Dosya

Kadına yönelik şiddet davalarının haberleştirilmesi: ‘Sonraki adımı düşünün’

Kadın cinayetleri ve şiddet davalarında gazetecilerin nelere dikkat etmesi gerektiğini gazeteci Sibel Yükler, akademisyen Nevin Yıldız ve feminist avukat Diren Cevahir Şen ile konuştuk. En önemli tavsiyelerinden biri: “Sonraki adımı düşünmek de gazetecinin sorumluluğudur.”

Gazeteciler kadın cinayetleri duruşmalarının takibini nasıl yapıyor? Tutanakta yer verilen her bilgi habere yansıtılmalı mı? Görsel seçiminde nelere dikkat edilmeli? 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle bu soruları bu alanda çalışan üç isme sorduk.

Kadın cinayetleri duruşmaları takibinin sıklıkla yapıldığı durumlarda hukuki bilgilere vakıf olunması gerektiğinin altını çizen gazeteci Sibel Yükler, “Takip ettiğiniz davanın politik bir dava olduğunu unutmamalısınız” diyor. Son dönemde Emine Bulut, Şule Çet ve Ceren Damar’ın katillerinin yargılandığı davalarda, hızlı haber aktarımı nedeniyle pek çok yanlış bilginin dolaşıma girdiğine şahit olduğunu söyleyen Yükler, dava takibinin, duruşmalarda geçen her bilginin olduğu gibi aktarılacağı anlamına gelmediğini söylüyor.

‘Kadınların ifşa edilmiş özel hayatlarını okuyoruz’

Yükler, “Öldürülen kadınların gizlilik ve mahremiyet haklarının gözetilmesi gerekir, rahatlıkla ihlâl edilmemeli. Bazen günlerce, bu kadınların ifşa edilmiş özel hayatını okuyoruz. Hiç unutmamak gerekir ki, sadece öldürüldüğü için özel hayatı konuşulan bu kadınların, artık hayatta olmadığı için buna dur diyemeyecek, itiraz edemeyecek ve savunmada bulunamayacak olması, pervasızca ya da rahatlıkla bu bilgilerin dolaşıma sokulabileceği anlamına gelmiyor” diye konuşuyor.

Sanıkların “suçtan sıyrılmak” ya da “indirim almak” için öne sürdüğü iddiaların süzgeçten geçirilerek verilmesi gerektiğini aktaran Yükler, şu ifadeleri kullanıyor: “Örneğin, sanık ve müdafilerin indirip almak, suçtan ‘yırtmak’ için ne derece alçaldığını gösterirken süzgeçten geçirmediğiniz bazı bilgiler, bir kısım okurda tam tersi bir etki yaratabilir; mesela olumlayabilirler. Evet, sanığın tutumunu, suçu ve zihniyetini ifşa etmek gerekiyor, buna ihtiyacımız var ama sadece gazeteci olarak bir sonraki adımı düşünmek de bizim sorumluluğumuz.”

‘Davaya tüm boyutları ile vakıf olunması gerekiyor’

Davaya tüm boyutları ile vakıf olunması gerektiğinin de altını çizen Yükler devam ediyor: “Örneğin, Emine Bulut davasında daha ilk celsede savcı mütalaasının açıklanması ‘yüreklere su serpiyor’ diye geçiştirildi. Hâlbuki en çok bu durumun üzerinde durmak gerekiyordu. ‘Tasarlayarak öldürme’ ve ‘canavarca hisle öldürmeden ceza istenen iddianamenin aksine, savcı yalnızca canavarca hisle öldürmeden ceza istemiş ve başka indirimin yapılmaması yönünde mütalaa vermişti. Mahkeme heyeti duruşma boyunca, Fedai Varan’ın Bulut’u tasarlayarak öldürüp öldürmediğinin üzerine gitmedi, duruşmayı takip eden gazeteciler de buna dikkat çekmedi.”

‘Duruşma takip etmek, tweet atmak değildir’

“Diğer husus da Emine Bulut’un öldürülmeden dört saat önce karakola gitmesine rağmen korunmaması bilgisiydi. Bu bilgiyi sanık müdafi vermişti ve Bulut’un aile avukatı, ‘bu bilginin bu davayla ilgisi olmadığını’ söylemişti. Halbuki, kimden geldiğinin önemi olmaksızın bu bilgi bizatihi hayatiydi. Çünkü Emine Bulut, 6284 Sayılı Kanunu uygulamayan polislerin ihmali sonucu korunmayarak göz göre göre ölüme gönderilmiş olabilirdi. Nihayetinde, ikinci celsede sanık Fedai Varan’a sadece kasten öldürmeden ceza verildi, duruşmayı takip edenler ise ‘müebbet alması’ sebebiyle asıl resmi görmezden geldi. Hayır, Varan’a zaten gerekli indirimler yapılmıştı ve Bulut’un ölümünde ihmali olanların araştırılmasının önüne geçilmişti, üstelik tasarlama olup olmadığı bile araştırılmamıştı. Duruşma takip etmek, duruşmadan olan biteni sürekli tweet atmak değildir. Mühim olan bir gazeteci sorumluluğuyla hareket edip işleyişteki aksaklıkları, zihniyeti, suçu, suçluyu teşhir etmektir.”

‘Suç ve suçlunun ifşa etmek yerine romantize ediliyor’

Televizyon, gazete ve haber ajanslarının hatalarına her gün tanıklık ettiğini aktaran Yükler bunu şöyle açıklıyor: “Öldürülen kadınların ve hayatlarının ifşa edildiği, sanık iddialarının çarşaf çarşaf verilerek cinayetlerin gerekçelendirildiği, kadınların kimliklerinin toplumsal kodlarla ön plana çıkarıldığı, nasıl öldürüldüklerinin pornografik malzeme hâline getirildiği, şiddetin ve cinayetin normalleştirildiği, politik değil münferit cinayetler olarak görüldüğü haberlerden bahsediyoruz. Suçun, suçlunun ifşa edilmek yerine cinayetin romantize edildiği, faillerin korunduğu, 5N1K haber unsurundaki ‘neden’ ve ‘nasıl’ sorularının tık almak için meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığı binlerce haber okuyoruz. Örneğin, Emine Bulut’un öldürülmesi, cinayetin çocuğunun yanında işlenmesi ön plana alınıp ajitasyona araç edilmişti, Münevver Karabulut’un öldürülmesi ise sanık iddialarıyla olumlanarak gerçeklendirilmişti.”

‘Haberleri yazan medya ve çalışanları toplumdan azade değil’

Yapılan haber ile okura bir mesaj gönderildiğini aktaran Yükler devam ediyor: “Dil, toplumda dönüşür medyaya yansır, medyadan topluma geri döner. Birbirini besleyen iki güçten bahsediyoruz. Örneğin, toplumsal anlamda tecavüz kültürünü besleyen yayıncılık yaparsanız, bu dil topluma döner ve bu zihniyeti beslemeye devam eder. Şunu bilmek gerekiyor; bu haberleri yazan medya ve çalışanları, toplumdan azade değil. Haberi yazan gazeteci, aynı içinde bulunduğu toplum gibi, haberini yazdığı kadın için ‘O saatte orada ne işi varmış?’ diye düşünebilir, düşünüyor da zaten. Ya da hiç böyle bir zihniyete sahip olmadan, örneğin, sanıkların iddialarına ve indirim almak için izlediği yol ve yöntemlere detaylıca yer veren haberler, bir başka fail veya fail adayına yol ve yöntem sunabilir. Ankara’da, yolcu bir kadına cinsel saldırıda bulunan halk otobüsü şoförü duruşmaya ‘dersine çalışıp gelmiş,’ indirim almak için kadın katillerininkine benzer beyanlarda bulunmuştu. Tam da duruşma esnasında, dersine de haberlerdeki sanıkların ifadelerini okuyarak çalıştığını beyan etmişti.”

‘Gazetecilerin kullandığı dil erkeği mağdur durumuna düşürüyor’

Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. A. Nevin Yıldız ise kadına yönelik şiddet haberlerinin geçmişine bakıldığında bunların genelde üçüncü sayfa adli vaka olarak haberleştirildiğine dikkat çekti. Bu tür haberler ile kadına yönelik şiddetin politik bir mevzu olduğu gerçeğinin üstünün örtülmek istendiğini aktaran Tahincioğlu, “Bu haberler ile şiddet, iki kişi arasındaki duygusal ilişkinin sonucuymuş gibi tanımlanıyor. Bir kapkaç olayı gibi değerlendiriliyor. Adına da ‘aşk cinayeti’, ‘namus cinayeti’, ‘töre cinayeti’ deniliyor” diyerek gazetecilerin kullandığı haber dili ile erkeği hem muktedir hem de mağdur durumuna düşürdüğünü söylüyor.

‘Kadın bakış açısına sahip gazetecilik yapılmalı’

Geçmiş dönemde incelediği dosyalarda savcıların öncelikle kadının eşini aldatıp aldatmadığına baktığını söyleyen Yıldız şu ifadeleri kullanıyor:

“Eğer kadın erkeği aldatmışsa zaten savcı tahrik indirimi veriyordu. Bu noktada gazeteciler aldattı mı, aldatmadı mı sorusunu sormadan haber yapmalıdır. Ya da kadının herhangi ‘ahlaksızlığı’, ‘sadakatsizliğini’ ima etmeden haberini yapmalıdır. Şule Çet olayında olduğu gibi ‘o saatte orada ne işi vardı?’, ‘Özge can bakire miydi yoksa değil miydi? Bunlar haberde yer almamalıdır. Özgecan ile aynı dönemde seks işçisi bir kadın parçalara ayrılarak katledilmişti ancak kimse onu tartışmadı. Çünkü masumiyet karinesi aranıyor. ‘Düzgün’ yaşayan birinin başına geldiğinde bu başka bir şeye dönüşüyor. Bu hatayı gazeteci de yapıyor.”

“Haber eğitimi verilirken haberde nesnel olmak zorundasınız gibi bir çerçeve çiziliyor. Yansız olmak zorundasınız deniliyor. Yansızlık mevzusu hak ihlâllerine sebep oluyor. Mesela öğrenciye ‘Bir sürücü veya hâkimin kadın olduğunu belirtmenize gerek yok’ dediğimizde, öğrenci ‘ya hocam yani kadın olduğunu söylemeyecek miyiz?’ diye tepki veriyor. Hayır, eğer sürücünün erkek olduğunu söylemiyorsan, kadın olduğunu da söylemeyeceksin.”

‘Hak odaklı gazetecilik eğitimlerinin verilmesi gerekiyor’

Üniversitelerde genelde kadın bakış açısına sahip haberciliğin yeterince anlatılmadığını belirten Yıldız şöyle devam ediyor:

“Haberleri yapan gazeteciler uzaydan gelmiyor. Aile sistemi ve bu eğitim sisteminin içinden geliyor. Hâliyle dilleri de cinsiyetçi oluyor. Aynı durum ders veren hocalar için de pek farklı değil. Burada özeleştiri yapmak gerekiyor.  Bazen hocalar da bu durumun farkında olmuyor. Bunun nesnel habercilik ilkelerine uygun olduğunu düşündüğü için bu şekilde verebiliyor. Bunun yerine hak odaklı gazetecilik eğitimlerinin verilmesi gerekiyor… Hâlâ sorunlar devam ediyor ve değişmesi gereken çok şey var. Elbette iletişim fakültelerinde eğitim verilmeli ama gazetelerin özellikle basın kuruluşlarının, editoryal anlamda bu konuda öz farkındalığa varmaları gerekiyor. Bu biraz da hem kadınların mücadelesi ile hem de basın mensuplarının buna açık olması ile birlikte olacaktır.

‘Gazetecilerin ısrarı kötü bir intiba yaratıyor’

Feminist avukat Diren Cevahir Şen de kadın cinayetleri duruşmalarının haberi yapılırken gazetecilerin yarış hâlinde olmasına tepki gösteriyor. Şen, “Gazeteciler bizden ısrarla tutanak istiyorlar. Biz bazen vermek istemiyoruz çünkü biz öncelikle gizli ve kapalı yürütülen dosyalarda hem müvekkilimizin talebi üzerine, hem de onu korumak adına hareket ediyoruz” diyerek yaşanan ısrarın kötü bir intiba yarattığını vurguluyor.

Gazetecilerin kendilerine “Bu tür dosyalar yapılırken amacın erkek şiddetine dikkat çekmek mi, yoksa yarışa girmek mi?” sorusunu yöneltmesi gerektiğini söyleyen Şen şunu ekliyor: “Haber yapılacaksa kadının korunarak, erkek şiddetinin teşhir edildiği bir yerden bakılması gerekiyor. Kadının kimliğini ön plana çıkaran değil, şiddetin kendisini teşhir eden, şiddeti anlatan, şiddeti izah eden bir şekilde hareket edilmesi gerekiyor.  Ancak bu yarış bu rekabet hali hem bizi zorluyor hem de bize karşı tavır almalarına neden oluyor. Ama biz şunu yapmak zorundayız. Hiçbir avukat müvekkilinin iletişim bilgilerini vermek zorunda değildir. Hatta müvekkilini korumak zorundadır. Bazen naif bir şekilde anlatmamıza rağmen bir noktadan sonra ısrarlar devam ettikçe biz de sertleşebiliyoruz.”

‘Kadın avukatların savunma yapmasını daha doğru buluyorum’

Şen sözlerini şöyle noktalıyor: “Yakın geçmişte şiddete maruz kalan kadının isminin haberde geçmesini istemediğini söylemesine rağmen ismini açıklandığı, fotoğraflarının verildiği durumlarla karşılaştık. Ya da tutanağın yayımlandığı durumlar oldu. Mahkeme herkese açık ama sonuç olarak kadını korumamız gerekiyor. İtirazlarımıza rağmen aksinin yapıldığını gördük. Yanlış ifadeler kullanıldı. Bunun adına da gazetecilik diyorlar ancak bunun adı gazetecilik değildir. Şiddete uğramış kadın korkuyor ya da kendisine şiddet uygulayan kişiyi öldürmek zorunda kalmış, hayatına sahip çıktığı için bir cezaevi deneyimi yaşamış. Ve bu duruma rağmen gazeteciler bu kişilerin üzerine gidebiliyorlar.”

“Özellikle kadın hareketleri içinde olan ya da kadın hakları konusunda çalışan avukatların bu yönde savunma yapmasını daha doğru buluyorum. Evet, vekil seçme özgürlüğü vardır. Ancak bir erkek avukatın mahkeme heyetine dönerek, ‘Bir an için kendinizi bu kadın yerine koyun, siz kadın olsanız ne hissedersiniz” gibi bir beyanda bulunması ne kadar abes ise, kadının yaşadığı şeyi anlayarak savunma yapmasının beklenmesi de o kadar abestir. Bu nedenle bu tip dosyalarda kadın avukatların savunma yapmasını daha doğru buluyorum.”


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ETİK HABER YAZIMI İÇİN KONTROL LİSTESİ

Seda Taşkın

Gazeteciliğe 2015 yılında başladı. Dicle Haber Ajansı (DİHA), Dicle Medya Haber Ajansı (dihaber) ve Mezopotamya Haber Ajansı'nda (MA) muhabir olarak çalıştı. Gazetecilik faaliyetleri gerekçe gösterilerek yargılandığı dava sürecinde 360 gün Sincan Kadın Kapalı Cezaevi'nde kaldı. Mesleğini Ankara'da serbest gazeteci olarak sürdürüyor.

Journo E-Bülten