İstanbul’da kayıtlı olmayan göçmenlerin kayıtlı oldukları illere geri gönderilmeleri için valiliğin verdiği süre 30 Ekim’de dolacak. Uzmanlar, gergin bir bekleyiş içindeki mültecilerin medyada çıkan haberlerde yapılan hatalar yüzünden daha da tedirgin olduğunu söylüyor. Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi Göçmen ve Mülteci Çalışma Birimi’nden psikiyatr Ersin Uygun, “Sistemi bilmeyen bir göçmen haberde ne varsa ona inanır” diyor. İletişim akademisyeni Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ise “Medyanın önyargı oluşumunda rolü çok güçlü” ifadesini kullanıyor.
İstanbul Valiliği’nin “Düzensiz Göçle Mücadele” başlığıyla 22 Temmuz’da yayımlanan basın açıklamasında İstanbul’da kayıtlı olmayan göçmenlerin kayıtlı oldukları illere geri gönderilmeleri için 20 Ağustos’a kadar süre verildiği ifade edilmişti. 20 Ağustos tarihi geçtikten sonra, bu sürenin 30 Ekim’e kadar uzatıldığı açıklandı. Bu süreçte medyada kaynağı ve doğruluğu belirsiz pek çok haber yer aldı. Özellikle mülteciler üzerinde kaygı ve korku yaratan yeni bir süreç başlamış oldu.
Bu süreçte Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul şubesi sahada göçmenlerle çalışan, konuyu toplum ruh sağlığı duyarlılığıyla değerlendirenlerle bir toplantı düzenledi. Toplantıya katılan sivil toplum kuruluşu çalışanları ve sağlık çalışanları deneyimlerini paylaştı. Göçmenler üzerindeki geri gönderilme endişesinde son dönemdeki haberlerin de etkili olduğu ifade edildi.
Türkiye Psikiyatri Derneği İstanbul Şubesi Göçmen ve Mülteci Çalışma Birimi’nden psikiyatr Ersin Uygun ve iletişim akademisyeni Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ile 30 Ekim öncesi mültecilerin ve medyanın durumunu konuştuk.
Resmi açıklamalar kısmen aktarılmamalı
Medyanın en temel sorumluluğunun doğru haber vermek olduğunu ifade eden Ersin Uygun şunları söyledi:
“Göçmenlerle ilgili yapılan resmi açıklamaların sadece belli bir kısmını yayımlamak veya net olmayan kavramlarla farklı anlamlara çekilebilecek şekilde yayımlamak ciddi bir bilgi kirliliği yaratıyor. Göçmen dediğimiz kişi sisteme tam entegre olmamış ve her türlü bilgiye hızlı şekilde inanabilir durumda. Türkiye’ye Afganistan’dan gelen bir Afgan veya Suriye’den gelen Suriyeli ne derseniz inanır. Sistemi ve ülkeyi çok iyi bilmiyor. Haberde ne varsa ona inanır.”
“Örneğin valilik ‘İstanbul’da kayıtlı olmayan Suriyelileri kayıtlı oldukları yere göndereceğiz’ açıklaması yapıyor. Sorumluluğunu yerine getirmeyen bir gazeteci ‘Suriyeliler geri gidiyor’ diye bir başlık attığında tam metni okumayan Suriyeli ülkesine geri gönderileceğini düşünüyor. Türkçe de çok iyi bilmiyor. Anladığı o üç dört kelime ile çevresindekilere söylüyor ve bu şekilde ciddi bir bilgi kirliliği yayılmış oluyor. Dolayısıyla medyanın temel sorumluluğu net ve doğru bilgi vermek olmalıdır.”
‘Medyada iyi örnekleri de görmeliyiz’
Mültecilerin medyada ötekileştirildiğini, zayıf gösterildiğini söyleyerek iyi örneklerin de verilmesi gerektiğini vurgulayan Uygun, bu konuda şunları söyledi:
“Göç meselesi insani bir meseledir. Bu insani meseleyi yönetirken medya daha dikkatli davranmalı. Eğer toplumda göçmen karşıtı bir dinamik varsa, bir iki olay üzerinden bu durumun tetiklenebileceğini bilmeli ve haberleri bu durumu gözeterek vermeli… İçişleri Bakanı’nın ‘Ülkelerinden gelip benim ülkemde saat satıyorlar’ şeklinde bir cümlesi oldu. Bununla ilgili Göçmen Derneği’nden yapılan açıklamada ‘Yasadışı, ahlaksız bir iş yapmıyoruz. Saat satıp çalışıyoruz’ denildi. Bu güzel bir örnek olabilir. Çalışıyorlar, farklı alanlarda bir şeyler üretiyorlar. Medya bu iyi örnekleri görmeli.”
‘Belirsizlik travmatik bir olaydır’
Son dönemdeki haberlerin özellikle mültecilerin ruh sağlığını kötü etkilendiğini belirten Uygun şunları ekledi:
“Göçmen ruh sağlığını etkileyen olumsuz yaşam olaylarını biz üçe ayırıyoruz. Göç öncesinde, göç esnasında ve göç sonrasında diye. Göç öncesi ve esnasında için zaten şu anda müdahale edemiyoruz. Ama göç sonrası olumsuz yaşam olaylarının hepsinden daha etkili olabileceğini biliyoruz. Ruh sağlığını etkileyen olumsuz olaylardan bir tanesi belirsizlik. Bir mülteci, sığınmacı gittiği ülkede başına ne geleceğini bilmiyorsa bu onun için travmatik olaylardan bir tanesi. Özelikle son dönemlerde çıkan haberlerin belirsizliği körüklüyor ve çoğu kişinin bize ne olacak tedirginliğini yaşamasına neden oluyor. Böyle haberlerin göçmenlerin ruh sağlığını olumsuz olarak etkilediğini gözlemliyoruz.”
‘Türk bayrağını çiğnediler’ diye yanlış bilgi paylaşıldı
İletişim akademisyeni Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ise Suriyeliler hakkındaki nefret söyleminin artmasında yanlış bilgilerin paylaşılmasının etkili olduğunu vurguladı. İnceoğlu şunları söyledi:
“Medyada yapılan ayrımcılık, nüfuz ettiği alanın büyüklüğü sebebiyle diğer tüm alanlardaki ayrımcılıktan çok daha fazla kişiye ulaşabilmekte, dolayısıyla kimlik inşasındaki ve önyargı oluşumundaki rolü çok daha güçlü olabilmektedir. Twitter üzerinde yapılan paylaşımlarda kullanılan ‘#suriyelileriistemiyoruz’ etiketi, Türkiye’de en çok kullanılan etiketlerin başında yer aldı. Suriyeli göçmenler hakkındaki nefret söylemlerinin artmasındaki önemli etkenlerden biri olarak yanlış bilgilerin paylaşılması çok etkili. Örneğin geçtiğimiz günlerde Suriyelilerin eylem sırasında Türk bayrağını çiğnediğine dair görüntüler paylaşılmış, ancak görüntülerin 2015’te Irak’ta çekildiği ortaya çıkmıştı.”
‘Haberlerde Suriyeli kimliğine gereğinden fazla vurgu yapılıyor’
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezince yapılan “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” başlıklı araştırmaya da değinen İnceoğlu şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye seçmenlerinin tek uzlaştığı konu Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmeleri konusu. Bu konuda ciddi bir mutabakat var. Buna medya farklı biçimlerde katkı payı sağlıyor ve hatta göçmen karşıtlığını tetikliyor. Bunu şu yöntemlere başvurarak yapıyor: Suriyelileri olumsuz özellikler ve sözcüklerle tanımlıyor; ulusu tehdit eden değilse bile, (bizim için) bir sorun olarak ortaya koyuyor.”
“Haberlerde olumsuz ötekinin sunumu ile kendine hizmet eden olumlu biz sunumunun bir arada kullanılması, diğer tüm elit söylem biçimlerinde olduğu gibi olağan bir uygulamadır. Bu nedenle, suçla ilgili haberlerde Suriyeliler (özellikle de genç erkekler) hâlâ saldırganlık, gasp, isyan, hırsızlık, fuhuş ve özellikle uyuşturucu gibi belli suçlarla bağlantılandırılmaktalar. Ya da nefret, ayrımcılık ve cinayet kurbanı olarak resmedilmekteler, Suriyeli kimliğine ve kültürel farklılıklara gereğinden fazla vurgu yapılmakta. Doğrudan Suriyelilerle ilintili konular haber yapılmadığı için, standart kalıp yargıdan başka bir şey olamıyor. Oysa konu olduğu çok sayıda olay ve eylem haber değeri taşımaktadır.”
‘Sorumlu gazetecilik, biz ve onlar kutuplaşmasının tuzağına düşmez’
İnceoğlu, mültecilerle ilgili haberler konusunda medya için bazı önerilerde de bulundu: “Kalıp yargıların ötesine geçip çeşitliliğe odaklanma, haberin içeriğini belli bir bağlama yerleştirme; yalnız olaylar ve sonuçlar üzerine değil, aynı zamanda nedenleri üzerine odaklanma gibi. Deşifre etmek en etkin yöntemlerden biri. Gazeteciler kendi platformlarındaki nefret söylemini ve kullanıcı yorumlarını, nefret söylemini izleyen sivil toplum gruplarına rapor etmeliler. Şu anda Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey barış gazeteciliği. Sorumlu gazetecilik, ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasının tuzağına düşmez. Bu konuda yalnız medyaya değil, şüphesiz, iktidara ve muhalefete de büyük görev düşüyor.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – MÜLTECİLERİN DİLİNDEN KONUŞAN BİR MEDYA LAZIM