Dosya

Kişisel gelişim tartışması: Safsata mı, mutluluk reçetesi mi?

Pozitif düşün, mutlu ol. Başarılı bir kariyer yanı başında. Farkını ortaya koy. Sen özelsin! Hayal et! İste! İstersen olur… Sahiden istersek olur mu? Geçtiğimiz günlerde Cem Seymen’in “gençlere tavsiyeler” başlığı altında toplayabileceğimiz, “fark yarat!” temalı tweetleri kişisel gelişim konusunu tekrar gündeme taşıdı. Kimisi huzuru ve başarıyı kişisel gelişim yöntemlerinde bulduğunu söylerken kimilerinin bu alanda söylenen tek bir söze bile tahammülü yok. Uzmanlara göre kişisel gelişim için verilen o klişe tavsiyeler “kişisel gerilime” yol açabilir.

Kişisel gelişim, kitapları, yaşam koçları, mentörleri, motivasyon konuşmaları, seminerleriyle devasa bir pazar. Kendini başarısız ya da yetersiz hisseden, asla daha azıyla yetinmeyen veya belki sahiden de umudunu kaybeden insanlar çareyi kişisel gelişim yöntemlerinde arıyor. Peki, buldukları neler? Yanıtlar çeşitli; yayınevine göre ruhlarda açılan yeni bir pencere, psikoloğa göre kişisel gerilim, köşe yazarına göre safsata ve kandırmaca, yaşam koçuna göreyse kaygıdan kaçış yolu…

‘Kaybedenler çareyi kişisel gelişim sektöründe arıyor’

Kadir Has Üniversitesi’nden iktisatçı Anıl Aba, bir gözlemini anlatarak başlıyor sözlerine: “Amerika’da ders verirken, dönemin ilk dersinde öğrencilerden kendilerini 10 yıl sonra nerede görmek istediklerini bir kâğıda yazmalarını isterdim. Kahir ekseriyet kendini patron ya da yüksek yönetici olarak görmek istediğini yazıyordu. Her dönem aynı sonuç çıkardı. Fakat şu bir gerçek ki toplumun ancak binde biri CEO, girişimci ya da holding patronu olabilir. Geri kalan 999 kişi tezgâhtar, veznedar, çöpçü, bankacı vesaire olacaktır. Hayaller Silikon Vadisi, gerçekler plaza hayatı…” Aba’nın aktardığı bilgiye göre “fırsatlar ülkesi” Amerika’da bile yukarı doğru sınıf geçişkenliği sadece yüzde 4 ile sınırlı.

İşte kişisel gelişim kitapları ve yaşam koçlarının oyuna girdiği an da tam buralar, yani insanın tüm vaatlerin aksine neden zengin olamadığını düşündüğü anlar: “Nihayetinde insanlar neden zengin olamadıklarını düşünürken imdatlarına kişisel gelişim kitapları ve yaşam koçları yetişiyor. ‘Küçük’ bir ücret karşılığında size zengin olmanın 10 kuralını, CEO olmaya giden 7 yolu, başarının formülünü, mutluluğun sırrını öğreteceklerini iddia ediyorlar. Demem o ki kaybeden ya da kaybettiğini düşünen insanlar çareyi başka bir tuzak olan kişisel gelişim sektöründe arıyorlar. Keşke aradıklarını bulabilseler…”

‘Benim diyen psikologdan daha fazla kazanabiliyorlar’

Aba, Birgün’deki köşesinde kişisel gelişim konusuna sıklıkla değiniyor. Dönem dönem de bu konuda söyleşiler düzenliyor. “Benim kişisel gelişim tuzağına düşen insanlarla fazla bir alıp veremediğim yok. Benim derdim bu sektörü işleten şarlatanlarla” diyerek görüşlerini ifade ediyor Aba:

“Kişisel gelişim safsatalarının bilimsel hiçbir karşılığı yok. Bu yüzden safsata diyoruz zaten. Yıllardır arıyorum, bugüne kadar faydası akademik standartlarda ispatlanmış herhangi bir kişisel gelişim uygulaması bulamadım. Öte yandan kişisel gelişim uzmanlarının da genelde tek başarıları yazdıkları kişisel gelişim kitapları ve verdikleri seminerler oluyor. Yani kerametleri kendilerinden menkuldür. Vaktiyle Zaytung’da ‘Yıllardır nasıl zengin olunur kitapları okuyarak bir türlü zengin olamayan üniversite öğrencisi çareyi nasıl zengin olunur kitabı yazmakta buldu’ diye bir haber vardı. İşin inceliği burada. Gerçekten de pazarlamasını iyi tutturan kişisel gelişim uzmanları bu ince işlerden çok kalın paralar götürüyorlar. Yaklaşık 15-20 milyar dolarlık bir sektörden bahsediyoruz sonuçta… Mesela Aret Vartanyan’ın saati 550 liraydı, zam yapmadıysa. Benim diyen psikologdan daha fazla kazanabiliyorlar. Üstelik hiçbir yetkinlikleri de olmadan.”

‘One Size-Fit All’ diye bir başarı formülü yok

Anıl Aba’ya göre “One-size-fits-all” (herkese uyan) gibi bir başarı formülü yok, olması da mümkün değil: “Türkiye’de medyan ücret yaklaşık olarak asgari ücret. Yani işlerin yarısı standardize edilmiş, beceri gerektirmeyen, asgari ücretlik işler. Sistemin kalifiye ya da ‘başarılı’ insan talebi çok az. Herkes daha başarılı olsa herkes CEO mu olacak? Birilerinin düşük ücretle kapitalizmin ayak işlerini yapması gerekiyor. Herkes çok başarılı ve çok zengin olsa sistem işlemez. Kömür madeninde çalışıyor olmanız başka bir seçeneğinizin olmamasındandır. Kapitalizmde başarı farazi bir hedef.”

‘The Secret gibi kitaplardaki dayanaksız pozitif düşünce kandırmacadan ibaret’

Aba, “İstersek olur mu” sorumuza net bir yanıt veriyor: “İstersek olmaz…” Nitelikli azınlıkların mücadele gücüne, geniş kitlelerin potansiyeline, kapitalizmin kırılganlıklarına ve tarihe inandığını söylüyor ve devam ediyor: “Dolayısıyla umutluyum. Geleceğe dair umudumuz yoksa mücadele anlamını yitirir. Bu bağlamda, anlamlı hayallerimizin olmasına bir itirazım yok. Fakat Simyacı ve The Secret gibi kişisel gelişim temalı kitaplardaki dayanaksız pozitif düşünce bir kandırmacadan ibarettir.
Dediğim gibi, herkes CEO olursa kim inşaatta çalışacak? Herkes çok isteyebilir, herkes pozitif düşünebilir ama Ferit Şahenk gibi babanızdan holding kalırsa patron olursunuz. Kalmazsa işiniz zor. Çok düşük bir ihtimalle, belki bir iki basamak çıkabilirsiniz, çok yüksek ihtimalle hayatın boyunca karın tokluğuna emeğini satıp patronları zengin edeceksiniz. Dahası, haddinden fazla pozitif düşünce insanlarda bulanık bir iyimserliğe sebep oluyor. Hatta pasifize ediyor ve rehavete sebep olabiliyor. Hayatın acı gerçekliklerini idrak edip ciddiyetli bir şekilde mücadele etmek gerekir.”

‘8 milyon işsiz fark yaratmaya çalışarak iş bulamaz’

Cem Seymen’in tweetleri yüzeysel olmak, gençlerin yaşadığı zorlukları basite indirgemek, sorunların özüne inememek gibi eleştirilerle karşılandı. Aba, Seymen’i kimi noktalarda eleştirirken bazı konularda da hak verdiğini söylüyor. Gençlerin tepkilerini ise yerinde bulmuş:

“Cem Bey’in paylaşımı gerçekten de kişisel gelişim klişelerinin özeti gibi olmuş. Tutkulu ol, hedefini belirle, yaratıcı düşün, fark yarat bilmem ne… Halbuki işsizlik sistemik bir sorundur. Kapitalizm işsizlikten beslenir. İş görüşmesinde 5000 lira istediğinizi söylediğinizde insan kaynakları müdiresi eliyle pencereyi işaret edip ‘Dışarıda aynı işi 2.500 liraya yapmaya hazır 8 milyon işsiz var’ der. İşsizlik, ya da Marx’ın tabiriyle yedek işgücü ordusu arttıkça kapitalistin pazarlık gücü de artar. Ya da mesela işsizlik sıfır olduğunda maaşı kapitalist değil, siz belirlersiniz. Polonyalı iktisatçı Michal Kalecki, işsizliği sıfırlayıp ekonomiyi tam istihdam seviyesine getirmenin mümkün olduğunu, ancak siyasi sebeplerden ötürü bunu sağlayacak politikaların uygulanmadığını anlatır.”

‘Eğlence kültürü’ başka bir tartışmanın konusu

Şöyle ekliyor Aba: “Kapitalistler açısından işsizlik, sıfırlanması gereken bir şey değil, optimize edilmesi gereken bir istatistiktir. Çok yüksek işsizlik devrim riskini arttırır, çok düşük işsizlik kapitalistin pazarlık gücünü azaltır. Ortasını ararlar… Bunların ötesinde işsizlik biraz da konjonktüreldir. İnşaat mühendisliğinden mezuniyetiniz emlâk balonunun patladığı yıla denk gelirse işsiz kalırsınız. Yapısal olarak iş yoksa bireysel olarak yapacak fazla bir şey yoktur. Şanslı olan, tanıdığı olan, kalburüstü kişiler her zaman iş bulabilir belki ama Türkiye’de geniş tanımlı işsiz sayısı 8 milyona yakın, Danimarka’nın nüfusundan fazla. Hal böyleyken Cem Bey’in çıkıp ‘fark yaratın’ falan demesi geyik muhabbetinden öteye geçmiyor. Cem Seymen’in bunları kötü niyetle söylediğini sanmıyorum. Hatta tam tersine, gençlere yardımcı ve yol gösterici olmak istemiştir. Niyet önemlidir belki ama sonucu değiştirmez. 8 milyon işsiz fark yaratmaya çalışarak iş bulamazlar. Gençlerin Seymen’e verdikleri tepki haklı ve yerinde. Cem Bey’e katıldığım noktalar da var aslında. Mesela akıllı telefon ve sosyal medya bağımlılığı. Ya da daha geniş açıdan söyleyecek olursak ‘eğlence kültürü.” Ama bu başka bir tartışmanın konusu…”

‘Sorunlara hızlı çözüm bulma arzusu kişisel gelişime yönlendiriyor’

Klinik psikolog ve psikoterapist Tuğçe Isıyel, insanların en çok sorunlarına dair hızlı çözüm üretme arzusu nedeniyle kişisel gelişim yöntemlerine yöneldiğini söylüyor: “Kendimizi ve ötekini anlamaya vaktimiz ve sabrımız pek yok ne yazık ki. Bir de iyi hissetme, daha iyi hissetme, daha da iyi hissetme arzusu… Elbette iyi hissetmeye hepimizin ihtiyacı var ancak yeterince ve olabildiğince iyi hissetme… Bu iyilik halini yüzeyden değil, daha derinden yaşamaya ihtiyacımız var. İyi hissetme hali sanırım önce kendimizi ve hayatı olduğu gibi kabullenebilme becerimizi geliştirmekten geçiyor. Bu elbette kolay değil. Doğada hiçbir değişim kolay ve hızlı olmaz, insan da doğanın bir parçası olarak kendinde değiştirmek istediklerini çabucak yapamaz. Değişim, süreç gerektirir; zaman, sabır, emek… Çoğu zaman sancılıdır. Aynı hataları defalarca tekrarlayabiliriz, kendimizi bozup bozup onarabiliriz, defalarca aynı yerden kırılabiliriz. Kişinin bunları fark edebilmesi çok kıymetli. Bu da ancak kendisini gözlemleyebilmesi, iç dünyasında olup bitene kulak verebilmesiyle mümkün.”

Isıyel, psikoterapinin tam da bu yüzden önemli olduğunu belirtiyor: “Evet, uzun bir süreç gerektirir, bazen can acıtıcı olabilir. Çünkü kendimizle yüzleşmek çok kolay olmayabilir. İnsanın kör ve karanlık noktaları, zaafları, arzuları var. Psikoterapi, kişinin bu taraflarını önce görmesini ve kabullenmesini sonra isterse değiştirmesini sağlayan bir süreç bana göre. Çünkü bir şeyin varlığını kabul etmezseniz, onu ne dönüştürebilirsiniz ne de yok edebilirsiniz.”

‘Kişisel gelişim yöntemleri iç dünyanın sesini açmaktansa kısmaya neden oluyor’

Isıyel, bazı kişisel gelişim kitaplarının insanın kendisini ve hayatı olduğu haliyle kabul etmeye engel teşkil ettiğini düşündüğünü, iç dünyanın sesini açmaktansa sanki kısmaya neden olduklarını söylüyor. “Mutlu ol”, “üzgün olma”, “hep daha iyisini iste”, “anı yaşa”, “sen mükemmelsin”, “aslansın, kaplansın!” gibi argümanlara ise katılmıyor:

“Kimi zaman mutsuz olabilirim, sinirlenebilirim, kendimi depresif hissedebilirim. Kişisel gelişim kitaplarının temel argümanları arasında yaşama dair büyük hedefler belirlemek, hayata pozitif bakmak, kendi içimizdeki güç/sevgi/başarı ve benzeri ile tanışmak, beden dili/ ses tonumuz üzerinde hakimiyet kurmak, zihnimizi yönetmek, ne kadar mükemmel olduğumuzu fark etmek, an’ı yaşamak gibi jenerik hedefler bulunuyor. İnsanları bu tür vaatler kuşkusuz cezbediyor.”

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – SEKTÖR SATTIRAN ALGORİTMAYI KEŞFETTİ

“Ancak ben tüm bu argümanların kişisel gelişimden çok, kişisel gerilime yol açtıklarına inanıyorum. Sürekli bir kendini didikleme hali, her an bir şeyleri aşmayı hedeflemek, bir ideal benlik ve ideal hayat tasarlayıp ona ulaşmaya çalışmak, kendi varoluşunun özgün, biricik bilgisine kulak vermektense başkalarının deneyimlerini kendine düstur edinmek insanı geliştiren değil, olsa olsa gerileten ve geren bir sürece sokacaktır. İnsan psikoterapistlere değil de yaşam koçlarına meyletmesi bunlarla ilintili. Çünkü psikoterapi uzun bir süreç gerektirir.”

“Psikoloji eğitimi almamış olanların psikoterapi yapması çok riskli’

Tuğçe Isıyel’e göre psikoloji eğitimi almamış birinin psikoterapi yapması birçok tehlikeye açık bir durum: “Ruh sağlığı alanında çalışan kişilerin bir nevi kansız cerrahi işiyle uğraştıklarını düşünüyorum. Riskleri, bedelleri, suiistimalleri çok fazla olan bir meslek bu. Çok dikkatli bir şekilde icra edilmesi gerekiyor. Psikoloji ve psikoterapi eğitimi almamış olduğu halde psikoterapi yaptığını iddia edenlerin ve onlardan zarar gören kişilerin sayısı ise git gide artıyor. Eğer bu alanda ehliyetiniz yani mesleki bilgi, beceri ve donanımınız yoksa kaza yapmak işten bile değil. Nasıl ki bedenimizde bir sıkıntı olduğunda o işin uzmanına gidip, muayene oluyorsak, ruh sağlığımızı da psikoloji eğitimi almış, diplomasından ve uzmanlığınızdan emin olduğumuz, araştırdığımız, iyice sorup soruşturduğumuz kişilere teslim etmemiz gerekir. Merdiven altı yerlerde ameliyat yaptırmak nasıl tehlikeliyse bu durum ruh sağlığımız için de geçerlidir.”

‘Ruh sağlığı alanına ait bir meslek yasası hâlâ yok’

Isıyel, ruh sağlığı alanına ait bir meslek yasasının halen olmadığını üzülerek ifade ediyor. Bu durumun doğurduğu boşluğunun sakıncalarını şu sözlerle anlatıyor: “Ruh sağlığı alanında yapılan istismarların ve hataların incelenememesi, danışan/hasta haklarının savunulamaması, meslek etiğini suiistimal eden uzmanlarla ya da meslekten olduğunu iddia eden ama meslekle uzaktan yakından alakası olmayan kişilerle ilgili hukuki bir yaptırımın olmaması anlamına geliyor.”

‘Pozitif düşünün, mutlu olun tekerlemelerini tehlikeli buluyorum’

Isıyel, yaşam koçlarına, kişisel gelişim kitaplarına mesafeli olmasının isterseniz olur basitleştirmesiyle ilgili olduğunu söylüyor: “Yaşama dair birtakım ‘iyi’ duyguların amaç edinilmesi ve bu ‘iyi’ duyguların fetişleştirilmesi ile sorunum var. ‘Pozitif düşünün,’ ‘mutlu olun’ tekerlemelerini tehlikeli buluyorum. Bu durum hayatı ve kendimizi olduğu gibi kabullenmemizi engelliyor. Bir ağaç nasıl ki her mevsim meyve vermiyorsa, hava sürekli günlük güneşlik değilse, ben nasıl sürekli mutlu, başarılı, pozitif olayım? Ağaç o mevsim az erik verdiği için toprağa küsmüyor. Orada durmaya devam ediyor. Ama insan başarısız, mutsuz olduğunda kendisine küsebiliyor. İnsanın doğasına ne kadar aykırı bir bakış açısı bu. Doğada güzel manzaralar da vardır; depremler, erozyonlar da… Avlamak da vardır, avlanmak da. Sürekli mutluluk hali yoktur yani. Mutlu anlar, zamanlar vardır. İnsan iniş çıkışlarıyla, düşüp kalkmalarıyla, yara bereleriyle insan olur. Bence önemli olan yaşamda her türlü duyguya açık olmak ve onları hissedebilme becerisini geliştirmek. Sadece mutluluğa odaklanmamak. Duygularımızın izini sürerek onların çizdiği rotada bir süreliğine de olsa ilerlemek eminim ki bize kendi hakikatimize dair önemli şeyler söyleyecektir.”

‘Kaygı ve endişe duydukları her konuda yaşam koçuna başvuruyorlar’

Yaşam koçu Arzu Şimşek, bugüne kadarki gözlemlerinden çıkardığı sonuçlara göre insanların kişisel gelişim yolları ve yaşam koçlarına en çok şu sebeplerle başvurduklarını söylüyor: Bireylerin yetersizlik duygusu, güven sorunu, negatif duyguları ile başa çıkma yöntemini beceremedikleri için mutsuzluk duygusu yüzünden ya istediği gibi bir iş bulamadığı ya da çalıştığı yerdeki ekip arkadaşları ile uyumsuzlukları, nasıl başarılı olabilirim ya da en çok belki de ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle başvuruyorlar. Evlilik kararı almakta zorlanıp doğru insan olup olmadığını düşündükleri zaman da koçluk istiyorlar. Öğrenciler ise ailesi ile olan iletişimi ve kaygıları hakkında. Kısaca danışanlar, hayatta kaygı ve endişe duydukları her konuda yasam koçluğu istiyor.

Şimşek’e göre özellikle Batılı ülkelerde yaşayan insanlar ülkemize göre yaşam koçluğuna farklı yaklaşıyor: “Ortak sorunlar olmadığı için mesajlar da farklı olacaktır. Toplumun bizlere belirlediği belli sınırlar vardır ve insan bu sınırlar içerisinde yaşama devam eder. Coğrafyaların insanlar üzerindeki etkileri de yasam konusunda önemlidir. Türk toplumu acılarını, sevinçlerini, heyecanını hissederek derin yaşar. Olaylara bakış açıları duygusaldır bu yüzden. Diğer ülkeler daha akılcı yaklaşım içerisindedir. Bu nedenle her toplumun insana ait mesajları ve yol haritası bizde de olduğu gibi başka başkadır. Üstelik yaşam koçluğunun ne olduğunun toplum tarafından tam olarak bilinmemesi ve işin gerçek anlamıyla eğitimini almayan insanlar tarafından yapılması, işimizi daha da zorlaştırıyor.”

‘Her olaya pozitif bakmak insanı yorar ve olmadık beklentilere sokar’

Şimşek, genel tavsiyeler vermeyi, herkes için tek bir yol varmış gibi aynı sözlerle yol göstermeyi doğru bulmuyor: “Her insanın hayattan beklentisi başkadır. Ve her birimiz farklı kültürlerde, ailede yetiştik, farklı eğitim aldık, çocuklukta farklı rol modelleri ile büyüdük. Kişiliklerimiz ve olaylara karşı tutumumuz farklı iken hangi kitaptan hangi insan üzerine değişim yapabilirsiniz? 10 adımda mutlu olunmayacağı gibi 5 adımda mutlu evliliğin sırrı da çözülmez.”

“Peki, insan hep pozitif mi olmalı?” sorumuza Arzu Şimşek, “Her anı değişen bir dünyada hangi olaya sürekli pozitif bakmak doğru ki?” diyerek yanıt veriyor. “Zaten hayatın her anına, her olaya duruma pozitif bakmak ya da bakmaya zorlanmak kişiyi yorar ve olmadık bir beklentiye sokar. Kimi zaman olumsuz düşünmek sizin kendinizi sorgulamanızı sağlar. Kendini ve olayları sorgulayan insanların bir sonraki adımı anlamaya çalışmaktır. Anlamak sonuca ulaştırır.”

‘Negatif düşünmek, yenilenmemiz ve değişmemiz için önemli’

Şimşek’e göre negatif düşünce o kadar kötü bir şey değil; dahası yenilenmemiz, değişmemiz ve gelişmemiz için önemli: “Hayata pozitif bakmak önemli gibi gözükse de gerçekleri nasıl değiştirebilirim duygusu daha önemli. Stres insanoğlunun bazı durumlarda hayatta kalmasını sağlar. Binlerce yıl bunu hissederek bugüne kadar geldi insan. Kızgınlık, öfke, kıskançlık olumsuz duygulardır ve bir o kadar da güçlü duygulardır. Sizin yaşama devam etmenizi sağlar. Önemli olan nasıl kontrol ettiğinizdir.”

Son olarak, Cem Seymen’in Twitter üzerinden gençlere verdiği tavsiyelere değinen Arzu Şimşek, gençlerin sorunlarını görmezden gelmek yerine kaygılarını azaltmaya çalışmamız gerektiğini söylüyor.

‘Kişisel gelişim kitapları kolay açılır pencereler sunuyor’

Notos Kitap’ın kişisel gelişim kitapları basan kolu olan Aganta Kitap’tan Dilek Emir, insanları kişisel gelişim kitaplarına yönlendiren şeyin bilgiye kolay ve doğrudan ulaştırması olduğunu söylüyor: “Yaşadığımız çağda bilginin değeri ve anlamı farklılaştı. Kurgu dışı kişisel gelişim kitapları doğrudan bilgi akışı sağlıyor. Kolay açılır pencereler sunuyor. Kurgu kitaplar daha içsel, daha dolaylı içgörü sağlıyor. Ek olarak, insanın anlam arayışı da artarak sürüyor sanırım.”

Emir’in verdiği bilgiye göre Aganta Kitap’ın en çok ilgi gören kitapları daha çok kadın okurlara hitap edenler. İlgi gören diğer konularsa ebeveynlik, popüler psikoloji ve sağlık kitapları… Yayınevi geri bildirimleri daha çok sosyal medyadan alıyor. Emir, “Ebeveynlerin kitap okuması bizi umutlandırıyor” diyor ve devam ediyor: “Bağırmayan Anne Baba Olmak en çok ilgi gören kitabımız oldu diyebilirim. Şimdilerde anne baba olan 20-45 yaş aralığındaki nesil, geleneksel çocuk büyütme yöntemlerine savaş açmış gibi geliyor bana. Çocuk büyütürken hata yapmaktan korkuyorlar. Kendi büyüme hikâyelerini beğenmiyorlar ve çocuklarına başka bir hikâye yazmak istiyorlar. Bir nesil bazı gelenekleri bu gidişle kıracak gibi görünüyor.”

“Okur kişisel gelişim kitaplarından tam olarak ne beklemeli?” sorumuza ise Emir, “Okur bu tip kitaplardan bence yeni pencereler açmasını beklemeli. Nitelikli kişisel gelişim kitaplarının diğerlerinden zaten böyle ayrılabileceğini düşünüyorum. Pencereyi kapamama becerisi ya da sorumluluğu da okura ait” diyerek yanıt veriyor.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ‘YAZANLARI DEĞİL OKUYANLARI ELEŞTİRİN’

Emel Altay

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Televizyon bölümü mezunu. Bir süre dizi setlerinde sanat yönetmeni asistanlığı yaptı. Dergi sektöründe 6 yıl muhabirlik ve editörlük alanlarında dirsek çürüttü. Mart ayında karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı sevdası ile işinden ayrıldı. O günden beri çeşitli mecralara kültür sanat odaklı içerikler üretiyor.

Journo E-Bülten