Söyleşi

Medyada LGBTİ+ olmak: Eşitlikse biraz da bur’dan eşitlenelim o zaman

Onur Haftası vesilesiyle medyada LGBTİ+ olmanın sorunlarını ve LGBTİ+ gazetecilik tahayyülünü konuştuğumuz gazetecilerden Yıldız Tar, iktidarın LGBTİ+’lara savaş açtığını söylerken, Yiğit Karaahmet de “Pride günleri gazetelerin logolarını gökkuşağı bayrağıyla kaplamalarını isterdim” diyor. Çiçek Tahaoğlu ise LGBTİ+’lar için “daha eşit bir görünürlük” olması gerektiğinden bahsediyor.

Türkiye’de LGBTİ+’ların hakları için her yıl düzenlenen Onur Haftası ve Onur Yürüyüşü’nün bu yılki teması “Ekonomi ne ayol” oldu. Son yıllarda olduğu gibi bu yıl da Onur Haftası etkinlikleri birçok şehirde yasaklandı. Biz de Onur Haftası nedeniyle medyada LGBTİ+ olmayı Kaos GL editörü Yıldız Tar ve gazeteci Yiğit Karaahmet ile, LGBTİ+ odaklı haberciliği ise gazeteci Çiçek Tahaoğlu ile konuştuk.

‘LGBTİ+’lar haberin öznesi değil nesnesi olarak görülüyor’

Yıldız Tar, Kaos GL olarak yürüttükleri medya izleme çalışmasına göre 2018’de yazılı basının yarısında ayrımcı dil ve nefret söylemi kullanıldığını, diğer yarısında ise LGBTİ+’lara çok az mikrofon uzatıldığı bilgisini paylaşıyor ve “Bu da LGBTİ+’ların haberin bir öznesi değil nesnesi olarak görüldüğünü gösteriyor” diyor. LGBTİ+’ların kendi hikayelerini anlatmalarına, sıkıntı ya da deneyimlerini paylaşmalarına imkan veren bir medya ortamının olmadığının altını çizen Tar, şunları söylüyor:

“Özellikle hükûmete yakın birtakım medya organlarının ‘LGBTİ+ dernekleri kapatılsın’ diye yürüttükleri medya kampanyası apaçık bir nefret söylemidir. Bunun dışındaki yerlerde de bu nefret söylemine karşı LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü savunan bir yayıncılıktan bahsedemiyoruz. Medyadaki ayrımcılığın temel sonuçlarından biri insan dışılaştırma yani insan dışı alana itmek. Bir diğer sonucu da suçlu göstermek.”

‘LGBTİ+’lar medyada magazin alanına hapsediliyor’

Tar, LGBTİ+’ların işe alım sürecinden başlayarak iş yerinde ve terfi mekanizmalarında ayrımcılığa uğradığını ve çoğunun kimliklerini açıklayamadığını, açıkladığı taktirde işinden edilme korkusuyla güvensiz, güvencesiz ve ayrımcılıkla sarmalanmış bir çalışma ortamında çalıştığını dile getiriyor. Tar, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Basın kuruluşlarının hem LGBTİ+ alanında bir yayın politikası yok. Çalışma hakkını gasp edecek ihlallere karşı korumaya dair yönetmelikleri de yok. Bir de çalışma hakları bakımından şöyle bir mesele var. Pembe tavan diye bir kavram var. Bu şu anlama geliyor. Kadınlar için bir cam tavandan bahsedilir. Görünmez ancak kadının yükselebileceği yerin sınırını çizer. LGBTİ+’lar için de bu belirli bir alana hapsedilmeleri anlamına geliyor. Mesela şu an eşcinsel bir gazeteci herhangi bir gazetede işe girse bile ona yaptırılacak haber çoğunlukla magazin haberi oluyor. Ama insan hakları, siyaset, spor ya da başka bir habercilik türünde akla dahi gelmiyor. İşe giriş sürecinden başlayan ve her kademede devam eden bir ayrımcılık ve bir yandan da LGBTİ+ gazetecilerin belirli alanlara hapsedilmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız.”

‘Herhangi bir gazeteci için açılan kapılar sizin iki katı zorlamanızla açılabiliyor’

Tar, LGBTİ+ gazetecilerin sokakta haber takibi yaparken yaşadıkları sorunları ise şöyle anlatıyor: “LGBTİ+ bir gazeteciyseniz ve sokakta toplumsal olayları takip ediyorsanız iki katı şiddete açık hale geliyorsunuz. Çünkü doğrudan alandaki muhabirler arasında polis ya da diğer kolluk kuvvetleri size daha fazla yöneliyor. Benim de alanda muhabirlik yaptığım dönemlerde karşılaştığım bir meseleydi bu. Bunun dışında çoğu zaman diğer meslektaşlarınız tarafından da örtük ya da doğrudan bir ayrımcılığa maruz kalabiliyorsunuz. Sizin yaptığınız işi değersizleştiren ya da eşit olarak görmeyen bir mesele bu. Veya Kaos GL açısından düşünürsek Kaos GL 25 yıldır dergicilik ve on yıldır da internet haberciliği yapan bir kurum olmasına rağmen birçok basın kuruluşu Kaos GL’yi basın kuruluşu olarak bile görmüyorlar. Herhangi bir gazeteci için açılan kapılar sizin iki katı zorlamanızla açılabilecek duruma geliyor.”

‘LGBTİ+’lara savaş açmış durumdalar’

Son yıllardaki iktidar politikalarını değerlendiren Tar, LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklanmasının, LGBTİ+’ların hedef alınmasının ve LGBTİ+’lar hakkındaki nefret söyleminin çoğaltılmasının Türkiye’deki ayrımcı ortamı güçlendirdiğini ifade ediyor. “En tehlikelisi de aslında LGBTİ+’lara karşı bir tür savaş açmış durumdalar” şeklinde konuşan Tar, “En üst kademeden en alt kademeye kadar LGBTİ+ görülen yerde saldırma refleksi ile karşı karşıyayız” diyor.

‘LGBTİ+’ları yasaklayan iktidar gücünü başka gruplar için de kullanıyor’

Tar, LGBTİ+ hareketin Türkiye’de 25 yılı aşkın süredir mücadelesine devam ettiğine dikkat çekerek, şunları dile getiriyor:

“Bir değişim, dönüşüm yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Yapılabilen en son Onur Yürüyüşleri on binlerce kişinin katıldığı coşkulu yürüyüşlerdi. Onun dışında Kaos GL’nin geçtiğimiz yıl 40’tan fazla şehirde çeşitli ağlar oluşturma, etkinlikler düzenleme gibi imkanı vardı. Bütün bunlar aslında LGBTİ+ meselesinin ülkenin genelinde daha çok tartışıldığı daha demokratik ve eşitlikçi bir toplumsal yapının inşa edildiğini gösteriyor. Bence ister istemez hükûmetlerin ve iktidarların yasalarını da değiştirecektir. Burada kritik olan LGBTİ+ meselelerini sadece LGBTİ+’ların meseleleri olarak görmemek. İnsan haklarını savunan, demokrasiden yana olan ya da bu ülkede herhangi bir şekilde daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşam için mücadele eden herkesin LGBTİ+’ların hak ihlallerini gündemine alması ile çok daha geniş bir kamuoyuna ulaşma imkanı doğuyor. Çünkü fütursuzca LGBTİ+’ları yasaklayan bu iktidar aynı gücünü ve yetkisini başka gruplar için de kullanmaktan çekinmiyor.”

‘Hayalim basın organlarında LGBTİ+lar için iyi bir yayın politikası olması’

Son olarak LGBTİ+ gazetecilik tahayyülünü sorduğumuz Tar, şu ifadelerde bulunuyor: “Benim hayalim her basın yayın organının LGBTİ+’lar hakkında iyi bir yayın politikası olması. LGBTİ+ meselesini özel bir mesele olarak ele almak yerine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin hayatın her alanında var olabilmesi. Yani bir LGBTİ+ sayfası değil de, bir spor haberinde de LGBTİ+’ların var olabilmesi. En önemlisi aslında mikrofon uzatmak ve insanların hikayelerini görünür kılmak. Sadece hak ihlaline uğradığında değil, gündelik hayatında ya da yaşadığı herhangi bir deneyimini anlatabileceği bir medya organının olması gerekiyor. Haber değeri taşır ya da taşımaz tartışmasında insan hikayesine dair her şeyin haber değeri taşıyabileceği bilinciyle LGBTİ+’ların da o haber değeri tartışmasında daha üst sıralarda olduğu bir şey hayal ediyorum.”

‘Haberlerin medyada yer almaması bir tür gizleme politikası’

Gazeteci Yiğit Karaahmet, sözlerine Türk medyasının “korkunç” bir dönemden geçtini söylemek başlıyor ve ekliyor:

“Bu durum ister istemez LGBTİ+ görünürlüğüne de yansıyor. Bu görünürlük dediğimiz şeyin ne olduğuna da bağlı biraz. LGBTİ+’lar hakkında yapılan negatif söylem içeren haberler ezelden beri vardı ve bunlarla ilgilenmiyorum pek. Açıkçası bir kaç tane yobazın oturdukları masalarda, arkasında binbir türlü politik kumpas dönerken attıkları başlıkları, kullandıkları dili ciddiye almıyorum ve biraz da gülünç buluyorum. Zaten bir tirajları yok ve LGBTİ+temalı nefret dili kullanılan haberler, onlara sosyal medya hassasiyeti sayesinde biraz tıklanma getiriyor sadece.
LGBTİ+ hakkındaki pozitif söylemler ya da elde ettikleri başarılar hakkında da bir haber yapılmayacağının da farkındayım artık. Sadece insani bazı beklentilerim olabiliyor zaman zaman. Mesela bir nefret cinayetinde öldürülen bir travestinin nüfus kağıdındaki ismin ısrarla kullanılması ve kendi seçtiği ismin takma ad olarak verilmesi son derece rahatsız edici ve etik dışı. Aynı şekilde bu tür nefret cinayeti haberlerinin medyada yer almaması da bir tür gizleme politikası bence. Sadece sulu detayları, katillerin açıklamalarını ve savunmalarını okuyabiliyoruz. Hepsi de günün sonunda onları aklamaya hizmet ediyor sadece. O yüzden ana akım medyayı ciddiye almıyorum ve beni etkilemesine izin vermiyorum diyebilirim. LGBTİ+ gündemi ve tarafsız haberlere KaosGL gibi, sosyal medyadaki LGBTİ+ derneklerinin orjinal hesapları ve burada çalışan habercilerin kendi hesaplarından takip etmeyi tercih ediyorum.”

‘Medyanın LGBTİ+’ları tek tipleştirmeye çalıştığını düşünüyorum’

Medya sektöründe çalışan LGBTİ+ sayısının azlığını ya da hiç olmaması sorduğumuz Karaahmet, şu cevabı veriyor:

“Medyada çalışmak için pek tercih edilir bir alan değil artık. LGBTİ+ bireyler de özel olarak zorlanacakları ve potansiyellerini gösterebilecekleri, zaten epey demode ve köhne bir kurumu istemiyor olabilirler. Onun dışında medya tarafından bakarsak eğer ben LGBTİ+ bireyleri tek tipleştirmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Yani onları moda, eğlence, televizyon ya da ünlüler dünyası gibi alanlarda konumlandırmak istiyorlar. Aslında onları sadece ‘hakim olduklarını düşündükleri alanlarda çalıştırmak’ istiyorlar. O yüzden farklı bir tarz bir gazetecilik yapmak isteyen birisi o bölgeye giremiyor. Aynı şey kadınlar için de geçerli bence. Onların da alanları belli oranın dışına çıkılmasına çok az izin veriliyor. Sonuçta çoğunlukla erkeklerin yönettiği ve onların bakış açısından bakılan bir kurum ve ister istemez buna maruz kalıyorsunuz.”

‘Yazı tarzımın sansasyona ve eleştiriye açık olması sebebiyle anlaşmazlıklar oldu’

Karaahmet, çalıştığı medya kuruluşlarında cinsel kimliğinden dolayı negatif bir ayrımcılık yaşamadığını belirterek, “Beni az önce bahsettiğim haber alanlarında çalıştırdılar ama açıkçası ben de buraları istiyordum zaten. Ve işimi keyif alarak yaptım. Ama çoğu zaman başta herkesin çok isteyerek başladığı birlikte çalışmamak benim kendi yazı tarzımın da sansasyona ve eleştiriye açık olması sebebiyle anlaşmazlıklar oldu ve genelde ayrılıkla sonuçlandı bu” diyor.

‘Yaşadığım en büyük zorluk sansür’

“Bir medya kurumunda çalışırken ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?”diye soruyoruz ve Karaahmet’ten şu cevabı alıyoruz:

“Kendi adıma yaşadığım en büyük zorluk sansür diyebilirim. Mümkün olduğu kadar bunu engellemeye çalışsam da bazen bir duvara tosluyorum. Ama yazmak istiyorum ve zaten çalışabileceğim çok az kurum var. O yüzden orta bir yol bulmaya, herkesi onları ve aynı zamanda beni de tatmin edecek bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Köşe yazarlığı yaparken de sansüre takıldığım çok oldu. İlk başta çok üzülüp es geçiyordum ama sonra bunlar için bir açıklama istemeye başladım. Neden ve hangi gerekçeyle sansürlendiğimi öğrenmek ve onları bununla yüzleştirmeye çalıştım.
İşimde iyi olduğumu ve yazdığım yere kendi okurumu götürdüğümü ve bir şekilde tiraj ya da tık aldığımı düşünüyorum. Ve okurum beni ben olduğum için okuyor, çalıştığım kurum da yine benimle ben olduğum için çalışıyor. Başka biri gibi davransam ne okunurum ne de yazmaya devam edebilirim. Mesela artık şöyle bir sistemim var ben yazıyorum diyelim, yazıda bir yeri değiştirmek istediler. Eğer bana uygunsa değiştiriyorum, değilse açıklamasını yapıyorum. Israr ederlerse yine ortak bir nokta bulmaya çalışıyorum, önemini anlatıyorum. Eğer basmak istemezlerse de yine de telifimi alıyorum. Bu onların tercihi oluyor artık ben işimi yaptım, zamanında teslim ettim, olabilecek en iyi şekilde yaptım, o yüzden de telifimi almalıyım diye düşünüyorum.”

‘Ben o yazıyı yazacak ve onu tanıtacak insanım’

Haber kaynakları ile arasındaki ilişkiden bahseden Karaahmet şöyle diyor: “Belirli bir mesafeyi korumayı tercih ederim, kim olursa olsun siz-biz düzeyini genelde aşmam ve her iki ayrı uçtaki insanı da gerçekten derin bir merakla dinlerim. Onların yanında olduğumu hissettiriyorum bir şekilde, sanırım o yüzden pek bir zorlukla karşılaşmıyorum. Ama bazen doz aşımı olmuyor da değil. Konuştuğum insanlar cinsiyetçi, fobik ya da kadın düşmanı şaka ya da yorumlarda bulunabiliyor. Hemen düzeltirim. O benim röportaja gittiğim ünlü olabilir ama ben de o yazıyı yazacak ve onu tanıtacak insanım. Biraz eşitiz bence.”

‘Pride günleri gazetelerin logolarını gökkuşağı bayrağıyla kaplamalarını isterdim’

LGBTİ+’lara karşı korku ve nefretin sadece siyasetle açıklanamaz olduğunu dile getiren Karaahmet, “Çok daha sosyolojik ve toplumla ilgili bir mesele… Siyaset gelip geçici bir şey bence. Şu anki iktidar olmadan da LGBTİ+’lar yine korkunç şartlardaydı ve yollarına devam ettiler. Yine edecekler” şeklinde konuşuyor. Karaahmet, LGBTİ+ gazetecilik tahayyülünü ise şöyle açıklıyor:

“Gazeteci için LGBTİ+ yakıştırmasına takılmadan sadece o işte iyi olduğu için tercih edildiği bir dünya olurdu bu. Kendi adıma potansiyelimi daha fazla gösterebilmek isterdim. Sansüre ve otosansüre çok takılmadan okurlarımla buluşmak ve kendi dünyamı anlatmak isterdim. Gazeteler içinse daha fazla LGBTİ+ temalı haber görmek isterdim. Bunları sadece nefret cinayetleri üzerinden okumak değil de devletin HIV politikaları, bedelli askerlik, vicdani red, eşit eğitim, barınma hakkı gibi konularla dolu bir habercilik anlayışı görmek isterdim. Bir de Pride günleri tüm gazetelerin logolarını gökkuşağı bayrağıyla kaplamalarını ve sürmanşetten yürüyüş saati ve yeri için açık çağrının olmasını isterdim. Ve tabii ki basın açıklamasının tam metnini de birinci sayfadan görmeliydik bu durumda.”

‘Bu topluluğun mensubu olduğum için gurur duyuyorum’

Karaahmet, LGBTİ+’ların yaşananlara rağmen yollarına devam ettiklerini ve bunun kendisi için umut dolu bir durum olduğunu aktararak, şöyle devam ediyor: “LGBTİ+’lar vazgeçmiyorlar ve vazgeçmeyecekler. Çünkü mücadelelerin haklı olduğunu biliyorlar. Ve günün birinde bunu değiştirebileceklerini de. Bir yaşam mücadelesi veriyorlar; hâlâ öldürülüyorlar, saldırıya uğruyorlar, sistematik ve artan bir baskıyla düşman olarak kodlanmaya devam ediyorlar. Bu tabii ki çok üzücü ve karanlık. Ama pes etmemeleri gerçekten çok ilham verici. Yapacak bir şey yok. Maalesef biz bu ülkedeyiz, hayatımız ve gerçeğimiz bu, mücadelemiz de bu şekilde devam ediyor. Tüm baskıya ve şiddete rağmen var bu mücadele. Faşizmden uzak gelecek güzel günlerini kurmaya çalışan, haklarını arayan pırıl pırıl insanlar görüyorum ben bu topluluğa baktığımda ve mensubu olduğum için gurur duyuyorum.”

‘Eşitlikse biraz da bur’dan eşitlenelim o zaman’

Cinsel kimliğini hiçbir zaman saklamadığının altını çizen Karaahmet, sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Medyada benden bahsedilirken ‘gay yazar’ tamlaması kullanıldı. Böyle anılmakla ilgili hiçbir sakıncam, çekincem ya da üzüntüm yok. Ama bunun özellikle belirtilmesinin bir ayrımcılık olduğunu düşünüyorum. Tektipleştirmeye çalışıyorlar beni. Gay olduğum için sadece belirli konularda konuşabilir, belirli şeyleri söyleyebilir ya da böyle söylüyorsa eğer o da gay olduğu içindir denilmek isteniyor. Bu medyada kendi özelimde rastladığım bir durum ve bundan rahatsız oluyorum. Benim cinsel kimliğim fikirlerimi ya da hayata karşı yorumumu belirleyen tek şey değil. Ondan bağımsız da değil ama sadece o değil. Eğer bir yazarın yazdıklarını ondan bahsederken başına cinsel kimliğini koyarak yapılıyorsa, bu tüm yazarlar, tüm gazeteciler için yapılmalı. Herkesin başına heteroseksüel yazar yazılsın o zaman. Eşitlikse biraz da bur’dan eşitlenelim o zaman.”

‘Daha eşit bir görünürlük olması gerekiyor’

LGBTİ+ odaklı haberciliği konuştuğumuz gazeteci Çiçek Tahaoğlu da LGBTİ+’ların haber öznesi olduğu konuların çok az olduğuna dikkat çekiyor ve şöyle diyor:

“LGBTİ+ aktivistler her zaman söyler: ‘Bizim hayattayken sorunlarımız da var; başarılarımız ve kazanımlarımız da…’ Öyleyse medyada daha eşit bir görünürlük olması gerekiyor. Nitekim dil de böyle. Hatta LGBTİ+’yı Türkiye son birkaç senedir öğrendi ama onu da tam öğrenemedi. LGBTİ+’lı deniyor sanki bir takım tutar gibi. Ben bunun da özellikle yapıldığını düşünmeye başladım. Bunun bir hata değil, bilinçli bir tercih olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü bu bir ötekileştirme aracına dönüştürüldü. Translarla ilgili de haber dilinde çok sorunlar oluyor. Aslında neyin ne olduğu biliniyor ama acayipleştirilmeye çalışılıyor. Lezbiyenlerin hiç görünürlüğü yok. Lezbiyenler olur da medyada yer alırlarsa bir fantezi nesnesi olarak yer alıyorlar.”

‘Skandal peşinde koşmamamız gerekiyor’

Tahaoğlu, haber dilini düzeltmek için ötekileştirmeyi kafalardan çıkartmak gerektiğini belirterek, “Bir sürü haber kaynağının cinsel yönelimini, cinsiyet kimliğini öğrenmeden haber, röportaj yapıyoruz. LGBTİ+ özelinde haber yaparken de diğer haber öznelerine yaklaştığımız gibi yaklaşmalıyız. Belli bir acayiplik, tuhaflık, bir skandal peşinde koşmamamız gerekiyor. Genelde dil ve görünürlükteki sorun da bunlar yapıldığı için oluyor” diyor.

‘LGBTİ+’lar görünür oldukça haklarına müdahale ediliyor’

“Türkiye’deki LGBTİ+ hakları hem geliyor hem gidiyor. Biraz karmaşık bir çizgisi var” yorumunu yapan Tahaoğlu, sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Son yıllarda sayısı artarak düzenlenen Onur Yürüyüşleri var. Onur Yürüyüşleri ne zaman yasaklandı? Katılımın yüz binlerce olarak yazıldığı seneden sonra yasaklandı. Yani Türkiye’de LGBTİ+’lar görünür oldukça haklarına müdahale ediliyor. Devlet gözünde görünürlük, devlet katında bir engellemeyi de getiriyor. Toplum içinde eskiye göre daha fazla kabul ediliyorlar ama bir taraftan da ayrımcı söylemler daha keskin. İhlaller ve görünürlük aynı anda yükseliyor Türkiye’de.
Biz Türkiye’de kadın ve LGBTİ+ odaklı habercilik yapıyoruz. Çünkü buna odaklanmamız gerekiyor. Sorunların olmadığı bir ülke olduğumuz zaman ne kadın cinayetlerini sayacağız, ne LGBTİ+ cinayetlerini… Çünkü bunlar olmayacak. Ve o zaman LGBTİ+ odaklı habercilik dememize de gerek kalmayacak. Nasıl ki egemen erkek bireylerin görünürlüğü fazla ve onu eşitlemeye çalışıyoruz. O zaman eşitlenmiş olacak.”


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – LGBTİ HABERCİLİĞİ, AMA NASIL?

Eda Narin

İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümü mezunu. Çeşitli ajans, gazete ve sitelerde muhabir ve editör olarak çalıştı. Ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarında freelance muhabirliğe devam ediyor.

Journo E-Bülten