Türkiye’nin basın ve edebiyat tarihinin en üretken ama tartışmalı isimlerinden biri olan Ahmet Mithat Efendi, “40 beygir gücündeki yazı makinesi” olarak niteleniyor. Her konuda görüş belirten gazeteci-yazar tipinin Türkiye’deki ilk temsilcilerinden olan Ahmet Mithat Efendi, haberciliğin ve edebiyatçılığın amacının halkı eğitmek olduğunu savunuyordu. 110. ölüm yıldönümü olan bugün, Ahmet Mithat Efendi’nin maceralı hayatını hatırlıyoruz.
İsmi Ahmed Midhat Efendi imlasıyla da yazılan gazeteci ve yazar, bir esnaf ailesinin çocuğu olarak Osmanlı başkenti İstanbul’un Tophane semtinde 1844 yılında doğdu. Küçük bir çocukken yoksul ailesine yardım etmek üzere bir aktarın yanında çırak olarak meşakkatli hayat yolculuğuna başladı.
Çarşı esnafından okuma yazma öğrenip Galata’da bir yabancıdan Fransızca dersleri alarak eğitime ilk adımını attı. Babası ölünce abisinin yaşadığı, bugün Bulgaristan sınırları içinde olan Vidin’e 1857’de gitti. Burada başladığı ilköğretim hayatını birkaç yıl sonra geri döndükleri Tophane’de 1861’de tamamladı.
İlk gençlik yıllarında, yine abisinin yanında Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki çeşitli şehirlerinde bulundu. Bugün Sırbistan sınırlarında yer alan Niş’te henüz ortaokuldayken zekâsıyla bu kentin valisi Mithat Paşa’nın dikkatini çekti. Tuna Valisi olarak atanıp bugün Bulgaristan sınırlarında kalan Rusçuk’a yerleşen Mithat Paşa, genç Ahmet’i valiliğin sekretaryasında memur olarak işe aldı. Dahası, kendi ismi olan ‘Mithat’ı da ona verdi.
Ordunun ilk resmi gazetesinde başyazarlık yaptı
Nükhet Esen’in “Hikâye Anlatan Adam” adlı kitabına göre 22 yaşında “biraz uslanması için” Sofya’da Servet Hanım ile evlendirilen Ahmet Mithat, Rusçuk’a geri çağrılınca 20 günlük eşini bırakıp bu kente döndü. Yazar şöyle devam ediyor: “Anlaşılan bir yıl kadar karısının yanına gitmeden sefahat hayatına dalmış. Burada Farsça, Arapça ve Fransızca’sını ilerletmiş.”
Ahmet Mithat, valinin sunduğu eğitim imkânlarını da kullanıp 1868’de Tuna gazetesinde yazarlığa başladı ve ertesi yıl başyazar olarak atandı. Mithat Paşa’nın 1869’da Bağdat Valiliği’ne atanması üzerine bu şehre gitti ve kozmopolit Osmanlı entelijansiyasının farklı katmanlarıyla tanışma imkânı buldu. Böylece 25 yaşındaki bir genç olarak hem Batı hem de Doğu kültürlerini ve dillerini yakından inceleme fırsatı bulacağı muhitlere girdi. Bağdat’ta Zevra gazetesinin müdürlüğünü yaparken Doğu bilimleri ve dinlerini İranlı bir entelektüel olan Can Muattar’dan, Batı medeniyeti ve güzel sanatlar bilgisini ise ressam Osman Hamdi Bey’den öğrendi.
Bağdat’ta sancak beyiyken ölen abisinin ailesinin geçimini de sağlaması gerekince Ahmet Mithat memuriyeti bırakıp 1871’te İstanbul’a döndü. Osmanlı ordusunun ilk resmi gazetesi olan Cerîde-i Askeriyye‘nin başyazarlığına getirilen Ahmet Mithat Efendi, bir yandan da Tahtakale’de oturduğu eve kurduğu matbaayla kendi kitaplarını yayımlamaya başladı. Yazar, dizgici ve dağıtıcı olarak her işi kendisi yapıyordu. Devir, Bedir ve Dağarcık adlı dergileri yayımladı.
“Zararlı yayın” suçlamasıyla sürgüne gönderildi
Ahmet Mithat’ın yeni yoluna koymaya başladığı hayatı 1873 yılında büyük bir sarsıntıya uğrar. Bir yazısında materyalizmi savunduğunu iddia eden Basiret gazetesi onu hedef gösterir, doğru olmadığı hâlde Genç Osmanlılar’dan biri sayılır. Bir gece yeğeni Mehmet Cevdet ile gittiği tiyatrodan alınarak apar topar sürgüne yollanır. Bu olay Ahmet Mithat’ın hayata bakışını ve daha sonraki siyasi duruşunu biçimlendirecektir. Sürgüne yollanma nedeni için Handan İnci’nin kısa açıklamasına bakalım:
- Tutuklanmasından itibaren olup biteni büyük bir şaşkınlıkla karşılayan Ahmet Mithat, kendisini ve Ebüzziya Tevfik’i Rodos’a, Namık Kemal’i Magosa’ya, Menapirzade Nuri ve İsmail Hakkı’yı ise Akka’ya götüren gemide “muzır neşriyat” gerekçesiyle sürüldüklerini öğrenince büyük tepki gösterir. Halka faydalı bilgiler vererek onu eğitmek iddiası taşıyan yazar, “zararlı yayın” suçlamasına çok içerlemiştir. Ona göre bu cezaya olsa olsa sadece Namık Kemal ile o günlerdeki yakınlıkları yol açmıştır. Ahmet Mithat Rodos’ta yazmaya devam eder.
Ahmet Mithat Efendi ilk romanlarını ve ders kitaplarını, öğretmenlik yaptığı Rodos’ta yayımlamaya başladı. Ölümüne dek geçen yaklaşık 40 yıl boyunca 60’ı aşkın roman ve uzun hikâyenin yanı sıra yüzlerce gazete ve dergi yazısı ile onlarca kitaba imza atacaktır.
Ahmet Mithat Efendi’nin gazete ve dergi yazılarının dışındaki eserlerine toplu bakıldığında bolluk ve tür çeşitliliği görülüyor. Roman, hikâye, tiyatro, anı, seyahatname, mektup, monografi, ansiklopedik yayın, ders kitabı türünde ve tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji, pedagoji, ekonomi, din, askeriye konularında kitapları var. Fransızca’dan çok sayıda çeviri yaptığını da unutmamak gerek. Çocuklar için yazdığı ‘Abdest ve Namaz’dan, İsveç ve Norveç Tarihi’ne ve hatta Schopenhauer’in Hikmet-i Cedidesi’ne dek hepsini sayınca Ahmet Mithat Efendi’nin yayımlanmış eser sayısı 220’yi aşıyor.
En uzun ömürlü Türkçe gazetelerden birini kurdu
Osmanlı Devleti’nin ilk resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi‘de yöneticilik yapan Ahmet Mithat Efendi, Türkçe basının en uzun ömürlü gazetelerinden olan Tercüman-ı Hakikat‘ın (1878-1921) da kurucusudur. Bu gazete, verdiği edebiyat ekleri ve dizi olarak yayımladığı (tefrika) romanlarla, Ahmet Mithat Efendi’nin ilgi duyduğu ve eserler verdiği iki alanı da (haber-yorum ve kurgu) Osmanlı toplumunun okuryazar kitlesiyle buluşturur.
Ahmet Mithat’ın sonradan Letaif-i Rivayat’ın ilk bölümleri olacak 8 roman/hikâyesi 1870’te çıkar. Yani Şemsettin Sami’nin 1872’de yayımlanan ve “ilk Türk romanı” olarak kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ından 2 yıl önce. Cumhuriyet döneminde sıkça “ilk Türk romanı” olarak sunulan Namık Kemal’in İntibah‘ı 1876’da yayımlandığında da Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ile Rakım Efendi dâhil 6 romanı ve ayrıca 9 öyküsü yayımlanmıştı bile.
“İlk Türk romancı” payesi tartışmalı olsa da, Osmanlı’nın ilk romancıları arasındaki en üretken isimlerden birinin Ahmet Mithat Efendi olduğu kesindir. Sonuçta Arap harfleriyle yazan Tanzimat romancılarından Namık Kemal iki; Şemsettin Sami, Samipaşazade Sezai, Mehmet Murat, Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nazım sadece birer roman yazmışlardır. Ahmet Mithat Efendi romanları ise nicelik ve birçoklarına göre nitelik olarak bunların ilerisindedir.
Türk hikâye ve romanında daha birçok ilkten bahsedilirken Ahmet Mithat ismi anılır. İlk köy hikâyesini ve ilk cinayet romanını o kaleme almış, kadın sorunlarını eserlerinde işleyen ilk Osmanlı aydınlarından biri olmuştur. Daha birçok konuyu da ilk defa o gündeme getirmiştir.
Her konuda kanaat belirten, nerede durduğu anlaşılamayan bir yazar
Ahmet Mithat Efendi, hemen her konuda kanaat belirten gazeteci-aydın tipinin Osmanlı toplumundaki örneğidir. Siyasi düşünce dünyasına belirli bir katkısıyla ya da belirli bir fikriyata yakınlığıyla hatırlanmaz, bu işleviyle önemlidir.
Ahmet Mithat, yaşadığı dönemin diğer yazarlarına hiç benzemez. Zaman zaman nereye ait olduğu, tam olarak nerede durduğu anlaşılmaz. Çok çalışır, çok yazar. Hem gazete hem de matbaa sahibi olduğundan her yazdığını tefrika, risale veya kitap olarak hemen yayımlama imkânına sahip olması işlerini kolaylaştırır.
1908’de başlayan 2. Meşrutiyet döneminde yaş haddi nedeniyle emekliye ayrılan Ahmet Mithat Efendi, Darüşşafaka’da gönüllü olarak öğretmenlik yaparken kalbinin durması sonucunda 28 Aralık 1912’de hayata gözlerini yumdu.
Uzun süre Türkçe edebiyatın ve basının en popüler isimlerinden olan Ahmet Mithat’ın son yıllarında gözden düşmesinin, ardından unutulmasının ve ancak 1980’lerde yeniden keşfedilmesinin arkasında birkaç neden var.
Öncelikle; ideolojik olarak Osmanlılığı savunan, dindar ve muhafazakâr Ahmet Mithat, Jön Türkler’in liderliğinde yükselen Batıcı ve Meşrutiyetçi hareketin gözünde bir gericiydi. 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in resmi ideolojisi de, bu yüzden 19. yüzyıl yazarları arasından kendisine “edebi baba” olarak Ahmet Mithat’ı değil, vatan ve özgürlük aşkını vurgulayan Namık Kemal’i seçti.
“Sen Abdülhamid’i savundun!”
Dahası, zamanın neredeyse tüm aydınları 2. Abdülhamid istibdadına karşı çıkarken Ahmet Mithat Efendi padişahı desteklemiş, zaman zaman kalemini onun hizmetine vermişti. 1876-1877’de yayımlanan iki ciltlik Üss-i İnkılâp başlıklı kitabı ile Ahmet Mithat’ın Abdülhamid yanlısı olduğu tescillenmişti.
Rodos sürgününden İstanbul’a döndükten sonra siyasi iktidara yanaşan Ahmet Mithat Efendi, padişaha verdiği desteğin karşılığını aldı. Tercüman-ı Hakikat gazetesi için her ay saraydan mali destek gördü ve Ahmet Mithat hayatının geri kalanını refah içinde yaşadı. Beykoz’da bir çiftlik alıp arzisinden çıkan suyu “Sırmakeş” markasıyla şişeleyip satarak iş dünyasına adım attı. Ardından Boğaz kıyısında bir de yalı satın alıp dönemin ünlü isimlerini burada ağırladı.
Ahmet Mithat Efendi’nin, gençliğinde elinden tutmuş olan Mithat Paşa’nın mahkûmiyetinde rol oynaması da onu gözden düşüren olaylar arasındadır. Ayrıca 20. yüzyıl başında Servet-i Fünuncularla girdiği edebiyat polemiği sırasında, saygın bir edebiyatçı kabul edilen Tevfik Fikret’in onu çok sert biçimde eleştiren “Timsal-i Cehalet” başlıklı şiiri, Ahmet Mithat Efendi’nin imajını daha bozdu.
Her zaman büyük özgüven içinde yaşayan, iddia eden, öğreten ve düzelten Ahmet Mithat Efendi’nin bu duruşu son yıllarında zayıfladı. Değişen edebiyat anlayışıyla yazdıkları köhne kaldı; Abdülhamitçiliği başına dert oldu. Ölümünden sonra ise yarım asrı aşkın bir süre boyunca yapıtları edebi olarak pek önemsenmeyen bir yazar olarak kaldı.
“Nevi şahsına münhasır” Ahmet Mithat’ın yeniden keşfi
1980’lerde bir kez daha değişen edebiyat anlayışı, Ahmet Mithat Efendi’nin yazdıklarının bir başka gözle görülmesini sağladı. Yazarların hayatları ve siyasi eğilimleri artık eserlerinden ayrı değerlendirilmeydi. Ayrıca edebi eserlerin eğlendirici, hatta laubali olabileceği, bunlara faydacı değil estetik bir yaklaşımla bakılması gerektiği benimsenmiş; içeriğin yanı sıra anlatım özellikleri de önemsenmeye başlamıştı.
Ahmet Mithat Efendi’nin 1980’lerde yeniden gündeme gelmesinin bir başka önemli sebebini Jale Parla vurguluyor:
- Cumhuriyet dönemi edebiyatında Batı’dan alınan 19. yüzyıl klasik gerçekçi roman tanımı egemendir. Bu görüşe göre Ahmet Mithat’ın yazdıkları “nevi şahsına münhasır,” adlandırılması zor anlatılardır. 1960 sonrasında Batı’da roman tanımı değişmeye başlar. 19. yüzyıl öncesi anlatılarına bakılmaya, farklı anlatı türleriyle ilgilenmeye ve romanın ortaya çıkışı araştırılmaya başlanır. 1980 sonrası aynı merak Türkiye’de başlayınca roman sanatı yönünden ilgi çeken bir yazar olan Ahmet Mithat adeta yeniden keşfedilir.
Haftanın bir günü evinde içki ve dansa izin veren “Batılı” dindar
“O, Tanzimat sonrası Osmanlı yazın hayatının ‘Hace-i Evvel’i, kırk beygir gücündeki yazı makinesidir” diyor Burak Onaran. Yaşamış olduğu dönemde “uzmanlaşma,” en azından Osmanlılar için, henüz “geçer akçe” değilse de Ahmet Mithat Efendi’nin hemen her konuya duyduğu inanılmaz merak ve onu bildiği her şeyi “ne kadar biliyorsa o kadarıyla öğretmek” için acele etmeye sevk eden tutkusu sıradan bir şey değildir.
Ahmet Mithat, özellikle romanlarında bir anlatı tasarlamaktan çok, bir şeyler öğretmek derdindedir. Meddah tekniğini romanla birleştiren yazar, bu tekniğin kendisine sağladığı metin üzerindeki sınırsız hakimiyet olanağını da kullanarak olaya zaman zaman müdahale eder ve romanın orta yerinde okurla sayfalar boyunca doğrudan konuşur, bilgiler verir.
Yazar Murat Belge’nin Ahmet Mithat Efendi hakkındaki yorumuyla bitirelim:
- Ahmet Mithat Efendi tartışmalı, tartışması kolay kolay bitmeyecek bir kişiliktir. Türkiye’nin Batılılaşma sorunsalı içinde yer alır ve son analizde Batılılaşma’dan yana bir adamdır. Ama aynı zamanda çok dindardır ve derin muhafazakârdır. Örneğin, evinde haftanın bir günü alkollü içkiyle yemek yenmesi ve sonra da dans edilmesi kuralını koymuştur, ancak bu sadece haftada bir gün yapılabilecektir. Nasıl bir “Batılı” olduğunu iyi anlatıyor. Gadrine uğramakla birlikte Abdülhamid’e yaranmaya çalışmıştır. Onun için monarşiye karşı mücadele verenlerin saygı duymadığı bir adamdır. Avrupa’ya gitmeden “Avrupa Seyahatnamesi” yazması ayrıca ilginçtir ve bir yandan gerçeklikle ilişkisi bir yandan da kendi yargılarına güven duyma konularında bir şeyler söyler. “Toplumun öğretmeni” rolünü nasıl kucakladığını görünce kendine biçtiği rolü belki daha iyi anlıyoruz. Para işlerine meraklıdır ve “iş adamı” rolünü de ‘hoca’lığı gibi kolay benimser. Sonuçta, hiç hoşlanmadığım bir insan tipi. [Journo’nun notu: Ahmet Mithat Efendi, 1876’da yayımlanan Paris’te bir Türk adlı romanını Paris’e gitmeden, harita ve rehberlerden yararlanarak yazar. Avrupa’da Bir Cevelan adlı seyahatnamesini ise 1889’da bir kongreye katılmak üzere İsveç’e gidip gelirken yaptığı 2,5 aylık Avrupa yolculuğunun ardından kaleme alınmıştır.]
Ahmet Mithat Efendi’nin hayatından önemli tarihler ve başlıca yayınlarının yılları:
1844: Ahmet Mithat Efendi, İstanbul’un Tophane semtinde doğar.
1854-1857: Vidin yılları.
1861-1869: Niş, Rusçuk yılları.
1865: Mithat ismini alır.
1866: Servet Hanım ile evlenir.
1869-1871: Bağdat yılları.
1870: Bağdat’ta, Letaif-i Rivayat’taki ilk yedi hikâyenin yanı sıra bir de roman yazar.
1871: İstanbul’a döner ve evde matbaa kurar. Yeniçeriler (roman), Eyvah (oyun).
1872: Beyoğlu’na yerleşir. Yayın yok.
1873: Ölüm Allah’ın emri (roman), Rodos’a sürgüne gidiş.
1874: Rodos’ta iki roman (Hasan Mellah, Dünyaya İkinci Geliş) ve üç oyun (Açıkbaş, Ahz-ı Sâr, Hükm-i Dil).
1875: Zeyl-i Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Karı Koca Masalı, Felatun Bey ile Rakım Efendi.
1876: Sürgünden İstanbul’a dönüş. Menfa, Üss-i İnkılâp (1), Bir Gerçek Hikâye, Fitnekâr, Paris’te Bir Türk.
1877: Üss-i İnkılâp (2), Zübdetü’l Hakayık, Bekârlık Sultanlık mı Dedin, Nasip, Süleyman Musli, Kafkas, Çengi.
1878: Tercüman-ı Hakikat’i yayımlamaya başlar.
1879: Yeryüzünde Bir Melek.
1880: Beykoz’daki Akbaba Çiftliği’ni alır. Yayın yok.
1881: Henüz On Yedi Yaşında, Karnaval, Beliyat-ı Mudhike.
1882: Müdafaa (1) ve (2), Dürdane Hanım, Acayib-i Alem.
1883: Yayın yok.
1884: Melek Hanım (Angliko Karakaş) ile evlenir. Muallim Naci damadı olur. Sırmakeş suyunu satın alır. Esrar-ı Cinayat, Cellat, Voltaire Yirmi Yaşında Yahut İlk Muaşakası. (Üç oyun: Fürs-i Kadimde Facia, Çengi, Çerkez Özdenleri).
1885: Bahtiyarlık, Cinli Han, Obur, Bir Tövbekar, Hayret.
1887: Beykoz’daki yalıyı alır. Çingene, Çifte İntikam, Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar, Para.
1888: Arnavutlar, Solyotlar, Demir Bey Yahut İnkişaf-ı Esrar, Fenni Bir Roman Yahut Amerikan Doktorları, Haydut Montari.
1889: Stockholm’deki Oryantalistler Kongresi’ne gider ve 2,5 ay Avrupa’yı gezer. Gürcü Kızı Yahut İntikam.
1890: Avrupa’da Bir Cevelan, Ahbar-ı Asara Tamim-i Enzar, Paris’te 30.000 Budi, Ben Neyim, Diplomalı Kız, Rikalda Yahut Amerika Vahşet Alemi, Dolaptan Temaşa, Şeytan Kaya Tılsımı.
1891: Müşahedat.
1892: Bir Cevelan, Ahmet Metin ve Şirzad, Hayal ve Hakikat.
1893: İki Hudakar, Emanetçi Sıtkı, Cankurtaranlar, Ana Kız, Bir Acibe-i Saydiye.
1894: Avrupa Adab-ı Muaşereti Yahut Alafranga.
1895: Nizâ-ı İlm ü Din (1-2), Taaffüf.
1896: Yayın yok.
1897: Nizâ-ı İlm ü Din (3), Gönüllü, Klasikler ve Dekadanlar” tartışmaları.
1898: Hikmet-i Peder, Mesail-i Muğlaka, Altın Aşıklar.
1899: Çocuk Melekat-ı Uzviye ve Ruhiyesi, Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi, Peder Olmak Sanatı.
1900: Nizâ-ı İlm ü Din dört.
1900-1909: Yayın yok.
1910: Jön Türk.
1912: İstanbul’da vefat eder.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Türkiye’nin ilk gazeteleri: Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval