yağmuruna tutsun, cezaevinde hayatın çalınsın, haksız tutukluluk aylarında sağlığın bozulsun. Çıkınca bir de sağlığı düzeltmekle uğraş. Hastanelere git, film çektir, yakınların bir de bozulan sağlığınla kederlensin.

Evet -nereden bakıldığına göre- gazetecilik deliliktir belki, kimbilir. Toplumda hatırı sayılır kesimin giderek bu işi “akılsızca” bulduğunu kendi deneyimlerimden biliyorum.

Güç sahiplerine bir soru

Yine de meraklısının bildiği sırrı burada yeniden hatırlamakta yarar var: Hakkı verilerek yapıldığında, dünyanın en iyi işidir gazetecilik.

“Neye göre iyi” sorusunu isteyen tartışabilir tabii. Güç sahipleri ile gücü kullananlara, eşit ilişki içinde o güce dair soru sorabilmek, cevabı beklemek ve bunu yalnızca halkın gerçekleri öğrenmesi için yapmak başka hangi meslekte var?

“Hakkı verilerek” ifadesi birçok gazetecilik standardını içermekle beraber, burada bağımsızlığı kastediyorum. Bağımsızlık, öylesine belirleyici bir yapıtaşı ki, gazeteciliğin niteliğinde ve ürettiği sonuçlarda doğrudan rol oynar.

İktidarın ve sermayenin karşısında eğilmeden icra edilen gazetecilik, kaçınılmaz olarak özgürlük, eşitlik, çoğulculuk ve toplumsal barışın yanında konumlanır. Evet, kaçınılmaz olarak; zira güç sahiplerine o gücü nasıl ve “neden öyle” kullandığını sormak, zaten eşitsizlik ve adaletsizliğin karşısında durmak demektir. Bu niteliği de gazeteciliği benzersiz kılar.

“Deliliğe” gönüllü yazılmanın temel motivasyonu da bundan başka bir şey değildir.

Baskı araçları artarken

Basın ve ifade özgürlüğünün anayasa ile sözümona korunduğu Türkiye’de uzun bir dönemdir haber suç; gazeteci ise peşinen suçlu kabul edilmekte. Daha ileri giderek gazetecinin haberini yaptığı konu ve sahaya göre iktidar ve yanlılarınca “vatan hainliğiyle” itham edilmesi, yargı kararı olmaksızın itibarsızlaştırılması yaygın bir hâl.

Gazeteciliğin yıllardır maruz kaldığı bu kuşatma, hafiflemek şöyle dursun, son dönem yeni baskı araçlarıyla tahkim ediliyor.

Gözaltı, tutukluluk, erişim engeli, yasal ilanları kesme, ekran karartma, yayın durdurma, kapatma, vergi cezası. Siyasette, ekonomide, toplumsal hayatta, güvenlik politikalarında gerçekleri ortaya çıkaran haberlerin “ödülleri” bunlar.

Buna karşın iktidarın kontrol ettiği medya kuruluşlarındaki görevliler için hakaret etmek, hedef göstermek, itibarsızlaştırmak serbest. Satılmayan, okunmayan, izlenmeyen bu gazete ve televizyonlarda görev yapanların attıkları manşetler, yazdıkları köşe yazıları, sadece medya özgürlüğünü baskı altına alma işlevi görmekle kalmıyor. Kullandıkları düşmanlaştırıcı dil, aşağılayıcı üslupla, toplumsal kutuplaşmanın keskinleşmesine de hizmet ediyor.

Kapılanmanın gereği

Gazetecileri hedefe koyan, iktidarı eleştiren her kişi ve kurumu kriminalize edici yayınlar yapan bu kişiler, aslında kendilerine bu iş için ödenen maaşların gereğini yerine getiriyor. Kapılanmanın yani. Onların hayat standardının yükselmesinin bedelini, gazeteciler meslek koşulları her geçen gün ağırlaşarak ödüyor.

Ama bu, sızlanan ağlamaklı bir tablo değil kuşkusuz.

İktidarı ve bağlı medyası, hakikat peşindeki haberciliğin önündeki bariyerleri yükseltse de  gazetecilik, bu çabada ısrar eden ve edecek olan gazetecilerin varlığıyla ayakta kalmayı sürdürecektir.

Haber alma hakkı için

Bu meselede tartışılması gerektiği hâlde yeterince ele alınmayan önemli konulardan biri ise başlıkta: Halk, haber alma hakkını istiyor mu? Gazeteciliği, haber alma hakkı için yaptığımızı söylediğimiz halk, gazeteciliğe sahip çıkıyor mu?

Bu sorunun cevabını medya özgürlüğü ile demokrasiyi birlikte düşünerek arayabiliriz. Medya özgürlüğünün sürekli gerilediği bir ülkede diğer demokratik standartların iyi durumda olamayacağını yaşayarak biliyoruz. Gazetecilerin karşılaştığı sorunlara ve baskılara toplumun ilgisinin neden zayıf olduğunun cevabı da buralarda bir yerde.

Bağımsız gazeteciliğin ve bu amaçla girilen özgün ve yenilikçi yolların, çabaların okurdan hak ettiği desteği görmesi gerekiyor. Bu yolda büyük emek vererek kendi özgün ve bağımsız haber platformlarını kuran meslektaşlarımızın çabaları, yavaş yavaş da olsa okurlardan karşılık buluyor.

Sırtını güce yaslayan manipülatif ve yıkıcı haberciliğe karşı, gazeteciliği evrensel ilkeler doğrultusunda icra etme ısrarını koruyan haberciliğin daha büyük destek görmesi için çaba ve arayışların sürdürülmesi zorunlu. Dijital dünya, okuru iyi haberciliğe çekecek arayışların hayata geçirilmesi konusunda önemli fırsat ve olanaklar sunuyor.

“Halk haber alma hakkını gerçekten istiyor mu?” sorusu, bağımsızlığı önceleyen gazetecilerin kayıtsız kalacağı bir soru değil. Bu soruya tereddütsüz “evet” cevabını vereceğimiz günler için ise galiba biraz daha yolumuz var.

Bu yazı ilk olarak Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin Ocak 2021’de yayımladığı “Özgür Basın” dergisinde yer aldı. Tüm yazılara Özgür Basın sayfasından erişebilirsiniz.

Çiğdem Toker

1965’te Diyarbakır’da doğdu. Gazeteciliğe 1986’da Anka Ajansı’nda kültür-sanat muhabiri olarak başladı. Günaydın ve Nokta dergilerinin ardından Anadolu Ajansı'nda yüksek yargı muhabirliği yaptı. 1990’da Ekonomik Panorama dergisine geçti. 1993’te girdiği Hürriyet'in Ankara bürosunda 15 yıl ekonomi muhabiri olarak çalıştı. Ardından Habertürk ve Akşam'ın Ankara temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet'in ardından Sözcü'de köşe yazarlığını sürdürüyor. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü dâhil çok sayıda mesleki ödüle sahip.

Journo E-Bülten