Evlilik aşkı öldürür mü?
Çok klişe bir soru değil mi? Peki size evliliğin değil, bizim aşkı öldürdüğümüzü söylesem…
Bu sorunun cevabı için öncelikle ‘evlilik’ dediğimiz evrimsel temelli müessesenin insanlar açısından ne anlama geldiğiyle ilgilenmemiz gerekiyor. Zira, aslında sizler de çok iyi biliyorsunuz ve makalenin ileriki satırlarında göreceksiniz ki aklımızdaki evlilik kavramı her neyse ve ona yüklediğimiz anlam nasılsa, arayışı içinde olduğumuz evlilik de ona göre değişiyor.
İster beğenelim ister beğenmeyelim, evlilik temelde üreme ve soyunu devam ettirme amaçlıdır ve insanoğlunun ürettiği şeye (çocuklara) güvenli ve istikrarlı bir ortam sunma gerekliliğinden beslenir. Anne, baba ve çocuk(lar)dan oluşan yapıya çekirdek aile denir ve bu çekirdek aile yapısı hem çocuklar, hem ilişki, hem de sosyal çevreyi büyütme açısından besleyici olarak görülmüştür. Bunun yanında sosyal bir varlık olan insanın, sürekli yeni partnerler ve kaynaklar bulmaya çalışmak yerine, hâlihazırda güven, şefkat, sıcaklık ve kişiden kişiye değişen bir takım ihtiyaçlar dahilinde bulunmuş ve yerine oturmuş hayat eşinin tutulması prensibine de dayanır. Bireylerin kendilerine göre kişisel ihtiyaçları evlilik kavramını etkilemekle beraber evlilik ve aile kurma ihtiyacı büyük oranda sosyo-kültürel temellidir. Bu yüzden evlilik, farklı kültürlerde farklı örf, adet, geleneklerden etkilenir. Evlilik ritüelleri dahi bunlarla şekillenir. Kültür ve dünya görüşü değiştikçe ritüeller de yapı değiştirebilir. Bu aynı zamanda bize ritüeli olan yapının da değişime uğradığını gösterir. Birçok olgu gibi evlilik de sabit kalmadığı içindir ki şimdilerde para, statü, toplumsal onay gibi birçok ihtiyacın da gidericisi hâline gelmiş durumdadır.
Evlilik gerçekte ne demek?
Evlilik aslında gerçek anlamıyla, hayatlarını bir şekilde birlikte geçirmek isteyen iki insanın bunu kanun önünde de beyan etmesidir. Yani iki insan kendilerine göre bir sebeple hayatlarını birleştirmek isteseler de bunu kanun önünde de beyan etmek zorunda kalır. Bunun en büyük sebebi evlenen tarafların korunmasını sağlamaktır. Hem de birbirlerinden. Sanki kanun önünde yapılan bu beyan bir takım şeylerin garantisi ve güvenini sağlamaktadır. Örneğin, çalışmayan kadının eşinden ayrılırken güvencesiz kalmasını engellemek. Örneğin, boşanan çiftin çocuklarına belli kurallar dahilinde ulaşabilmesini sağlamak. Örneğin, birlikte edinilen malların paylaşımının doğru yapılmasını sağlamak. Örnekler çoğaltılabilir, fakat burada dikkatinizi şuna çekmek istiyorum. Aslında evlilik, boşanma için gereklidir. Yani iki tarafı ve çocukları korumak, ‘düzgün’ ve kanuni bir boşanma yapabilmek için gereklidir. Kanun önünde beyan edilen evlilik, olası bir boşanma durumunda insanları korumak için vardır. Yani evlilik tamamen kanuni bir durumdur. Bu yüzden, çoğu kişinin düşündüğünün aksine, evlilik insanların istek ve arzularına gem vurmak; sadakat, bağlılık gibi duygularını kamçılamak gibi bir görev yapmaz. Evlilik insanların hayatında değişiklikler yapmasını, belli düzenlere oturmasını sağlamaz. Evlilik insanlara karşılıklı vaatler verilmesini gerektirmez. Değişiklik ve düzen evliliksiz bir ilişkide de karşılıklı olarak anlaşıldığı takdirde yapılabilir. Evlilik bu anlamda kanuni bir harekettir, sosyal bir hareket değildir. Buradan hareketle evliliğe yüklenen anlamları bir daha gözden geçirmekte yarar vardır.
Sadakat bir evlilik kuralı değildir
Günümüzde bazı kavramların başka bir takım kavramlarla anıldıklarını görürüz. Bunun en çarpıcı örneği sadakat kavramının evlilik kavramıyla neredeyse aynı anlamda kullanılmasıdır. Yani sadakat evliliğe atfedilmiştir. İşte tam da bu yüzden özellikle erkek bireyler için evlilik ölüm gibi algılanmaktadır. Tırnak içinde bir daha hovardalığın olmadığı bir yapıya girişle, evliliğin ‘büyülü bir hayatın’ sonu anlamına geldiğini anlatmaktadır. O zaman sadece erkekler için değil kadınlar için de; sadakat, evlilik sonrası boşanmada haksız duruma düşme ve avantajsız durumda kalma korkusu için mi olmalıdır? Sadakat, evliliğe atfedilen değil, insanın değer yargılarına atfedilen bir kavram olmalıdır. Aldatma doğrudur, yanlıştır, anlaşılır, anlaşılmaz, gereklidir, gereksizdir gibi bir yorum yapmıyorum, uzunca bir tartışma konusudur sadakat. Fakat en azından sadakatin bir evlilik kuralı olmadığını bilmemiz şimdilik yeterli diye düşünüyorum.
İhtiyaç, beklenti, kurallar ve hayal kırıklığı
Aynı sadakat duygusu gibi aidiyet duygusunu, sorumluluklarını, aktivitelerini, kendi ailesiyle olan ilişkilerini, karşı cinsle olan geçmiş ilişkilerini ‘evlilik’ olgusu üzerinden tanımlamak ve evliliği bir milat olarak görmek, kişinin evlilik için kendisini motive etme çabasından ya da hayatını ‘düzene sokma’ çabasından başka bir şey değildir. Hâlbuki aidiyet duygusunu, sevgisini, aşkını, sorumluluklarını, kendi aile yapısını, aktivitelerini, ilişkilerini bireysel olarak hâlihazırda kendisi üzerinden tanımlamış birey, aynı şartlarda bir insanla kurduğu hayatta mutlu olabilir. Bunu yapmayan insan ise ilişkisinde eninde sonunda mutsuz olacaktır. Beklentileri değişecek, eşini olduğu gibi kabul edemeyecek, ihtiyaçları karşılanmadığı anda hayal kırıklığına uğrayacaktır. İşte tam burada ‘aşk’ dediğimiz bir başka göreceli ve tartışmalı duygu kayıplara karışacaktır.
Evlilikle birlikte atanan kadın-erkek rolleri ve bunların kavramsallaştırılması da bir o kadar öldürücü bir tutumdur aşk için. Sadece evlilikte değil, evlilik öncesi ilişkide de oldukça tehlikelidir rol atamak ve rolleri kavramsallaştırmak. Bu kavramsallaştırma, yani kadın ve erkeğin ev içindeki görevlerini, ev dışındaki davranış ve tutumlarını belirleme ihtiyacı, büyük oranda evlilik ilişkisinin sahiplik ilişkisi olarak algılanmasından ve bireylerin birbirleri için yaşaması gerektiği yanılgısından doğmaktadır. Erkek daha önce annesi tarafından giderilen ihtiyaçlarının karısı tarafından; kadın da babası tarafından karşılanan ihtiyaçlarının kocası tarafından karşılanmasını bekleyip birbirlerine görev ataması yaparlarsa ilişki duygulardan uzaklaşıp daha çok maddesel bir olgunun yürütülmesi zorunluluğuyla devam eder. Yine görev beklentileri karşılanmayan bireyler hayal kırıklığının neden olduğu çatışmalarla karşı karşıya kalır ve aşk yine kayıplara karışır. Bu arada tabii ki ilişkide görev bölümü yapmanın bir sakıncası yoktur, fakat bu iş bölümünün cinsiyet rolleri üzerinden yapılması oldukça yıpratıcı ve tüketici bir hal alacaktır.
Evlilik ne değildir?
Evliliğe atfedilmiş tüm kavram, olgu, zorunluluk, değer yargılarına bakarsak evliliğin aslında ne olmadığını söyleyebiliriz. Evlilik bir kurallar bütünü değildir. Bir taraf kurallar bütünü olarak görüyorsa şayet, en ufak bir kural ihlâlinde kendisini güvensiz, yalnız ve kaygılı hissetmeye başlayacaktır. Evlilik değiştirmek değildir, değiştirmek istemeyeceğin bir insanla hayatını birleştirmektir. Evli olmak, bekâr olmanın tam tersi değildir. Evlilik, bekârlıkta yapılan aktivite ve eylemlerin bırakıldığı yepyeni bir hayata geçişin kapısı değildir. Ya da bekârlıkta sahip olmadığın sorumlulukların yükleneceği bir yeni hayat da değildir. Evlilik, bireylerin birbirlerini bir şeyler için mecbur kılması değildir. Evlilik her konuda fikir birliği etmek ve her şeyi birlikte yapmak değildir. Evli olmak hayatınızı bir başka bekârın hayatıyla birleştirip bambaşka bir dünyaya tutunmak değil, tam tersine her iki bireyin de bireyselliklerini koruyarak hayatlarını birleştirmeleridir. Bireyselliğini bırakmış iki insan birbirlerini besleyemez. Yaşam tarzı, bireylerin büyüdükleri aile yapısı, kültürel farklılıklar, yaşamdan beklentiler benzer olursa, farklı olsa bile bireyler karşılıklı bu özellikleri görüp kabul edebiliyorsa evlilik mutlu bir şekilde devam edebilir. Evlilik birbirinin sahibi olmak değildir, birbiri için kendinden vazgeçme gerekliliği getirmemelidir. Eğer evliliğin tanımı iyi yapılmazsa ve gereksiz kavramlar ilişkiye yüklenirse, o evlilik sevgi, saygı, güven ve aşktan söz edilemeyecek kadar yozlaşmış, yapaylaşmış bir yapıya dönüşür. Evlilik hayatı kendiliğindenliğin (spontanlığın) olmadığı, cinselliğin bile gereklilik haline geldiği bir yapı haline gelir. Evliliklerde iki taraf da birbirlerinin varoluşsal süreçlerini kösteklemeden, birbirini olduğu gibi kabul ederlerse o zaman aşk da sürmüş olur. Zaman içinde dönüşerek, şekil değiştirerek devam eder. En önemlisi de kişiler birbirlerine öfkelenmeden, öfkelerini içlerinde taşımadan saygıyı da korumuş olurlar. Şartlı sevgiler her zaman hüsranla bitmeye mahkûm olacaktır. Evlilikten beklediğini bulamayan ya da sadece beklediklerini uman birey için ise aşk, tutku bitmeye yüz tutacaktır. Evlilik, partner olduğu gibi kabul edilebiliyorsa kabul etmeyi ama zorlayıcı konularda iletişimde kalmayı gerektirir. Eğer bir insanı beklentilerinize uyduğu ve sizin için yaptıkları için sevecek olursanız bir gün karşı tarafın tükendiğini ve sizin de sevginizin tükendiğini göreceksiniz.
Evlilik aşkı hangi durumlarda öldürür?
Özetle, evlilik aşkı öldürür. Bazen. Eğer evlilik sizin için düzensiz hayatınızdan düzene geçeceğiniz dönemse öldürür evet. Ya da sorumsuzluğunuzu evlilikle geride bırakacağınızı düşünüyorsanız evet öldürür aşkı evlilik. Evlilikle birlikte yapmayı çok sevdiğiniz şeylerden vazgeçmeyi göze alıyorsanız ve bunu doğal karşılıyorsanız öldürür. Evliliği bir kurallar bütünü olarak kodlamışsanız ve kurallarına göre oynamayı takıntılı biçimde istiyorsanız ve karşınızdakine de bu kuralları dayatıyorsanız aşkı öldürür evlilik. Evliliği sadece bekârlığın tersi olarak düşünüyorsanız ve bekârlığa yüklediğiniz anlam özgürlükse, evlilik sadece aşkı değil sizi de öldürür. Evlilikle birlikte hayatınızdan kendiliğindenliği, yaratıcılığı, eğlenceyi, kendinizi gerçekleştirmeyi çıkarırsanız, bireysel sınırlarınızı bırakır, her şeyin içinde çift olarak yer alırsanız öldürür aşkı evlilik. Cinsiyetinizi, cinsiyet rolleri üzerinden yaşıyorsanız maalesef yine evlilik aşkı öldürür.
Kendinin farkında olmak…
Aşk ölmesin istiyorsanız… Öncelikle ne için evlendiğinizi iyi anlamanız gerekiyor. Karşı tarafın yaralarınızı sarmasını mı istiyorsunuz, bekârlıktaki düzensiz hayatınızdan uzaklaşmak mı istiyorsunuz, birilerinin size bakım vermesini mi istiyorsunuz, zayıf kalan yönlerinizi başkası üzerinden güçlendirmeyi mi planlıyorsunuz? Âşık olurken bunların farkında olmayabilirsiniz, zira bunun farkına varmak için kendinizin farkında olmanız gerekir öncelikle. Zayıf ve güçlü yönlerinizin farkına varmanız ve biraz da adalet. Aksi takdirde evlilik bağımlılığa dönüşür, bireyler bireyselliklerini unutur, bireyselliğini unutan insan karşıdakine aşık olmayı bırakır, bağımlı hâle gelir. Evlilik, her şeyin birlikte yapılması zorunluluğu olan bir müessese olmadığı için, ilişki içinde olan bireyler kendilerini başka kanallardan beslemeli, hobi edinmeli, bireysel aktivitelerde bulunmalıdır. Birbirini bu açılardan da besleyen çiftler mutlu olur. Birbirlerinin kurallarına tıkanmış iki insan ilerleyemez, birlikte olmaktan da zevk almamaya başlar, kendi başına hareket etmeyi unutur, kendiliğindenliğini bırakır. Evlilik kavramının içini çeşitli insani olgularla ve bir takım kurallarla doldurursanız, hayatınız boyunca mutsuz bir evlilik içinde olacağınızın garantisini verebilirim. Evlilik olgusunu zorunluluklarla eşleyen düşünce sistemini bir tarafa bırakarak, fazladan anlamlar yüklemeden, buna, ilişkinin kanunsal artısıyla devamı olarak bakarak evliliğinizde mutlu olabilirsiniz. Birlikte vakit geçirmekten zevk alan, birbirine saygı ve sevgi duyan, birbirine güvenen, birbirini fiziksel ve ruhsal olarak arzulayan iki insanın birlikteliğinden daha anlamlı ne olabilir ki? Zaten bu iki insanın birlikte olması, güzel vakit geçirmesi, üretmesi, birbirine bir şeyler katması yeterince anlamlı değil midir?
Şartlarla ve beklentilerle bezemediğiniz, olduğu gibi kabul edebildiğiniz, sizi olduğunuz gibi kabul eden, varoluşsal özelliklerinizi destekleyen, bireyselliğinize saygı duyan, size güvenen, güvendiğiniz, en iyi arkadaşınız olabilecek birine aşık olmanız ve onunla hayatlarınızı birleştirmeniz dileğimle…