Televizyon

‘Yayıncılık değişti, medyanın çocukları düşünmesini beklemeyin’

Televizyon ekranlarındaki çocuğa şiddet haberlerinde önce "cinsel istismar var mı" diye soranlar, internette ise Kore kültürü hayranlığı... Prof. Dr. Cangöz, "Yayıncılık modeli değişti, medyanın çocukları düşünmesini beklemeyin. Çocuklar önce TV reklamlarına, şimdi cep telefonuna teslim edildi" diyor.

80’li ve 90’lı yıllardaki çocukların sokakta, parkta oyun oynayarak geçirdiği zamanı bu dönemin çocukları televizyon veya telefon-tablet başında geçiriyor. Medyanın dönüşümüyle birlikte çok farklı bir nesil yetişiyor. Özellikle metropollerde; okuldan eve, evden okula giden çocuklar, arada kalan zamanı daha çok ekran karşısında tüketiyor.Yaşlarına uygun olmayan, içinde bulundukları duygusal dünyalarına göre, anlayamayacakları pek çok olumsuz yayına maruz kalabiliyorlar. Bazen aileler, çocuklarını en iyi okullara gönderdiğini söylerken yahut organik ürünleri tercih ettiğini anlatıp bunlarla övünürken, onların saatlerce televizyon karşısında neye maruz kaldığının farkına bile varamıyor.

Çocuklarını hem internetteki hem de televizyondaki olumsuz örnek teşkil eden yüzlerce yayından uzak tutmak isteyen ailelerin işi hiç de kolay değil. Sabahları magazine boğulan televizyon ekranı, ilerleyen saatlerde kayıpları bulma programlarına, ardından acımasız bir rekabeti ve negatif eleştiriyi merkeze alan yemek yarışmalarına geçiş yaparken izleyiciyi olumsuz duygularla, hayattan kopuk bir kurgu ile baş başa bırakıyor. Tüm bunların bir arada olduğu haberler, özellikle siyasetçilerin hakaretamiz ve eril söylemlerinin çocuklar üzerindeki etkisi ise ayrı bir yazının konusu…

Ana akım medya kanallarında çocuk kuşağı artık tamamen kaldırıldığı gibi, sanki çocuklar hiç televizyon izlemiyormuşçasına son derece kötü içeriğe sahip yayınlar karşımıza çıkarılıyor. Bir çocuk eğer çocuk kanallarını değil de, ailesi ile diğer kanalları izlemek zorunda kalıyor veya onları tercih ediyorsa, gördüğü şeyleri kavraması veya olumsuz etkilenmemesi bir hayli güç.

Ekranlar en çok kadın ve çocukları olumsuz etkiliyor

Türk televizyon kanallarının çocukları göz ardı eden bu yayın politikasını Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden Prof. Dr. İncilay Cangöz ile konuştuk. Medya, iktidar ve ideoloji ilişkileri, feminist kuramlar ve medya çalışmaları alanında akademik çalışmaları bulunan Prof. Dr. Cangöz, “Türkiye’de yayıncılık alanında bir model değişikliği yaşandı. Artık medyanın eğitimi, çocukların bilişsel ve psikolojik gelişimini öncelemesini beklemeyin” dedi.

Prof. Dr. İncilay Cangöz, 1980 darbesinden sonra televizyondaki toplumcu yayınların yerini bireyselci yayınlara bıraktığını, bu politikanın da en çok çocuk ve kadınları olumsuz etkilediğini ifade ediyor. Çocukların gelişimi için uygun olmayan yayınların yasaklanmasının uzun vâdede çözüm olmayacağını ifade eden Cangöz, ailelerin mümkün olduğu kadar çocukları ile zaman geçirerek televizyon ve benzeri yayınlardan en az etkilenmelerini sağlayabileceklerini söyledi.

Çocuğa şiddet haberlerinde önce ‘cinsel saldırı var mı’ diye bakılıyor

Basın Ahlak Esasları’nın birinci maddesinde, çocuklara yönelik yayın ilkesi “Küçüklerin ve gençlerin toplum içinde, kişiliklerinin gelişmesini ve korunmasını olumsuz etkileyecek veya onlara yönelik cinsel tacize teşvik eden ve şiddeti özendiren yayın yapılamaz” şeklinde belirtiliyor. Sizce televizyon kanalları bu düzenlemeye ne kadar uyuyor?

Televizyonlarda pek çok program türü var; programlarda açıktan bir şiddet veya ayrımcılığı destekleme yok elbette. Ne var ki haber bültenlerinde şiddet içeren olaylarda, görüntü ve haber dilinde bir özensizlik var. Kadın cinayetleri haberlerini düşünün; failin kendisi konu olmaz, ama kadının bedeninin maruz kaldığı şiddet köpürtülerek ve defalarca anlatılır. Çoğunda mağdur kadının geride kalan çocukları veya yakınları hiç düşünülmeden yayın yapılır. Cinsel saldırı haberleri özellikle detaylı olarak aktarılır. Hele kayıp çocuk haberleri; ilk peşine düşülen “cinsel saldırı var mı?” olur.

Kadın cinayetlerinde failin suçu işleme detayları veya kayıp çocuklarda cinsel saldırının detaylarını vermekte nasıl bir kamu yararı olabilir ki! Yine televizyonlarda gündelik hayatta sıklıkla yaşanan trafik kazaları, ortamdaki kan-revan görüntüler… Bunların her biri yoğun şiddet içeren enformasyondur. Diziler ayrı bir durum; dizilerde zaten her çeşit şiddeti görmek mümkün. Hele ki kadınlar… Kadınlar çoğunlukla kalıp yargılar içerisinde temsil edilmekte ve çok rahat şiddet kurbanı kılınmaktadır. Sorunuzun özüne dönersem elbette yayıncılık politikası olarak şiddeti özendirme veya olumlama benimsenmiyor ancak sansasyon ve popüler dil üzerinden reyting –ki bu da daha çok reklam ve kâr demektir- yani ticari hedeflere ulaşmak için şiddet kolaylıkla yayın akışına dahil edilebiliyor.

Türkiye’de yayıncılık modeli değişti

Televizyon yayınlarında artık çocuk kuşaklarını göremiyoruz. Televizyon kanalları neden çocuklara yönelik çizgi film veya eğitici yayınlar yapmaktan büyük ölçüde vazgeçti?

Yayıncılıkta eğitim misyonundan vazgeçme aslında Türkiye’nin 1980 sonrasında benimsediği yeni ekonomik modelle ilgili. Türkiye, 12 Eylül askeri darbesinin ardından Özal liderliğinde liberal bir dönemeç aldı; devletin ekonomik alandaki rolü küçültüldü. Bunun yayıncılık alanına yansıması ise 1990’lara kadar devlet tekelinde tutulan yayıncılık alanı özel girişimcilere de açıldı. TRT devlet kanalıydı ve eğitim, kaliteli sanat ürünlerini yayınlama, çocukların gelişimine katkı yayıncılık politikasıydı.

Kuşkusuz “protokol haberciliği,” özerk olmama gibi bazı sorunları da içeren bir yayıncılık pratiğidir ama hala modernleşme idealleri taşıyan bir dönemdir. Toplumcu hedefler değil artık bireysel hedefler öne çıkıyor. Devletin ekonomik alanda ekonomik faaliyet değil, denetim işlevi üstlenmesi ve böylelikle piyasanın kendi işleyiş kurallarının hâkim kılınması anlamına gelir. Fırsat eşitliği liberal teori içerisinde ilkesel olarak hep varolagelse de, tekelleşme en gelişmiş ülkeden zayıf ekonomilere kadar bir gerçeklik olarak hep vardır.

Türkiye’de yayıncılık alanında bir model değişikliği yaşandı. Artık medyadan eğitim, çocukların bilişsel ve psikolojik gelişimini öncelemesini beklemeyin. Model değişikliği gereği medya şirketleri ya siyasal ya da ticari kaygılara sahipler. Tabii pazarda bir genişleme de var; yapım şirketleri artık çocuklara yönelik içerik üretiyor. Çocuklara yönelik içerikler temalı kanallarda, yani TRT Çocuk veya diğer çocuk kanallarında yayınlanabiliyor. Yayıncılık alanında bir profesyonelleşme anlamına da gelir bu dediğim.

RTÜK’ün öncelikleri sizin hassasiyetinizden farklı

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), denetimlerde çocukların haklarını ne kadar göz önünde bulunduruyor?

RTÜK işleyiş açısından özerk olamayan bir kurum. Hantal da bir işleyişi var; sanırım onların öncelikleriyle sizin hassasiyetiniz farklılaşıyor. RTÜK’ten daha çok genel şiddet, genel ahlak gibi gerekçelerle cezalar çıkıyor.

RTÜK araştırmasına göre günde ortalama 3.5 saat televizyon izleyen bir toplumuz. Bizlerle beraber çocuklarımız da aynı yayınları izlemek zorunda kalıyor, çocuklar izledikleri bu yayınlardan nasıl etkileniyor?

Pedagoglar şöyle der: “Sizin çocuğunuza ne dediğiniz değil, birey olarak yaptığınız veya nasıl yaşadığınız daha etkilidir.” Mesela ebeveyn olarak yalan söylüyorsunuz ama çocuğunuza “yalan söyleme” diyorsunuz. Aslında ebeveynler ilk rol modelleridir, aileler uzun süre TV izliyorsa çocukta ana akım medyanın hayli savruk, ticari, şiddet içeren, tüketim kültürü ve rekabet –ki yıkıcı bir rekabettir- pompalayan içeriğine maruz kalacaktır. Böylesi rekabetçi, kaba-saba, basit, tüketme ve geleneksel rollere hapseden yayınlardan olumlu etkilenmeyeceği aşikar.

Çocuklar önce TV reklamlarına, şimdi cep telefonuna teslim edildi

Yemek programları, kayıp insanları arama programları ve dizilerin egemen olduğu bir televizyon hayatımız var. Duygu ve bilinç dünyası masum olan çocuklar; bu rekabetçi, entrikalarla donanmış, parayı ön planda tutan, görselliğe içerikten daha fazla önem veren yayıncılık anlayışından nasıl etkileniyor?

Yukarıda söylediğimizle paralel bunlar. Bakın, çocuk dünyasının ve hayallerinin sınırı yoktur, aslında onları kurallara ve normlara biz sokarız. Aile, okul, iş yeri aslında yaratıcılığı güdülemekten çok mevcut düzenin içine çekmeye çalışır. Önceden ebeveynler reklamlara çocukları teslim ederlerdi; şimdi ise cep telefonu veya tabletlere çocuklar teslim edilmiş durumda. Daha küçük yaştakiler belki daha denetimli ama ergenler veya ergenliğe yaklaşanlar için durum pek iç açıcı değil.

ABD hayranlığı gitti, Güney Kore hayranlığı geldi

Sorduğunuz ‘etki’yi iletişimbilimcilerin ölçmesi güçtür. Bunlar fazla iddialı laflar ama olan nedir üzerinden size bazı noktaları anlatmaya çalışayım. Bir önceki nesil Amerikan dizileri ve onların yaşam tarzı hayranlığıyla büyüdü; şimdilerde ise bir Güney Kore dizileri ve kültürü hayranlığı var. Burada çocukların veya gençlerin hayranlığı ikinci bir boyuta çekiliyor. Dikkatinizi çekmek isterim AVM’lerimiz Kore kökenli mağazalarla dolmaya başladı. Başka önemli bir boyut; fantastik edebiyat ve bunların sinema veya dizi uyarlamaları çok gündemde. Söz konusu roman veya filmlerin karakterleri var. Medya ile –buna çizgi filmlerde dâhil- karakter eksenli bir kültür pompalanıyor; ardından söz konusu dizi/çizgi film karakterleri temalı tüketim nesneleri ile kuşatılıyor hayatları. Ülke olarak biz de açık pazar oluyoruz.

İşte burada altını çizmek istediği bu karakterleri üreten olmaktır -ister animasyon yapın ister roman yazın- önemli ve belirleyici olan. Artık piyasalar yerel yani ulusalla sınırlı değil; küresel pazara erişim ve orada fark yaratma önemli. Yani marka veya karakter üretme çok önemli. İşte çocuklarımızda hedefimiz bu olmalı; mevcut medya içerikleri ve mevcut pedagojimizle bu bana uzak görünüyor.

Dijital kültür kopukluğu yaşıyoruz

Bu dönemde yetişen çocukların gelişimine ve toplumla olan iletişim davranışlarına dair tespitiniz var mı, bu konuda ne düşündüğünüzü bizimle paylaşabilir misiniz?

Ben yeni neslin iletişim örüntülerine eleştirel değilim. Şöyle bir sorun yaşıyoruz çocuklar veya gençler dijital okuryazarlığı çok iyi. Elindeki mobil cihazla küresele erişebilen ve hız içerisinde yaşayan bir nesil var. Hep mobiller, orada da yalnız değil, aslında başka insanlar, kültürler veya okul arkadaşlarıyla vakit geçiriyorlar. Bu tabii ebeveynler veya öğretmenleriyle farklı bir pratik. Çok gürültü koparmak, çok konuşmak gibi edimler iyi iletişim kurduğumuzun göstergeleri değil. Şu anda bana göre dijital kültür kaynaklı bir kopukluğu yaşıyoruz. Burada önemli olan zincirde kırılan yeri bağlamak; onların yaratıcılığını açığa çıkarak bir eğitim dili ve yöntemlerini bulmamız gerekiyor. Televizyonun alternatifi eğitici, yaratıcı etkinliklerdir.

Aileler, çocukları saran bu olumsuz yayınlardan haberdar mı sizce?

Bence halkı hafife almamalı. Yoksul semtlerde bir çalışma yapmıştık ve oradaki ebeveynlerin bilgiye erişimde motivasyonları çok yüksekti. Çocukların iyi eğitim alması ve eğitimle hayatlarını kurtarmaları çok sık gördüğümüz çok anlaşılır bir tutumdu.

Yerel seçimlerde çocuklar gündem olmalı

Aslında aileler çocuklarının uzun süre TV izlemesi, tablet veya cep telefonu kullanmasını istemiyor. Riskleri bir akademisyen edasıyla anlatamasalar da –normali de budur tabii- ana akım medyanın içeriklerinden memnun değiller. Burada bana göre belirleyici olan yerine ne konulabileceği… Üstelik ucuz veya ücretsiz nasıl bir etkinlik konulabileceği…

Hani yapısal sorunlar demiştim ya… Ebeveynlerin muhtelif nedenlerle yetersiz kaldığı noktada sosyal politikalar önem taşıyor; yerel yönetimlerin çocuk dostu politika üretimi, bütçesini yaparken çocukların gelişimini öncelemek önemli bu noktada. Tabii bir de kırsal metropol veya orta ölçekli kent ayrımı var. Tüm bu değişkenlerle ben yerel seçimlere de yaklaşılan günlerde tüm adayların çocuklar için projeler geliştirmelerinin önemini belirtmek istiyorum. Ücretsiz spor, sanat, yaratıcı etkinlikler, eğitici faaliyetler yerel yönetimlerin gündeminde mutlaka olmalı bence. Konuyu sadece ailelere havale etmemeli diyorum yani.

Çocuklarımıza televizyonu yasaklamalı mıyız, yoksa onlara izlediği yayınlardaki olumsuz şeyleri anlatarak mı doğruyu yanlıştan ayırt etmelerini sağlamaya çalışmalıyız?

Yasaklamak doğru değil; kaldı ki yasak daha da merak uyandırır. Ebeveynlerin çocukla konuşması, ilgilenmesi çok önemli tabii. Doğrusunu anlatmak ama aynı zamanda ebeveyn olarak bizlerin de doğru davranışlarda bulunması önemli ve gerekli.

Prof. Dr. İncilay Cangöz kimdir?
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisans ve Doktorasını yine aynı üniversitede İletişim Bilimleri alanında yaptı. New York Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak görev aldı. Akademik ilgi alanları medya, iktidar ve ideoloji ilişkileri; kitle iletişim kuramları, gazetecilik/habercilik çalışmaları; feminist kuramlar ve medya çalışmalarıdır. Başlıca kitapları: Uygun Adım Medya, Medya Ne Ki… Her şey Yalan! Kent Yoksullarının Günlük Yaşamında Medya (Hakan Ergül ve Emre Gökalp); Değişen Değer ve Anlamlarıyla Gazetecilik.


Aleyna Tilki ve çocuk işçiler

Gülsen Candemir

2002 yılında Niğde Üniversitesi Radyo Tv Programcılığı Bölümünden mezun oldu. İzmir TV’de üç yıl çalıştı. Birgün gazetesinin İzmir temsilciliğini yedi yıl sürdürdü. Kadın Gazetesi Kazete’de, Özgürüz.org sitesinde haberler yaptı. Öğrenci Veli Derneği’nde şube başkanlığı görevi de bulunan Candemir, İz Gazete’ye röportajlar hazırlıyor, köşe yazıları yazıyor.

Journo E-Bülten