İsveç Gazeteciler Sendikası Başkanı Jonas Nordling ile İstanbul’da yapılan ‘Kaliteli Gazetecilik ve Freelancerlar İçin Yeni Modeller’ başlıklı panel öncesinde bir araya geldik. Nordling’le hem gazetecilik modellerini, hem de medyada yükselen trendleri konuştuk.
Gazeteciliğin ekonomisiyle başlayalım: Dijital bir dönüşüm yaşanıyor ve birçok gazeteci işini kaybediyor. Bir medya profesyoneli ve sendikacı olarak buna direnmek için sizce neler yapılabilir? Gazetecilerin olan bitene direnme şansı var mı?
Evet, bir sendika başkanıyım, 25 yıldır da muhabirim. Bu nedenle yalnızca sendikacı olarak değil; ayrıca bir gazeteci olarak, medya şirketlerine dair sanayileşmiş ülkelerdeki değişime dair çizdiğin tabloya katılıyorum. Buralardaki iş modelleri çöküyor, yeterince gelir elde edilemiyor, reklam ve abonelik azalıyor. Dijital alana baktığınızda da geçmişte basılıdan kazanılan gelirlerin elde edilmediğini görüyoruz. Bu nedenlerle İsveç’te son 10 yılda haber merkezlerinde yaklaşık %30 küçülmeye gidildi. Ve bu tamamıyla değişen iş modeline dayalı bir problem.
Umutsuz musunuz?
Hayır. Dijital alan aynı zamanda yeni fırsatlar yaratıyor. Tabii ki bu kendisini yalnızca eski tip medya üretim sürecine dâhil görenler için değil, dijital alanda ayakta kalmayı bilenler için geçerli. İşten ayrılan ya da atılan gazetecilerin bir kısmı mesleği bırakıyor, emekli oluyor. Ama bazıları yeni tür bir ürünle, kendi haber odalarıyla ortaya çıkmaya çalışıyor. Malûm bugüne dek kendi haber odanızı açmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Son on yılda herkesin blog’u olabiliyor ve yayıncı olabiliyorsunuz. Ama tabii ki bu size yanında hemen bir kitle getirmiyor. Kendi takipçinizi kazanmak zorundasınız. Eğer yetenekli bir muhabirseniz ve dijital bir şekilde içeriğinizi paketlemeyi ya da bu işten para kazanmayı bilen arkadaşlarınız varsa, o zaman 2-3 kişiyle yeni bir medya şirketi başlatabilir; kısa bir zamanda çok hızlı gelir elde edebilirsiniz.
Başarısız örnek de çok. Ne tip medya girişimlerinin şansı daha yüksek?
İsveç’te meslektaşlarım sıradan bir haber merkezi yerine daha niş karakterdeki işlere yönelmeye başladı. Örneğin, dijital ekonomiyi, medyayı ya da traktörleri inceleyen özel marketlere yöneldiler. Niş başlıklarda henüz çok bakir ve işlenmeye hazır bir alan var.
‘Kodlama, arayüz tasarımı vs. geçmişte gazetecilik yeteneği olarak adlandırılmamış olsa da bugün artık öyle’
Özellikle gelişen demokrasilerde temel sorun insanların anaakım politikayı alternatif /niş kaynaklar yerine anaakım kaynaklardan okumaya çalışması. Küçükler nasıl hayatta kalacak?
Medyayı finanse edebilme meselesine gelince, burada yine daha fazla gelir elde etmek için ulusal takımların maçlarını vs. öne çıkarmanız lazım. Zira her yerde insanlar futbol takımlarının yaptıklarını okumak için fazlasıyla para harcamaya daima hazır. Ve eğer buradan para kazanıp bunu haber üretimi gibi başlıklar için kullanırsanız, bu mantıklı bir model olabilir. Zaten, hiçbir zaman yalnızca anaakım meseleleri ele alan bir yayıncılıkla gelir elde etmezsiniz. Geliri insanların özel ilgi alanlarını yakalarsanız elde edersiniz. Basılı medya da bu şekilde ortaya çıkmış ve gelişmişti.
Washington Post ya da New York Times gibi büyük yatırımlarla yükselen habercilik çıtasında hayati olan muhabirlerin yerini, oturdukları yerden haberi yeniden üreten internet editörleri aldı. Üstelik bu insanlar nasıl kod yazacaklarını, nasıl web sitesi tasarlayacaklarını iyi biliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Doğru. Şunu fark ediyoruz ki ‘gazetecilik nedir, gazeteci kimdir’ sorularına ilişkin bir tanım değişikliği yaşıyoruz. Haber merkezlerinde bu konuda ciddi bir tartışma var. Mevcut durumda kodlama, kullanıcı arayüzleri ve deneyimi gibi meseleler üzerinde çalışanların bu yetenekleri geçmişte gazetecilik yetenekleri olarak adlandırılmamış olsa da bugün artık böyleler. Bugün iş gücünün evrimi söz konusu.
Biliyorsunuz robot gazeteciliği ile ilgili de birçok spekülasyon var. Hatta Reuters daha yeni gerçek zamanlı olarak haber yazan bir algoritma geliştirdi. Bu meseleyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Robot gazetecilik hakkında konuşurken asıl konuştuğumuz şey bazı algoritmalar ve yazdıkları şeyler. Ama unutmamamız gereken şu ki bir süredir biz de robot gibi yazıyoruz; ekonomi, web, spor sonuçları hakkında yazarken. Bugün hava nasıl, dünden soğuk mu, maçın skoru ne oldu… Tüm bunlara dair parametreleri bulmak ve algoritma oluşturmak çok kolay. Zira, örneğin bizde futboldaki alt ligleri de ele alan bir spor gazeteciliği algoritması örneği var. İsveç’te en büyük takımdan en alt lige kadar oynanan tüm futbol maçlarını bir web sayfasında toparlıyorlar. Takımınız en alt ligde dahi olsa maçını tamamıyla ele alan bir içerik oluşuyor. Geçmişte asla konuyla ilgili içeriğe ulaşamayan insanlara artık bunu sağlayabiliyoruz. Ayrıca bunun masrafı da çok yüksek değil. Çünkü sonuçlar kamuoyuna açık. Yalnızca bir veritabanına girip belirli parametreleri ele alarak metin formatına getiriyorlar ve bundan hayatlarını kazanan insanlar var. Yaptıkları şey geçmişte elimizde olmayan bir teknolojiye yatırım yapmaktı ve şimdi bu işliyor. Algoritmaları gazetecilik yapmak için kullanırsanız veya çalışanlarınızı algoritmaların yapabileceği işlerle meşgul ederseniz bu kötü bir şey. Algoritmalar kendi başlarına iyi ya da kötü değiller. Bugün yapılması gereken algoritmalardan uzaklaşmak yerine onları en verimli şekilde kullanmak.
‘Bugün sadece fragmanlar oluşturuyoruz, asla filmin tamamını üretmiyoruz’
Peki ya insan faktörü? Algoritmalar gibi yazdığımızı söylüyorsunuz. Belki daha insani şeyler yapabiliriz, potansiyelimizi geliştirebiliriz. Örneğin, anaakımdaki spor sayfaları içerik bakımından birbirine çok benziyor. Gazeteciliğin kalitesi nasıl arttırılacak?
Burada bir ikilem söz konusu: Muhabir olarak izlenim yazmaktan büyük keyif alabilirsiniz. Ama okur aslında uzun okumalara açık değil. Ama uzun okumaları, izlenimleri sevenler de bunu parasını verecek kadar seviyor. Uzun içeriklerde bu bağlamda bir çeşit potansiyel var. Algoritmalar bakımından, burada robotlarla ne söyleyebileceğimizi düşünebilmek gerekir. Benim fark ettiğim şeylerden biri şu: Kısa video içeriklerde ortaya iyi bir standart koyamadık. Otuz saniyeyi aşan formatlarımız kullanıcıyı yoruyor. Mesela çoğunlukla Facebook’ta -insanların toplu taşımada olabileceği de düşünülerek- sessiz izlerken de anlam ifade edecek videolar yapıyoruz ama otuzuncu saniyeden sonrası için yeterince iyi bir kalite ortaya koyduğumuz söylenemez. Bir anlatının nasıl 30 saniyeden uzun olabileceği ve içeriğin izleyiciyi veya okuru nasıl olup da daha akıllı hale getirebileceğini konuşmamız gerekiyor. Bugün, aslında yalnızca ‘trailer’lar oluşturuyoruz, asla filmin tamamını üretmiyoruz. Yalnızca trailer üretmeye devam edemeyiz. Çünkü bu insanları daha aptal yapıyor. Örneğin insanların politika hakkında nasıl fikir sahibi oldukları ile tükettikleri medyanın biçim ve içeriğine dair bir araştırmada siyasi haberleri yalnızca cep telefonlarından ve ticari medyadan takip edenlerin, okuma öncesine göre daha az bilgili hale geldikleri ortaya çıktı. Eğer mesele böyleyse yapmakta olduğumuz şey çok kötü.
‘Okura sadece fikir yazısı sunamazsınız’
Bir de bu kullanıcı tarafından üretilen içerik meselesi var. Editörler yurttaş habercilerden faydalanıyor, yeni nesil blogger’lar kimi yazarların yerini dolduruyor. Bunların medya profesyonellerine etkisi ne olacak?
Medya şirketlerinin bu yeni bakış açısının nedeni şu: Fikir yazıları gibi şeyler ucuzdur. Çünkü fikir dediğin şey ucuzdur, herkeste en az bir tane var. Bir blogger gazeteci değildir. Blogger çok eğlendirici şekilde yazabilir ama günün sonunda o bir fikir yazarıdır. Elbette fikir yazıları yazıp karşılığında bir maaş alınacaktır ama insanlara sadece bunları sunamazsınız. Fikir yazıları modern gazeteciliğin önemli bir parçası ama temeli, ana gücü değil ve olmamalı. Şunu unutmamamız lazım: İçinde olduğumuz dijital alan aslında çok genç. Özellikle tarihsel bir perspektifle baktığınızda… On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda basılı yayınların büyük değişimde okur isteklerinin işlerin oturmasında kritik rolü olduğunu görmüştük. Dijitalde şimdilik patates cipsiyle yetiniyorlar ama yakında gerçekten acıkıp ana yemeği isteyecekler. Ve zamanla tekrar belirli gelirlere sahip olacağız.
‘NYT aboneliği politik bir duruş haline geliyor. Yüz yıldır böyle bir anlamı yoktu. Demek ki insanlar bir ifade arıyor’
ABD’de kimi STK ve fonların gazetelerde belirli konularda içerik üretilmesi için kaynak sağladığını görüyoruz. Örneğin Boston Globe’da opera haberleri fonlanıyor. Sizce bu geçerli bir model mi? Bunda etik bir sorun görüyor musunuz?
Belirli ilkeler var olduğu sürece sorun yok. Ancak ilkeler daima problemdir. Daha önce sorduğun soruya dönelim: NYT’nin son haftalarda yığınla dijital abone kazandığını görüyoruz. Neden? ABD’nin seçim sonuçlarından ötürü. Garip, çünkü gazetecilik kendini yeniden keşfediyor ve NYT aboneliği bir şekilde politik bir duruş haline geliyor. Halbuki yüz yıldır böyle bir anlam ifade etmiyordu. Ama bir anda dijital abonelikle insanlar bir ifade arıyor. NYT’nin bir anda aktivist bir gazete haline gelmesi de ilginç. Elbette aktivist olmayacaklar ama kısa vadede bundan gelir elde edecekler ve bu iyi bir şey. Tabii şunu söylemek şart. Sponsorlanmış içeriklerdense üyeliklerden gelir etmek daima çok daha iyi bir seçenek. Geçmişe bakarsak, ABD’nin batısında para kaynağını genelevlerden alan gazeteler vardı. Bunu sürekli bir örnek olarak kullanıyorum. Modern gazeteler ABD’de ortaya çıktığında birçok farklı iş modeli vardı. Ve bunların bazıları genelevlerce fonlanıyordu. Elbette bu aradığımız şey değil. Ama bence gazeteyi ve gazeteciliği finanse edecek her şey legal ve şeffaf olduğu sürece makûl.
‘Ne üzerinde uzlaştığımıza hangi konularda anlaşmadığımızdan fazla değer veriyoruz’
Kutuplaşma çağındayız ve özellikle gazeteci sendikalarında çok farklı arka planlardan gelen insanlar var. Siz bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Bir tarafta Fransa ve İspanya’dakilere benzeyen türden, her zaman birlikte çalışmayan farklı sendikalar var; çoğunlukla politik sendikalar. Bir de bizimkisi, İsveç’teki gibi olanlar var. Bizimkisi en mükemmeli demiyorum tabii. Ama 1901’de başladığımızda politik bir hareket olarak çıkmadık yola. Liberaller, sosyal demokratlar hatta muhafazakârlar aynı gruptaydı. Birlikte olmamızın tek sebebi her ne olursa olsun gazetecilerin faydasına çalışmaktı. Uzun bir süre için, liberaller yönetimdeydi ve politik olmama konusunda ciddi bir duruş sergilediler. Örneğin, İsveç’teki etik ve davranış kuralları bize ait. Bizle tartışmadan kimse bunu değiştiremez. Farklı görüşlerden insanlar buluşmasaydı bu mümkün olmazdı. Elbette radikaller ve neofaşistlerle vs. problemlerimiz var. Bunlar çoğu zaman pek de iyi karşılanmıyorlar. Biz ne üzerinde uzlaştığımıza hangi konularda anlaşmadığımızdan daha fazla değer veriyoruz. Birçok diğer ülkedeki meslektaşımın sendikasında başka kimsenin anlayamayacağı meseleler üstüne tartışıldığını görüyorum. Oysa örgütünüz ne kadar iyiyse o kadar iyisinizdir. Yeterince üyeniz yoksa, daha fazla üye bulun. Sendikal başarımızın kriteri örgütlenmemizdir.
‘Freelancerları eğitmek için ayrı bir şirketimiz var’
Peki İsveç’te serbest gazetecilerin statüsü nasıl?
Anladığım kadarıyla, Türkiye’deki insanların bir kısmının freelancer olmasının temel nedeni öyle ya da böyle mesleklerinden uzaklaştırılmış olmaları. Bu, freelancer olmak için pek de iyi bir yöntem değil. Doğru yolu elbette özgür iradeyle serbest çalışmayı seçmektir. Biz daha en başından freelancerları örgütlüyoruz. Aslında varoluş sebeplerimizden biri de geç 19. yüzyıl sürecinde freelancerların çok ciddi bir yoksulluk içerisinde olması. İsveç’teki büyük gazetelerden birinin freelancerlarla görüşmek için o dönem özel bir odası varmış. Ve bu odadaki tüm eşyalar çalınmaması için yere çakılıymış. Bu aslında örgütlemeye çalıştığımız insanlarla ilgili her şeyi anlatıyor. Onlar altın da altındalar ve hayatlarını devam ettirecek geliri sağlamaları şart. Aynı zamanda biz sendika olarak elbette daima maaşları yüksek tutmaya çalışıyoruz ve freelancerlar sayıca arttıkça, bu maaşları kötü etkiliyor. Yaklaşımımız freelancerların olabilecek en iyi şartlara sahip olması. Freelancerları eğitmek için ayrı bir şirketimiz var ve böylece yeni teknolojileri nasıl kullanabileceklerini kendi talep ettikleri konular üstünden eğitim alarak öğreniyorlar.
‘Kadınlar değil erkekler kaybetti. Çünkü kadın gazeteciler daha iyi’
Gördüğüm kadarıyla kadınlar emek bakımından haber odalarının en kırılganları. İsveç’te durum nasıl?
1990’ların ortasında mesleğe başladığımda çoğunluk erkekti. Ama şimdi durum değişti, kadınların çoğunlukta olduğunu söyleyebilirim. Sendikada da artık çok daha iyi temsil ediliyorlar. Ama tabii ki ‘kaybedenler kimler oldu’ diye sorduğunuzda, bu kadınlar değil erkekler. Çünkü kadınlar daha eğitimli ve daha iyiler. Erkekler, özellikle de otuz yıldır çalışan alaylı, gazeteciliğe doğrudan gençken başlayan, eğitim almamışlar çok kırılgan durumdalar.