Dosya

Fatma Aliye: Türkiye’nin dünyaca ünlü ilk gazetecisi, dilde tarafsızlığı savunmuştu

DALL-E yapay zekâ modelinin yardımıyla ürettiğimiz bu temsili görsel, Fatma Aliye'yi 19. yüzyıl İstanbulu'nda kendisini alkışlayan kalabalığın önünde gösteriyor.

Fatma Aliye’yi “Türk edebiyatının ilk kadın romancısı” olarak tanıyoruz. “50 liranın arkasında resmi bulunan kadın” aynı zamanda uluslararası şöhrete kavuşmuş ilk gazetecimizdi. Tarih gibi olguları temel alan yazım faaliyetlerinde tarafsız bir dil kullanılması gerektiğini savundu. 19. yüzyıl sonunda “ilk Osmanlı feministi” olarak eserleriyle ve sivil toplum çalışmalarıyla büyük ses getiren Fatma Aliye’yi (Topuz), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Türkiye’de gazeteciliğin bir öncüsü olarak anıyoruz.

Türk edebiyatının ilk kadın romancısı olarak kabul edilen Fatma Aliye, 1862 ekiminde İstanbul’da dünyaya geldi. Dönemin devlet adamı, hukukçusu ve tarihçisi olan Ahmet Cevdet Paşa’nın ve Adviye Rabia Hanım’ın en büyük kızıydı. Paşa kızı olması onun konak hayatı içerisinde başlayan ömrünün ilk yıllarında kalabalık bir muhitte dadıları, câriyeleri ve hizmetkârları ile birlikte yaşamasına olanak sağladı. Çocukluk yıllarında birçok insan hafızasında iz bıraktı.

3 yaşındayken babası Ahmet Cevdet Paşa’nın Halep Valiliği’ne tayin olması üzerine ailesiyle 1865-1866 yılları arasında bu Osmanlı şehrine gitti. Burada babasının kahvecibaşısı olan Süleyman Ağa’dan ilgi çekici hikâyeler dinleyerek zamanını geçirdi. Süleyman Ağa, Fatma Aliye’nin bütün sorularına cevap verip onunla uzun uzun sohbetlerde bulundu. Fatma Aliye o yıllardan sonra kendisine tahsis edilen hiçbir lalayı sevmedi. Süleyman Ağa’nın yanı sıra, onunla birlikte sık sık ziyaretine gittikleri, çok bilgili ve çocukları seven İngiliz Konsolosu Mösyö Eskin ile sohbet etmeyi seviyordu.

Halep’te geçen 3 yılın ardından Fatma Aliye 1868’de 5 yaşındayken ailesiyle İstanbul’a döndü. Okumaya meraklıydı. Halep’e birlikte gittikleri, konağın hocası Lofçalı Hacı İbrahim Şevki Efendi,  Fatma Aliye’nin ilk öğretmeni oldu. Fatma Aliye çok hızlı bir şekilde okuma yazma öğrenip çevresindeki herkesi şaşırtmıştı. 7 yaşından itibaren Battal Gazi Destanı, Kan Kalesi ve 1001 Gece Masalları gibi kitapları rahatça okuyabiliyordu. Kendisine verilen haftalık harçlığı kitap, gazete ve dergi almak için harcıyordu.

Yine öğretmeninin öncülüğünde Fatma Aliye o yıllarda Fransızca da öğrenmeye başladı. Kendisine dört işlemi bile Fransızca olarak öğreten Lofçalı Hacı İbrahim Şevki Efendi’den imlâ dersleri de aldı. Abisi Ali Sedad Bey’in evde aldığı özel dersleri dinleyerek kendisini geliştirmeyi sürdürdü. Merak ettiklerini ve anlamadıklarını da abisine soruyordu. Onun için hazırlanan laboratuvarda bir yandan kimya derslerini deneyip deneyler yapıyordu. Şişeleri, havanları yıkamak ve yerleştirmek konusunda uşaklara güvenmediği için abisi onu yardıma çağırırdı. 

Bununla birlikte Fatma Aliye’nin ikinci hocası, abisinin de derslerine gelen Mustafa Efendi’nin de Fatma Aliye’yi çok etkilediği görülmekte. 7 ile 10 yaşına kadar Fatma Aliye ilk ciddî eğitimlerini bu şekilde aldı. 

Öğrenme tutkusuyla yasakları yıkan kadın

Abisinin de derslerine giren Mustafa Efendi, Fatma Aliye’nin ikinci öğretmeni oldu. 7-10 yaş arası ilk ciddî eğitimini bu şekilde alan Fatma Aliye, Mustafa Efendi’den çok etkilenmişti. Fransızca’ya merakı da giderek arttı. Müslüman ailelerin kızlarına yabancı dil öğretilmesinin hoş karşılanmadığı yıllarda, tutucu bir insan olan babası Cevdet Paşa’nın da etkisiyle Fatma Aliye Fransızca merakını uzun süre açığa vuramadı. Buna rağmen merak ettiği şeyin peşini kolay kolay bırakmıyordu. Fransızca’yı gizli gizli öğrenmeye başlarken bu arzusunu sadece sütbabasına açabildi. Böylelikle ona hiç kimseye söylememek şartıyla bir Fransızca alfabe satın aldırabildi.

Bu dönemde piyano dersi de alan Fatma Aliye’nin en büyük yardımcısı, ona ders vermek için konağa gelip giden öğretmen Refika Hanım’dı. Refika Hanım, Fatma Aliye’nin isteği üzerine haftanın iki-üç günü piyano dersi yerine ona Fransızca dersi vermeye başladı. Bir gün gizli gizli Fransızca kitap okurken babasına yakalanan Fatma Aliye, İlyas Matar isimli gayrimüslim bir öğretmenden üç yıl boyunca Fransızca dersi aldı. Daha sonra devreye Matmazel Alfa girdi. İlyas Matar, hem tıp hem de avukatlık diplomasına sahipti. Aslen Beyrutlu olan bu öğretmen, Fransızca’nın yanında Arapça ve doğa bilimlerini de Fatma Aliye’ye okutmuştu.

Dilbilgisi de çalışan ve çocuk yaşta yavaş yavaş tercümelere başlayan Fatma Aliye, Fransızca’nın yanında Farsça dersleri de aldı. Fakat bu dersi veren kadın öğretmenle anlaşamadı ve kısa bir süre sonra dersleri bıraktı. Ahmet Mithat Efendi’ye göre bunun nedeni, bu öğretmenin, o sırada 11 yaşında olan Fatma Aliye kadar yazı yazamıyor ve Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk dilbilgisi kitabı kabul edilen Kavaid-i Osmaniye’yi onun kadar bilmiyor oluşuydu. Fatma Aliye’nin sonraki Farsça öğretmeni İranlı İskender Efendi olmuştu. Ancak küçük kız bu öğretmenin görünüşünden korktuğu için kısa süre sonra bu dersi bıraktı.

Fatma Aliye ile Ahmet Mithat Efendi’nin tanışması

Buraya kadar birkaç kez Ahmet Mithat Efendi‘nin ismini geçirdik. “40 beygir gücündeki yazı makinesi,” Türkçe basın tarihinin en önemli isimlerinden birydi. Çocukluğundan itibaren birçok kişiden özel ders alan Fatma Aliye’nin hayatında özel bir yer tutan kişilerden biri de, “gazeteci-yazar” tipinin Türkiye’deki ilk temsilcilerinden Ahmet Mithat oldu.

Fatma Aliye, 11 yaşında Ahmet Mithat’ın eserlerini okuyarak onu tek taraflı olarak tanıdı. Bu tanışma, yazarın ağabeyi Ali Sedâd Bey’in kendisine vermiş olduğu kitaplar içinde yer alan Letâif-i Rivâyât (Zevkli Hikâyeler) adlı eser vasıtasıyla gerçekleşmişti. Kitabı çok beğenen Fatma Aliye, sütbabasından yazarının diğer eserlerini istemiş ve önce Hace-i Evvel’i, daha sonra da Hasan Mellâh’ı okuma fırsatı bulmuştu. Bundan sonra Ahmet Mithat’ın bütün eserlerini okumaya ve üzerinde uzun uzun düşünmeye başladı.

15-16 yaşlarında Fatma Aliye’nin düşüncelerini etkileyen önemli bir kaynak da Ahmet Mithat’ın 1873-1876 yılları arasında çıkardığı popüler kültür dergisi Kırk Anbar’da yayımladığı makalelerdi. Fatma Aliye, bu sayfalarda Fransızca okul kitaplarında bulup Türkçe kitaplarda göremediği açık ve anlaşılır ifadelerle bilgiyi bulmaktan son derece memnun kaldı. Sayfalarda yer alan çeşitli bilgiler, öğrenme ve araştırma merakı içinde olan Fatma Aliye’nin bütün ihtiyaçlarına cevap vermeye başlamıştı.

Fatma Aliye, bu makalelere olan ilgisi nedeniyle bir süre sonra Ahmet Mithat Efendi ile mektuplaşmaya başladı. Bu mektuplaşmalar sayesinde, Ahmet Mithat Efendi’den ilk yazılı dersleri aldı. Son hocası da, “manevi babam” dediği” Ahmet Mithat Efendi oldu. Fatma Aliye’ye Fransızca bilgisini daha da geliştirebilmesi için Corneille, Racine, Boieldieu, Fenelon, Feuillet ve Dumas gibi ustaları okumasını tavsiye eden Ahmet Mithat, genç kızın önünde yeni ufuklar açtı.

Ahmet Mithat, Fatma Aliye’deki cevheri de çabucak görmüştü. 1893 yılında yazdığı “Fatma Aliye Hanım yahud Bir Muharrire-i Osmâniyye’nin Neş’eti” adlı inceleme eseriyle Osmanlı toplumunda bir kadın yazarın hayatını anlatan ilk monografiyi onun için yazdı. Dönemin en ünlü gazeteci-yazarlarından birinin bu kitabı Fatma Aliye’yi daha geniş bir çevreye tanıttı. Fatma Aliye’nin 33 yaşına kadarki hayatından önemli kesitler bu kitaptaydı. Ahmet Mithat’ın Fatma Aliye hakkındaki yazılarının yanı sıra genç kadının kendisini anlattığı mektuplar da kitapta yer bulmuştu. Ancak eser yayımlandıktan sonra toplumun muhafazakâr kesimlerinden tepkiler geldi. Ürken Ahmet Mithat, sonraki baskılarda Fatma Aliye’nin adını kapatan çıkarıp sadece “Bir Kadın” yazdı. Osmanlı toplumunda bir kadın edebiyatçının hayatını anlatan ve belgelere dayanan bu ilk eser sonraki yıllarda bu kapakla basıldı.

Ahmet Mithat, devrin iktidar odaklarına karşı ürkek tavrını Fatma Aliye’ye de yansıtmaya çalışıyordu. Jön Türkler’e duyduğu sempatiyi dile getiren Fatma Aliye’ye, padişahla başının belaya girebileceği gerekçesiyle siyasetten uzak durmasını salık verdi. Ailesinin padişaha bağlı olduğunu Fatma Aliye’ye sürekli hatırlatıyor, dönemin bir başka öncü kadın yazarı olan Emine Semiye’nin fikirlerini de riskli buluyor, sansürün yazarları korumak için gerekli bir önlem olduğunu savunuyordu Ahmet Mithat.

Matmazel Alfa: Fatma Aliye için “mükemmel bir dost”

1874 yılında babasının Yanya Valiliği’ne tayin edilmesi üzerine Fatma Aliye evden ayrılacak olmanın üzüntüsünü yaşadı. Bu üzüntüsünü ifade eden Fransızca mektubu annesi aracılığıyla babasına gönderdi. Bunun üzerine, 6 ay sonra bütün aile Yanya’ya gitmek üzere Trieste postasıyla İstanbul’dan hareket etti. Bu sırada derslere bir süre ara vermek mecburiyetinde kalsa da, yazar tercüme faaliyetini tamamıyla bırakmadı. Korfu’ya gitmek için bindikleri Lyod şirketinin vapurunda çoğunlukta yabancılar olduğu için Fatma Aliye, Fransızca bilgisini kullanarak ailesine tercümanlık yaptı. Bu onun için önemli bir deneyimdi.

Fatma Aliye, 13 yaşındayken, kısa süren Yanya seyahatinden bir ay sonra, 11 Haziran 1875’te babasının Eğitim Bakanlığı’na tayin edilmesi üzerine İstanbul’a döndü. Bu seyahat dolayısıyla ara verilen derslere tekrar başlamak istedi. Ancak ailesi tutucu olduğu için ve Fatma Aliye artık 14 yaşında bir genç kız olduğundan erkek öğretmenlerden artık ders alamayacağına karar verildi. Fatma Aliye ise haremde yaşamaya başlamasına rağmen, buradaki eğitimsiz kadınların günlük konularla ilgili sohbetleri yerine, selamlıktaki kültürlü insanların sohbetlerine katılmayı tercih ediyordu.

Geri kalan zamanında ise odasında Fransızca, Türkçe ve Arapça kitaplar okuyarak kendini geliştiriyordu. İçinde bulunduğu bu durumdan büyük sıkıntı duyuyordu. Ancak bu dönemde kendisi için en büyük kurtarıcı, Mösyö Faber veya Hakkı Efendi’nin kızı Matmazel Alfa ve Ahmet Mithat’ın yazdığı yazılar oldu. Zaten Fatma Aliye’nin, uzun bir müddet Fransızca’dan eser tercümeleri üzerinde durması Matmazel Alfa sayesindeydi.

Babası Fransız, annesi İngiliz olan Matmazel Alfa, her iki milletin kültür ve edebiyatına vâkıf biriydi. Bu nedenle, Fatma Aliye’ye Fransız edebiyatından bahsetti ve ona Fransızca kitaplar temin etti. Böylece Fatma Aliye, Batı kültürü ile temas etme şansına sahip oldu. Bir yandan Fransızca’sını ilerletirken, diğer yandan da Matmazel Alfa ile tarih, edebiyat, matematik, felsefe ve ahlâk hakkında konuşmalar yapıyordu. Felsefeye de merak sarmıştı. Ahmet Mithat’a yazdığı mektuplarda Matmazel Alfa’dan kendisi için mükemmel bir dost olarak bahsediyordu.

Fatma Aliye’nin Beyrut ve Şam seyahatleri

Artık zevk için okumak yerine araştırmak ve öğrenmek için okumaya başlamıştı. Okuduğu romanların büyük bir bölümü onu, işlediği konular ve kadınları ele alış biçimi açısından tatmin etmiyordu. Özellikle Fransız edebiyatına, ele aldığı tarihî olaylar ve felsefî konular açısından ilgi göstermişti. Adetâ bir okula dönüşmüş olan düzenli eğitim yılları ve okuma hayatı, Fatma Aliye 1878 yılında 16 yaşına geldiğinde babasının Suriye Valiliği’ne tayini sebebiyle yine kesintiye uğradı. Böylelikle şubat ayı içinde Fatma Aliye, hiç istemediği hâlde Beyrut ve Şam seyahatine gitmek mecburiyetinde kaldı.

Hocası İlyas Matar Efendi’nin de kendileriyle gelmesi üzerine, sevmediği Şam’da Fransızca’sını geliştirmeye çalışırken bir yandan da oraya ait gözlemlerini Fransızca olarak Matmazel Alfa’ya yazdı. Şam’da * ay kaldıkları süre içinde Fatma Aliye bütün çevreyi dolaşmıştı. Yazarın buradaki hayatının en ilginç yanı, Osmanlı haremlerini görmek isteyen Amerikalı ve İngiliz seyyahların eşlerine refakat ederek tercümanlık yapmasıydı. Tercümanlık yaptığı seyyahlardan biri ressam olduğundan ilk defa bir ressam kadınla tanışmış ve onun çalışma şartlarını yakından takip edebilmişti. Bu gözlemlerini Refet romanında görüyoruz.

Fatma Aliye Şam’dan 1878 yılının aralık ayında babasının Suriye Valiliği’ndeki işine son verilmesiyle ayrıldı. Mevsim kış olduğu için, ailesiyle beraber 3 ay da Beyrut’ta kaldı. Mart başında vapurla İstanbul’a döndü.

Fatma Aliye’nin İlyas Matar Efendi ile birlikte Beyrut’tan İstanbul’a döndükten sonra Fransızca derslerine tekrar başladı. Hocası, aradan geçen uzun müddet zarfında öğrencisinin Fransızca’yı unuttuğunu sanıp onu imtihan etmek istedi. Ancak dil bilgisinin daha da arttığını gördü. Bu dönemde Fatma Aliye’nin eline, 1875-77 yılları arasında Cezzâr Ahmet Paşa ile Napolyon Bonapart’ın savaşını anlatan bir tiyatro oyunu, tarihî bir piyes geçmişti. Hocasından öğrendiği usulle önce bilmediği kelimeleri sözlüklerden öğrenerek oyunun yarıdan fazlasını tercüme etti. 

Önceleri Kalfa Lügati adlı sözlüğü kullanan Fatma Aliye, Fransızca bilen bir aile dostlarının kızlarını ziyaret ederken gördüğü yeşil kaplı bir büyük kitap olan Biyanki Kamûs sözlükleriyle tanıştı. Bu tanışmadan sonra artık bu Fransızca-Türkçe sözlüğü kullanmaya başladı.

“Gerçekten büyük bir dâhi olabilirdi”

Küçükken Fatma Aliye’nin gizlice Fransızca kitap okurken yakalanması üzerine durumdan haberdar olan babası Ahmet Cevdet Paşa sonraki yıllarda onun Arapça ve Farsça öğrenmesine de bizzat yardım etmişti. Kızının kapasitesinin farkına varan Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat Efendi’ye şöyle demişti: “Şu kızın haline şaşıyorum. Okuduğu ve öğrendiği şeyler oldukça sınırlı olduğu halde zihnini o kadar yüksek ve zor konular üzerine işletiyor ki bu hâl insana âdeta bir ürküntü veriyor. Erkek olsaydı, düzenli bir öğrenim görseydi, gerçekten büyük bir dâhi olabilirdi.” 

Ancak başlangıçta, bütün yeteneklerine ve öğrenme merakına rağmen Fatma Aliye’den fazla bir beklentisi yoktu babasının. O ancak, Fatma Aliye’nin “Meram” isimli roman tercümesini ve 1891-1892’de Muhadarât romanını yayımlamasıyla durumun tam olarak farkına vardı. O yıllardan itibaren Ahmet Cevdet Paşa kızıyla bilimsel görüş alışverişinde bulunmaya, onunla felsefe, edebiyat, tarih ve hukuk tartışmaya başladı. İşte bu ortamda Fatma Aliye, Dürus-ı Aliye (Yüksek Öğretim) adlı kitabını 1891’de kaleme aldı.

Fatma Aliye’nin evliliği ve zorluklar

Fatma Aliye’nin hayatının ilk bölümünü, evlenmeden önceki 17 yıl olarak kabul edebiliriz. Bu döneme yoğun bir öğrenme ve araştırma merakı damga vurmuştu. İstanbul’a dönüşte Matmazel Alfa ile geniş ve derin bir çalışma planını uygulamayı düşünen Fatma Aliye’nin tasarısı, karşısına çıkarılan evlilik meselesi yüzünden gerçekleşmedi.

Fatma Aliye, henüz 1879’da, yani 17 yaşındayken Kolağası (kıdemli yüzbaşı) Ahmet Faik Bey ile evlendirildi. Eşi, Sultan İkinci Abdülhamid’in yaverlerinden olan ünlü kumandan Gazi Osman Paşa’nın yeğeniydi. 1877–1878 Osmanlı Rus Harbi’nde Plevne savunmasında görev yapmıştı. Ancak karı-koca arasındaki bilgi seviyesinin denk olmayışı Fatma Aliye’nin hayallerini yıkmıştı. Çalışma ve öğrenme arzusu kocası tarafından engelleniyordu. Birkaç yıl Fransızca ile ilgilenememiş, doğru dürüst roman okuyamamış, bunlardan dolayı sıkıntılı günler geçirmişti. Bilgilerine yenilerini eklemek imkânı olamadığı gibi, öğrendiklerini dahi unutmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı. 

Evliliğinin ilk yıllarında, dönemin yaygın anlayışından dolayı ve kocasından gizli olarak kitap okuyabilen ve tercüme faaliyetlerinde bulunabilen Fatma Aliye, daha sonraki yıllarda, Ahmet Faik Bey’in aklının başına gelmesiyle çevirmenliğe tekrar başladı. Bu arada 1880’de Hatice isimli kızları ve 1884’te Ayşe adını verdikleri ikinci çocukları dünyaya geldi. Annelik görevini de yüklenen Fatma Aliye, zamanının bir kısmını kızlarını yetiştirirken diğer taraftan yazı hayatına yoğun şekilde devam etti. 

23 yaşında, ikinci doğumunu yaptığı 1885’de ağır bir hastalık geçiren Fatma Aliye’nin tedavisinden dolayı Göztepe’deki bağ köşkünde bir süre dinlenmesi gerekti. O günlerin yansımalarını, yazarın Refet isimli romanında görürüz. Yine bu dönemde, 1885-86 yılları arasında kocasının 11 ay Konya’ya görevli olarak gitmesiyle biraz çalışma fırsatı bulabileceğini düşünen Fatma Aliye, hastalığı yüzünden yine buna pek imkân bulamadı. Bir müddet sonra çalışmalarında rahatlığa kavuşan Fatma Aliye’nin büyük bir hızla yayın ve tercüme faaliyetine giriştiğini, bunun yanında yardım faaliyetlerinde bulunduğunu ve çeşitli muhitlerde kadınları ilgilendiren meselelerde konuştuğunu görüyoruz.

“Canım bizde Fransızca’yı bu kadar anlayabilecek kadın var mıdır?”

Fatma Aliye’nin edebî kariyerinin başlatan, Georges Ohnet’nin eserlerini okuması ve Türkçe’ye tercüme etmesidir. Bu Fransız yazarın 1888’de yazılan Volonté adlı romanının ilk Türkçe çevirisini 1889-1890’da 27 yaşındayken “Meram” ismiyle ve “Bir Kadın-Bir Hanım” imzasıyla yaptı. Türlü yönleriyle kadını merkeze alan bu eserin, Tanzimat döneminde ve “Bir Kadın” tarafından tercüme edilmesi dikkat çekiciydi. Bu çeviriye eklediği “Bir Kadın” imzalı not bölümleri Fatma Aliye’ye ait yayımlanmış ilk metinlerdi. 

Ahmet Mithat Efendi önce Servet gazetesinde, birkaç gün sonra da Tercümân-ı Hakikat gazetesinde “Bir Edibe” başlıklı yazısında Fatma Aliye hakkındaki fikirlerini öne sürdü. Çeviriler çok beğenilmişti. Hem Fransızca’yı iyi anlaması hem de Türkçe’yi iyi kullanması sebebiyle çevirmeninin bir kadın olduğuna hemen hemen kimse inanmamıştı. Hatta, “Canım bizde Fransızca’yı bu kadar anlayabilecek kadın var mıdır” deniyordu. Gerçek çevirmenin babası veya abisi olduğunu öne sürenler vardı. Yazar ve gazeteci İsmail Habib Sevük, ilk defa bir kitabın bir kadın tarafından tercüme edilmesinin o zaman herkesi şaşırttığını, bu duruma kimsenin inanmak istemediğini söylerken “Bu işe yalnız bizler değil, ecnebiler de şaşırdı” diyor.

Çevirdiği romanı adıyla imzalamadığı için “görünmez çevirmen” olarak da nitelendirilen Fatma Aliye, ilk işindeki başarısı nedeniyle sonraki eserlerinde “Mütercime-i Meram” (Meram’ın çevirmeni) imzasını kullandı. İlk çevirisi bir yılda 200 adet satıp baskısını tüketmişti ki bu o dönem bir kitap için yüksek bir tirajdı. Dönemin erkek egemen yayıncılık anlayışı içerisinde farklı bir görünürlük kazanmayı böylece başardı. 

İlk yazılarını bu takma adla Servet ve 16 Eylül 1890-91 tarihinde Tercüman-ı Hakikât gazetesinde “İlmi Levhalar” sütununda, “Bir Prensese Tedris-i Ulum” başlığıyla yayımladı. Alman filozofu Eiler’in, Prenses Danhalet Besko’ya yazdığı mektupların çevirisi ise Fatma Aliye imzasıyla çıktı. Bu, Türkçe yayın dünyasında bir kadının ilk kez gerçek kimliğiyle yer aldığı yazıydı. Bu dönemde Tercüman-ı Hakikat de yazma başladı. Ardından 1895-1908 yılları arasında haftada iki kez çıkan, dönemin önemli kadın entelektüellerinin tanıtıldığı, kadın sorunlarının işlendiği Hanımlara Mahsus Gazete’de yazıları yayımlandı.

Hanımlara Mahsus Gazete’nin başyazarı Fatma Aliye

Fatma Aliye, Hanımlara Mahsus Gazete’de başyazarlık yaptı. “Bas Bleu’lardan İbret Alalım” başlıklı ilk yazısında, Avrupa’daki eğitimli kadınları simgeleyen “mavi çoraplılar” hareketini övüyor, örnek gösteriyordu. Bu dönemde diğer kadın yazarlarla da görüş alışverişinde bulunmaya başlamış, ünlü şair Fatma Nigâr ile dost olmuştu. Fatma Şâdiye, Ali Muzaffer, Mehmed Celâl, Fatma Fahrünnisâ, Terfik Fikret gibi meşhur yazarlarla aynı muhitteydi. Muallim Naci ile mektuplaşarak fikrî tartışmalara giriyordu.

Ahmet Mithat, 1889’da Stockholm’de düzenlenen 13. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde tanıştığı Madam Olga Lebedef’i, ertesi yıl ziyaret ettiği İstanbul’da Fatma Aliye ile tanıştırdı. Fatma Aliye, Türkler’e duyduğu sempatiden dolayı “Gülnâr” adını kullanan Madam ile 6 aylık misafirliği boyunca bol bol sohbet etti. Avrupa ve edebiyatı hakkındaki bilgilerini genişletti.

50 liralık banknotların arka yüzünde Fatma Aliye portresi var.

Artık Türkçe gazete, dergi ve romanlarda da aile ve kadın meseleleri işleniyordu. Bir yandan da kadın öğretmenler yetiştiriliyordu. Tanzimat etkisi, kadınların artık Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Batı dillerini de öğrenmesinin kapısını açmıştı. Bu nedenle Osmanlı’nın son dönemindeki kadın kuşağı, geçmişten çok farklıydı. Sadece şiir değil, tüm edebî türlerde ve bilimsel dallarda eserler vermeye başlayan kadınlar vardı artık. Böylelikle gazetelerdeki yazılar, okumuş ve bilgili kadınların haklarını aramaya yönelik ilk örnekleri içermeye başladı. 

Kadın sorunlarıyla ilgili makaleleri

Fatma Aliye de gazete yazılarında eşitlik ve adalet arayışına yöneliyordu. Mesela vapurlarda kadınlara ayrılan yerlerin kötü ve pis olmasından şikâyet ediyor, erkeklerle aynı ücreti ödedikleri hâlde kadınların niçin hor görüldüğü soruluyordu. Fatma Aliye’nin bu tür konularda Tercümân-ı Hakikat Gazetesi’nde 11, Hanımlara Mahsus Gazete’de 21 yazısı yayımlandı. Ayrıca Mahasin, Servet-i Fünun Mecmuası, Ümmet, Mahasin ve İnkılab gazetelerinde makaleleri çıktı. Gazete ve dergi yazılarının yanı sıra romanlarında da kadın mücadelesinin gündemine ve ayrımcılık karşıtlığına yer verdi.

Kadınların yüksek eğitim kurumlarına henüz kabul edilemediği yıllarda Fatma Aliye, kadınlara özel konferanslarla farkındalık yaratmaya çalıştı. Eğitim ve iş hayatında cinsiyet eşitliğini savundu. Kadınların sadece çocuk doğuran varlık olarak görülmesine, ayrıca çokeşliliğe karşı çıktı. Yazı yazmak Fatma Aliye için sadece bir hüner ve cesaret meselesi olmaktan çıkmış, hemcinslerine yol açmak konusunda bir görev hâline gelmişti.

Fatma Aliye’nin ilk eserleri

1891’de 7 ay boyunca Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilen Hayal ve Hakikat’in “Bir Kadın” imzalı “Vefa” adlı bölümü, Fatma Aliye’nin ilk telif eseridir. Aynı eserin “Vedat” başlıklı diğer bölümünü ise Ahmet Mithat yazmıştı. Romanda kadın karakterlerin tüm konuşmaları Fatma Aliye’nin, erkeklerinki Ahmet Mithat’ın kaleminden çıkmıştı. İki yazarın romanın yazım süreciyle ilgili mektuplaşmaları da aynı gazetede yayımlanmıştı.

Fatma Aliye, 1891-92’de Avrupalı kadınlara Osmanlı aile hayatına dair bilgiler vermek amacıyla, bizzat görüştüğü kişilerle yaptığı konuşmaların hatıralarına dayanan “Nisvan-ı İslam” adlı anı eseri  yayımlandığında 30 yaşındaydı. Anı türündeki bu kitap Fransızca, İngilizce ve Arapça’ya çevrildi. Böylece Fatma Aliye bir kadın olarak Türk edebiyatında bir ilke daha imza attı. Gazete yazılarında onu öven Ahmet Mithat, Fatma Aliye’yi manevi kızı ilan etti.

Ahmet Mithat’ın da teşvikiyle Fatma Aliye artık çevirilerden, telif eserlere yönelmişti. Kendi imzasıyla ilk romanını 1891-92’de Muhâdarât (Tartışmalar) adıyla yayımladı. Fatma Aliye’nin evlilik yaşamından izler taşıyan bu romanın tarzını Ahmet Mithat, Balzac eserlerine benzetmişti. Fatma Aliye’nin kendi imzasıyla yayımlanan ilk eserlerinin ünü kısa sürede Türkiye’yi aştı. Batı gazetelerinde hakkında haberler çıktı ve Fatma Aliye 1893’te Chicago’da düzenlenen Dünya Sergisi’nin (Expo) bile davet edildi. 

Fatma Aliye henüz 31 yaşındayken ABD’nin yanı sıra Fransa’da da büyük üne kavuşmuştu. Fransızca kitaplarda ve gazete yazılarında övülüyordu. Bir mektubunda, Nisvan-ı İslam’ın Türkçe baskısının elinde çok az kaldığını, Paris’te yapılan Fransızca baskısının da bittiğini, ABD’deki İngilizce baskının ise eline hiç geçmediğini belirtiyordu.

Daha çok ılımlı ve uzlaştırıcıydı

Fatma Aliye, 1895 yılında kaleme aldığı Tabiat Risalesi ile felsefe bilgisini ortaya koydu. Türkçe yapıtlar veren ilk kadın felsefeci olmuştu. Düşüncelerinde babası Ahmet Cevdet Paşa’nın yanı sıra  Aristoteles, Platon, İbn-i Rüşd ve Gazali’nin etkileri vardı. Ancak bu klasik filozofların fikirlerini Spinoza, Darwin ve Auguste Comte gibi yakın zamanın Avrupa filozoflarının görüşleriyle kıyaslayacak bir bilgi derinliğine de sahipti.

1893 yılında  yayımladığı Teracim-i Ahvâl-i Felâsife adlı eserinde felsefe tarihini anlatırken kadın filozoflara ağırlık verdi. 1909’da İnkılâp adlı eserindeki “Bilim ve Bilgisizlik” başlıklı makalesinde Osmanlı toplumuna feminizmi anlatmaya çalıştı. Bu anlatım, Batı’dan olduğu gibi ithal edilen bir feminizm fikrine dayanmıyordu. Avrupa’da o dönemde kadın hareketi oy hakkı mücadelesi üzerinden yürürken, Fatma Aliye önderliğindeki Osmanlı feminizmi daha çok kadınların toplumsal ve ekonomik alanlardaki eşitlik arayışından güç alıyordu. Bu arayışın gündem maddeleri arasında çalışma hayatına atılma, eşit eğitim, evlilik ve boşanma hukukundaki adaletsiz yapının düzeltilmesi gibi gündem maddeleri vardı.

Romanlarında kadınlar

Fatma Aliye, ilk Osmanlı kadın feministlerinden biri olarak, romanlarında ve makalelerinde de kadın haklarını savundu. İlk romanı Refet, haksızlığa uğramış bir kızın kendi çabalarıyla okuyup öğretmen olmasını anlatıyordu.

Levayih-i Hayat, kadınların birbirlerine yazdığı mektuplarla erkek, kadın, evlilik, sadakat, toplum ve aile gibi konuları ele alıyordu. Udi, Fatma Aliye’nin kendi hayatından da izler taşıyan, bir udi kadının hikâyesini aktarıyordu. Bu roman, ilk Türk kadın psikolojik romanı olarak kabul ediliyor.

Fatma Aliye, kadın eğitiminin aile ekonomisine katkı sağlayacağını ve ev kadınlarını amaçsızlığa sürüklemekten kurtaracağını savunuyordu. Ancak, çokeşlilik konusunda romanlarında ve makalelerinde çelişkili bir tavır sergiliyordu. 

Fatma Aliye’nin dernek faaliyetleri 

Fatma Aliye’nin 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda şehitlerin ailelerine ve gazilere yardım amacıyla kurduğu Nisvan-ı Osmaniye İmdat Cemiyeti, bu alandaki ilk derneklerden biriydi. Üyelerinin tamamı kadındı. Cemiyet, çalışmalarını Fatma Aliye’nin evinde sürdürüyordu. Araştırmalar, Fatma Aliye’nin aynı isimle farklı tarihlerde iki ayrı dernek kurduğunu düşündürüyor. 29 Aralık 1908 yılında, askerlere hizmet amacıyla Cemiyet-i İmdâdiye’yi kurdu ve bağış topladı.

Fatma Aliye, yardım faaliyetleri dolayısıyla İkinci Abdülhamid tarafından “ikinci rütbeden şefkat nişanı” ile ödüllendirildi. Ayrıca Türk Kızılay Derneği’nin (Hilal-i Ahmer) ilk kadın üyesiydi ve bu dernekte “katibe” olarak görev yapıyordu. 14 Mayıs 1914’te Servet-i Fünun mecmuasında Hilal-i Ahmer’in Birinci Dünya Savaşı’nda cephede savaşan askerlere ve ailelerine yaptığı çalışmaları ve askerler üzerindeki manevi tesirini gösteren “Hilal” başlıklı makaleyi kaleme aldı. Trablusgarp ve Balkan Savaşı şehitlerinin aileleri ve gazilerine yardım toplanması çalışmalarına da katıldı. Gösterdiği başarı nedeniyle Hilâl-i Ahmer Cemiyeti 1915 yılında ona bir madalya verdi.

Ahmet Cevdet Paşa, Fatma Aliye’nin bir tarih yazması gerektiğini söylemişti. 1895’te ölen babasının bu isteğini bir vasiyet kabul eden Fatma Aliye, 1913-1914 yılında Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı adını verdiği biyografinin ilk cildini yazdı. Baba-kızın ders niteliğindeki sohbetlerinde dinden felsefeye ve tarihe kadar toplumu ve devlet hayatını ilgilendiren hemen her hususa değinilmişti. Yalnızca Ahmet Cevdet Paşa’nın yaşamını değil; onun yaşadığı yıllarda gerçekleşen siyasi olayları da anlatan, tarihi değeri olan eserlerden biriydi.

Tarihin tarafsız bir dille yazılması gerektiğini savundu

Fatma Aliye’nin asıl tarih eseri ise 1915’te yayımlanan Tarih-i Osmaniye’nin Bir Devre-i Mühimmesi: Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti idi. Osman Bey’den Çelebi Mehmet’in tahta geçişine kadarki dönemi anlatan bir eserdi bu. İbn Haldun’u rehber edindiğini belirten Fatma Aliye, tarihin tarafsız bir dille yazılması gerektiğini savunuyordu. Ona göre bir tarihçi, kendi ulusunun tarihini yazıyor olsa dahi gerçekleri olduğu gibi aktarmalıydı.

1915 yılına kadar düzenli olarak devam eden yazı faaliyetiyle hayatını takip edebildiğimiz Fatma Aliye’nin bu yıldan sonra yavaş yavaş yazı hayatından ve cemiyetten uzaklaştığı görülüyor. Özellikle 1885 yılında yakalandığı hastalığın bu yıllarda nüksetmesi onu çok yıpratmıştı. Ancak yazmaktan tamamıyla kopmadı. Örneğin 1922’de Vakit gazetesinde bir yazısını görüyoruz.

Fatma Aliye’nin en küçük kızı İsmet, Notre Dame de Sion’da okurken “hürriyete kaçıyorum” diyerek 1926’da aniden Türkiye’yi terk etti. Fatma Aliye, babasından kalan tüm serveti kızının bulunması için tuttuğu dedektiflere harcadı. Ölene dek umutsuzca kızını arayacaktı. Bu arada büyük kızı Hatice bir kaza sonucu balkondan düşüp yaralanmış ve bunalıma girerek akıl sağlığını yitirmiş; diğer kızı Ayşe ise evine derse gelen hocasıyla kaçıp evlenince Fatma Aliye tarafından evlatlıktan reddedilmişti.

Fatma Aliye zaten son 2 yıldır sağlığının iyice bozulmasıyla hemen hiç yazmamıştı. Ancak yine de hayattaki son günlerine kadar edebiyat dünyasını izledi. “Ona ölümünden kısa bir müddet evvel Fransız kitapçısında, yeni müelliflerin son eserlerini karıştırırken rastladım. Bu kısa müddet zarfında bana ayak üstü François Mauriac ile Andre Gide’nin mukayesesini yaptı” demişti Ercüment Ekrem.

Son yıllarının izini faturalardan, reçetelerden sürüyoruz

Neredeyse hiçbir yayının olmaması nedeniyle Fatma Aliye’nin son yıllarının izini sürmek zor. Bazı kaynaklara göre, 1928 yılında ölen kocasının vefatından sonra kendi ölümüne dek kızı İsmet’le birlikte yaşadı. Bazı kaynaklar ise yazarın ömrünün son yıllarını Beyoğlu ve Pangaltı muhitlerindeki apartman dairelerinde, pek alışmadığı şartlarda geçirdiğini yazıyor. Bunu kira kontratları, elektrik ve havagazı faturalarından anlıyoruz.

Fatma Aliye’nin hastalığı hakkında, Atatürk Kitaplığı’nda numarasız olarak bulunan “Fatma Aliye Hanım Evrakları” içinde yer alan (1921-1929) tarihli reçeteler bize bilgi veriyor. Yazar bu yıllar içinde gerek hastalığının tedavisi ve gerekse kızının izini bulabilmek maksadıyla sayısını tam olarak bilmediğimiz yurtdışı seyahatlerine de çıkmış. Bu kaynaklardan hareketle bir iki defa Paris’e gittiğini söylemek mümkün.

1934’te “Fatma Aliye öldü” diyen asılsız bir haber, yazarın acısını katlamış olmalı. Türkçe edebiyatın Servet-i Fünun, II. Meşrûtiyet, Mütareke ve Cumhuriyet devirlerini yaşamış bu büyük isim, 13 Temmuz 1936 tarihinde, 74 yaşında hayata gözlerini yumdu. Feriköy Mezarlığı’nda toprağa verilen Fatma Aliye, 21 Haziran 1934’de Soyadı Kanunu’nun çıkmasının ardından Topuz soyadını almıştı. Ölümünden sonra adı Beyoğlu ve Çankaya’da birer sokağa verildi. 2009 yılında dolaşıma giren 50 TL’lik banknotların arka yüzünden Fatma Aliye’nin resmi var.

Kaynakça
  1. Ahmet Mithat Efendi. (2011). Fatma Aliye: Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu. (Çev. Bedia Ermat). İstanbul: Sel.
  2. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1667871
  3. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/21090.pdf
  4. Fatma aliye hanım’ın türk kadın haklarının düşünsel temellerine katkıları Şahika Karaca
  5. Tarihten Bir Sima: Fatma Aliye Hanım Hande Özdamar Tığlı 
  6. Tanzimat Dönemi Aydınlarından Fatma Aliye Gizem Parsova- İbrahim Biri
  7. Fatma Aliye Hanım’ın Romanlarında Kadın Sorunu Firdevs Canbaz
  8. Muhafazakar Müslüman Bir Kadın Portre: Fatma Aliye Hanım Firdevs Çanbaz Yumuşak
  9. Bkz. Ferihan Polat, Gündüz Derer, “Muhafazakârlık ve Feminizm Kıskacında Bir İsim: Fatma Aliye Hanım”, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 15, 2006, s. 185206.
  10. Fatma Aliye ve Refet Romanı- Muammer Gürbüz
  11. http://cujos.cumhuriyet.edu.tr/tr/download/article-file/49926
  12. https://journo.com.tr/ahmet-mithat-efendi

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: KADIN GAZETECİLER

Özcan Kahyalar

Edebiyat, kültür, sanat, bilim ve felsefe alanlarında içerik küratörü ve serbest gazeteci. Kitapdedektifiyiz adlı YouTube, podcast ve blog kanallarının kurucusu.

Journo E-Bülten