Dosya

Önemli olan zamanında yazmak: Gazetecilik kitaplara mı göç ediyor?

Yakın zamanda peş peşe gazetecilik içerikli kitaplar yayımlandı. Kimi daha önce kaleme alınmış yazıların derlenip üzerine yeni bilgilerin eklendiği kitaplar, kimisi ise hiç yayınlanmamış ve kitap olması için özel olarak hazırlanan araştırma dosyalarıydı. Bu kitaplardan ikisinin yazarına, “Gazetecilik kitaplara mı göç ediyor?” diye sorduk. Kamu İhalelerinde Olağan İşler’in yazarı Çiğdem Toker, haber ve araştırmaların okurla kitap formatında buluşmasının “birden fazla yararı” olduğunu söyledi. Menzil – Bir Tarikatın İki Yüzü’nün yazarı Saygı Öztürk de “zamanında” yazmanın önemini vurguladı. İletişim akademisyeni Gökhan Bulut ise geçmişte gazetelerde yer alan haberlerin kitaplaştırıldığını, ancak günümüzde kitapların günlük haber akışında çok yer bulamayan dosyaların kitaba dönüştürüldüğünü belirtti. Bulut’a göre gazetecilik kitapları toplumsal bellek oluşumu açısından önemli olsa da, günlük haber akışının kamusal tartışmadaki rolü göz ardı edilmemeli.

Kamu İhalelerinde Olağan İşler, Menzil – Bir Tarikatın İki Yüzü, Şehvetiye Tarikatı, Metastaz… Son bir yıl içerinde basılan gazetecilik içerikli kitaplardan bazıları bunlar.  Geçtiğimiz ay Tekin Yayınevi’nden çıkan Kamu İhalelerinde Olağan İşler, konuyu detaylı bir şekilde ele alışı ve Çiğdem Toker’in uzun zamana yayılan araştırmalarını içermesiyle dikkat çekti. Kitapta, Toker’in Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinde yer alan ve kamu ihalelerindeki yolsuzluğu gündeme getiren yazıları, yeni bilgiler ve yazarın değerlendirmeleriyle okura sunuluyor.

Kamu çıkarına aykırı iktidar uygulamalarına odaklanan gazetecilik çalışmalarının kitaba dönüşme fikrinin nasıl ortaya çıktığını Toker şöyle açıkladı:

“Kamu çıkarlarını dert edinen gazetecilik çalışmaları, gazete sayfalarında ya da dijital mecrada kalmamalı. Gazeteciliğin toplumsal yararı, yurttaş haklarını gözeten boyutu nedeniyle gerçekleri ortaya çıkaran haber ve araştırmaların kitaba dönüşmesi, daha doğrusu okurla kitap formatında buluşmasının birden fazla yararı var. Kalıcılık bunların başında geliyor. Bu nitelikteki emek yoğun çalışmalar kitaba dönüşmezse, kitabın eğildiği konulardaki haberleri, araştırmaları görmemiş, denk gelmemiş bir okurun zerre kadar haberi olmayabilir. Öte yandan bir kitabı elinizde tutmanın hissi de, bilgisi de, zihinle ilişkisi de farklıdır. O nedenle kişisel olarak ben de yazılardan doğrudan derleme değil ama yazılarla odaklandığım temel meseleleri daha geniş ele almayı, bu çalışmaların kitaba dönüşmesini önemsiyorum. Farklı bir yere koyuyorum.”

Toker: Medyada hakikat engelleniyor, yalan habercilik sorunu var

Toker gazetecilik içerikli kitapların artmasını medyanın hakikati yansıtmamasına bağladı ve şunları kaydetti:

“Derin bir adaletsizlik, yaygın, derin bir yoksulluk, işsizlik, çevre yıkımı, azgın bir rant iştahı, çocuk istismarı, kadına şiddet, kamu alımlarında rekabete aykırı uygulamalar. Bütün bu insani, toplumsal ve ekonomik krizler iç içe geçmişken iktidarın yüzde 90 üzeri diye telaffuz edilen kontrolündeki medya hakikatleri yansıtmıyor. Bu bir tercih değil. Yansıtmasın diye devşirildiler ve satın alındılar zaten. İşlevleri bu. Hakikatin ortaya çıkarılmasının önündeki engeller bir yana, bir de düpedüz yalan habercilik gibi bir sorunumuz var. Gazetecilik kitapları arttıysa, haberin geleneksel gazetecilik mecralarında yer alamaması bunda büyük nedendir tabii.”

İktidar köşe yazılarına ‘nasılsa unutulur’ diye bakıyor

Toker, kitabında köşe yazılarının hiçbirine yalanlama gelmediğini ifade ediyor, bunun sebeplerinden birinin de toplumsal belleğin zayıflığına güven olabileceğini belirtiyor. Bu bağlamda kapsamlı araştırma dosyalarının günlük gazetelerde yer bulması ile kitaplaşması arasındaki farkı da şöyle açıkladı:

“Köşe yazılarıma yalanlama gelmemesi meselesi, özellikle kitapta odaklandığım ve çok sayıda yazıda işlediğim kamu ihalelerindeki 21/b’nin uygulanmasıyla ilgili. Yalanlama gelmeyişi tabii ki yazıların gerçekliğinin teyididir. Bu olumlu bir durum.  Öte yandan ısrarla eleştirilen, kamu çıkarlarına aykırı denilen, yolsuzluğa kapı aralanıyor denilen, belgeleri, somut olguları ortaya çıkan bir gazetecilik çizgisindeki yazılara, sorulara yönetenlerden ve kamu kurumlarından tek bir cevap verilmeyişi, açıklama yapılmayışı da sorunlu bir durum. Toplumsal belleğin zayıflığına güven burada devreye giriyor. ‘Aman nasıl olsa iki gün konuşup unuturlar’ ya da ‘Nasıl olsa sustururuz. Gündem değiştiririz’ diye düşünülüyor. Akılalmaz bir keyfilik yaşanıyor yönetimde. Ne denetim, ne yaptırım. Kapsamlı araştırma dosyalarının kitaplaşması bu bakımdan önemli bir ihtiyaca karşılık geliyor. Haber alma ve bilgilenme hakkıyla ilgili ihtiyaca.”

Gazetecilik içerikli kitapların kamu yararına aykırı uygulamalar ile hak ihlâllerine dair bilgi vermesi gerektiğini vurgulayan Toker sözlerini şöyle noktaladı: “Güç kullananların bize göstermek istediklerinin ardındakine bakıp neler olup bittiğini yansıtmalı ve olabildiğince yeni belge ortaya koymalı. Gazetecinin güç kullanana fiziken soru soramıyor oluşu, gazetecilik yapmaya engel bir durum değildir.”

Öztürk: Güçlü oldukları dönemde yazılmalı

Yine geçtiğimiz ay okurla buluşan bir diğer gazetecilik içerikli kitap da Saygı Öztürk’ün Doğan Kitap’tan çıkan “Menzil – Bir Tarikatın İki Yüzü” adlı kitabı. Kitap, Menzil şeyhi ile yapılan ilk röportajı içermesi bakımından oldukça önemli. Üstelik Öztürk, Menzil’e dair pek çok bilgi ve belgeye de kitabında yer veriyor. Kitabın ortaya çıkış fikrinin nasıl oluştuğunu sorduğumuz Öztürk, 2009’da yazdığı “Okyanus Ötesindeki Vals” adlı kitabını örnek verdi ve Gülen Cemaati’ni ilk yazan isimlerden biri olarak Menzil’i yazmayı da bir sorumluluk olarak gördüğünü şöyle ifade etti:

“2009’da ‘Okyanus Ötesindeki Vals’ kitabımı yazmıştım. O dönem Fetullahçıların en rağbet gördüğü dönemdi. Bunlar nedir, ne değildir diye düşünerek bilgi ve belgelere dayanarak yazdım kitabı. Bugün FETÖ yapılanmasıyla ilgili onlarca kitap yazıldı ama önemli olan bu kitapları zamanında yazmaktı. Şimdi Fetullahçılara dönük büyük bir operasyon yapıldı. Onların yerini devlet içerisinde son dönemlerde Menzilcilerin doldurmaya başladığı gündeme geldi. Hatta Meclis’te de konuşuluyor. ‘FETÖ gitti, yerine METÖ geldi. Pensilvanya bitti yerine Menzilvanya geldi’ açıklamaları var. Fetullah’ı ben yazdığıma göre ve devlette bunların yerini Menzilciler aldığına göre Menzil’i de ben yazmalıydım ve zamanında, güçlü oldukları dönemde yazmalıyım. Güçsüz oldukları dönemde herkes yazabilir. O zaman birçok belge ortaya çıkıyor. Önemli olan zor bir dönemde güçlü oldukları dönemde bunları yazmak.”

Kitap için iki taraf ile de görüştü

Öztürk’e göre kitap fikri Menzil ile ilgili bir yazısının ardından, bu tarikattan ayrılarak Sivrihisar’daki Buhara Köyü’nde faaliyet yürüten Şeyh Feyzettin Erol’un kendisini davet etmesi ile ortaya çıktı. Feyzettin Erol, Menzil’in eski şeyhi Muhammed Raşit Erol’un oğlu. Muhammed Raşit Erol’un ölümünün ardından Menzil’in başına kardeşi Abdulbaki Erol geçince Feyzettin Menzil’den ayrılarak Buhara’da kendi öğrencilerini yetiştirmeye başladı. Öztürk, Erol’un kendisini davet etmesi üzerine Buhara’ya gidip onunla görüştü. Bu görüşmenin ve Buhara’daki gözlemlerinin eksik kalacağını düşünerek Menzil’e de gitmeye karar verdi. Eski bir bakan aracılığı ile Menzil Şeyhi Abdulbaki Erol ile görüşme ayarlayan Öztürk, Erol’un kendisiyle görüşmeyi kabul etmesini şöyle anlattı:

“Farklı günlerde aradım ama açmadı. En son kısa mesaj attım. Yarım saat sonra cevap verdi, ‘Hay hay beklerim’ diye. Ankara’da Menzil’in bir temsilciliği var. Önce onlarla konuştum. Onlara içki içen, uyuşturucu kullanan ve Menzil’e gidenlerle beraber gitmek istediğimi söyledim, ama rahat edemeyeceğimi söylediler. Adana üzerinden Adıyaman’a gittim. Onların tesisleri var yol boyu. Tesislerde ve otobüslerinde her şey haremlik selamlık. Menzilcilerin akaryakıt istasyonundan yakıt alındığında daha fazla yol gideceğine inananlar bile var.”

‘Kitap yazmakla gazetecilik çok iç içe’

“Menzil’e gittiğimde camiye girdim. Buhara ile Menzil’i karşılaştırdım. Tövbe alma diye bir olay var. İp atılıyor, siz tutuyorsunuz. Ben de tövbe alanlar sırasına girdim. Sonrasında şeyhin yanına gittik. Çok mutlu oldum. Şimdiye kadar bu adamlarla kimse görüşmemiş. İlk röportajı bana verecekler. Gazetecilik açısından iyi bir iş yaptığımı düşündüm. Kendisi de söyledi. Ruşen Çakır’la tanıştığını ama onunla sadece dost olduğunu söyledi. Bu yılların verdiği bir birikim. İyi bir izlenim bırakmışımdır diyorum. Güvenilir bir gazeteciyim ki kabul etti. Çünkü benim bunlarla hiç bağlantım yok.”

Öztürk, gazetecilik ve kitap yazma arasında kurduğu ilişkiyi anlatırken muhabirlik yaptığını vurguladı. 15 Temmuz Darbe Girişimi esnasında da yaşananları Genelkurmay’ın önünde takip ettiğini ifade eden Öztürk şunları söyledi: “Adım temsilci, yazar ama köşesi olan bir muhabirim ben. Kitap yazmakla gazetecilik benim için çok iç içe. Ben o belgeleri gazeteci olduğum için elde ediyorum. İyi gazeteci, güvenilir gazeteci olmak çok önemli. Güvenilir olmazsan gazeteciliğin de sıfırlanır. Mesleğe laf gelmemesi için özenli çalışıyorum.”

Bulut: Gazetecilerin kitap yazmasının iki nedeni var

Gazetecilik içerikli kitaplarla ilgili son olarak Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Öğr. Gör. Gökhan Bulut ile konuştuk. Bulut, gazetecilerin iki nedenle kitap yazdığını şöyle anlattı:

“Birincisi gazete içerisinde yer alacak ölçüde olmayan, daha büyük ölçekte olan araştırma dosyalarının uygun formatı kitaptır. İkincisi de gazetede yer alan haberlerin ve dosyaların derlenip toplanarak yayınlanmasına uygun olduğu için… Geçmişte gazeteciler kendi gazetelerine, haber ajanslarına yaptıkları haberlerin inceledikleri dosyaların haberlerini yaparlardı. Gazetelerde yer alırdı bunlar. Ondan sonra bunlar toplanır, bir şeyler daha eklenerek kitap haline getirilirdi. Bunun yanında daha büyük araştırma dosyaları yaparlardı kitap yazmak için. Örneğin Uğur Mumcu ve Altan Öymen’in araştırmacı gazeteciliğin Türkiye’deki başlangıcı sayılan kitabı ya da dosyası ‘Mobilya Dosyası’ Anka Haber Ajansı’ndan geçmiş haberlerin derlenip toparlanarak kitap haline getirilmesidir. Tabii üzerinde daha fazla çalışmışlar, ama sonuçta ajanstan geçmiş haberlerin kitaplaştırılması. Yine Uğur Mumcu’dan örnek vereyim: Rabıta öyle değil. Rabıta başından beri kitap olması için yapılan bir araştırma.”

“Günümüzde ise gazetecilerin kitaba yönelmesinin büyük bir çoğunlukla sebebinin gazetelerde ve ajanslarda, yani sıcak haber veren kurumlarda bu tür dosyaların ya da haberlerin çok yer bulamaması olduğunu düşünüyorum. Geçmişte gazetelerde yer alan haberler kitaplaştırılırken günümüzde kitapların genel içeriğine baktığımız zaman günlük haber akışında çok yer bulamayan dosyaların, haberlerin kitaba dönüştürüldüğünü görüyoruz.”

Siyasal iktidarın baskısı ve günlük medyanın apolitik haber yapma eğilimi

Bulut’a göre günlük haber akışı içerisinde çok yer bulamayan dosyaların kitaba dönüşmesinin de iki nedeni var:

“Birincisi siyasal iktidarın baskısı. Gazetecilerin, gazetelerin, ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün üzerindeki baskısı. Bu baskıyı biz kapatılan gazetelerden, cezaevlerindeki gazetecilerden biliyoruz. Dolayısıyla araştırma dosyası dediğiniz zaman, gazeteciliğin de özüne uygun olarak siyasal iktidarın en azından yanıtlamak istemediği sorular sorulur. Siyasal iktidar bunu yanıtlar ya da yanıtlamaz ama gazetecilik temelde soru sormak, siyasal iktidarla kamu adına bir tartışmaya girmek demektir. Dolayısıyla siyasal iktidara soru sorma kanalları kapanmış durumda. İkincisi de habercilikte artık haber türü olarak araştırma dosyaları değil günlük, gündelik bilgilerin hatta siyaset dışı, apolitik bir haber eğiliminin olması.”

Kitaplardaki gazetecilik önemli ama günlük haber akışı da şart

Gazetecilik kitaplarının önemine değinen Bulut, bununla birlikte araştırma dosyalarının kamunun günlük tartışmasına girmesinin gerekliliğini de vurguladı:

“Gazetecilik içerikli kitaplar önemli. Bellek oluşumu açısından da önemli. Ama ben şunu daha çok önemsiyorum: Kamusal tartışma ağına daha fazla giren konular günlük gazetelere, günlük haber akışına giren konulardır. Dolayısıyla bellek oluşumu ve arşivlerde kalması bakımından,  derli toplu olması bakımından, bir makro gözle bakma fırsat vermesi bakımından kitaplar önemlidir ama kamunun günlük tartışmasına girmesi bakımından günlük haber akışı çok daha önemlidir. O nedenle bu tür kitaplar bir eksiği kapatmaktadır, fakat bu eksiğin bir an önce ve bu konuların günlük haber akışına girmesiyle kapatılması gerekiyor. Bunlara birbirinin yerini dolduracak değil, birbirini destekleyecek şeyler olarak bakıyorum.”

“Eskiden kitap ve haber ilişkisi şöyleydi: Haberler kitaba dönüşür. Habere dönüşmeyen dosyalar kitap olduğunda da onlar habere dönüşürdü. Şimdi o akış maalesef, yine şerhi kendim koyarak söyleyeyim, büyük oranda çıkmış kitapların habere dönüşümü gibi olmaya başladı. ‘Şöyle bir kitap çıktı’ diye haberler okumaya başladık. Bu büyük eksiklik. Birbirinin yerine koymak için söylemiyorum. Her ikisi de çok önemli. Ama gündelik tartışma dolaşımından çıkmış olması kitaba dönüşmüş haberlerin, konuların, soruların günlük dolaşımdan çıkmış olması demokratik kamusal alanın oluşumu açısından da büyük eksiklik diye görüyorum.”


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ARAŞTIRMACI GAZETECİLİĞİN TAM ZAMANI

Demet Aran

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nden 2017 yılında mezun oldu. Lisans eğitimi sırasında Sendika.Org internet sitesinde gönüllü muhabirlik yaptı. Alanında freelance olarak çalışmalarını sürdürüyor.

Journo E-Bülten