Görüş

Cinsel saldırıyı hikâyeleştirmeyin: 200 haberde geçen mekânlar ve “mitler”

Geçen yıl Sabah gazetesinde yayımlanan haber; başlığı ve sunumuyla kötü örneklerden biri.

İncelediğim 200 adet cinsel saldırı haberinin neredeyse yarısında bu suçun “ormanda” işlendiği vurgusu var. Haberlerin çoğunda “ıssız” ve “tenha” gibi sözcükler geçiyor. Cinsel saldırı konulu haberlerde mekânı betimleyerek yapılan hikâyeleştirmeler, hem kamuoyunu hem de karar alıcıları olumsuz etkileyen bir “mitleştirme” sürecini tetikliyor.

Haberin dili, okurlara aktardığı ideoloji bağlamında oldukça önemli bir role sahip. Haberin alt metninde yatan söylem, okurlarda ideolojik kaygıların, siyasi kimliklerin, ve/veya inançların yeniden inşasına veya sürdürülebilirliğine hizmet ediyor. Habere konu olan cinsel şiddet olayını doğru anlamamaya, yanlış politikaların ve yasaların üretilmesine ya da hiç üretilmemesine de neden olabiliyor.

Ataerkil şiddetin türlerinden olan taciz ve tecavüz olayları; iktidar eşitsizlikleri ve erkek üstünlüğü ideolojilerine bağlı olarak çeşitli biçimlerde sıklıkla karşımıza çıkıyor. Gazetecilerin cinsel saldırı haberlerinde kullandığı dilin oldukça önemli ve hassas olduğu sıklıkla vurgulanıyor.

Saldırıya uğrayan tarafın kimliğinin ve fotoğrafının haber metninde açıkça yer almaması, mağduru suçlayıcı söylemden kaçınılması gibi temel kurallar, gazetecilik etik ilkeleri kapsamında oldukça önemli. Olayların haber metninde nasıl anlatıldığı diğer bir kaygıyı da beraberinde getiriyor. Kadına yönelik şiddetin haberde hikâyeleştirilmesi aşamasında, kullanılan dilin eril ve şiddeti meşrulaştırıcı ögeleri barındırdığına sık sık rastlanıyor.

Türkçe haber medyasında durumun güncel bir kesitini yakalamak için 200 adet haberi, nitel ve nicel tematik içerik analizi ile inceledim. Çevrim içi haber arşivleri ile Google Türkiye’nin Haberler sekmesinde 2009-2021 yılları arasında yayımlanan haberleri, bu tür içeriklerde sıkça geçen çeşitli anahtar kelimelerle filtreleyerek taradım. Sıfatlar ve yerler gibi çeşitli kategorilerde bu haberleri etiketleyip sayısal verileri elde ettim. (Veri kümesine şu sayfadan ulaşabilirsiniz).

Cinsel saldırı haberlerindeki yer ve mekân tasvirleri

Cinsel saldırıları konu alan bu 200 Türkçe haberdeki yer ve mekân tasvirlerini bu gözle incelediğimizde, olayın anlatımında kullanılan sıfatların, mekânları “suç işlenebilir yerler” olarak betimlediğini görüyoruz.

Mekânı tanımlarken yer kavramını da açıklamak ve ayrımını yapmak gerekiyor. Mekânlar, kişilere, zamana bağlı olarak anlamlandırıldıklarında yerlere dönüşür. Mekân, soyut bir fenomen, yer ise beşeri bir kurgu olarak ifade ediliyor. Yerler, insan eliyle tanımlanıp duygusal olarak anlamlandırılıyor. Özetle, yerler insanlar tarafından şekillendirilmiş konumlardır. Bu sebeple olayların gerçekleştiği kimliksiz olarak tanımlayabileceğimiz bu mekânlar, mağdur ve suçu işleyen taraflar için olay gerçekleşirken ve gerçekleştikten sonra yere dönüşüyor.

Cinsel saldırı olaylarının şehirden uzak, ıssız, tekinsiz, tenha, karanlık, kalabalıktan uzak, yapılanmanın az olduğu mekânlarda gerçekleştiği bilgisiyle haber metinlerinde sıkça karşılaşıyoruz. Issız, tenha gibi betimlenen bu mekânların, zanlılar için “suç işlenebilir”  yerlere dönüştüğünü ve bir iktidar alanı oluşturduğunu söylemek mümkün. 200 haberin 69’unda yerler ıssız, 31’inde ise tenha olarak tasvir edilmiş.

Cinsel saldırı konulu 200 haberde belirtilen mekânlar

İncelenen haberlerde geçen olayların %45’i ormanlık alanda, %18’i “mobil mekân” olarak kabul edebileceğimiz otomobillerde gerçekleşiyor. Üstteki grafikte “diğer kategorisi park, otopark, depo, arazi, hastane, sazlık, boş bir yer, ağaçlık alan gibi çeşitli yerlere işaret ediyor.

Haberlerde verilen bilgilere göre bu yerlerde, cinsel istismara uğrayan 28 kişi tehdit edilirken 20 kişinin darp edildiğini görüyoruz. Cinsel istismara uğrayan 11 mağdurun gasp edildiği, 11 mağdurun da şantaja maruz kaldığı bilgisi haberlerde yer alıyor. Faillerin 16’sının mağduru kaçırarak, 14’ünün ise onu kandırarak saldırıyı gerçekleştirdiği haberlerde belirtilmiş.

Bu şiddet olaylarının 30’u cinayetle sonuçlanırken, 3 intihar olayının da birbiriyle benzerlik göstererek gerçekleşmesi dikkat çekiyor. 6 olayda hayvana karşı cinsel şiddet kullanılmış.

Mit inşacı haber metinlerinden ideolojiye

Cinsel istismar haberlerinde faillerin suçu işleme biçimlerinin de benzerlik gösterdiği göze çarpıyor. Bu benzerlik, haberin hikâyeleştirilmesi aşamasında gazetecinin ve bağlı olduğu kuruluşun etik anlayışına, ideolojisine göre farklılaşsa da kalıpyargıların oluşmasında ortak bir zeminde buluşuyor. Bu bağlamda ıssız, tenha, ormanlık, karanlık gibi ifadeler, haber metninde mitsel söylemi de beraberinde getiriyor.

Avrupa Komisyonu’nun Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Grubu’nda uzman olarak  da çalışmış İsviçreli akademisyen Alberto Godenzi, “Cinsel Şiddet: Yaşayanların ve Yaşatanların Anlatımıyla” adıyla Türkçe’ye de çevrilen kitabında, haberlerin etik dışı söylemlerle verilmesini, suçu ve suçluyu olumlayan ifadeler kullanılmasını ve kalıpyargıların bu yolla devam ettirilmesini “mit” olarak nitelendirerek konuya ilişkin 4 yaygın yargıyı sıralıyordu.

1. Kadınlar cinsel şiddeti tahrik ediyor: “Gece vakti orada ne işi vardı?!” gibi sorularla sorumluluğu kadına yüklemek, bu yargının tipik bir özelliği.

2. Kadınlar, gizli gizli tecavüze uğramak istiyor: Örneğin 1982 yılında Batı Almanya’da kadının gizliden gizliye tecavüze uğramak istediği mitine inanların oranı %7 civarındaydı. Her beş kişiden biri, kadının tecavüz sırasında orgazm olabileceğine inanıyordu.

3. Tecavüz, içgüdüsel bir cürümdür: Bu yargıya göre saldırganlar hasta, cinsel sapkın ya da cani olarak tanımlanır. Sonuçta ise suçlu, kurbandan daha fazla anlayışla karşılanır.

4. Saldırgan bir yabancıdır: Saldırganla kurban arasındaki yakınlık derecesi arttıkça, bir tecavüz durumu daha az sayıda insan tarafından tecavüz olarak değerlendiriliyor. Böylece örneğin evlilik içi cinsel saldırılar normalleştiriliyor.

İşte bu tür yargılar haberlere de dille sızabilir ve kamu yararına zarar veren mitler yaratabilir yahut onları pekiştirebilir.

Dr. Henkel: Haber metinleri, yansız gibi görünse bile bir ideoloji taşır

Mit deyince, göstergebilimin kurucularından ve postmodern düşüncenin öncülerinden olan Roland Barthes’a da en azından kısaca değinmek gerekir. Barthes, miti gündelik yaşamda ve sanatta oldukça geniş bir yelpazede ele alıyor. Ona göre mit bir mesajdır ve verilmek istenen bu mesaj açıkça değil, gizlice verilir. Ayrıca her mit toplumsal ve ideolojik motiflerle örülüdür. Bu sebeple mit her zaman bir ideoloji taşır. Söylemi, ideoloji ile olan ilişkisini mitleştirerek siyasal olanla ilişkisini bulanıklaştırır.

Haber metinlerinde de bu durumla karşılaşıyoruz. Haberler, yanlı olmasına rağmen ideolojiler üstüymüş gibi söylemleriyle, içerdiği bilgileri bu tarz betimlemeler kullanarak sıkça mitleştiriyor.

Mitin; dili ve söylemi, ideoloji olarak kullanması üzerine Londra Birkbeck Üniversitesi’nden Dr. Imke Henkel ile uzaktan kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Dr. Henkel verdiği örnekle mit ile ideoloji arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:

  • Barthes miti, De Saussure’ün göstergebiliminden hareketle “ikinci dereceden bir göstergebilimsel sistem” oluşturan bir “iletişim sistemi”, bir “mesaj” olarak tanımlar. Basitçe söylemek gerekirse: Mit, dili ideoloji için bir işaret olarak kullanır. Barthes, Fransız bayrağını selamlayan siyah bir askeri tasvir eden Paris Match dergisinin kapak fotoğrafının ünlü örneğini veriyor (altta). İkinci dereceden göstergebilimsel düzeyde bu resim, her şeyi kapsayan Fransız İmparatorluğu’nun ideolojisi için bir işaret hâline gelir. Aynı şekilde, kitabımda da (Destructive Storytelling), ele aldığım haber metinlerinin, ikinci dereceden göstergebilimsel düzeyde, yozlaşmış ve zayıf bir Avrupa’yı yenen üstün bir İngiliz halkının miti haline geldiğini ve böylece Avrupa’ya karşı kuşkucu bir ideoloji taşıdığını iddia ediyorum.

Avukat Süren: Haberlerde suç işlemeye meyilli kişileri yönlendiren ifadeler var

Cinsel saldırı haberlerinde kullanılan dilin gündelik hayatımıza muhtemel etkisine dönecek olursak, şu örneği verebiliriz: İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısını bozduğu, farklı cinsel yönelimlerin gelecek nesilleri olumsuz etkileyeceği gibi iddialarla feshedilmesi Türkiye’de yaşayan kadınları, yaşanması muhtemel şiddet olaylarında savunmasız bırakıyor. Bu araştırmada dikkat çekilen tasvirler, cinsel saldırı olaylarının gerçekleştiği yerlerin, başta da belirtildiği gibi “suç işlenebilir yerler” olarak algılanmasına neden olabilir.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gönüllü avukatı Rukiye Leyla Süren ile bu bulguları hukuki açıdan inceledik. Medyadaki dilin çok önemli olduğunun altını çizen Süren şu değerlendirmeyi yaptı:

  • Kadın cinayetleri haberlerinde “aşk cinayeti, platonik aşk cinayeti” vb. tasvirleri istemediğimiz gibi; ıssız, tenha, ormanlık, karanlık betimlemeler de suç işlemeye meyilli kişileri, bu alanlara yönlendiriyor. Aynı zamanda hem suçluya bu yerleri tarif etmekle birlikte hem de kadınların oralarda bulunmasıyla ilgili medyada ve duruşmalarda kadınların da yargılanmasına sebep oluyor.
  • Mahkemelerde 6284 sayılı Koruma Kanunu çerçevesinde istenen koruma kararlarının reddine dair kararlar büyük bir oran oluşturmaya başladı. Issız yerlere zorla götürülme, gasp edilme veya korkutarak kişilere cinsel saldırıda bulunma, hatta belki de ölümle sonuçlanacak eylemlerde bulunmanın sayılarını haber derlemenizde görüyoruz. 6284 sayılı Koruma Kanunu’na ilişkin koruma kararlarının verilmesi burada çok önemli. KADES kullanarak ya da Koruma Kanunu çerçevesinde verilen telefondan aranarak mağdurlar bu tür saldırılardan kendilerini koruyabilecekken koruma kararı verilmediği için saldırıların önüne geçilemiyor. Hem istismara maruz kalma hem de yaşam hakkının elinden alınmasıyla karşı karşıya kalabiliyoruz.

“İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması negatif algı yarattı”

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması ve bunun kamuoyunda çeşitli tartışmalara yol açması üzerine Süren, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır diyenlere en çok tepkiyi kadınlar göstermelidir, deniyor en yüksek mevkiden. Maalesef bu, biz kadınların kabul edebileceği bir şey değil” dedi. Sözleşmenin geri çekilmesiyle birlikte araştırmada yer alan türden olayların artma olasılığını sorduğumda Süren şu yanıtı verdi:

  • İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin sonucunda sanki 6284 sayılı Koruma Kanunu da ortadan kalkmış gibi davranılıyor. Böyle bir algıyı sadece halkımızda değil, bazı hukukçu meslektaşlarımızda da görüyoruz. Oysa ki İstanbul Sözleşmesi hem Türkiye’de ve imzacı devletlerde aynı anda yürürlükte olan, hem de Anayasa’nın 90. maddesi çerçevesinde kanunların da üzerinde olan bir sözleşmeydi. Kanunlar ve uygulamalar İstanbul Sözleşmesi’ne uygun olmak zorundaydı. Kadınların elinden böyle bir can simidinin alınması şiddet yanlısı insanları cesaretlendirdiği gibi kadınların da bu koruma kalkanından yoksun kalmasına neden oldu. İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmek, sanki bir nevi 6284 sayılı kanunun da yürürlükten kalktığı izlenimini doğurdu.  Birçok suçlu, meslektaşlarımızı arayarak “Koruma kalktı mı şimdi, ben artık şunu yapabilir miyim? Aldığım cezalar kalkacak mı?” gibi sorular sordu. Bu nedenle kadına yönelik şiddet konusunda toplumda çok negatif bir algı yarattı.

Bir gün tekrar imzacı devlet olabilir miyiz?

İstanbul Sözleşmesi’nde devletin dört taahhüdünden bahseden Süren sözlerini şöyle tamamladı:

  • Şiddetin önlenmesi, şiddetin önlenmemesi hâlinde önlemeye yönelik koruma tedbirlerinin alınması, buna bağlı olarak şiddete yönelik cezalandırma, kovuşturma sisteminin eksiksiz işletilmesi devlet tarafından taahhüt edilmişti. Önleme, koruma ve kovuşturma çerçevesinde şiddetin önlenmesi için politikalar üretmek ve uygulamak da devletin taahhüt ettiği konulardan biriydi. Fakat bu dört taahhüde rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildi. Kadınları hem istismara hem de şiddete açık hale getirildiler. İnanıyorum ki Türkiye ilerleyen zamanlarda tekrar İstanbul Sözleşmesi’nin imzacısı bir devlet olacak. Her ne kadar uluslararası hukukta hükûmetin böyle bir bildirimi geçerli olsa da Türkiye’deki hukuk sistemine göre İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilme şekli bir hukukçu olarak söylemeliyim ki, geçerli değildir. Ülkemiz hâlâ İstanbul Sözleşmesi kapsamındadır. Bir hukukçu olarak böyle düşünmekteyim.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ÇOCUK İSTİSMARI HABERLERİNDE BU KELİMELERİ KULLANMAYIN

Ahsen Demircioğlu

Ege Üniversitesi'nin Gazetecilik bölümünden 2019 yılında mezun olduktan sonra bir süre Kadın Çalışmaları alanında akademik araştırmalar yaptı. Ege Üniversitesi Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği programında yüksek lisansını sürdürüyor.

Journo E-Bülten