Cinsiyet ayrımcılığı konusunda ne kadar yol alınırsa alınsın, en nihayetinde medyanın genlerinde erillik var; kendisine müsait bir ortam bulduğunda aslına rücu ediyor.
7 Ağustos gecesi Manchester City – Real Madrid Şampiyonlar Ligi karşılaşması oynanıyor. Real Madrid sahaya pembe renkli formasıyla çıkmış. beIN Sports spikeri Melih Şendil’in forma rengi üzerinden yaptığı yorum, cinsiyet ayrımcılığının en net ifade edildiği konuşmalardan biri oldu.
Konu çok tartışıldı, üzerine konuşuldu, hatta Melih Şendil “özür” dilemek zorunda kaldı ama konuşmayı yeniden hatırlatmakta fayda var. Şöyle diyor Şendil:
“Futbol o kadar ataerkil bir oyun ki mesela kadınlara voleybol oynamak çok yakışıyor ama benim şahsi düşüncem, kadınlar futbolda olmamalı. Basketbol da bence erkek oyunu. Böyle bir ayrımcılık yapıyor gibi olmayalım, topa tutarlar, ama önemli değil. Alışığız… Ben başkan olsam asla pembe forma yaptırmam.”
Bu ifadelerdeki sorun, tartışılmaya açık bile değil net bir ayrımcılık var. Konu bu açıdan tartışıldı zaten. Ali Safa Korkut, Journo’da yayımlanan üç kadın spor gazetecisinden aldığı yorumlardan oluşan haberinde, konuyu enine boyuna ele aldı.
‘Alışmak’
Şendil’in ayrımcılık yapması vahim ama daha vahim olan tarafı şu; ayrımcılık yaptığını biliyor, “topa tutarlar” diyerek eleştirileceğini de biliyor. Bununla da kalmıyor; eleştirilmesinin “önemli olmadığını,” buna “alışık” olduğunu söylüyor. Bunu “alışığız” diyerek çoğul kullanıyor hatta.
Bu noktada Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden (İLEF) Prof . Dr. Çiler Dursun’un, sosyal medya hesabından dönem arkadaşı Melih Şendil’e yaptığı uyarıyı anmak gerekiyor. Çiler Dursun özetle İLEF’te verilen eğitimi hatırlatıp ana akıma girdikten sonra neden değiştiğini soruyordu Şendil’e. Aslında Melih Şendil, “alışığız” derken, İLEF’ten dönem arkadaşı Çiler Dursun’a peşin yanıt vermişti.
Türkiye’de ana akım içinde yoğrulan habercilerin, üniversite eğitiminde aldıkları formasyondan uzaklaşması yeni bir sorun değil. İLEF’te derslerde kendisine öğretilen taraflara eşit mesafede durmak, ayrımcılık yapmamak, çatışmaya alet olmamak, hakikatin peşinde olmak ve insanların sorunlarını dert edinmek gibi temel gazetecilik değerlerinden uzaklaşmış onlarca gazetecilik öğrencisinden sadece biri Melih Şendil.
‘İyi-kötü’ gazetecilik
İşin kötüsü AKP iktidarı süresince uygulanan üniversitelerin kimliğinden ve kalitesinden uzaklaştırılması politikası, gazetecilik eğitimi alan yeni kuşakların her geçen yıl daha az donanımla mezun olmasına neden oluyor. Kısacası aldıkları formasyonla ana akım ya da -hadi adını koyalım- “iktidar yanlısı” medyada karşılaştıkları formasyon arasında makas gittikçe kapanıyor.
Gazetecilik bölümlerinin eğitimi kalitesizleştirme politikaları öncesinde de ne kadar iyi eğitim verdiği ayrıca tartışılacak bir konu. Bu konuda Üsküdar Üniversitesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Süleyman İrvan, Journo’da toparlayıcı bir yazı kaleme almıştı.
Gazetecilerin üniversite eğitimi sonrası asıl şekillendiği yer ise çalıştığı kurumlarda oluyor. Çünkü nihayetinde gazetecilik pratiğin içinde öğreniliyor aslen.
İyi kötü bir gazetecilik eğitimiyle sektöre giren gençleri bekleyen, çoğunlukla aldıkları eğitimin bile gerisinde bir anlayış oluyor. Bir medya kuruluşunun ekonomipolitik yapılanması, haberciliğindeki kaliteyi de belirleyen bir etmen olarak çok önemli. Büyük sermayeye, devlete, iktidara ne kadar yakınlaşırsa haberciliğindeki kalite düşüyor. Bu formül neredeyse evrensel bir kural. Çünkü sorgulamayan haberciliğin kalitesinden bahsetmek mümkün olmuyor.
Spor servisleri ‘erkek dünyası’
Lakin tüm medya kuruluşları içinde spor servislerine özel bir parantez açmak gerekiyor. Tüm yapı içinde bağımsız bir “prenslik” gibi bir pozisyonu oluyor spor servislerinin.
Bu yorum bizzat bir gazete sahibinden duyduğum için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. 2003 yılında Habertürk grubunun sadece bir yıl yayın yapabilen ilk gazetesi Yarın’da haber merkezinde editör olarak çalışmıştım. O günlerde, gazetenin sahibi ve yayın yönetmeni Ufuk Güldemir; yazı işleri odasının ortasında avaz avaz bağırıyordu: “Bu sporcu tayfaya söz geçiremiyorum, kendi krallıklarını kurmuşlar.”
Gazeteciliğe başladığım Hürriyet gazetesinde de benzer bir durum vardı. Spor servisleri erkeklerin ezici çoğunlukta olduğu; dilinin, bakışının böyle şekillendiği bir atmosfere sahip. Kendisini spor servisinde bulan gazeteci adaylarının burada yoğrulmalarının sonucunu en son Melih Şendil gösterdi.
beIN Sports neden Şendil’e sahip çıkmadı?
Ancak beIN Sports özelinde ilginç bir şey yaşandı. 8 Ağustos günü beIN Sports oldukça net bir biçimde Melih Şendil’i suçladı ve savundukları değerlere uymadığını belirtti. Zaten yaklaşık iki saat önce Melih Şendil çok da aktif olmayan Twitter adresinden özür açıklaması yapmıştı. Özründen çalıştığı kurum tarafından uyarıldığı anlaşılıyordu:
“Cinsiyet ayrımcılığına her zaman kati bir şekilde karşı çıkan beIN Sports ailesinin yanı sıra, başta tüm kadınlardan ve izleyicilerimizden dün akşamki ‘Maç Sonu’ programında yaptığım niyetimi asan yorumlar nedeniyle kırgın olan saygın halkımızdan içtenlikle özür dilerim.”
İki saat sonra beIN Sports resmi bir özür açıklaması yaptı:
“… Dün geceki yorumlar şirketimizin savunduğu değerlerle hiçbir şekilde bağdaşmıyor. Bir daha böyle bir durumla karşılaşmamak için acilen her türlü önlemi aldığımızı kamuoyunun bilgisine sunarız.”
Bu bir spor kanalı ve açıkçası gazetelerdeki spor servislerinden ne kadar farklı bir yapısı var bilmiyorum. Ancak Melih Şendil’in yorumu ekrana nadiren yansısa da yapının özünde son derece “erkek” olduğuna dair ipucu veriyor.
Gazeteci kadınların mücadelesi
Peki, beIN Sports neden yıldırım hızıyla spikerini uyarıp özür dilettirip hemen ardından kadın sporcuları desteklediğini açıklamak durumunda kaldı? Bunun net yanıtı kadın mücadelesinin yıllar içinde elde ettiği kazanımdır. Melih Şendil’in dalga geçercesine “topa tutarlar” ama “alışkınız” dediği mücadele bu.
beIN Sports’un bahsettiği önlemlerin ne olduğunu yakında görürüz. Lakin asıl sorun, ana akım medya içinde yerleşik düzen olan erkeklik hâlinde düğümleniyor. Melih Şendil’in pişkinlik düzeyine varan “alışığız” lafı, o “erkekliğin” ifşasıydı. Kadınlar ve özelde kadın gazeteciler bu mücadeleyi yıllardır veriyor.
Hürriyet Kadın Grubu
1996-2001 yılları arasında çalıştığım Hürriyet’te, haber dilinin ayrımcılıktan uzaklaştırılması için kadın arkadaşlarımızın çabaları vardı. Yağmur Kaya, Journo için yaptığı haberde 2000’lerin başında “Hürriyet Kadın Grubu” adıyla kendi aralarında örgütlenen kadın gazetecilerle bu konuyu konuşmuştu. Haber için görüşü alınan isimlerden biri olan Emel Armutçu editörümdü. Yaptığım haberlerde mesleki, etik, dilbilgisi hatalarını büyük sabırla anlatır, anlamamı sağlardı.
Emel Armutçu verdikleri mücadelede elde ettikleri başarıları anlattıktan sonra (ki bir kısmına ben şahidim) şu cümleyi kuruyor: “Son dönemde basılı gazete epeyce yol almıştı ama yaygınlaşan internet haberciliğinde bu sorunların fazlasını yaşamaya başlamış, mesaimizi oraya yöneltmiştik ki… Hürriyet bitti. Şimdi tepeye taşıdığımız kaya, yeniden dağdan aşağı yuvarlandı. Üzgünüm.”
Şunu ortaya koymak gerekiyor ataerkil düzende yaşıyoruz ve medya bunun aynalarından biri. Cinsiyet ayrımcılığı konusunda ne kadar yol alınırsa alınsın, en nihayetinde medyanın genlerinde erillik var; kendisine yol bulduğunda, müsait bir ortama denk geldiğinde aslına rücu ediyor –ki Emel Armutçu’nun da “üzgünüm” diyerek ifade ettiği bu.
Eril yapının bizzat tanığı
Sözü Ali Safa Korkut’un haberinde görüş veren gazetecilerden Nihan Cabbaroğlu ile bitirelim; bu aslına rücu meselesi ete kemiğe bürünsün. Cabbaroğlu 14 Mart 2020’de bir açıklama yaparak beIN Sports’tan istifa etmişti. Açıklamasında cinsiyetçilik ve mobbinge uğradığını söylüyordu. Journo için Melih Şendil’in cinsiyetçi ifadelerini değerlendirirken “Şaşırmadığını, bu tarz söylemlerle beIN Sports’ta çalışırken maruz kaldığını” ifade ediyordu.
beIN Sports’un, son olay üzerinden ayrımcılığın savundukları değerlere uymadığını söylerken, özellikle kadınlardan gelen tepkiler nedeniyle “zorunlu” bir açıklama yaptığı anlaşılıyor. Cabbaroğlu cinsiyetçi eril yapının bizzat tanığı ve tepkisini cesaretle ortaya koymuş bir gazeteci.
Sözün özü toplumda olduğu gibi medyanın her alanında da bu mücadele yavaşladığı anda, müsait bir ortam bulduğunda karşımıza eril dil dikiliveriyor. Ve bu son olayın AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’ni hedefe aldığı bir döneme denk gelmesi de hiç tesadüf değil.