Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) 2019 tercih sonuçlarının açıklanmasının ardından üniversite kayıtları başladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen akademisyenlere gazetecilik eğitiminin durumunu sorduk. Mesleğin içinde bulunduğu tüm zorluklara rağmen umut verici yanıtlar da aldık. İletişim akademisyenlerine göre ana akım medyanın “kuşatıldığı” bu dönemde çalışkanlık, azim ve bilgi birikimi gazetecileri özellikle alternatif mecralarda bir adım öne çıkarır. Doç. Dr. Tezcan Durna’nın ifadesiyle: “Gazetecilik en çok da böylesi zorlu koşullar altında yapılmalı… Bu zamanlarda halkın-insanların doğruyu söyleyebilen, gerçeği ifşa edebilen gazeteci ve akademisyenlere ihtiyacı var.”
Türkiye’de 72 üniversitede iletişim fakültesi bulunuyor. Haziran 2019 itibariyle 15 bin kontenjana sahip bu fakülteler her yıl binlerce mezun veriyor. Sadece bu yıl gazetecilik bölümünden 2 bin 498 kişi mezun oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre gazetecilik mezunları yüzde 23,8’lik bir oranla işsizlik payında en yüksek üçüncü meslek grubunu oluşturuyor. Ayrıca yüzlerce basın kartı iptal edilmiş durumda, medyanın büyük bölümü iktidar kontrolünde, yerel gazeteler resmi ilan kıskacında, medya çalışanlarının çoğu sendikasız ve toplu sözleşmesiz, özellikle internet gazetecileri güvencesiz çalışıyor.
Gazeteciler açısından böylesine zorlu koşullar söz konusuyken, onları yetiştiren öğretim üyeleri ne düşünüyor? Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorlar?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden (İLEF) ihraç edilen akademisyenlere bu soruları sorduk. Türkiye’de iletişim eğitiminin ilk ekolü sayılan kurumdaki işlerinden bir kanun hükmünde kararnameyle (KHK) uzaklaştırılan, bu alana yıllarını vermiş profesörlerin, doçentlerin bu sorulara karamsar yanıtlar vermesi beklenebilirdi. Ama aldığımız yanıtlar, Türkiye’deki durumun vahametini gerçekçi bir şekilde ortaya koymakla birlikte, geleceğe dair umut da veriyor.
Prof. Dr. Funda Şenol Cantek “alternatif mecralarda gazetecilik yapabilme imkânlarına” dikkat çekti, Prof. Dr. Ülkü Doğanay “gerçek gazeteciliğe her zaman ihtiyaç olduğunu” vurguladı, Doç. Dr. Tezcan Durna ise “Gazetecilik en çok da böylesi zorlu koşullar altında yapılmalı” dedi. Prof. Dr. Nur Betül Çelik’e göre “dünyaya açık bir zihinle, eleştirel bir gözle bakabilmeyi öğreten” iletişim fakültelerinde yetişen bireyler iyi birer gazeteci ve yurttaş olabilir.
Prof. Dr. Funda Cantek: Farklı sektörlere geçiş var
Prof. Dr. Funda Şenol Cantek 10 yılı aşkın bir süredir gazetecilik bölümünden mezun olan öğrenci sayısının azaldığına, mezun olanların ise başka sektörlerde çalışmak zorunda kaldığına işaret ediyor:
“Mezun olanlardan banka memuru, sertifika eğitimi alarak öğretmen, polis, uzman çavuş, hatta taşeron firmalara bağlı olarak güvenlik görevlisi olarak çalışmak durumunda kalanlar var. Bunda onlarca iletişim fakültesi açılması ve her yıl sektöre gazeteci adayı olarak maalesef çoğu donanımsız, ne istediğini bilmeyen yüzlerce gencin dâhil olmasının etkili. Nitelikli öğretim elemanı, hatta fakülte binası bile yokken bu kadar çok yüksek öğrenim kurumu açmak hatalı milli eğitim politikalarının neticesidir.”
‘Basının hep tahakküm altına alınmaya çalışıldığını gördüm’
Cantek geçmiş dönemlerde de basının denetim altına alınmak istendiğini, ancak günümüzdeki kadar ağır bir baskının olmadığını ifade ediyor.:
“Gerek eski gazetecilerle yaptığım görüşmelerde, gerekse yıllar süren gazete-dergi arşivi taramalarımda, basının hep tahakküm altına alınmaya çalışıldığını gördüm. Bunun yolu gazete patronuna ikbal vaat etmekten ihale kazandırmaya, cezayla tehdit etmekten sansüre, gazete kapatmaya kadar uzanıyordu. Son dönemde, bütün bunlarla uğraşmak yerine kökten bir çözüm bulunup ana akım medya AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) yanlısı grupların sahipliğine geçirildi. Bu aynı zamanda manipülasyon gücünü çok arttırdı.”
‘Podcastler, web siteleri…’
Cantek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çalışkanlık, azim, bilgi birikimi gazetecileri diğerlerinden bir adım öne çıkarır. Günümüzde alternatif mecralarda gazetecilik yapabilmenin imkanları var. Podcast’ler, web siteleri vb. hem daha ucuz hem de daha çok izleyiciye ulaşabileceğiniz, daha özgürce yazıp çizebileceğiniz mecralar var. Bunun ne kadar yaygınlaştığının farkına varıldığı için iktidar tarafından bunlarla da mücadele edilmesi için yeni yöntemler geliştiriliyor. Ama bu sürdürülebilir bir şey değil. Basın üzerindeki sansür, denetim, baskı bir ülkenin yönetim biçiminin geldiği durumu gösterir.”
Doç. Dr. Tezcan Durna: Kamu yayıncılığı erozyona uğradı
Doç. Dr. Tezcan Durna mevcut tablonun 1980’li yıllarda çizilmeye başlandığını belirterek, bu dönemde uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların bunda etkili olduğunu, ancak bizzat gazetecilerin rolünün de azımsanmaması gerektiğini belirtiyor:
“Neoliberal politikalar kuşkusuz deregülasyonu getirdi, kamu yayıncılığını erozyona uğrattı. Bununla beraber sendikal örgütlenmeyi de hem ideolojik hem de hukuki olarak kısıtladı. Sendikalı olmanın çalışanlar nezdinde illegal bir örgüte üye olmaktan farkı kalmadı bu ideolojik perspektiften. Ancak bu örgütlenme çabasından basın/medya çalışanları da çok çabuk vazgeçti. Şimdi geldiğimiz noktayı geçmişteki süreç içinde döşenen taşlar oluşturdu.”
‘Habercilik değil, parti sözcülüğü haline geldi’
Durna da medyanın büyük bölümünün iktidarın tekeline girmiş olmasına dair, “Gazetecilik tamamen parti sözcülüğü haline geldi” tespitinde bulunuyor ve ekliyor:
“Bu işi ya tamamen söz konusu partinin ideolojisini içselleştirip, o partinin militanı olarak yapabilirsiniz, ya da işsiz kalma, hapse atılma, hem fiziksel hem de manevi olarak yok edilme korkusuyla yapabilirsiniz. Benim görebildiğim medyada çalışanların büyük çoğunluğu çok değişik korkuların eşliğinde gazetecilik mesleğini icra etmeye devam ediyor. Elbette bu yapılan iş gazetecilik değil. Bu mesleği iktidara biat ederek konfor içinde yapan gazeteciler de var. Bunlar Cumhurbaşkanının uçağında bir yer alabilmek için bütün meslek ilkelerini ve insani değerleri ayaklar altına alabilmeyi içlerine sindirebiliyorlar.”
‘Gazetecilik en çok da böylesi zorlu koşullar altında yapılmalı’
Gazetecilik mesleğinin icra edilmesinin neredeyse imkânsızlaştırıldığını belirten Durna, şöyle devam ediyor: “Ancak zor koşullarda ve risk altında da olsa gazetecilik, keyifli ve kıymetli bir meslektir. Elbette bu koşullar altında ‘ben bu mesleği icra edemiyorum’ deyip, başka mesleklere kaymak da mümkün. O da saygıyla karşılanmalı. Ama gazetecilik en çok da böylesi zorlu koşullar altında yapılmalı. İyi koşullar altında yapmak zaten kolay olanı. Bu zamanlarda halkın-insanların doğruyu söyleyebilen, gerçeği ifşa edebilen gazeteci ve akademisyenlere ihtiyacı var. Yoksa insanlar, yalanlarla uyumaya devam edecektir.”
‘Ana akımda yeterince propaganda yapabileceği kitleyi bulamıyor’
Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe giren RTÜK yönetmeliğiyle hükûmetin internet yayınlarını kontrol altına almasının nedenini sorduğumuz Durna şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Bu denetleme arzusunun hükûmetin teslim aldığı ve tamamen kontrol ettiği ana akım medyanın artık izleyicisinin kalmamasına bağlıyorum. İzleyici internet yayınlarına kaymış durumda. Hükûmet ana akım medyadan yeterince propaganda yapabileceği hedef kitle bulamıyor. Böylece internet yayıncılığının özgür ortamına kayan izleyicinin içeriklerini de kontrol etme derdine düşüyor.”
Prof. Dr. Ülkü Doğanay: ‘Esas olan ifade özgürlüğüdür’
Prof. Dr. Ülkü Doğanay ise gazetecilik mesleğinin gereklerini yerine getirmenin Türkiye koşullarında her zaman zor olduğunu söyleyerek, bu tablonun nedenlerini şöyle açıklıyor:
“Geçmişte, hem öğrencilerimizden, hem de sektörden gelen tepkiler, bizim öğrettiğimiz, idealleştirilmiş gazetecilik pratikleriyle sektörün gerçeklerinin uyuşmadığı yönündeydi. Öğrencilere çok fazla teorik ders yüklemekle suçlanıyorduk. O zaman, iletişim fakültesinde gördükleri eğitimin, gazetecilik mesleği için gerekli olan arka planı sağladığını söylüyorduk. İyi bir gazetecinin hem dünyada olup biteni, hem politik atmosferi, hem de toplumu anlayıp kültürel olayları yorumlayabilmesi gerekiyordu. Bugün ne yazık ki ana akım basının geldiği noktada, mesleği yapandan beklenenin gazetecilikle hiçbir ilgisi yok. Koşulsuz bir sadakat ve iktidarın sözcülüğü bekleniyor; tıpkı akademiden beklendiği gibi. Oysaki hem gazetecilik hem de akademi açısından esas olan ifade özgürlüğüdür.”
‘Gazeteci biat etmez’ demek gerekiyor
Gazetecilerin baskı, tutuklama, işsiz bırakılma ve hedef gösterilme gibi risklerle karşılaşmadan mesleklerini sürdürmeleri gerektiğini aktaran Doğanay sözlerine şöyle devam ediyor:
‘Akademisyenler için bu böyle. Biz her zaman ‘akademi biat etmez’ dedik; gazetecilerin de ‘gazeteci biat etmez’ demesi gerekiyordu. Ne yazık ki geçen süreç içinde, AKP adım adım ana akım medyayı susturma ve ele geçirme operasyonu sürdürdü ve bunda başarılı da oldu. Bu noktadan sonra gerçek gazeteciler mesleklerini yapamaz hale getirildi. Şimdi, ana akım basında çalışanlar, eğer hâlâ varsa direnmeye ve var kalmaya çalışan birkaç gerçek gazeteciyi tenzih ederek söyleyeyim, talimatla iş yapan, herhangi bir bilgiyi değil araştırmak, doğrulamaya çalışmak, farklı taraflara sormak, kendilerine ne emredilirse, aynı manşetlerle, cümlelerle bunu yerine getirmeye çalışan ‘görevliler.’ Ben bunlara ‘kadrolular’ da diyorum. Yani gazeteci filan değiller. Öyle olmadıkları için zaten bugün hâlâ gazete sayfalarını işgal edip yüksek maaşlar alabiliyorlar.”
‘Gazetecilikten vazgeçmeyin’
Mesleğin etik kurallara bağlı kalarak yapılan “gerçek gazeteciliğe” her zaman ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapan Doğanay, bu nedenle bu kadar baskı ortamında bile alternatif medya, yurttaş gazeteciliği, sosyal medya haberciliğinin ilgi gördüğüne dikkat çekiyor. Zorlu koşullar altında mesleğini icra etmek isteyen gazetecilere “Var kalmaya çalışmalılar” diye seslenen Doğanay şöyle ekliyor:
“Biz nasıl akademinin dışında akademik varlığımızı sürdürmek için çabalıyorsak, alternatif kanallar yaratmaya çalışıyorsak, onlar da gazetecilikten vazgeçmemeliler -ki pek çoğu için öyle de olduğunu görüyoruz zaten. Nasıl üniversitenin dışına atılan akademisyenler aslında ne iş yaparlarsa yapsınlar akademisyenlikten vazgeçemiyorlarsa, gazeteciler de öyle. Gazeteci her zaman gazeteci kalıyor.”
Prof. Dr. Nur Betül Çelik: ‘Meslek etiğinden bahsetmek neredeyse imkânsız hale geldi’
Prof. Dr. Nur Betül Çelik’e göre son yıllarda Türkiye’de ödün verilemez olması gereken demokratik değerlerde gözlenen hızlı aşınma, gazeteciliği en zor icra edilir mesleklerden birine dönüştürdü. Cumhuriyet tarihinden bu yana hiçbir zaman yeterince özgür olamamış olan basının günümüzde “kuşatılmış ve politik baskılara teslim olmuş” bir duruma geldiğine kaydeden Çelik şöyle diyor:
“Gazetecilik mesleğinin etik ilkeleri zaten tartışmalıyken, ifade ve basın özgürlüklerinin iyice sınırlandırılması, sınırlandırmaların keyfiliği, partizanlaşma gibi sorunlar yüzünden meslek etiğinden bahsetmek neredeyse imkânsız hale geldi.”
‘Öğrencilerim için bir cennet hayalim olmadı hiç’
1996 yılından bu yana geçen 23 yıl içinde bir gün bile gazeteci yetişenler için boş hayaller kurmadığını ifade eden Çelik sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Ben de o zamanlar adı Basın-Yayın Yüksekokulu olan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezunum. Önemli gazetecilerin sokaklarda uğradıkları suikastlar sonucu öldürüldüğü günlerde öğrenciydim. Gazetecilik o zaman da zordu; işsizlik mezunlar için yine büyük bir sorundu; çalışabilenler ise oldukça düşük ücretlerle işe alınıyordu; gazeteciler yine örgütsüzdü, sendikasızdı. Durum yıllar içinde gittikçe kötüleşti. Dolayısıyla öğrencilerim için bir cennet hayalim hiç olmadı. Karşılaşacakları güçlükler çok açıktı. Ancak İLEF’in bir gelenek öğrettiğini, önemli olanın dünyaya açık bir zihinle, eleştirel bir gözle bakabilmeyi öğrenmek olduğunu düşünüyorum. Bu insanı mutlu etmez ama inisiyatif alabilir, sorumluluk üstlenebilir etik-politik bir bireye dönüştürür. Bir fakülte böyle bireylerin yetişmesine katkıda bulunabiliyorsa, iyi yurttaşlar ve iyi gazeteciler yetiştiriyor demektir.”