Gazeteciliği kurtarmak: Dijital yayıncılığın ekonomisi başlıklı soruşturmamda sürdürülebilir bir modelin nasıl kurulabileceğine dair olası cevapları bir araya getirmeye çalışmıştım. Journo’da bu konuyla ilgili hem çalışan hem de işleten yönünden yeni medyada yayıncılığa ilişkin makaleler çevirmeye ya da yayınlamaya çalışıyoruz. Örneğin, geçen hafta yayınladığımız İspanyol El Diario gazetesinin başarısı dijital yayıncılara örnek oluyor başlıklı içerik, alternatif haber-yorum sitelerinin medya modelleri bakımından Türkiye’yle bir şekilde benzeşen İspanya’da yine bir şekilde birilerinin tutunabildiğini gösteriyordu.
Ancak haberin satır aralarında kalan önemli bir istatistik vardı: %60’lık bir reklam pazarının varlığı. El Diario’nun %40’ı üyelik ve benzeri şekillerde elde edilen toplam gelirindeki aslan payının hâlâ reklam alanında olması birçok açıdan dijital yayıncılık yapanların reklamla aralarına mesafe koyamayacağının kanıtı. Oysa hepimizin bildiği ve parçası olduğu bir gerçek var. Her geçen gün daha fazla okur, siteleri reklamsız göstermeye yarayan eklentilere yöneliyor. Gazetelerin de bu konuyla ilgili olarak aklı karışık. Bazı yayınlar reklam engelleyici kullananların sitedeki içeriğe erişmesini engellerken, bazıları buna izin veriyor. Dünyaca ünlü iş ve ekonomi dergisi Forbes ise başlangıçta disiplinli bir şekilde uyguladığı ‘adblocker’ları etkisiz kılma politikasından geri adım attı. Tabii mesele reklamla bitmiyor, zira reklam da hedef kitleye yönelik işe yaramış,başarılı bir yayın stratejisinin sonucu olarak gelişiyor. Türkiye’de arada sırada rastlanan ama ‘çarkı döndürmeyen’ hayır işini andıran reklamlar, reklam derken benim ortaya koyduğum gelir modeli örneğini tam olarak karşılamıyor.
Okur daha minör hikâyelerin peşinde koşuyor. Günlük hayatını etkileyen ‘büyük’ olayları dahi kendi çerçevesinden görmek istiyor.
Okur davranışıyla ilgili özellikle Türkiye’de ciddi araştırmalar yapmak şart; hele ki büyük bir ‘haber sitesi’ kurmak istiyor, bir boşluk doldurabileceğinize inanıyorsanız. Örneğin, 10-20 bin arası tekil günlük trafiği olduğuna dair veri elde edilebilen bir haber sitesinin, kendini döndürebilir bir gelir elde etmesi mümkün olmuyor.
Peki okur neden kaliteli içerik ürettiğine dair emarelerin mevcut olduğu Zete gibi mecraları ‘yeterince’ tercih edilebilir bulmuyor? Bu soruyu yanıtlamak için okur taleplerine dair bazı geri bildirim kaynaklarına göz atalım. Zira okurun ne istediğine dair net bir veriye hakim değiliz. Ancak okur temsilcilerine gelen bazı şikayetlere ve önerilere bakarak okurun ne istediğini anlamak zor değil. Okur daha minör hikâyelerin peşinde koşuyor. Günlük hayatını etkileyen ‘büyük’ olayları dahi kendi çerçevesinden görmek istiyor. Ama bununla da kalmıyor. Okur aynı zamanda bir medya okur yazarlığı davranışı da gösteriyor.
Örneğin, Hurriyet.com.tr’de 29 Mayıs’ta çıkan “Venezuela’da hamburger 170 Dolar” başlıklı içerikle ilgili şikayetler; ‘gel gel gazeteciliği’nden ve aldatılmaktan okurların da bıktığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Okurun önemli geri bildirim kaynaklarından biri de yeni medya. Gazeteler ne yazık ki yeni medyayı, özellikle Twitter’ı, okurla ve onun talepleriyle yüz yüze gelmek için verimli kullanamıyor. Hatta çoğu zaman o kadar tepkisiz kalıyorlar ki naif bir okur yorumu, takipsizlik ve cevapsızlık yüzünden gazetelere yönelik kitlesel kampanyalara dönüşebiliyor. Özellikle Change.org’a baktığınızda gazeteleri ‘davranış değiştirmeye’ çağıran birçok kampanya görüyorsunuz.
Meselemize döneceğimiz nokta ise tam da burası. Okurun beklentisi hâlâ Hürriyet’ten ya da Cumhuriyet’ten yana. Okur ‘yeni medyada’ da olsa habere krediyi kağıt baskı tarihi üzerinden veriyor; internet yayınlarına dair ise çok daha eleştirel. Zira okur “ben de yapabilirim” dediği bir şeyi eleştirmeye çok daha yatkın. Ucuz haber yönetim sistemleri ve daha nice imkân daha gayri-merkezi bir medya ortamı yaratırken, üstünde düşünülmeden açılmış binlerce site yeni medyaya alıcısı olmayan ya da mevcut alıcıyı tatmin edemeyecek içerikler salıyor. Ama, örneğin T24 ya da Diken’in, daha sık ve sert hatalar yapanlara göre çok daha fazla eleştirildiğini görüyoruz. Bu bir yandan gazetelerin sosyal ağlardaki varlığının gazetenin fiziki varlığında daha zayıf olduğuna dair bir yanılgıya bağlanabilecekken öte yandan da bu yayınların kimliğinin yeni medyada yoğurulmuş olmasına bağlanabilir.
Ama okur delicesine eleştirdiği bu mecralar için para ödeme konusunda belirgin bir irade göstermiş değil. WordPress gibi CMS’lerde son dönemlerde çıkan ‘ücretli içerik’ özellikli temalar aslında gelir modelleri konusunda farklı bir yönelime işaret ediyor. İnsanların okudukları şeyler için para ödemelerinin şart olduğuna.
İçeriğimize bir değer biçmeliyiz; içeriği uğruna ürettiğimiz kitleden geri bildirim alabilmeliyiz.
Şahsen internetin bedava olmadığını, ürettiğimiz kaliteli içeriklerin doğru bir strateji ile kurgulandıkça alıcısıyla belirli bir bedel karşılığı bulaşması gerektiğini düşünüyorum. Zira içeriğimize bir değer biçmeliyiz; içeriği uğruna ürettiğimiz kitleden geri bildirim alabilmeliyiz.
Yaklaşık 10 yıldır farklı platformlar kurmuş, yönetmiş, farklı platformlar için üretmiş bir yayıncı olarak fark ettiğim şeylerin başında okurlardan övgü ya da tepki sık sık alsak da yayın politikamıza ilişkin önerilerin çoğu zaman konuşulmuyor olması geliyor. Bu hem bir ‘iş modeli’ kurgulayan insanlar için büyük bir hata hem de okurlar için belki de fark ettikleri bir düşüşü/yok oluşu engelleyememe durumu olarak vuku buluyor.
Böylesine hataları engellemek, okurun mecrayla angajmanını arttırmak için okuru yönetim süreçlerine okur temsilciliğinden daha net biçimlerde katmakta fayda var. Şimdi sıra bunun için ideal yöntemleri aramakta.