Bugünlerde bir yanda elektriğe zam tartışması var, bir yanda nükleer konulu haber yağmuru… 222 adet haberi inceleyerek “Türkiye’nin kutuplaşmış medya sisteminde, nükleer enerji konusundaki çevresel tartışmaları çerçevelemek” başlıklı bir araştırma yayımlayan iki akademisyenle, bu alandaki gazeteciliği konuştuk.
Doç. Dr. Metin Ersoy ve Prof. Dr. Emre İşeri’nin analizine göre yaygın medyada nükleerin çok boyutlu yapısı yansıtılmıyor. Sabah, Hürriyet ve Sözcü genelde siyasetçilerin görüşlerine yer verirken bianet ise bilim insanlarına ve vatandaşlara sıkça mikrofon uzatıyor.
Uzmanlara göre bu alanda da bağımsız medya daha iyi bir sınav veriyor. Medya sahipliği ise kritik bir etken. Örneğin Aydın Doğan döneminde nükleer haberleri “çevre için risk” açısından ele alan Hürriyet, Demirören’e satıştan bu yana “sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü” çerçevelemesini tercih ediyor.
İnsan sağlığı açısından telafi edilemeyen sonuçlar doğuran, radyoaktif atıklarının bertaraf edilmesinde hâlâ kesin çözüm bulunamayan; ülke özelinde ise yapımı ve işletmesi bakımından kâr-zarar dengesinde kamu yararı açısından tartışılan nükleer enerji ve santral projelerini Türkiye’de medya nasıl haberleştiriyor?
Doç. Dr. Metin Ersoy ve Prof. Dr. Emre İşeri, kutuplaşmış medya sistemi içinde Türkiye’nin nükleer programına ilişkin çevre tartışmalarında haber medyasının rolünü inceledi. Geçen yıl İngilizce yayımlanan araştırma “Türkiye’nin kutuplaşmış medya sisteminde nükleer enerji konusundaki çevresel tartışmaları çerçevelemek” başlığını taşıyor.
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik bölümünde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Metin Ersoy, kendilerini harekete geçiren etkeni “insanî sorumluluklarımız” diye açıklıyor. Ersoy; sahiplik yapısı, yayın politikası ve haber sunuş biçimi bakımından farklılaşan yaygın medya ile alternatif medyanın dijital arşivlerini tarama sürecini bu yüzden Fukuşima faciasının yaşandığı 2011 yılından başlattıklarını söylüyor.
Türkiye’nin biri Mersin’de, diğeri de Sinop’ta olmak üzere iki nükleer güç santrali (NGS) projesi bulunuyor. Sinop’un İnceburun Yarımadası’ndaki santral projesi, finansman sorunları nedeniyle 2019’da yılında durduruldu. 2018’de ilk reaktörünün yapımı başlayan Mersin’deki Akkuyu NGS’nin 3. ünitesinin temeli ise geçen mart ayında atıldı.
Türkiye ile Rusya arasında 2010 yılındaki “milletlerarası anlaşma” çerçevesinde Moskova merkezli Rosatom Devlet Nükleer Enerji Şirketi’nin 20 milyar dolara inşa etmeyi planladığı Akkuyu NGS tamamlandığında, 4 bin 800 megavatlık kurulu güç üzerinden elektrik şebekesine 3 bin 600 megavat elektrik aktarılacak. “Enerjide bağımsızlık” sloganıyla sunulan NGS’nin piyasada elektriğin kilovatsaati 4 dolar/sentken, 15 yıl boyunca Rus şirketine kilovatsaat başına 12,35 dolar/sent üzerinde elektrik alım garantisi verildi. Anlaşmaya göre santral tamamlandığında Türkiye elektriği Rusya’dan üç katın üzerinde bir maliyetle satın alacak. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından satın alım garantisi verildiğinde 1,50 lira olan dolar kuru ise 8 lirayı aşmış durumda. Rusya’ya yüksek fiyattan verilen alım garantisi, kur artışıyla oluşan farkta “kamu zararı” kavramıyla öne çıkıyor.
Akkuyu NGS ile ilgili diğer bir konu da santralden çıkacak radyoaktif atıkların ne olacağı sorusunun yanıtsız bırakılması oldu. Deprem riski değerlendirmesinde jeofizik analiz yapılmadığı, daha önce hiç denenmemiş reaktörler kullanılacağı, deniz suyu sıcaklık seviyesi hesaplanmadığı gerekçesiyle bilim insanları tarafından sorunlu görülen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunda, atıkları bertaraf etme yöntemi de belirtilmemişti. Yöre halkı atıkların “Toroslar’da açılan, karstik nitelik taşıyan derin mağaralara gömüleceği” endişesini dile getiriyor.
Nükleer santrallerin kazalar ile anılan bir geçmişi var. 1957’de SSCB’de Kıştım, 1958 Kanada’da Chalk River, 1979’da ABD’de Three Mile Island, 1986’da Ukrayna’da Çernobil, 2011’de Japonya’da Fukuşima nükleer facialarının yaşanması küresel düzlemde nükleeri iyice tartışmalı hâle getirdi. Özellikle 1986’daki Çernobil NGS reaktöründeki patlama sırasında yayılan radyasyon Ukrayna’da binlerce insanı canından ve evinden etti; sonrasında sakat doğumlar yaşandı, kanser vakaları arttı, tarım arazileri kirlendi… Ekonomik bedeli milyar dolarları bulan Çernobil kazasının etkileri Türkiye’nin özellikle Karadeniz kıyılarında da hissedildi.
Nükleer kazalarla birlikte Almanya, İsveç, Tayvan, Japonya, Fransa ve ABD gibi ülkeler bazı NGS reaktörlerini kapatma kararı aldı; İtalya, yeni bir nükleer santral kurma kararını referanduma bağladı. Türkiye’nin nükleer serüveni ise 1962’de İstanbul Küçükçekmece Gölü kıyısında bir megavatlık araştırma reaktörü kurulduğundan beri devam ediyor. Akkuyu NGS reaktörlerinden ilkinin 2023’te faaliyete geçmesi beklenirken dünya kamuoyunda yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme ve “nükleerden vazgeçme” eğilimi artıyor.
Araştırmada Sabah, Hürriyet, Sözcü ve Bağımsız İletişim Ağı’nın (BİA-bianet) toplam 222 haberi; beş adet çerçeveleme kategorisinde incelendi. Yaşar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi Prof. Dr. Emre İşeri, medyada nükleerin çok boyutlu yapısının yansıtılmadığı sonucuna ulaştıklarını belirtiyor.
Doç. Dr. Ersoy ve Prof. Dr. İşeri ile 2011 ila 2019’da Türkiye medyasında nükleerle ilgili haberlerin nasıl anlatıldığını ve araştırmanın ayrıntılarını konuştuk.
Nükleer habercilikte, seçim dönemlerindekine benzer siyasal kutuplar var
Medya ve nükleer santraller… Bu araştırma fikri nasıl doğdu?
Metin Ersoy: Araştırmamızın fikrî önderi Prof. Dr. Emre İşeri’dir. İşeri, Türkiye’de inşa edilmeye başlanan iki nükleer santral sonrası böylesi bir konunun çevre, siyaset ve medya için önemini ortaya koyarak bir araştırma yapmamızı önerdi. Çevre gazeteciliğine olan ilgimden ve Akkuyu’da inşa edilen nükleer santralin Kıbrıs’ı da yakından etkileyeceğini bildiğim için teklifi hemen kabul ettim. Araştırma için bizi harekete geçiren akademik sorumluluğumuzdan öte, insanî sorumluluklarımızdı. Zira nükleer santraller konusunda hem medyada hem de akademik alanda ciddi tartışmalar bulunuyor. Nükleer santrallerin topluma faydası ve risklerini bilmek zorunluydu.
Emre İşeri: Benim açımdan bu araştırmanın üç çıkış noktası var: Biri yeşil ekonomiye geçiş sürecinde sürdürülebilirlik açısından bölgesel ekosisteme olan olumsuz etkisi, yüksek maliyeti, atık yönetimi, radyasyon sızıntı riski gibi pek çok sorunu bulunan nükleerin hangi medya kanalları tarafından nasıl çerçevelendiğini ortaya koymak… İkincisi siyasal kutuplara bölünmüş olan Türkiye’nin farklı medya gruplarının nükleer gibi önemli bir kamusal tartışmada halkı dengeli/doğru bilgilendirme noktasında nasıl bir sınav verdiğini göstermek… Üçüncüsü de bugüne kadar daha çok “seçim dönemleri” açısından incelenmiş olan medya sistemini başka bir vaka üzerinden irdelemek.
Bulgularınıza göre Türkiye’de medya, nükleeri kamuoyuna nasıl anlatıyor?
Ersoy: Medyanın nükleer santraller konusunu kamuoyuna aktarış biçimini analiz ettiğimiz çalışmamızda “geleneksel medya” ile “alternatif medya” örneğine baktık. Geleneksel medyada faaliyet gösteren gazeteler siyasî anlamda kutuplaşmış bir yapıda hareket ediyor. Nükleer konusundaki tartışmalarda da geleneksel medyanın yayın politikalarının siyaset ile paralellik gösterdiğini iddia edebiliriz.
İşeri: Türkiye medyasındaki’basın-siyasî parti paralelliği’nin, aynı seçim dönemlerinde olduğu gibi nükleer enerjiye ilişkin çevresel tartışmalarda da kendisini gösterdiğini görüyoruz. Mesela Sabah gazetesi konuyu hükûmetin nükleer siyaseti uyarınca haberleştirirken, karşı kutuptaki Sözcü tam aksi çizgide konuyu haberleştirmiş. Araştırma medyada nükleerin çok boyutlu yapısının yansıtılmadığı gibi bir sonuca ulaştık. Bu noktada alternatif medya bianet’in görece daha iyi bir sınav verdiğini söyleyebiliriz.
Sahiplik yapısı, nükleerde de belirleyici
Medyanın mülkiyet yapısının haberleri sunuş biçimine etkisi nedir?
Ersoy: “Holding medyası” diye isimlendirdiğimiz, temel hedefi kâr elde etmek olan medya yapısı içinde geleneksel medya, ideolojik duruşuna ve sahiplik yapısına göre haberlere yaklaşıyor. Ayrıca Türkiye’de çevre gazeteciliğinin tam anlamıyla gelişmemiş olması, kutuplaşmış medya sistemi ve basın-hükûmet ilişkileri, nükleer haberlerin verilişinde de belirleyici rolde. Öte yandan araştırma bulgularımız alternatif medyanın dengeli, bilgiye dayalı, eleştirel gazetecilik yoluyla “konuşulmayanı” ele alarak çevresel iletişimdeki boşluğu doldurabileceği tezini destekliyor.
İşeri: Medya sahiplik yapılarıyla nükleere ilişkin haberlerin yapılış biçimi arasında pozitif korelasyon mevcut. Diğer bir ifadeyle, gazeteler sahiplerinin siyasî konumu ışığında haber çerçevelerini belirlemişler. Böylece ilgili medya kanalları çoğu kendi fanuslarında yaşayan okuyucularının nükleere ilişkin olumlu/olumsuz kanaatlerini pekiştirmişlerdir. Metin Hoca’nın da vurguladığı gibi alternatif medya kamusal tartışmaları zenginleştirip ülkenin demokratikleşmesine katkı sunabilir.
Araştırmanın kapsamı ve yöntemi
Araştırmada hangi haberleri, ne tür bir yöntemle analiz etttiniz?
Ersoy: İçerik analizi için nükleer enerji konulu haberler, manuel olarak bu dört kaynağın çevrim içi arşivlerinden incelendi; Fukuşima nükleer faciasının yaşandığı yıl olan 2011’den Haziran 2019’a kadar… Bu yayınlarda “nükleer enerji” ve “Türkiye” anahtar kelimelerini kullanarak analiz için 222 adet haber bulduk. Bunların yayınlara göre dağılımı da şöyle: Sabah’ta 59, Hürriyet’te 56, Sözcü’de 48, bianet’te 59.
İşeri: Yazında kabul görmüş çeşitli haber çerçevelerini kendi konumuza entegre edip haberleri “çerçeve analiziyle” inceledik. Elde ettiğimiz verileri de “kutuplaşmış medya sistemi” ve “basın-siyasi parti” yazınıyla etkileşerek tartıştık.
Ersoy: Beş çerçeve belirledik. Bunlar sırasıyla “sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü,” “kamuya hesap verebilirlik,” “çevre için risk,” “nükleerin çevre dostu konusundaki belirsizliği,” “nükleerin çevreye fayda ve fırsatları.”
Sabah nükleer yanlısı, Hürriyet kararsız/nükleer yanlısı
Bu çerçeveler gazetecilik pratiği açısından ne anlam ifade ediyor ve bahsi geçen haber medyaları bunları hangi ölçüde karşılıyor; başka bir ifadeyle hangi mecra hangi çerçeve ile öne çıkıyor?
Ersoy: Araştırmada incelediğimiz gazeteler, nükleer tartışmaları kendi sosyo-grup kamplarına göre haberleştirir pozisyonda. Böylece Sabah’ın nükleer yanlısı konumu, Hürriyet’in kararsız/nükleer yanlısı konumu, Sözcü ve bianet’in nükleer karşıtı konumları, söz konusu nükleer tartışmalarda öne çıktı.
Sabah yüzde 57,3 ile “Sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü” çerçevesine denk düştü. Yüzde 17,1 ile “Çevre için risk” ve yüzde 7,3 ile “Kamuya hesap verebilirlik” çerçeveleriyle öne çıktı. Diğer bir deyişle Sabah yayın kuruluşları içinde nükleerle ilgili haberleri aktarırken kamuya hesap verebilirlik prensibini ve çevre için risk faktörünü geri planda tutmuş.
Hürriyet, Aydın Doğan’ın sahiplik yapısında olduğu dönemde yüzde 24,1 ile “Çevre için risk” ve yüzde 14,3’le “Kamuya hesap verebilirlik” çerçevelerini öne çıkardı. Ancak sonuçlar bize Hürriyet’in Demirören Grubu’na satılmasından sonra 38,4 ile “Sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü” çerçevesinin arttığını gösterdi.
Sözcü Hürriyet ile benzeşiyor, bianet ‘çevre için risk’ vurgusu yapıyor
Bulgularımız Sözcü’de yüzde 39,2 ile “Sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü”, yüzde 20,6 ile “Çevre için risk” ve 16,5 ile “Kamuya hesap verebilirlik” çerçevelerinin öne çıktığını ortaya koydu. Bu noktada Hürriyet’le aynı çerçevede (Sosyal ilerleme ve ekonomik rekabet gücü) ortaklaştığını söyleyebiliriz. Yine Sözcü’de “Nükleerin çevreye fayda ve fırsatları” çerçevesi yüzde 12,4 ile öne çıkıyor. Yani haberlerinde nükleere az da olsa “çevreye faydalı” biçiminde yaklaşmış.
bianet’e baktığımızda ise geleneksel medyanın aksine yüzde 38’le “Çevre için risk” ve yüzde 33,1 ile “Kamuya hesap verebilirlik” çerçevelerinin öne çıktığını gördük. Dolayısıyla çevreye daha duyarlı bir yayıncılık yapıldığını ve nükleer enerji santraliyle ilgili haberlerin sunumunda kamuya hesap verebilirlik ilkesinin öne çıkarıldığını ifade edebiliriz. Ayrıca özellikle de atık konusuyla tartışılan nükleerin “çevreye fayda sağlamadığı” yaklaşımı bianet’te dikkat çekici.
Alternatif medyada kaynak çeşitliliği daha fazla
“Ana akım,” “yandaş” ve “muhalif” diye tarif edilen gazeteler ile alternatif medyada haber kaynağı olarak uzmanlığına başvurulan kişiler kimler? Bu anlamda mecralar Sabah-Hürriyet-Sözcü-bianet arasında bir farklılık var mı?
Ersoy: Kaynakları incelediğimizde geleneksel medyanın ağırlıkla resmî kaynaklara bağımlı bir nükleer tartışma yürüttüğünü söyleyebiliriz. Geleneksel medya örneği olarak incelediğimiz Sabah, Hürriyet ve Sözcü gazeteleri nükleer tartışmalarda ağırlıkla siyasîlerin görüşlerine yer vermiş. Sabah gazetesi nükleeri destekleyen haberler üretmiş.
Nükleer karşıtı konumda ise daha çok Sözcü ve çevrim içi alternatif medya olan bianet ortaya çıkmıştır. bianet’in uzmanlara, bilim insanlarına, vatandaşlara sıkça yer verdiğini görüyoruz. Bu mecrada nükleere hem kapsamlı yaklaşılmış hem de bilgi, belge ve bilimsel verilerin kullanılması daha fazla gerçekleşmiş.
Dijital haber medyası son yıllarda önemli bir ivme kazandı. Bunların içinde Yeşil Gazete, İklim Haber gibi sadece iklim ve çevre haberi odaklı olanlar var. Medyanın geneline baktığınızda çevre/iklim haberciliğinde bir uzmanlaşma olduğu söylenebilir mi?
Ersoy: Çevre haberciliği konusunda uzman muhabir eksikliği geleneksel medyada daha fazla hissedilirken; sahiplik yapısı, kurumun yayın politikaları gibi etkenler de haber kaynaklarının kullanımında etkili olabiliyor. Alternatif medya doğası gereği gücünü bağımsızlığından aldığı için kaynak kullanımında daha rahat hareket edebiliyor. Ayrıca kendisini takip eden kitleye de daha uzun ve derinlemesine bilgilerden oluşan bir haber formatı sunabiliyor. Zira bu platformlar kendilerine hedef kitle olarak daha fazla okumak isteyen, öğrenmeye aç ve entelektüel kişileri seçiyorlar. Durum böyle olunca da alanında uzman gazetelerin söz konusu alternatif dijital platformlarda yer alması önem kazanıyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Çevre haberciliği: Gazeteciler felaketleri duyurmakla kalmayıp çözümleri de kamuoyuna anlatmalı