Journo’nun “Temeller” yazı dizisinde gazetecilik için önemli metinleri ilk kez Türkçe yayımlıyoruz. Bu bölümde, Kurt Vonnegut’un “Üslup sahibi bir yazı nasıl yazılır” başlıklı denemesi var.
Amerikalı yazar, Baran Orduran’ın tercüme ettiği metinde, gazetecilere dokundurarak söze başladıktan sonra, iyi bir yazı için 7 önerisini sıralıyor:
“Önemsediğiniz bir konu bulun, lafı uzatmayın, sâdelikten şaşmayın, kesip atacak cesareti gösterin, siz neyseniz sesiniz de o olsun, ne kastediyorsanız onu söyleyin ve okurlara merhamet edin.”
Gazete muhabirleri ve teknik yazarlar, yazılarında kendileri hakkında neredeyse hiçbir şeyi açık etmeyecek şekilde yetiştirilmişlerdir. Bu da onları yazarlar dünyasının ucubeleri yapar; zira hemen hemen o dünyanın diğer tüm mürekkep lekeli garibanları, okuyuculara kendileri hakkında çok şey ifşa ederler. Bu ifşalara, kazara veya kasten oluşan üslup unsurları diyoruz.
Bu ifşalar, birlikte vakit geçirdiğimiz kişinin nasıl bir insan olduğunu biz okuyuculara anlatır. Yazar kulağa cahil mi, yoksa bilgili mi, aptal mı, yoksa zeki mi, üçkâğıtçı mı, yoksa dürüst mü, mizah duygusundan yoksun mu, yoksa oyunbaz mı geliyor? Vesaire, vesaire.
Yazım tarzınızı, niye onu ilerletme niyetiyle sorgulayasınız? Bunu okuyucularınıza olan saygınızın bir nişânesi olarak yapın; yazdığınız ne olursa olsun. Düşüncelerinizi gelişigüzel karaladığınızda, okuyucularınız umurunuzda olmadıklarını mutlaka hissedeceklerdir. Sizin notunuzu bir egomanyak diye veya kalın kafalı diye verecekler ya da daha kötüsü, sizi okumayı bırakacaklardır.
Kendi hakkınızda ifşa edebileceğiniz en zedeleyici şey, neyin ilginç olup neyin olmadığını bilmemenizdir. Siz kendiniz de, sevdiğiniz ve sevmediğiniz yazarları aslında size göstermeyi seçtikleri veya düşündürdükleri şeylere göre belirlemiyor musunuz? Hiç boş kafalı bir yazarı, sırf dili kullanmadaki ustalığından ötürü beğendiğiniz oldu mu? Hayır.
Öyleyse, sizi başarıya ulaştıracak kendi üslubunuz da, kafanızın içindeki fikirlerle başlamalıdır.
1. Önemsediğiniz bir konu bulun
Şahsen önemsediğiniz ve başkalarının da önemsemesi gerektiğine içtenlikle inandığınız bir konu bulun. Üslubunuzun en inandırıcı ve baştan çıkarıcı unsuru, yaptığınız dil oyunları değil, işte bu umursayışınızın içtenliği olacaktır.
Bu arada sizi bir roman yazmak için kışkırtıyor değilim; gerçi yazsanız da hayır demem, yeter ki bir şeyi içtenlikle önemseyin. Evinizin önündeki bir çukur hakkında belediye başkanına yazdığınız bir dilekçe veya yan komşunuz olan kıza yazdığınız bir aşk mektubu da olur.
2. Lafı uzatmayın
Bu konuda lafı uzatmayacağım.
3. Sâdelikten şaşmayın
Dil kullanımına gelince, İngilizce’nin iki ustasını hatırlayın, William Shakespeare ve James Joyce, karakterlerinin en derin anlarını neredeyse çocuksu denecek cümlelerle anlatmışlardır.
Shakespeare’in Hamlet karakteri “To be or not to be?” (Olmak ya da olmamak) diye sorar. Cümlenin en uzun kelimesi üç harf uzunluğundadır.
Joyce, oyunbazlığı tuttuğunda, Kleopatra’ya yaraşır bir kolye kadar karmaşık ve göz alıcı cümleler kurmasını bilirdi. Ancak “Eveline” adlı kısa hikâyesindeki en sevdiğim cümlesi şudur: “She was tired” (Yorulmuştu). Hikâyenin o noktasında, bu üç sözcükten başka hiçbir sözcük okuyucunun kalbini böyle kıramazdı.
Dilde sâdelik sadece muteber değil, muhtemelen kutsaldır da. İncil on dört yaşında hayat dolu bir çocuğun yazım becerisini aşmayan bir cümleyle başlar: “Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.”
4. Kesip atacak yüreğiniz olsun
Belki siz de, tâbiri caizse Kleopatra’ya layık kolyeler yapmaya muktedirsinizdir. Fakat belagatınız, kafanızdaki fikirlerin hizmetkârı olmalıdır. Şunu şiar edinebilirsiniz: Ne kadar kusursuz olursa olsun, eğer bir cümle işlediğiniz konu üzerine yeni ve faydalı bir ışık tutmuyor ise o cümlenin üzerini çizin.
5. Siz neyseniz, sesiniz de o olsun
Size en doğal gelen yazım tarzının, çocukken duyduğunuz konuşma şeklini yansıtması kaçınılmazdır. İngilizce [Joseph] Conrad’ın üçüncü diliydi ve onu kullanışındaki cazibe, şüphesiz ana dili olan Lehçe ile renklenmesinden ileri geliyordu. Ve ne mutlu İrlanda’da büyümüş olan bir yazara ki orada konuşulan İngilizce öylesine ahenkli ve müziklidir. Ben şahsen günlük konuşmaların galvaniz kaplı bir tenekeyi kesen şerit testere sesine benzediği ve bir İngiliz anahtarı ne kadar dekoratifse, o kadar dekoratif olduğu Indianapolis’te büyüdüm.
Apalaş Dağları’nın nispeten ücra yerlerinde çocuklar hâlen Elizabeth döneminin şarkılarına ve deyimlerine aşina olarak büyüyor. Ve evet, çok sayıda Amerikalı, İngilizce dışında bir dili veya İngilizce’nin çoğu Amerikalı tarafından anlaşılmayan bir diyalektini duyarak yetişiyor.
Tüm kelebek türlerinin güzel olması gibi, bu konuşma şekillerinin de her biri birbirinden güzel. Ana diliniz ne olursa olsun, ömür boyu onun değerini bilmelisiniz. Eğer anadiliniz standart İngilizce değilse ve standart İngilizce dilinde yazarken kendini belli ediyorsa, sonuç çoğu zaman pek hoş olur; bir gözü yeşil, diğeri mavi olan çok güzel bir kız gibi.
Ben de farkına vardım ki kendi yazımıma en güvendiğim ve başkalarının da en çok güvendiğini gördüğüm anlar, Indianapolis’li biri (ki ben buyum) gibi yazdığım anlar oluyor. Başka ne seçeneğim var ki? Siz de öğretmenlerin en şiddetli tavsiyesine şüphesiz maruz kalmışsınızdır: Bir yüzyıl ya da daha da öncesinde yaşamış, görgülü bir İngiliz beyefendisi gibi yazmak.
6. Ne kastediyorsanız, onu söyleyin
Bir zamanlar o öğretmenler bana bıkkınlık getirmişti ama artık bıkkın değilim. Şimdi anlıyorum ki, kendi yazdıklarımla karşılaştırmam gereken onca antika yazı ve hikâyenin ihtişamı eskiliğinden veya yabancılığından değil, yazarları ne söylemek niyetiyle onları yazmış ise onu anlatmalarından ileri geliyordu.
Öğretmenlerim doğru yazmamı, her zaman en etkili olan sözcükleri seçip onları bir makinenin parçaları gibi sıkı sıkıya, belirsizliğe yer bırakmayacak biçimde birbiriyle ilişkilendirmemi isterdi. Esasında onların istediği beni bir İngiliz beyefendisine dönüştürmek değildi. Onlar benim anlaşılabilir olmamı –ve dolayısıyla anlaşılmamı– istemişlerdi.
Ve böylelikle Pablo Picasso’nun boyayla veya çok sayıda caz idolünün müzikle yaptığı şeyi sözcüklerle yapma hayalim de suya düşmüştü. Tüm noktalama kurallarını yerle bir etsem, kelimeleri ne anlama gelsinler istiyorsam o anlamlarda kullansam ve onları karman çorman dizsem, en basitinden anlaşılmayacaktım.
Bu yüzden, eğer sizin de söylemeye değer bir şeyiniz varsa ve anlaşılmak istiyorsanız, Picasso tarzı ya da caz tarzı yazımdan kaçınsanız iyi edersiniz. Okuyucular sayfalarımızın daha önce gördükleri sayfalara büyük ölçüde benzemesini arzu eder. Neden? Çünkü onların da işi zor ve bizden alabilecekleri her türlü yardıma muhtaçlar.
7. Okuyuculara merhamet edin
Kâğıt üzerindeki binlerce ufak işareti teşhis edip derhal onlardan bir anlam çıkarmak zorundalar. Okumak zorundalar. Bu öyle zor bir sanattır ki hem ilköğretimde hem de lisede (on iki uzun sene boyunca) bunun üzerine öğrenim görmesine rağmen çoğu kişi bu konuya hâkim olamaz.
Dolayısıyla bu irdelemede artık kabullenmemiz gerekiyor ki, okuyucularımız böyle kusurlu sanatkârlar olduklarından, yazarlar olarak bizim de üslup bakımından sahip olduğumuz seçenekler ne bol ne de büyüleyicidir. Biz her ne kadar kalabalığın üstünde, yükseklerden uçup bülbül gibi şakımaktan yana olsak da, okuyucu kitlemiz bizim her daim sâdeleştirmeye ve açıklamaya hevesli, anlayışlı ve sabırlı okurlar olmamızı gerektiriyor.
Bu kötü haberdi. İyi haber ise şu: Biz Amerikalılar, cezaya çarptırılma korkusu olmaksızın, her istediğimizi yazmamıza izin veren eşsiz bir Anayasa’ya tâbiyiz. Dolayısıyla üsluplarımızın en anlamlı tarafının, yani ne hakkında yazacağımıza dair tercihimizin hiçbir sınırı yok.
8. Daha detaylı öneriler için
Edebi üslup meselesinin daha dar anlamda, daha teknik bir irdelemesi için William Strunk Jr. ve E.B. White’ın “The Elements Of Style” (Üslubun Unsurları) adlı kitabını dikkatinize sunmak isterim. E.B. White tabii ki edebi üslup alanında bu ülkenin yetiştirdiği en takdire şayan yazarlardandır.
Sizin de farkına varmanız gereken şu: Bay White’ın kendini ne kadar iyi veya kötü ifade ettiğini kimse umursamazdı, eğer söyleyecek kusursuz derecede büyüleyici şeyleri olmasaydı…
Özetle:
- Önemsediğiniz bir konu bulun
- Lafı uzatmayın
- Sâdelikten şaşmayın
- Kesip atacak yüreğiniz olsun
- Siz neyseniz, sesiniz de o olsun
- Ne kastediyorsanız, onu söyleyin
- Okuyuculara merhamet edin
- Amerikalı yazar Kurt Vonnegut’un (1922-2007), ABD’de 1985’te yayımlanan “How to Use the Power of the Printed Word” adlı derleme kitapta yer alan “How to Write With Style” başlıklı bu yazısı, Türkçe’ye ilk kez Journo için Baran Orduran tarafından çevrildi. Türk Dil Kurumu, “üslup” sözcüğü için şu tanımı veriyor: “Sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatıştaki özelliği veya bir türün, bir çağın kendine özgü anlatış biçimi, biçem, tarz, stil.”
İLGİLİ: