Facebook kurucusu Mark Zuckerberg bugünlerde dünyanın dört bir yanında medya kuruluşlarını, üniversiteleri ve sivil toplum örgütlerini ziyaret edip konuşmalar yaparak sosyal medya devi adına kendi pozisyonunu anlatmaya devam ediyor. Son olarak NBC News’a bir röportaj veren Zuckerberg, “boş konuşmakla” eleştiriliyor. Zuckerberg’in geçen hafta Washington’da öğrencilere yaptığı konuşmayı izleyen Virginia Üniversitesi medya profesörü ve The Guardian yazarı Siva Vaidhyanathan zehir zemberek bir yazı kaleme aldı. “Antisosyal Medya” adlı Facebook konulu bir kitabın da yazarı olan Vaidhyanathan’ın orijinali İngiliz gazetesinde yayımlanan yazısını aktarıyoruz:
Facebook CEO’su Mark Zuckerberg eğitimsizlik yüzünden mahrum kaldıklarını kibirle telafi etmekte yetişkin hayatı boyunca başarılı oldu. Washington’daki Georgetown Üniversitesi’nde perşembe günü “ifade özgürlüğü” konusunda önemli bir manifesto diye nitelenen bir konuşmayla öğrencilere hitap ederken de bu eğilimini sürdürdü.
Zuckerberg bu konuşmada, sanki dünyada giderek artan sayıda otoriter diktatör farklı bir şey söylüyormuş gibi, “Bugün buradayım çünkü ifade özgürlüğünü desteklememiz gerektiğine inanıyorum” dedi.
Ancak aynı Zuckerberg’in kendisi bu konuşmada ifade özgürlüğüne karşı bir tez ortaya attı. Kendisinin “muzır” bulduğu pornografi ve nefret söylemi gibi içeriklerin Facebook tarafından kaldırılması veya yayılımının sekteye uğratılması pratiğini savundu.
Pratikte başarısız olsa da bu uygulamada sorun yok, çünkü bir şirket kendisinin ve kullanıcıların yararına olan şeyi yapmalıdır. Hiçbir reklamveren insan türünün ortaya çıkarabileceği en kötü ürünlerle kendi markasının ilişkilendirilmesini istemez.
Fakat Zuckerberg’in ifade özgürlüğü konusundaki sofistike olmayan düşünceleri, olsa olsa tutarsız denebilecek bir manifesto da ortaya çıkardı. Facebook’un içerik denetimi tasarım ve faaliyet açısından tutarsız olageldi ki bu da şaşırtıcı değil.
‘Öğrenciler konuşsa daha iyiydi’
Birçoğu Amerikan anayasal hukukunun tarihi ve onun demokrasiye etkileri konusunda derin bir kavrayışa sahip olan Amerika’nın en parlaklarından yüzlerce beynin orada nazikçe oturup bu konularda belki bir tane kitap okumuş, sarih bir tez bile ortaya koyamayan bir milyarderi dinlemesinin nasıl bir hakaret olduğunu düşünün.
Sonuçta manifestonun herhangi üniversite profesöründen en fazla B- notu alabilecek zayıf bir kompozisyon olduğu ortaya çıktı. Zuckerberg ABD’de ifade özgürlüğüne dair yasaların gelişim tarihiyle ilgili basit ve eksik bir taslak çizdikten sonra (sanki bir devletin sansürleme yeteneğinin herhangi bir şirketin ne yapıp yapmaması gerektiğiyle bir ilgisi varmış gibi) bunu kendi küresel ve özel şirketine uygulayıp en sevdiği iki cümlenin değerine dair olabilecek en sığ yavanlığı sundu: “İnsanlara daha fazla ses vermek” ve “insanları bir araya getirmek.”
Bu iki klişe cümlenin reklamının yapılmasını amaçlayan Zuckerberg misyonuna hizmet eden konuşma, büyük ölçüde onun son dönemdeki diğer konuşmalarının ısıtılıp sunulmasından ibaretti. Yeni olan kısımlar ilginç değildi. İlginç kısımlarsa yeni değildi.
Konuşma öylesine zayıftı ve fena yapılandırılmıştı ki ifade özgürlüğünün değerine dair bir tartışmada bundan daha kötü bir delil bulunamaz. Konuşmacı ile dinleyenler yer değiştirse ve Georgetown kamu yönetimi öğrencileri Zuckerberg’e ifade özgürlüğünün tarihiyle ve değeriyle ilgili bir ders verse bu etkinlik çok daha kıymetli olurdu. Sonuçta öğrenciler bu konuyu biliyorlar ve ayrıca net bir şekilde düşünüp yazmak için eğitim almışlar.
Dünya ifade özgürlüğü sayesinde daha iyi
Ama buraya dikkat: Zuckerberg yanılmıyor. Sadece işin nedenini açıklayamıyor. Dünya bugün iki yüz yıl önce olduğundan iyi durumda. Bunun temel nedenlerinden biri, daha fazla insanın ölüm ve işkence korkusu olmadan kendilerini etkin bir şekilde ifade edebilmesi. Dünya, bilim insanları ve avukatlar gibi söylemsel topluluklar neyin doğru ve önemli olduğu hakkında argümanlarını dürüstçe ortaya koyabildikleri için artık daha iyi bir yer. Geliştirilen güçlü teknolojiler insanların birbirini bulma, motive etme ve örgütlenmelerini, dolayısıyla yeni ve şaşırtıcı (sık sık da rahatsız edici ve şiddetli) yollarla birbirlerine nüfuz edebilmelerini sağladı.
Zuckerberg son dönemde şirketinin uygulamalarının yarattığı tartışmalara dolaylı da olsa değindi.
ABD’de yanıltıcı olduğu bariz siyasi reklamları Facebook’tan kaldırmama kararı nedeniyle en şiddetlisi başkan adayı Elizabeth Warren’dan gelen eleştiri yağmuru altında bu adımı sahte bir alçakgönüllülükle savundu. “Özel bir şirketin bir demokrasideki siyasetçileri sansür etmesinin doğru olduğuna inanmıyorum” dedi.
Bu kötü bir tavır değil ancak iki önemli gerçeği gizliyor: Facebook dünyada benzersiz güce sahip bir platform olarak yaklaşık 2.5 milyar insanın sosyal ve bilgisel dünyalarını yapılandırıyor. Ayrıca şirket, kendi politikalarını uygulama konusunda bugüne kadar tutarsız (hatta beceriksiz) olageldi.
Zuckerberg Facebook’un yönetmek için çok büyük olduğunu veya reforma ihtiyaç duyduğunu asla kabul etmedi. ABD’deki siyasi reklamları düşündüğümüzde (dünyanın dört bir yanında kullanıcıların yüklediği diğer tüm içerikleri görmezden bile gelsek) Facebook’un ABD’de hükûmetin tüm seviyeleri için yapılan seçimlerde yüz binlerce reklamı denetlemek zorunda olduğunu görebiliriz. Facebook bunu yapamaz. Kimse yapamaz.
İnternetin faydalarını Facebook’a yamıyor
Facebook’un siyasi reklamlardaki gerçekliği değerlendirmekten kaçınma pozisyonuna dair güçlü bir savunma, böylesine ince ayar gerektiren bir işi devasa ölçeklerde yapma yeteneğinden yoksun olmasıdır. Trump’ın Joe Biden hakkında verdiği bir reklamı değerlendirmek kolay olabilir. Ama dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca siyasi reklamın yanıltıcı olup olmadığına karar vermek kolay değildir.
Zuckerberg internetin büyük faydalarını sanki kendisinin getirdiği şeylermiş gibi sunmaya bayılıyor. Facebook’u sık sık internetle bir tutuyor. Oysa Facebook internetin tam aksine kapalı, ticari bir sistemdir. Bu yüzden Zuckerberg bilginin yayılmasının aydınlatıcı etkisiyle böbürlenirken, kendi şirketinin yarattığı zehirli etkiyi görmezden geliyor.
Facebook’u Facebook yapan üç belirleyici özellik var. 2.4 milyar insanın 150’den fazla dilde içerik yüklediği ölçeği onu herhangi filtreleme mekanizması için fazla büyük kılıyor. Dikkat çekmeye ve etkileşim yaratmaya (tık, paylaşım, beğeni ve yorum) odaklı değerleme sistemiyle içerikleri öne çıkaran algoritma tasarımı, akılcı ve ölçülü ifadelere karşı aşırılık yanlısı ve güçlü duygular ifade edenleri kayırıyor. Ucuz ve etkili reklam sistemi şirkete devasa kârlar getirirken iyi bilginin diğer kaynaklarını gelirden mahrum bırakıyor.
Zuckerberg Facebook’a yakından bakmamızı istemiyor
Zuckerberg perşembe günkü konuşmasında ABD’deki siyahların yurttaşlık hareketi Black Lives Matter’ın Facebook’ta başlamasıyla övündü. Ancak internet akademisyeni Zeynep Tüfekçi’nin de dile getirdiği gibi Facebook’un algoritmik sistemi aslında #BlackLivesMatter ve diğer aktivist hareketleri ezerken “Buz Kovası Meydan Okuması” (Ice Bucket Challenge) gibi boş imgeleri teşvik ediyor. Çok daha hafif bir algoritmik desteğin yer aldığı Twitter’da ise #BlackLivesMatter dikkat çekebildi.
Zuckerberg Facebook’taki en büyük Black Lives Matter grubunun Avustralya’da yaşayan beyaz bir erkek olduğu gerçeğini de görmezden geldi.
Zuckerberg bizden, bir insanın hiçbir nüansa, karmaşıklığa ve kültürel özgünlüğe yer bırakmadan ifade özgürlüğünün ya yanında ya da karşısında olabileceğine inanmamızı bekliyor. Karmaşada boğulan bir şirketin başında olduğu hâlde yapıyor bunu. Tartışmaların olabildiğince soyut ve idealist kalmasını istiyor. Facebook’a yakından bakmamızı istemiyor.
Başında bulunduğumuz 21. yüzyılın önemli bir oyuncusu olarak Zuckerberg ifade özgürlüğüne dair 19. yüzyıla ait modası geçmiş bir görüşü kucaklıyor. Ona göre fikirlerin bir serbest pazarı var. Kanıtlar ve tezlerle karşılaştıklarında bu pazarda en iyi fikirler kazanıyor. Sorun şu ki Facebook bu yöndeki her girişimin altını oyuyor.
Yeni sorunumuz kakofoni
19. yüzyılın sorununu büyük ölçüde çözdük. 2019 itibariyle dünyadaki çoğu insana ifade özgürlüğü için bir platform ve devamlı, uygun maliyetli insan iletişimi için bir araç vermeyi başarmış durumdayız. Dünyanın büyük bölümünde ifade özgürlüğü devlet kontrolünün erişimi dışında kalıyor. Bunlar güzel, tek mesele yüzleşmek zorunda olduğumuz yeni bir sorunun doğması.
Bu sorun 21. yüzyılın kakofonisidir. Çok fazla insan aynı anda bağırıyor. Dikkatimiz dağılıp un ufak oluyor. Tutkular patlıyor. Olgular eziliyor. Bilgi sahibi bir kamuoyuyla beraber karmaşık ama hayati sorunları dikkatle ve derinlemesine düşünmek giderek zorlaşıyor. Daha fazla bilgiye erişebiliyoruz ama ciddi konularda yetişkinler gibi düşünüp konuşmamız zorlaşıyor.
Zuckerberg, Facebook’u işe yarar bulan tüm o ilerici toplumsal hareketleri gündeme getirerek onların sağladığı kazanımlardan şirketi adına pay çıkarmaya kalkıyor. Ama Nazilerin ve kadın düşmanlarının da Facebook’u örgütlenmek ve eleman devşirmek için kullandığını görmezden gelirken motivasyon ile ifade özgürlüğü ve demokrasiyi aynı şey sanabileceğimizi umuyor.
Gerçek şu ki güçlü bir demokrasinin motivasyondan, benzer şeyler düşünen insanları bulup örgütleme yeteneğinden daha fazlasına ihtiyacı vardır. Demokrasiler derinlemesine düşünmeyi gerektirir. İyi bilgilenmiş, farklı düşünen insanlar arasındaki tartışmayı geliştiren kurumların çatırdamasına yol açtık. Sonunda elimizde tek kalan Facebook olacak. Bunun işe yarayıp yaramadığını görmek için Myanmar’a bakın.
* Siva Vaidhyanathan imzalı bu yazının orijinali ilk kez The Guardian’da 18 Ekim 2019’da yayımlandı.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – FACEBOOK TEMYİZ MAHKEMESİ’NE HOŞ GELDİNİZ