Söyleşi

Bay Hafıza’dan gazetecilere: Toplum unutkan değil, sadece artık sizin istediklerinizi almıyor

Haberleri ne kadar hatırlıyoruz? Okurlar ve izleyiciler, geçmişe kıyasla daha mı unutkan? Türkiye’nin hiç bitmeyen yoğun gündemi ve sosyal medya, beyinlerimizi nasıl etkiliyor?

Haber Hafızası” yazı dizimizin ilk bölümünde Cansu Şimşek, fotografik hafıza dünya şampiyonu olarak bir dönem TV ekranlarına da damga vuran Melik Duyar’a bunları sordu.

Eğitimci olarak çalışmalarına devam eden Duyar, gazetecilere şöyle diyor:

  • Türkiye toplumu unutkan değil. Haberleri unutmuyor. Sadece artık sizin istediğiniz şeyleri almıyorlar, o kadar.
  • Sanki herkes haberleri aynı oranda dinliyor ve ancak birazını hatırlıyor diye düşünüyoruz. Öyle değil. İnsanların çoğu hiç haber izlemiyor.
  • Bilimsel bir araştırmada, Türkler arasında İzmit Depremi’ni hatırlama oranının, Amerikalılar arasında 11 Eylül’ü hatırlama oranından yüksek olduğu saptandı.
  • “Önemli” olanı değil, bizi duygusal olarak daha çok etkileyeni hatırlarız.
  • Dijitalleşme ile beyin sürekli meşgul hâle geldi. Beyin dinlenemeyince, kendisini kapatıyor.
  • Gazetecilerin daha yaratıcı olması; kanallarını, yöntemlerini ve tarzlarını değiştirmesi gerekiyor. Geleneksel yöntemler devam ettiği sürece haberlerini insanlara ulaştıramayacaklar.

Video söyleşiye buyurun:

“Cehalet mutluluktur.” Thomas Gray, 1742

“İçinde yaşadığımız toplumun bellek kaybı yaşamadığından emin olun.” Haluk Bilginer, 71. Emmy ödülleri, 2019

“Ay ben hiç bakamam öyle şeylere, rüyama girer, kapa kapa…” Anneannem, 1996

Her görüşün ve duruşun bin kutba ayrıldığı bugünlerde sıklıkla düşünüyorum: Toplumsal hafıza zıtlıkların tek birleştirici unsuru olabilir mi? Çünkü herkes unutkan bir toplum olduğumuz konusunda hemfikir!

A Haber’in “Toplumsal Hafıza” programıyla, Halk Tv’nin ‘Görkemli Hatıraları’nın arasındaki 7 farkı bulabilir misiniz? Herkes kendi mahallesi hudutlarında, eline bir hoparlör alıp sürekli hatırlatmayı seçmiyor mu? Milli takım futbolda parlamaya başlamadığı sürece, elimizdeki tek birleştirici unsur sanırım bu.

Bellek konusu, hâlihazırda öyle büyüleyici ki… Hem tıbbın, hem tarihin, hem de edebiyatın arsız çocuğu gibi. Ayrılığın sevdaya dâhil oluşu gibi, unutmak da hafızanın bir parçası. Ancak Türkiye’de belleğimizi korumak adına unuturken, bıraktığı izleri ve beraberinde vicdani yükleri de siliyoruz.

Emine Akçay, Zümrüt Apartmanı, Alp Gürkan…

Kaçımız Emine Akçay ismini hatırlıyoruz —ki fotoğrafını görür görmez içiniz aynı şekilde yanacak. Zümrüt Apartmanı’ndan ne yaşanmıştı? Alp Gürkan’ı yolda görsek tanır mıyız? Çorlu tren faciasında Ulaştırma Bakanı kimdi?

Araştırmalara göre, toplumsal bellekte algılar ne kadar kişisel olursa olsun, anılar toplumda meydana gelen olaylar çerçevesinde hatırlanmakta. Yani kamuoyuna mal olan her ne olduysa, geçmiş ve gelecek arasında köprü oluşturuyor. Bir köprü oluşuyor, ancak köprünün ne sıklıkla nasıl kullanılacağı ya da sisin altında kalıp kalmayacağı bir başka soru işareti.

Köprü kolayca unutulabilir bile. Peki ama toplumun ince ince yarattığı bu köprünün akıbetinde iktidarın parmağı olursa ne olacak? Yani iktidar eliyle oluşturulan ve yönlendirilen bir toplumsal hafıza mümkün mü?

Hafıza politik ise, neyi ne kadar hatırlayacağımızı kontrol edenlere fark etmeden rıza gösterdik. Sanıyorum bunun adı toplumsal Alzheimer; unutkanlık değil mağduriyet tartışması.

Susurluk’u duyunca o kazayı hatırlamayan var mı?

Öte yandan unutmak isteseniz de unutulamayanlar var. Herkesin belleğinde neden Cem Garipoğlu’nun sıfatı bu denli taze? 17 Ağustos’un yarası nasıl hiç kapanmadı? Emine Bulut ismini unutabilen var mı? “Patileri kesilen köpek” dersem o kara, cam gibi gözler hemen zihninizde canlanır mı? “Şerefsiz onbaşı” demeci kimindi? 2002’deki İlhan Mansız saç modeli bir gün yeniden moda olur mu? “Ay kapa o videoyu, içim kaldırmıyor” demek unutmak için yeterli mi? Susurluk’u duyunca aklına o kaza gelmeyen var mı?

Gençlerin siyasete katılımı, değişken moda ve iyi müzikle yüzyıla damgasını vuran, hafızası hem dem diri X kuşağı ile, hâlâ normallerini çözemediğimiz, bazen de hızında boğulduğumuz, çabuk tüketen Z kuşağı arasında doğdum, büyüdüm ve yaşlanıyorum.

Sanırım hafıza konusu birbirinin zıttı bu iki kutupta ve jenerasyon arasında gidiyor geliyor. Toplumsal hafıza şekillenirken toplumun siyah beyaz, yin yang ve de gece gündüzleri bu süreçten sorumlu. Hâl böyle olunca, karmaşa büyüyor, akıl yorgun ve manipülasyona açık hale geliyor. Belli ki birileri de bu kaotik durumdan faydalanmaktan çekinmiyor.

Hafıza deyince akla gelen ilk isim: Melik Duyar

Beni anneannem büyüttü. 1990’lı yıllarda, Türkiye’nin sosyolojik ve ekonomik dışa bağımlılığına da bağlı olarak gelişen, siyaseten bol bocalamalı bir ara kuşak olmanın etkisiyle garip bir geçişin parçası olmaktı bu. Hem de hızlı, saatlik bir geçişin; evde parlak kariyerli anne babanın harika çocuğu, onlar mesaideyken okuma yazma bilmeyen anneannemle güveçte kuru fasulye ustası!

Bir gün duşakabinde, diğer gün sıcak su taşıyıp leğende yıkanmak; bir gün Magnum dondurma, diğer gün kiloyla limonlu; sabah oda orkestrası, öğlen mahallede oynatılan ayıyla göbek atmak. Mısırcı Cevat’a evin anahtarını emanet edebilecek bir güven ortamından, koca bir lojmanda dokuzuncu kattaki ciddi bir eve. Neyi ne kadar hatırladığımsa benim kontrolümde olmayan bir muamma.

90’ların çocuğu olarak, toplumsal hafızayı kurcalamak istedim. Amacım akademik bir iz ya da büyük bir gazetecilik faaliyeti değil. Sadece sisi dağıtıp, gökyüzünü daha berrak görebilmek.  90’lara geri dönme şansımız yok, ne kaldıysa ancak hafızamızdakiler. Yine de şartları zorlayıp sizi o yıllara ışınlayacağım. Hanımlar beyler, hafıza deyince akla gelen ilk isim, geçmişten biri Melik Duyar!

Melik Duyar’ı hatırlayan herkesin yüzünde bir gülümseme olması şaşırtıcı değil. Melik Duyar, stüdyodaki ve ekran başındakilere İngilizce kelimelerin nasıl akılda tutulacağını ya da dört beş basamaklı sayıların nasıl kafadan çarpılacağını öğrettiği programların ‘hocası’ydı.

Dan-cın ve poster-iti’nden fazlası aslında konu. Eski güzel günlerin sembollerinden Duyar, hafıza tazeleyici. Benim için, onu tekrar karşımda görmek, anneannemin rutubetli evinde, televizyonda Interstar açık, bıçağın ucundan uzatılan elmayı dişlediğim o âna dönmek gibiydi.

Şimdi hafızamdaki eski, güçlü ama âtıl kalan anılar ilk günkü gibi taze; darısı memleketin belleğinin başına.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ‘SİZE MEDYADAKİ KARANLIK BİRKAÇ YILIMI ANLATAYIM’

Cansu Şimşek

Siyaset Bilimi okudu, Uluslarası İlişkiler yüksek lisansı yaptı. Çeşitli televizyon kanallarında ve Hürriyet gazetesinde çalıştı. Dublaj yapıyor ve neoliberalizmde müştereklerin (the commons) ortak kullanımı üzerine çalışıyor. Hinduizm’den de vazgeçmiş değil. Yasal statüde işsiz.

Journo E-Bülten