Film

Kaptan Fantastik: ‘Uygarlık’la imtihan

Üniversite hayatım boyunca yakın arkadaşlarımın başını şu hayalle şişirmiştim: Kafa dengi bir eş bulup küçük bir sahil kasabasına kaçmak, en az yedi çocuk yapmak, kendi klanımı kurmak, hep birlikte toprağı ekip biçmek, balıkçılık yapmak, her türlü okuldan, resmi kurumdan ve yapmacıklıktan uzak durmak, sadece ‘iyi’ insanlarla iletişim kurmak, çocuklara yenilebilecek otları toplamayı, zeytin yapmayı, yemek pişirmeyi, gülmeyi, dans etmeyi öğretmek, vs vs…

Yıllar sonra bu gençlik hayalimi, 8 IMDb puanlı bir film olarak karşımda bulunca nasıl şaşırdığımı ve heyecanlandığımı tahmin edersiniz!

1970 doğumlu Amerikalı oyuncu Matt Ross, iki kısa film ve bir de pek ses getirmeyen uzun metrajlı filmden sonra, Captain Fantastic’i hem yazıp hem yöneterek büyük başarı kazanmış durumda.

Kaptan Fantastik, idealist bir baba ve altı ‘vahşi’ çocuğunun hikâyesi. İrili ufaklı bu altı çocuk ve baba, cennet gibi dağlarda, ormanın göbeğinde Kızılderililer gibi yaşıyor. Yiyecekleri şeyleri avlıyorlar mesela, öyle git markete tavuk but al, yanına yoğurt al bir hayatları yok yani. Baba bu çocuklara her gün ağır idman yaptırıyor. Tırmanıyorlar, dalıyorlar, dövüşüyorlar. Yaraları dikmeyi, basit hastalıkları tedavi etmeyi biliyorlar. Televizyonsuz, bilgisayarsız, Facebooksuz bir hayat yaşıyorlar. Geceleri ateşin etrafında toplanıyorlar, uyurken yıldızlı gökyüzünü seyrediyorlar.

Ama Kızılderililerden farklı olarak, bu küçük kabile üyeleri bol miktarda kitap okuyorlar. Noam Chomsky hayranı olan babanın ağır eğitim programı sayesinde acayip kültürlüler. Bir sürü dil konuşuyorlar, her türlü ‘…izm’den haberleri var. Beş yaşındaki en küçük bebe bile insan hakları beyannamesini yalamış yutmuş. Boş zamanlarında Karamazof Kardeşler misali ağır romanları, klasikleri, felsefe, fizik, ileri matematik kitaplarını falan çekirdek misali çıtlatıyorlar.

Baba hayatta iki şeye odaklanmış: Birincisi, çocuklarını sosyalist bir ortamda yetiştirmek istiyor ve son derece ‘faşist’ bulduğu ABD toplumundan nefret ediyor. İkincisi, ‘survive’, yani hayatta kalabilme olayını çok önemsiyor.

Bu nedenle çocukların her birini vahşi doğada hayatta kalabilecek şekilde yetiştirmiş. Lafın kısası çocukların her biri hem ayaklı kütüphane, hem de savaşçı.

Anne bir hastane odasında intihar edince, bu altı özgün çocuk ve hippi ruhlu babaları ‘uygar dünyaya’ geçici bir giriş yaparak, kilisedeki cenazeyi basıyor. Filmin bu bölümlerinde, ‘Hair’ (Bırak Güneş İçeri Girsin / Milos Forman’ın 1979 yapımı unutulmaz müzikali) filmini aratmayacak, neredeyse aynı lezzette sahneler var.

Kaptan Fantastik, esas olarak, bu aşırı bilgili ve hayatta kalma becerileri tavan yapmış çocukların, ‘uygar dünya’da nasıl tökezlediklerini, araba farına yakalanmış tavşanlar misali kakılıp kaldıklarını anlatıyor. Bu kadar becerikli, bilgili, özgüvenli, ‘organik’ çocuklar, her türlü tilkiliğin, düzenbazlığın, kandırmacanın kol gezdiği uygar dünyada elbette ki ‘freak (ucube)’ olarak algılanıyorlar.

Sonrasında işte, gelsin gözyaşları, ağır dramlar vs. Ve nihayetinde, Amerikan filmlerinin çoğu gibi ‘mutlu son.’

Film, Viggo Mortensen başta olmak üzere, oyunculuk olarak çok başarılı. Senaryoda çok ciddi çatlaklar var (anne figürü niye yok, kadın neden kafayı o derece kırmış, çocuklar bir sürü yabancı dili o dağ başında nasıl öğrenebilmişler, sosyalist baba eğitim konusunda neden o kadar baskıcı, o kadar fanatik, doğacı adam daha ilk olayda neden pes edip düzene teslim oluyor, falan filan… Yığınla ipe sapa gelmez bölüm var) ama filmin konusu ve çıkış noktası her birimizin ilgisini çekecek türden.

“Kaçsam gitsem şu lanet şehirden, doğaya dönsem, domates eksem, kümesten yumurta toplasam, yıldızlara bakarak uyusam” diye hanginiz hayal kurmadınız ki?

Ama çoğumuzun hayalleri gerçekleşmedi. Çünkü içten içe hepimiz ‘doğaya dönüş’ olayının nazik bedenlerimizi fazla zorlayacağını biliyoruz.

Yemeğini bile evinde pişirmeye üşenen, marketten ‘pişmiş yemek’ alacak kadar tembelleşmiş ‘modern insan’, elinde bir bıçakla ya da ok ve yayla dağ keçilerinin peşine düşecek, öyle mi? Vuracak, derisini yüzecek, odun toplayıp ateş yakacak, pişirecek, öyle mi? Ölme eşeğim ölme! Ya geceleri? Yumuşak yataklara alışmış nazik bedenler, sert toprağın üstünde nasıl yatacak? Yığınla diziye, oyuna, sosyal medya atraksiyonlarına bağımlı olmuş şehir insanına yıldızlar ne ifade ediyor sahi? İlgilendikleri tek şey, tatillerde kalacakları otellerin yıldızlarıyken…

Lafın kısası, ‘doğaya dönüş’ çoğumuz için sadece tatlı bir hayal.

Film de öyle işte. Tatlı bir rüya, bir hayal.

Seyrediyorsunuz, içiniz ısınıyor.

Hem sadece o kadar da değil. Eğitim üzerine, aile üzerine, hayat ve ölüm üzerine gayet cesur sorular soruyor Kaptan Fantastik. Yanıtlarını veremiyor gerçi. Ama olsun! Önemli olan sorulardır zaten, yanıtlar değil.

Neslihan Acu

İstanbul'da doğdu, 1995'ten bu yana İzmir'de yaşıyor. Boğaziçi Üni. Mühendislik Fak. mezunu. Gazeteciliğe İzmir Life dergisinde röportajlar yaparak başladı. Medyatava'da üç yıl medya yazıları, Yeni Asır'da dört yıl köşe yazıları yazdı. Yayımlanmış yedi romanı var: Meltem K'yı Kim Öldürdü, Kadından Donkişot Olmaz, Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk, Kuzgunun Şarkısı, Artık Ayrılsak Diyorum, İyi Tanrının Çocukları, Z Yalnızlığı.

Journo E-Bülten