Dünya Basın Özgürlüğü Günü için otosansür üzerine konuştuğumuz gazeteciler, Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığında hemfikir. DHA muhabiri, sansürün olduğu yerlerde otosansürün ortaya çıktığını söylerken, freelance gazeteci de haberciliğin kalitesinin azaldığını belirtiyor. Artı TV muhabiri Fatma Yörür ise “Türkiye’de gazeteciler iktidar tarafından sansürleniyor” diyor.
Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Bundan 26 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı bir karar ile bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü ilan edildi. İlan edilen gün ile amaçlanan, basının demokrasiyi koruma görevine dikkat çekmek, gazetecilik etiğini hatırlatmak ve basını sansürleyen ülkelere bir mesaj göndermekti. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde günümüz Türkiyesine baktığımızda ise yüzlerce tutuklu gazeteciden, kapatılan medya kuruluşlarından ve gazetecilere uygulanan baskılardan bahsetmek mümkün.
RSF’nin açıkladığı rapora göre “dünyada en çok gazetecinin hapse atıldığı ülke” olan Türkiye, dışarıdaki gazeteciler için de bir “açık cezaevi” niteliğinde. İfade ve basın özgürlüğünün kullanılmasında güçlükler yaşayan gazeteciler, çalıştıkları medya kuruluşlarında sansüre maruz bırakılabiliyor ya da kendilerine otosansür uygulamak zorunda kalabiliyorlar. Biz de 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü kapsamında çeşitli medya kuruluşlarından gazeteciler ile otosansür üzerine konuştuk. Sorularımızı yanıtlayan gazeteciler kendilerine otosansür uygulayıp uygulamadıklarından, hangi koşullarda ve nasıl otosansür uyguladıklarından bahsetti.
‘Otosansür, sansür olan yerde ortaya çıkar’
İlk olarak konuştuğumuz Demirören Haber Ajansı (DHA) muhabiri ismini vermek istemiyor ve bu durumu da bir otosansür olarak niteliyor. Türkiye’de basın özgürlüğünün hiçbir dönemde olduğunu düşünmediğini söyleyen DHA muhabiri, “Her zaman belirli grupların etkisi altında oldu. Türkiye’de basın özgürlüğünün tam anlamıyla hiç bir zaman sağlanacağını düşünmüyorum” diyor. DHA muhabiri, basın özgürlüğünün sınırları olması gerektiğini söyleyerek, görüşünü şöyle ifade ediyor: “Şöyle ki kişiyi, haksız yere hürriyetinden yoksun bırakacak, bulunduğu, ait olduğu sosyal ortamında üzerinde baskı oluşturabilecek noktalarda zora sokan durumlarda basın özgürlüğünden söz edilmemesi gerekir.”
“Otosansür, sansür olan yerde ortaya çıkar” diyen DHA muhabiri, sansür ve otosansür kavramlarının eşdeğer olduğunu düşündüğünü belirtiyor ve “Sansür ve otosansürün olduğu yerde basın özgürlüğünden bahsedilemez” diyor. Hangi durumlarda otosansür uyguladığını sorduğumuz DHA muhabiri şu yanıtı veriyor: “Otosansür uygulamam gereken haberler yapmıyorum. Belki de bu doğrudan otosansür olarak değerlendirilebilir.”
‘Objektif bakış açısı kaybediliyor’
DHA muhabiri, otosansürün bir kontrol mekanizması olduğunu belirterek, şunları söylüyor: “Gazeteci olaylara karşı objektif bakış açısını belirli sebeplerden ötürü kaybeder. Sansür mekanizmasını kendi eliyle devreye sokar. Gazeteciyi otosansüre götüren süreç başlı başına sansür mekanizmasıdır. Hiçbir gazeteci sansürün olmadığı bir durumda otosansür uygulamaz. İhtiyaç duymaz.”
Soruları yönelttiğimiz bir başka gazeteci ise freelance çalışıyor ve ismini vermek istemiyor. Türkiye’de basın için özgür denemeyeceğinin altını çizen freelance gazeteci, “Zekeriya Sertel’in bir sözü var, ‘Gazetecilik iyi bir meslektir, hürriyet içinde yapılabilirse eğer.’ Bu cümleyi 1910’lu yıllarda gazeteciliğe başlamış biri söylüyor. Düşünsenize Sertel’e yıllar önce bu cümleyi kurdurtan sebepler hala geçerli, basın özgürlüğü noktasında bir adım ileriye gidememişiz ki biz de bugün hala benzer cümleler kuruyoruz.”
‘Osmanlı’dan travma miras kaldı’
Freelance gazeteci, basının özgür olmamasının sebeplerine ilişkin ise şunları dile getiriyor: “Bunun ekonomik sebepleri var, toplumsal sebepleri var, siyasi sebepleri var. Ama ben bunu Türkiye’deki sansür tarihinden de ayrı görmüyorum açıkçası. Türkiye, Osmanlı’dan travma miras aldı. Bu travmaların sonucu olarak bugün hala beka söylemi halkta karşılık bulabiliyor. Osmanlı’dan bu yana ‘Aman bizi bölecekler’, ‘Aman bizim düşmanlarımız var’ algısı ile yaşadığınız ve buna bağlı olarak gözetim mekanizmalarını güçlendirdiğiniz bir ülkede basının özgür olmasını beklemek çok iyi niyetli bir davranış olur bence. Bu da beraberinde farklı olan her fikri linç etme, yok etme veya etkisini kıracak önlemler almayı getiriyor.”
‘Gazeteciliğin kalitesi azalıyor’
Basın özgürlüğünün sınırlarına ilişkin görüşlerini belirten freelance gazeteci, “Basın özgürlüğünün sınırı olmalı dersek bu sınırı kimin koyacağını önemsemeden o çizgiye razı gelmek zorunda kalırız” diyor ve devam ediyor: “Ben sevsem de sevmesem de, beğensem de beğenmesem de toplumda var olan her kesimin medyada kendi temsilini bulması gerekir. Bu temsile kişisel, sınıfsal, kimliksel öfkemden dolayı karşı duramam. Bu anlamda bir sınırın olmaması gerektiğini düşünüyorum. ‘Ben’ öznesinin dışında kalan her farklı özne de kendi temsilini yaratmalı. Fakat Türkiye’de özne haline gelen mecra bir diğer mecrayı nesneleştiriyor, ötekileştiriyor. Haber dili değil hakaret diline sahip metinler, tartışma programları… Gazeteciliğin kalitesi de güvenirliği de her geçen gün azalıyor. İktidar odaklı sorunlarımızdan ziyade kendine gazeteciyim diyenlerin mesleklerinin özünü unutarak bu kadar pervasız davranmaları; toplumsal fayda, şüphecilik, sorgulama, kamusal yarar gibi en temel kavramları bile unutmaları da basın tarihimizin en karanlık belleklerinden birini oluşturuyor.”
‘Bazen ‘Ya bu kelime çok sert oldu’ diyorum’
Gazeteciliğin toplumsal tüm denetim mekanizmalarına soru işareti ile bakmayı, merak etmeyi ve sorgulamayı gerektirdiğinin altını çizen freelance gazeteci şunları ekliyor:
* “Sansür ise gözetim mekanizmalarından sadece bir tanesi. Bu gözetim mekanizmasını yok etmek yerine buna boyun eğmeyi tercih edenlerin birçoğu bugün gazete değil iktidarın haber kataloğunu çıkartıyorlar. Ana akım veya havuz dediğimiz bu kurumlar içerisinde gazetecilik yapmaya çalışan arkadaşlarımızın uygulamak zorunda kaldığı otosansür çok daha zor. Konuştuğum bazı arkadaşlarım ‘Ben bunu öyle yazmasam zaten editör silip kendi istediği gibi yazacak’ diyor ve bunun yerine kendi diline sansür uygulamayı tercih ediyor. Aslında çok yorucu bir süreç.”
* “Ben fark etmeden kendi dilime otosansür uyguluyor muyum? Bu soruyu hep düşünüyorum. Eğer ana akım medya içerisinde çalışsaydım editörün sileceğini bile bile istediğim söylemi kullanmak kendi kendime geliştirdiğim bir mücadele biçimi olurdu belki de. Hiçbir zaman bir gerçeği maniple etmedim ya da enformasyon eksikliğinde bulunmadım. Bu konuda içim çok rahat. Bazen, ‘Ya bu kelime çok sert oldu, yerine daha farklı bir şey kullansam mı acaba?’ dediğim anlar oluyor ama yerine seçtiğim kelime haberin bütünlüğünü bozan ya da bilgi kaybına sebebiyet veren bir şeye yol açmıyor.”
‘Yazmak istemediğim zamanlar oluyor’
Haberlerinde uyguladığı düzenlemeleri ise şöyle anlatıyor freelance gazeteci: “Kadın, çocuk, mülteci haberlerinde otosansür değil ama eğer bir nefret söylemi var ise onu yeniden yeniden üretmemek için yazmak istemediğim zamanlar oluyor. ‘Sen yazmasan da bu bir gerçeklik ve böyle bir nefret var, bunu da göstermen lazım’ diyenler oluyor. Bence zaten temel sorun ötekiden çok bu nefretin kendine medyada temsil bulması. Orada iş biraz size düşüyor. Haberde kullandığınız denge, diliniz, seçtiğiniz görsel, sunduğunuz çözüm önerileri vb. ögeler okuyucunun kendisini öteki yerine koyarak değişimine de sebep olabilir, nefreti teşhir edip azaltabilir de ya da arttırabilir de… Aslında yaptığım şey otosansürden ziyade hak haberciliğinin temel görevi. Ancak, bu tür ayrımlar sürekli karıştırıldığı için değinmek istedim.”
‘Bizi gözetimin her türlüsüne alıştırmaya çalışıyorlar’
“Otosansür de gazetecilerin kendi panoptikonu” diyen freelance gazeteci, otosansürün bir kontrol mekanizması olduğunu fakat sorunun bu kontrolün sonu ve sınırı olmaması olduğunu söylüyor. Freelance gazeteci, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Bizi zaten toplum olarak gözetimin her türlüsüne alıştırmaya çalışıyorlar. Gazeteci de bir insan sonuç itibari ile ve içinde yaşadığı toplumun bir ferdi. Birey olarak bu gözetimi sürekli üzerinde hissediyor ve haber üretim aşamasındayken bu kez kendi kendini gözetliyor. Aslında sonuç olarak kendi ürününe yani haberine de yabancılaşıyor. Bence otosansürün bir de öyle bir sonucu var ve bu yabancılaşmalı sonuç çok daha can sıkıcı. Tüm bunların yanı sıra ekonomik sorunlar, iş bulamama korkusu, tutuklanma korkusu, gazetecinin yetiştiği kültürel çevre, sosyolojik statüsü her şey sansürü içselleştirmeye sebep olabilir. Bence burada asıl soruyu kendimize sormalıyız. Açıkçası ben bir gazetecinin karşısına geçip ‘Neden otosansür uyguluyorsun, neden cezaevine girmekten korkuyorsun?’ diye soramam ama aynanın karşısına geçip kendime, ‘Sen bir gazeteci olarak arkadaşların için ne yapıyorsun, onlar emeklerine yabancılaşırken ve korkarken neden birbirinizle dayanışmadınız?’ diye sorarım.”
‘Koruma mekanizmalarının olmaması otosansüre itiyor’
Bir gazeteciyi otosansüre götüren süreçlerin neler olabileceğini sorduğumuz freelance gazeteci, “Yıllardır ‘Basın dördüncü kuvvettir’ diye bir cümle duyuyoruz. Yasama, yürütme ve yargının bağımsız olmadığı coğrafyalarda basının dördüncü kuvvet sayılmasının bir önemi var mı? Ben naçizane eleştirel kuramcıları haklı buluyorum. Eşitliğin olmadığı bir ülkede basının objektif ve özgür olabilmesine, demokrasinin bir aracı olmasına pek imkan vermiyorum. Nitekim bunun pratiklerini de her gün yaşıyoruz. Liberal kuramın çelişkisi, medyanın sorunlu sahiplik ilişkisi, anti demokratik uygulamalar ve gazeteciyi koruyan herhangi bir mekanizmanın olmaması bir gazeteciyi otosansüre iten süreçler gibi geliyor bana.”
Freelance olmak da otosansürü engellemiyor
Son olarak kendisine freelance gazetecilerin otosansür uygulamalarının neye göre şekillendiğini soruyoruz ve şu cevabı alıyoruz:
* “Freelance çalışsanız da haber yaptığınız mecraların bir yayın politikası ve söylem biçimleri var. Buna uymak zorunda hissettiğiniz anlar oluyor elbette ama sonuçta haber yollamayı tercih ettiğiniz kurumu siz seçiyorsunuz. Tümleşik bir haber odasında, sürekli bilgi alışverişi ve yönlendirmelerle değil, evinizde çalışıyorsunuz. Orada sadece siz ve haber kaynaklarından edindiğiniz bilgiler var. Bu noktada haberi nasıl işlediğiniz sadece sizin vicdanınıza kalıyor. Freelance çalışmanın güvencesizlik başta olmak üzere pek çok sorunu var ama bana daha şeffaf bir çalışma gibi de geliyor.”
* “Gözlemlediğim kadarıyla Türkiye’de freelance çalışanlar genellikle sansür mekanizması içerisinde yer almak istemeyen veya bir şekilde freelance çalışmaya başladıktan sonra dilini daha özgürce kullanabildiğini fark edip bu şekilde çalışmaya devam eden insanlar. Fakat freelance çalışmanın güvencesizliği, bu şekilde çalışanların sendikaya üye olamamaları, Basın İş Kanunu’ndan yararlanamamaları da başka bir otosansür mekanizması doğuruyor olabilir. ‘Ben bu haberi böyle yazdım ama başıma bir şey gelirse haberi yayınlayan kurum bana ne kadar sahip çıkar’ şeklinde kaygılar yaşayan arkadaşlarım var. Bu kaygı benim için de ileride bir otosansüre dönüşebilir. Nitekim haberde ismimi vermek istemememin alt metninde yatan sebep bile belki de kendime uyguladığım otosansürdür.”
‘Bağımsız gazetecilik yapmak isteyenler alternatif yaratamıyor’
Artı TV muhabiri Fatma Yörür ile konuşuyoruz. Yörür, sözlerine “Türkiye’de basın özgürlüğünden söz edemeyiz” diyerek başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Bağımsız basın organlarına sahip değiliz. Bağımsız gazetecilik yapmak isteyen insanlar da çoğunlukla kendi finansal güçlerini yaratmaktan uzak ve alternatif yaratamıyor. İktidar baskısı, finansal baskılar, bilgi toplumu olmama nedeniyle izleyicilerin haber denen kavrama bir ücret ödeme alışkanlığının olmaması, mesleki dayanışma noktalarından yoksunluk, yeni finansal çözümler üretememe gibi pek çok neden.”
Kendisine basın özgürlüğü hakkındaki görüşlerini ve basın özgürlüğünün sınırlarını soruyoruz. Yörür, hak odaklı gazetecilik kavramının kendisi için öne çıktığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Bu kavramı Türkiye’de ne tür yayıncılık yaparsa yapsın pek çok yapının oturtamadığını görüyoruz. Hatta daha acısı umursamadığını. Bu etik bir mesele, etik ve objektif olmayan bir gazeteciliğin benim sınırlarım içinde bir saygınlığı yok. Yasal sınırlarıysa hukukçular belirlemeli.”
‘Otosansürü tüm iktidarlara karşı uyguluyoruz’
Yörür, Türkiye’de gazetecilerin iktidar tarafından sansürlendiğini söyleyerek, “Alternatif konuşmak isteyen bu baskı çemberi dışında iş yapabilen gazeteciler de kendilerini muhalefete karşı otosansüre tabi tutuyor” ifadelerini kullanıyor. “Otosansürü hayatımızdaki tüm iktidarlara karşı uyguluyoruz” diyen Yörür, sözlerine şunları da ekliyor: “Bu ülkede eleştirilmeyi iktidarıyla muhalefetiyle kimse sevmiyor ve gazeteciler de böylece iki tarafı da eleştiremez ve olumsuzlayan haber yapamaz hale geliyor. Diğer yandan çok da fütursuz bir dil var ve söylenmesi gereken dışında ve bilgi içermeyen aşağılayıcı bir dil hakim. Gazeteci bilgiye sahipse sansür uygulamamalı kendine, kaba ve hamasi eleştiri ise bana göre gazetecilik kimliğine uymuyor.”
‘Twitter’da hepimiz otosansür uyguluyoruz’
Gazetecilik anlayışının bilgi aktarmak odaklı olduğunun altını çizen Yörür, “Dolayısıyla bilgiye, belgeye sahipsem uygulamıyorum. Ancak eleştiri ve kişisel görüşlerde özellikle Twitter’da hepimiz kendimize otosansür uyguluyoruz” diyor. Yörür, gazeteciyi otosansüre götüren sürecin ise “Medya gruplarının yapısal baskısı, iktidar baskısı ama öncelikli olarak medya grubunun baskısı” olarak niteliyor. Yörür, haberlerinde otosansürü genellikle muhalefet ve dezavantajlı gruplar üzerinden uyguladığına dikkat çekerek, sözlerini şöyle tamamlıyor: “İktidar gibi mücadele etmenin daha güç olduğu yapılara karşı otosansür yerine isimsiz haber yayınlamak çözüm olabiliyor. Ama bilgim ve belgem varsa uygulamıyorum.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – EROL ÖNDEROĞLU: DÜNYADA GAZETECİLİK TEHDİT ALTINDA