‘Babylon’un önündeyim’
Bir zamanlar İstanbul’da müzikseverlerin en sık kullandığı cümlelerden biriydi bu. Hatta ‘Babylon’un Önü’ adını taşıyan Facebook, Twitter hesapları açılmıştı. Asmalımescit’in renkli atmosferinde gençler, ruhu genç kalanlar ve yerli-yabancı müzisyenler, canlı performans mekânı Babylon’un önünde buluşur; konser öncesi ve sonrasında keyifli sohbetler yapılırdı. Ne yazık ki 2014 yazında Babylon’un önü tarihe karıştı; restorasyon yapılarak mekânın yeniden açılacağı söylendi fakat yaklaşık üç yıl geçmesine karşın Asmalımescit’in yıldızı hâlâ kapalı. Belki bir gün yeniden açılacak ama Babylon kapandığından bu yana Beyoğlu, artık eski Beyoğlu değil…
Yüzyıllardır farklı kültürleri kucaklayan, sürekli gelişerek yenilenen Beyoğlu, kentin eğlence dünyasının kalbiydi. 2011, bu durumu sonlandıracak olayların başladığı yıl oldu. Beyoğlu Belediyesi, o yıl dışarıya masa koyan restoran ve kafelere sınırlama getirmeye başladı. Hemen ardından, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Berat Kandili’nde restoranların sokaklara koydukları masaları görüp rahatsız olmasıyla, Asmalımescit’in kaderi değişti. Masa operasyonu yapıldıktan sonra işleri büyük oranda azalan esnafın zorlu günleri başladı, iflaslar geldi.
İstiklâl Caddesi ve Asmalımescit, son altı yılda ülkede değişen siyasi kültürün etkilerinin en derinden hissedildiği bölge oldu. Gezi Parkı’nda yaşananlar ve el değiştiren sermayenin ekonomiye yansımaları, Taksim’deki mekânların yapısını da yeniden şekillendirdi. Arap turistlere yönelik tasarlanan alışveriş odaklı AVM kültürü, en başta İstiklâl Caddesi’ni vurdu. Demirören AVM’nin ardından tarihi Emek Sineması’nı yok eden Grand Pera AVM, caddenin dokusunu bozdu. Birbiri ardına kapatılan geleneksel sinemalar ve kitapçılardan sonra kültür ve sanat izleyicisini Beyoğlu’na çeken temel yapılar ortadan kalktı. 2008‘den beri kapalı duran Atatürk Kültür Merkezi’nin perişan halini görmek giderek daha çok hüzün verir oldu. Taksim Meydanı, en son meydana dökülen betonla birlikte karakterini de yitirdi.
Kent merkezlerindeki terör saldırıları artınca birçok kişi, kalabalık ve turistik yerlerden uzak durmaya başladı. İstiklâl Caddesi’nde meydana gelen canlı bomba saldırısı, bu yöndeki endişeyi iyice pekiştirdi.
Tüm bunların sonucunda Beyoğlu’na gelen kitlenin niteliği farklılaştı; eğlence hayatının, kültür ve sanatın merkezi konumunda olan İstiklâl Caddesi ve Asmalımescit, ruhsuz bir tüketim kültürüne teslim edildi. Bu dramatik değişimden en büyük darbeyi alan ise müzik sektörü oldu. Mekânlar kapanırken, canlı müzik dinleyicileri başta Kadıköy olmak üzere kentin farklı bölgelerine kaydı. Bununla birlikte ardı ardına gelen konser iptalleri de müzik sektörünü ağır yaraladı. Olup bitenin boyutlarını ve çözüm önerilerini, sektörde çalışanlar, müzisyenler ve mekan işletmecileriyle konuştuk.
‘İstiklâl Caddesi açık hava AVM’si haline geldi’
Eski Asmalımescit’in popüler canlı müzik mekânı Babylon’un sahibi Pozitif’in Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Serim Yıldırım, Beyoğlu son 15 yılda hızla kabuk değiştirirken, bölgenin altyapısının buna paralel olarak değişmediği görüşünde. “İstanbul’un her yanına çok büyük yatırımlar yapılıyor ama İstiklâl Caddesi bu gelişmeden payını almadı. Bugün semt, çoğunlukla Türkiye’de yaşayan yabancıların ve turistlerin alışveriş yapıp vakit geçirdiği, ağırlıklı yeme-içme mekânlarının bulunduğu, büyük bir açık hava AVM’si haline geldi,” diyen Yıldırım bunun sonucunu şöyle aktarıyor:
“Elbette daha alışveriş odaklı bir kitleye hitap edince kültür sanat hayatından ziyâde ticari noktalar daha baskın olmaya başladı. Mülk sahipleri de daha kâr odaklı hareket etmeye başladı. Sonrasını ise biliyorsunuz.”
Bu durumda Asmalımescit’teki Babylon yeniden açılacak mı? Serim Yıldırım’a bunu sorduğumda aldığım yanıt şu oluyor: “Babylon 1999 yılında Asmalımescit’te açıldığında değişimin öncüsü oldu. Asmalımescit, Babylon’un mahallesi ve İstanbul’un eğlence hayatının çekim merkezi idi. Ancak belirttiğim gibi, İstiklâl Caddesi ve Taksim’in çehresi çok değişti. Öncelikle oraya yeni bir ruh getirmek için neler yapılabilir, ona bakmak lazım.”
‘İktidarlar Taksim’i ehlileştirmek istedi’
Rock grubu Redd’in gitaristi Güneş Duru, Taksim’deki yıkıcı değişimi yaratan nedenleri adeta bölgenin öncesi ve sonrasına ait fotoğrafları çekercesine aktarıyor. Duru, “Taksim, toplumsal muhalefetin en görünür olduğu kamusal mekân” diyerek, bölgede gözlemlediği değişimleri şöyle özetliyor:
“Ulaşım açısından, basın açısından, en önemlisi de tarihsel bir mekân olmasından ötürü iktidarların ehlileştirmek istediği bir yer Taksim. Öte yandan otuz yıl, belki daha üzün bir süredir Milli Görüşçüler’in en büyük düşü, Taksim’e görkemli bir cami kondurmaktı. AKP iktidarı ile birlikte bu yeniden gündeme geldi, karar da verilmiş… 2013’te cami mümkün olmayınca, Erdoğan Gezi Parkı’na eski bir kışla binasının yeniden yapılmasını gündeme getirdi ve Türkiye tarihinin en önemli itirazı geldi; Gezi direnişini yaşadık, içinde olduk.”
Güneş Duru, Beyoğlu’nun belirli bir yaşam biçimini temsil ettiği için özellikle AK Parti iktidarının hedefinde olduğunu düşünüyor:
“Masaların kaldırılması, içki ruhsatlarındaki zorluklar vesaire derken bilinçli bir dönüştürme projesi devreye sokuldu. Taksim ve Beyoğlu çevresindeki oteller sanıyorum daha düşük fiyatlar verdi ya da Arap turistler acentalarca doğrudan bu bölgeye yönlendirildi. Tatlıcılar, AVM’ler, büyük markalar, Beyoğlu’nun tarihsel karakterini dümdüz etti. Bir de üzerine patlayan bombalar… İş iyice karmaşık bir hâle geldi.”
Beyoğlu ve Taksim’in asıl kitlesi bölgeyi terk ederken, bugün dükkânlar birer birer kapanıyor. Güneş Duru, bunun nedenini şöyle anlatıyor: “Beyoğlu’nun gerçek tüketicisinin kim olduğunu kestiremeyen iktidar ve Demirören gibi markalar, yaptıkları yatırımların kısa vadede sonuç vermeyeceğini anladı. Barlar, kafeler ve konser salonları eskisi kadar ilgi görmüyor. Cadde ve sokaklar pis, düzensiz ve dağınık. Bu değişimin majör etkeni, AKP’nin dünyayı kendinden ibaret sanma hatası.”
Mabel Matiz: Dönüşüm Beyoğlu’nun neşesini yok etti
Beyoğlu’ndaki dönüşüme dair görüşünü sorduğum müzisyen Mabel Matiz’in yanıtı ise, “Pek çok bar, konser mekânı, sergi alanı ya da tarihi bina kapılarını kapattı. Bunlar semtin kültürel yapısını doğrudan değiştiren, neşesini yok eden dönüşümler oldu. Eskiye nazaran daha az ‘çoksesli’ buluyorum Beyoğlu’nu” şeklinde oluyor.
‘Aynılaşan, sığlaşan, ötekini yok eden yapı’
Son birkaç yılda bağımsız müzik sahnesinde önemli bir çıkış yapan indie rock grubu In Hoodies’i yaratan Murat Kılıkçıer, Bursa’da yaşasa da konserler nedeniyle sık sık İstanbul’a geliyor. Taksim’de katlanarak artan değişime tanıklık etmenin kendisi için korkunç olduğunu söyleyen Kılıkçıer, bunun toplumdaki davranış dinamiklerine yansımasına dikkat çekiyor:
“Politik yapıdan yayılan karanlık, bireyler arasında ve tüm sosyal ilişkilerde kendini yeniden ürettiği gibi sokakları da kaplıyor. Genel bir betonlaşma yanında, Beyoğlu özelinde aynılaşan, sığlaşan, ötekini yok eden yapıyı fark etmemek imkânsız. Özellikle kitapçı, plakçı, galeri gibi sanat alanlarının gitgide azaldığı, onların yerine açılan zincir yiyecek ve giyim mağazalarının caddeye hakim oldukları çok açık. Sanatla ilişki kurulabilen alanların daralmasıyla birlikte sosyal anlamda da caddedeki genel insan profilinin ve aynı insanların davranış dinamiklerinin değiştiğini söylemek yanlış olmaz.”
‘Gezi’nin anıları terk edilmiş Beyoğlu’nun altında kaldı’
Bant Mag dergisinin kurucularından, yazar ve müzisyen James Hakan Dedeoğlu, ülkede gerilemenin en sembolik yaşandığı yerlerden birinin Beyoğlu olduğunu anlatırken, Gezi sürecine de vurgu yapıyor:
“Beyoğlu, devletin şiddetiyle, vizyonsuz şehircilik ve kültür anlayışıyla mahvettiği bir yer maalesef. Ayrıca Gezi sonrası dönemin de etkisi var kanımca. Gezi’nin anıları, Beyoğlu’nun bugünkü terk edilmiş, boşaltılmış hâlinin altında kaldı; birçok insan bunu görmek istemiyor ve gitmiyor.”
Dedeoğlu, Beyoğlu ile birlikte özellikle alt-kültürün yok olmadığını, tam tersi başka mahallelerde farklı şekillerde yeşerdiğini söylüyor:
“Eskiden tek bir bölgede yoğunlaşan müzik, sanat, gece hayatı artık başka mahallelere yayılmış durumda. Bu da züğürt tesellimiz olsun. Tüm bunlara rağmen Beyoğlu’nun yeri ve zamanı gelince silkelenip, yeniden kendine geleceğine şüphem yok. O kültür, o sokaklardan öyle kolay kolay sökülüp atılmaz.”
‘Kimliksizleştirme gayreti var’
2012 yılından bu yana Tomtom mahallesinde Kontra Plak’ı işleten Okan Aydın, Beyoğlu’nda gözlemlediği değişimin bilinçli bir planlama sonucu olduğu kanaatinde. İnsanların Beyoğlu’na gitmelerine yol açacak ‘güzel nedenler’ listesinin daraldığını söyleyen Aydın, yaşananları şöyle aktarıyor:
“Bu değişim, kabaca 5-6 yıllık bir arka plandan beslenen, yapılan ve yapılmayanlarla biraz da bilinçli olduğunu düşündüğüm ve Gezi dönemi sonrası iyice su yüzüne çıkan bir eylem pratiğinin ve bakış açısının sonucu. Bunu basitçe bir kimliksizleştirme projesi gayreti olarak tanımlamak da olası. Öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ve uzunca bir liste oluşturan olumsuz şartlar nedeniyle ekonomik ve kültürel açıdan da darbe alan bir Beyoğlu var önümüzde. Ciddi anlamda düşen İstiklâl Caddesi trafiği, özellikle büyük markaların şubelerini kapatmalarını; akabinde yüksek kiralar ve potansiyel düşük iş hacmi beklentisi de, bu yerlerin pek çoğunun boş kalmasını ve kirli bir görüntüyü de beraberinde getirdi.”
İnsan trafiğinin düşmesi ve özellikle alkollü mekânlar için belediyenin bilinçli olarak uyguladığı negatif politikaların pek çok içkili mekânın kapanmasına neden olduğunu söylen Okan Aydın, “Bu tip yerlerin sayısının azalması, bu defa etraftaki küçük esnafın günlük işlerine olumsuz yansıdı. Üzerine azalan turist geliri derken ortaya yeme-içmeden eğlence sektörüne kadar geniş bir iş yelpazesini etkileyen olumsuz bir tablo çıktı. Küçük ve orta ölçekli canlı müzik mekânları da bundan etkilendi. Ya küçüldüler ya kapandılar ya da göreceli olarak programlarını zayıflattılar” diyor.
‘Yeni Türkiye, yeni Beyoğlu’
Müzik sektöründe uzun zamandır Teknik Müdür olarak görev alan Okan Budak, sorunun siyasi olduğu görüşünde. Söyledikleri bölgedeki değişimin arka planını oldukça net ortaya koyuyor:
“İktidarın çıkarları doğrultusunda sermaye ağırlıklı olarak Arap turizmi ekseninde el değiştirdi ve yandaş olana devredildi. Bölgenin dokusunu oluşturan değerler hiçe sayılarak, özellikle eğlence sektörüne sistematik şekilde uygulanan caydırma ve bezdirme çabaları sonucunda dalga dalga ilerleyen bir dönüşüm süreci geçirildi. Kültür ve sanat faaliyetleriyle varlığını sürdüren kuruluşların dinamikleri zayıflatıldı, satın alınarak başka profillere dönüştürüldü, direnci azaltılarak yok edildi. Sonuç olarak Beyoğlu bölgesi, kültür, sanat ve eğlence ekseninden kayıp, ekonomik çıkarlar için yatırıma uygun, suç oranlarının azaldığı, yeni Türkiye hayaliyle siyasal İslam’a uygun bir fotoğraf için yeniden dizayn edildi.”
‘Satış garantisi daha önemli hâle geldi’
Taksim civarındaki olumsuz değişimlere direnemeyip kapanan mekanların yanı sıra, faaliyetine devam edenler de mevcut. Şişhane’de yer alan Salon’un İçerik ve Etkinlik Direktörü Deniz Kuzuoğlu, şu an bu bölgenin enerjisinden ekonomik döngüsüne kadar durgun bir dönem yaşadığının inkâr edilemeyeceğini vurgulasa da her zaman önemini koruyacağı inancında. “Mekânlar azaldı, olanların bir kısmı bölge değiştirdi, her sene yeni bir festival takvime eklenirken, bir kısmı yapılamamaya başladı, satış garantisi olması düzenlenen etkinliklerin seçiminde daha önemli bir hâle geldi” diyen Kuzuloğlu, organizatörlerin yaşadığı zorluğu da gündeme getiriyor.
KargART’ın yöneticisi ve bağımsız dergi Karga Mecmua’nın Yayın Yönetmeni Tayfun Polat, Beyoğlu’ndaki değişimlerin müzik sahnesine etkisinden söz ederken, “Canlı sahnenin merkezi konumundaki bir bölgeye insanların gitmek istememesi, yani oradaki etkinliklerde artık seyirci olmamasından bahsediyoruz, daha nasıl etkilensin ki?” diye çarpıcı bir soru soruyor.
Güneş Duru, “Bu durum, kimilerini etkilerken kimilerinin yüzünü güldürüyor. Bir yandaşlığını gizlemeyenler var, onlar zaten kazanıyor. Bir de her daim popüler olanlar var; onlar da sponsorlar sayesinde yapılan konserler ile kazanmaya devam ediyorlar” diyerek iktidar yandaşlığının etkilerinden söz ediyor.
Bu ortamda bağımsız müziğin yaşaması ve paylaşılması çok daha zor diyen Murat Kılıkçıer, çoğu mecranın sadece güvenli, risksiz adımlarla devam ettiğini ve bunun da ancak eskinin tekrarı ve ekonomik hesaplara dayalı, popüler paylaşımlara olanak tanıdığını anlatıyor: “Farklılığa tolerans ve yeniye ilgi azaldıkça, müzisyenden dinleyiciye müziği ulaştıran yolda pek çok kanal, bahsettiğimiz sebeplerle gitgide daha da tıkanıyor.”
‘Konser iptalleri işsizliği tetikliyor’
Son yıllarda müzik sektöründe sıklıkla etkinlik iptallerine tanık oluyoruz. Bir terör saldırısının ardından futbol maçları, TV dizileri devam ederken, her zaman iptal edilen konserler oluyor. Müziğin toplumda sadece eğlence olarak algılanmasının bir sonucu olan bu durumun, sektöre etkisi oldukça ağır. Mekânlar kapanırken, iflaslar yaşanıyor ve işsizlik artıyor. Bu sektörde düzenlenen bir etkinlikten birçok çalışanın ekmek kazandığını düşünürsek, ardı ardına gelen iptallerin yarattığı sarsıntının ne kadar ağır olabileceğini tahmin edebiliriz.
Hem yapmaya hem takip etmeye çalıştığı müziğin bu ortamdan doğrudan etkilendiğini söylüyor Murat Kılıkçıer: “Son üç In Hoodies konseri farklı sebeplerle iptal edildi ya da ertelendi. Yine birkaç sene önce koşa koşa gideceğimi düşündüğüm etkinliklere gitmediğim ya da gidemediğim çok oluyor. Genel korku ortamından sıyrılmaya çalışsak da bahsettiğimiz ekonomik, politik sebepler ve oluşan sosyal sis sebebiyle daha kapalı bir yaşama itiliyoruz.”
Canlı performans sayılarında bariz bir azalma olduğunu Güneş Duru da söylüyor: “Örneğin üç yıldır hiçbir üniversite konserinde çalamıyoruz. Üniversitelerde yapılan anketlerden birinci çıktığımız da oluyor. Ama okullardan izin çıkmıyor. Yarı yarıya azaldı diyebilirim,” diyen Duru mekânlardaki yozlaşmayı da gündeme getiriyor: “Mekânlar da yozlaştı, hiçbir şey vermeden çok kazanmak istiyorlar. Müzisyenlerin çalma isteği ve geçim derdini kullanıyorlar.”
‘Müzik, iptal edilebilir bir eğlence biçimi değildir’
Çevresinde çok sayıda işini kaybeden olduğunu söyleyen Mabel Matiz, “Birlikte çalıştığımız mekânlarda ve organizasyonlarda pek çok müzik emekçisinin bu durumları yaşadığını gördüm. Ayrıca zaman zaman birçok müzisyen yakınım için de benzer durumlar oldu,” diyerek sektördeki yoğun işsizliğin altını çiziyor.
“Konser iptali kadar saçma bir refleks olamaz,” diyen James Hakan Dedeoğlu, müziğin de ciddi bir endüstri olduğunu belirtiyor: “Müziğin iptal edilebilir bir eğlence biçimi olduğu anlayışının derhal terk edilmesi gerekiyor. Müziğin ayrıca basit bir tüketim metası, bazı gençlerin eğlenmek için takıldıkları bir piyasa değil, binlerce insanın işi olan ciddi bir endüstri olduğunun anlaşılması lazım.”
‘Sektördeki daralma değil, yere çakılma’
Şehir merkezinde bombalar patladığı, mekânların silahla tarandığı yerde insanların da müzik dinlemek için dışarıya çıkmadığını anlatan Okan Budak’ın şu sözleri ülkedeki durumun müzik sektörüne vurduğu yıkıcı darbeyi ortaya seriyor: “Bir yandan da Türk Lirası giderek değer kaybediyor. Durum böyleyken insanlar için evlerde ya da alternatif yerlerde toplanmak hem güvenlik hem de ekonomik açıdan daha cazip hale geldi. İşletmeler, kurumlar varlığını sürdüremez durumda. Neredeyse her gün bir iflas ya da kapanma haberini duyduğumuz günlerdeyiz. Bugün bile biri 13 yıllık, diğeri 15 yıllık geçmişi olan, sektör içerisinde oldukça önemli iki müzik mekânının kapanma kararına gittiği haberini aldım.”
“Ayrıca ağırlıklı olarak Beyoğlu bölgesindeki mekânlarda yurtdışından getirdiği DJ’lerle müzik etkinlikleri düzenleyen organizatör iş ortaklarımızdan biri de başka bir ülkede iş yapmanın alternatif yollarını araştırmak için ülkeden ayrıldı. Büyük ölçekli organizasyon ve prodüksiyon firmalarının yarısından fazlası artık yok. Çok sayıda insan işsiz kaldı ya da sektör değiştirdi. Sonuç olarak kültür ve sanat çatısı altında toplayabileceğimiz müzik, organizasyon, prodüksiyon, turizm, yeme – içme, eğlence sektörü çalışanları, büyük bir iş nüfusunu oluşturuyordu ve bu insanlar şu anda maalesef işsiz. Çalışmayı sürdürenlerin de aylardır maaşlarını alamadıklarını biliyorum. Ülkede genel işsizlik olduğu ve alternatif fırsatlar bulunmadığı için çaresizce çalışmaya devam ediyorlar,” diyen Budak, yaşananlar için “yere çakılma” tabirini kullanıyor.
Canlı performanslar Kadıköy’e mi kaydı?
Beyoğlu/Taksim civarında anlatılan dönüşümün ortaya çıkmasından sonra canlı performansların Kadıköy’e kaydığı yönünde yaygın bir algı var. Kadıköy’ün sevilen mekânlarından KargART’ın yöneticisi Tayfun Polat’a göre bu doğru bir algı. “Evet, kesinlikle canlı performanslar Kadıköy’e kaydı,” diyor Polat ve “suni bir çekimden” söz ediyor: “Beyoğlu’nu kaybetmek, Kadıköy’ün kaldıramayacağı bir yoğunluğu da getirdi. Her şeyden önce; Kadıköy, Beyoğlu/Taksim gibi iş merkezi, eğlence merkezi olan ya da öyle planlamış bir yer değil. Son yıllardaki mekân yığılmasına rağmen Kadıköy, hâlâ öncelikle mesken olarak planlamış binaların bulunduğu bir muhit. Dolayısıyla başta trafik (ve beraberinde park yeri) olmak üzere ciddi problemli bir alan. Altyapısı bu kalabalığa hazır değil. Tüm Kadıköylüler taşınsa bile olmayacak. Suni bir çekim var şu anda. Ama Beşiktaş, Karaköy, Şişli gibi merkezler zamanla buradan yük alacaktır diye düşünüyorum. Her gün mekân açılıp kapanıyor. Bu sirkülasyon durulacaktır.”
Yine de bu çekime karşın Karga’da iş hacminin daraldığını da belirtiyor Tayfun Polat: “Karga’da iş hacmi daraldı doğal olarak. Ama bunun bir sebebi, mekân alternatiflerinin artmasıysa, diğer sebepleri ekonomi ve güvenlik ihtiyacı. Evde müzik dinlemek ve içki içmek, daha ucuz ve daha güvenli.”
Mabel Matiz de Kadıköy’e doğru yöneliş olduğunu düşünenler arasında: “Doğruluk payı kesinlikle var. Beyoğlu’nda yitirilmeye başlanan çokseslilik şuan Kadıköy’de var.”
‘Konserlerin çoğu hâlâ Avrupa yakasında’
Deniz Kuzuoğlu da yeni yeni mekânlar açıldığını, Beyoğlu’ndaki bazı mekânların Kadıköy’e taşındığını söyleyerek bu algıyı doğrularken, bunun sebebini şöyle anlatıyor: “Bu algının asıl sebebi, Anadolu tarafında yaşayan kitlenin artık çok fazla Avrupa tarafına geçmeyi tercih etmemesi. Evden çıkma kararı, onlar için karşıya geçme kararı demek; buna yine aynı temkinlilikle yaklaşıyorlar. Konser ve etkinliklerin hâlâ büyük bir kısmı Avrupa tarafında. Katılım oranlarına baktığımızda da hâlâ en büyük pay bu tarafta. Bir yandan da haritaya baktığımızda, ne Avrupa yakasını ne de Anadolu yakasını tek bir bölgeye indirgeyebiliyoruz. Yeni kültür-sanat haritasında Anadolu yakasına Kadıköy dışında Ataşehir, Avrupa yakasına da Beyoğlu’na Beşiktaş, Bomonti, Gayrettepe, Maslak bölgeleri eklendi.”
Kadıköy’de yakın zamanda faaliyete giren etkinlik mekanı Bina’daki etkinlikleri düzenleyen, Bant ekibinden James Hakan Dedeoğlu ise, canlı performansların tamamen Kadıköy’e kaydığı görüşünün yanlış olduğunu düşünüyor. “Evet, yeni konser mekânları açıldı, bazıları iddialı, bazıları ufak tefek. Ama bu mekânların hemen hemen hepsi yerli gruplara yer veriyor, ki bu yerli sahne için harika bir şey. Ama yabancı gruplar ve daha büyük prodüksiyonlar için adres yine Avrupa yakası,” diyor. Yine de konser bazlı olmasa da Kadıköy’ün gece hayatında, sanat cephesinde ciddi bir hareketlenme olduğunu da ekliyor: “Çok daha fazla insan, çok daha fazla mekân, çok daha fazla fikir alışverişi ve etkinlik var artık Kadıköy’de.”
Sektörü canlandırmak için ne yapmalı?
Güneş Duru: Üretenden çok yayanın borusunun öttüğü bir ülkeyiz
Sektörde işsizlik ve emek sömürüsünü beraberinde getiren bu durumun çözümü için alınabilecek önlemler var mıdır? Bu ortamda yapılabilecek en faydalı çaba ne olabilir? Yaşananların resmini net biçimde ortaya çıkardıktan sonra, müzik sektöründe yer alan herkesin bu sorun üzerinde kafa yorup çözüm üretmesi ve zararı azaltmak için el ele vermesi gerekiyor.
Bu durumda akla hemen müzik meslek birlikleri geliyor ama o konudaki umutsuz durumu Güneş Duru anlatıyor: “Müzik meslek birlikleri mevcut yapılarıyla işlevsiz kalıyor. Gezi’de Kral Müzik TV, müzisyenlere ayar veren bir metin yayınladı. Tek bir meslek birliği sesini çıkarmadı. Oysa bu mecraların içeriği bizleriz. Yapımcılar, ‘Madem sen bize ayar veriyorsun, ben de çekiyorum kardeşim tüm kataloğumu’ dese, Kral bu ayarı veremez bir daha. Üretenden çok yayanın borusunun öttüğü bir ülkeyiz.”
Tayfun Polat: Herkes aynı koşulları isterse, mekânlar çalacak müzisyen bulamaz
Tayfun Polat’ın da meslek odalarından umudu yok. “Çözüm birlik olmak. Kimseyi temsil edemeyen beş tane meslek odası ile bu iş olmayacak. Müzisyenler bir araya gelmeli ve kendi kurallarını koymalı. Kar yağdı diye konser iptal ediliyor, diğer sebeplere gelmeyelim daha…”
Müzisyene kötü muamelede bulunan mekânlar olduğunu söylüyor Tayfun Polat ve bunu bile bile gidip orada çalan başka müzisyenlere lafını esirgemiyor: “Konserleri iptal edenler kim? Mekânlar, çekilen sponsorlar, ‘belli’ hassasiyetler yüzünden tepki çekme ihtimalleri, para kazanamama olasılıkları. Para kazanamama olasılığı belirdiği anda mekân iptale gidebiliyor. Bunun için de hiçbir tazminat ödemiyor. Demek ki müzisyenler, doğru dürüst sözleşme yapmayı beceremiyor. Bunu tek başına yapamayabilirsin, koşullarını kabul etmezler ve çalacak yer bulamazsın. Ama hep birlikte aynı koşulları dayatabilirsin. Herkes aynı koşulları isterse, mekânlar çalacak müzisyen bulamaz. Senin konserini iptal eden mekânda bir daha çalma. Bu kadar basit bir çözüm var.”
“Ben birlikte üretmeye, birlikte ses çıkarmaya inanıyorum. Her koşulda üretmek, dile getirmek, dinleyiciye ulaşmak çok önemli. Bu bağlantı olduğu sürece müzik susturulamaz,” diyen Mabel Matiz, sektör sorunlarıyla ilgili olarak müziğe emek verenleri aynı çatıda toplayan kurumların daha çok inisiyatif almaları gerektiğini vurguluyor.
Murat Kılıkçıer: Alternatif mecraları güçlendirmeli
Murat Kılıkçıer’in önerisi ise, daha çok üretmek ve paylaşmak. “Bu kadar korkunun, karanlığın, siyasal, bireysel sıkışmanın altından, sadece daha çok renk ve daha çok sesle kurtulabiliriz,” diyor ve altkültürleri korumanın önemine işaret ediyor: “Nerede olursa olsun sömürüyü ifade etmeli ve kime, kim tarafından yapılırsa yapılsın haksızlığın karşısında birleşebilmeliyiz. Az da olsa birkaç alternatif sahne, kolektifler, bağımsız sayılabilecek alanlar, burada olanlara değer veren yayınlar, yazarlar, sayıları sürekli azalsa da birkaç alternatif mecra var. Altkültürleri ve alternatif sahneyi boğazlayabilecek şeylerle sarılı olduğumuz gibi, bunları var etmek, yenilerini yaratmak ve büyütmek için ihtiyacımız olan her şey de etrafımızda aslında.”
James Hakan Dedeoğlu: Husumet değil dayanışma öne çıkmalı
James Hakan Dedeoğlu’na göre sektördeki durumun ülkenin içinde bulunduğu genel ortamdan bağımsız olarak düzelmesi olanaklı değil. “Eğitimin, spor endüstrisinin, sanat dünyasının, medyasının bitik vaziyette olduğu, hiçbir etiğinin, geleneğinin kalmadığı bir yerde müzik sektörünün de güllük gülistanlık olmasını bekleyemezseniz elbette. Dolayısıyla işsizlik, sömürü gibi konuların düzelmesi için ülkenin haleti ruhiyesinin, ekonomisinin, ahlâkının da düzelmesi gerekiyor.”
Buna karşın müzik dünyası açısından yapılabilecek bazı şeylerin olduğunu da söylüyor Dedeoğlu ve dayanışmanın önemini anlatıyor: “Sanırım işe kavga dövüş, yaftalama, boklama, çekememe, gruplaşma gibi gerçekten hiçkimseye faydası olmayan davranış ve takıntıları bırakarak başlanabilir. Zira, artık ülkenin halinden olsa gerek, şu güzelim küçücük piyasada bile dayanışma yerine husumet ve çekememe ön planda. Yazık. Birbirimize bunun bir hobi değil, etiği olması gereken ciddi bir üretim, iş, meslek, sektör olduğunu anlatmamız gerek. Ama tüm bunları bir kenara koyup, şu zor dönemde harika işlere imza atan müzisyen, grup ve yeni bağımsız plak şirketi, yayın ve oluşumlara koca bir teşekkür etmemiz ve sıkı sıkıya onlara sarılıp destek olmamız gerekir.”
Okan Aydın: Her yaştan insanı Beyoğlu’na çekebilecek bir ortam oluşturulmalı
Beyoğlu’nu yakından tanıyan Okan Aydın, çözüm için mutlak surette belediye politikalarında radikal bir bakış açısı değişiminin elzem olduğunu düşünüyor ve önerilerini özetliyor: “Portal ya da göstermelik festival organizasyonları yerine Beyoğlu’nun geçmişiyle ve tarihsel dokusuyla barışık, her yaştan insanı buraya çekebilecek bir ortam oluşturulmalı. Bahsettiğim, AKM ya da Taksim meydan düzenlemesi gibi kronik ana sorunlara girmeden; basit, pozitif bir yaklaşım ve işbirlikleriyle ortaya çıkarılabilecek etkinlikler. İnsanları Beyoğlu’na getirecek, ziyadesiyle sıkıntılı dokuya canlılık katacak kültür, sanat, spor ve eğlence odaklı etkinlikler. Beyoğlu, siz ona bir verseniz, geriye on verecek denli yüksek potansiyele sahip bir yer. Sadece ve sadece iyi niyetle yola çıkmak ve aklı selime kulak kabartmak bile kâfi gelir, gelecektir.”
Kültür sanatı hayatının merkezine koyanlara da önemli bir görev düştüğünü belirten Okan Aydın, “Bu sıkıntılı dönemde gördük ki uluslararası pek çok büyük firma, kâr görmediği anda arkasına bakmadan çekip gidiyor. Beyoğlu gibi marka yerleri bugüne ve geleceğe taşıyan itici güç, o global markalardan değil; bölgeyle özdeşleşmiş, birçoğu butik diyebileceğimiz kimlikli yapılar üzerinden şekilleniyor, tarihe işleniyor,” diyor.
Deniz Kuzuoğlu: Yerli sahne bu sektörün can damarlarından biri
İstanbul canlı müzik sahnesinin beğenilen mekânlarından Salon’un programının sezon başından beri planlandığı şekilde devam ettiğini söyleyen Deniz Kuzuoğlu, sektörün yeniden genişlemesini sağlayabilmek için kültür-sanat alanında İstanbul’un daha önce yakaladığı ivmeyi geri kazanmasının önemini vurguluyor: “Hem özel kuruluşların hem de devlet kurumlarının politikalarını kültür-sanat kurumlarına desteği sürdürecek şekilde geliştirmesi lazım. Mekânlar olarak bu zor zamanlarda birbirimize destek olmamız gerekiyor. Yerli sahne bu sektörün can damarlarından biri; özellikle yerli sahnenin alternatif isimlerinin üretimine destek olmak, onlara programlarda daha sık yer vermek, sürdürülebilirlik açısından çok önemli. Ayrıca izleyicilerin de kültür-sanat konusundaki hassasiyetlerini ve katılımlarını artırması, en büyük ihtiyaçlarımızdan. İzleyici katılımı açısından yapılabilecek de çok şey var.”
Okan Budak: Birbiriyle örtüşen işletmeler güç birliğine gitmeli
Sektöre uzun yıllardır hizmet veren Okan Budak’ın gelecekle ilgili öngörüleri ise umutlu değil. “Gezi sürecinden bu yana, özellikle son seçimlerden sonra ardı kesilmeyen terör eylemlerinden dolayı müzik piyasası çöküşte ama bunun öncesinde yaklaşık on yıl boyunca altın çağını yaşadı,” diyor Budak ve müzik piyasasının yükselişte olduğu dönemlerde bile önemli derecede sendikalaşma, dernekleşme gibi bir yaklaşımda bulunmamış olmasının olumsuz sonuçlarına dikkat çekiyor: “Hak ve hukukun yok olduğu böylesine bir zamanda, ne önlem alınabilir ben bile bilmiyorum açıkçası. Birbiriyle örtüşen işletmelerin ya da şahısların konsorsiyum yaklaşımıyla güç birliğine gidip, maliyetlerini minimum seviyeye çekmelerini tavsiye edeceğim. Zira önümüzde yakın zamanda iyi bir gelişme olmayacağı çok belli. Varlığını sürdürmeyi başarabilenler kısıtlı da olsa istihdam sağlamaya devam edecekler. Sonuç olarak bozuk düzende sağlam hiçbir çark işlemiyor ve bir çözüm yolunun olduğuna dair inancım yok.”