Türkiye’de polisin şiddet kullandığı görüntüleri son günlerde özellikle sosyal medyada, sokağa çıkma yasakları sırasında gördük. Dünya ise George Floyd’un Minneapolis’te polis şiddetine uğradıktan sonra ölmesiyle ABD’yi saran protesto gösterilerini konuşmaya devam ediyor.
Birçok yayıncı, “Biraz sonra rahatsız edici görüntüler izleyeceksiniz” gibi bir uyarıdan sonra bu tür görüntüleri yayımlıyor. Bu gerekli mi ve etkili mi? Şiddeti haberleştirirken nelere dikkat etmeli? Gazeteciler Faruk Bildirici, Can Ertuna, Ezo Özer ve Deniz Ayas ile konuştuk.
ABD’de gözaltına alınırken polisin boğazına diziyle bastırdığı George Floyd’un son sözüydü “Nefes alamıyorum.” Floyd’un ölümüyle birlikte tekrar gözlemledik: ABD dâhil birçok ülkenin haber bültenlerinde, şiddet görüntüleri öncesinde bir uyarı metni ekranda beliriyor.
Türkiye’deki ana haber bültenlerinde de, televizyon kanallarının saat başı bültenlerinde de bu uygulamayı pek görmüyoruz.
❝Nefes alamıyorum!❞
ABD'de polisin sert müdahalesine maruz kalan siyahi adam çevredekilerin gözleri önünde hayatını kaybetti
▶️ https://t.co/hfMuDq0Baf pic.twitter.com/FlwqMHB7LM
— euronews Türkçe (@euronews_tr) May 26, 2020
Polis şiddeti ve genel olarak şiddet içeren görüntülerin nasıl haberleştirilmesi gerektiğini Faruk Bildirici ve Can Ertuna’yla, hâlihazırda nasıl bir süzgeçten geçirildiğini de Artı TV Ana Haber Bülteni spiker Ezo Özer ve sözcü.com.tr haber müdürü Deniz Ayas’la konuştuk.
Bildirici, eskiden Türkiye’de yaygın olarak benzer uyarıların yapıldığını hatırlatarak “Mutlaka bu uyarının yapılması gerekir” diyor. Can Ertuna da, “herkes rahatsız olacakmışçasına” o uyarıyı yapmakta fayda olduğunu düşünüyor.
Pratikte işleyiş nasıl oluyor? Özer, “Haberin sunumu sırasında zaten şiddet içerdiği belli oluyor, ayrıca uyarıya gerek yok” ifadesini kullanırken Sözcü.com.tr’nin haber müdürü Deniz Ayas ise “Şiddet haberlerinde +18 ibaresini görsel olarak kullanıyoruz” diyor.
Peki, bu tür olaylar haberleştirilirken şiddeti meşrulaştırma ve şiddete duyarsızlaştırma gibi sonuçların ortaya çıkmaması için neler yapılmalı?
Teknik ve etik boyutunun yanı sıra özellikle ana haber bültenleri, tüm aile üyelerinin ekran başında olduğu saatlerde yayımlandığı için haberin buradaki işlenişi ayrıca önem kazanıyor. İnternet yayınları da aynı şekilde, çünkü o haberi altı yaşında bir çocuğun görmeyeceğinin garantisi yok.
Ezo Özer: Uyarı yapmıyoruz, haberi sunmaya başlarken o açığa çıkıyor
Önce bugün haberlerin pratikte nasıl verildiğini Ezo Özer’den dinliyoruz. Özer, haberin şiddet içerdiğinin söylenmesine gerek olmadığı görüşünde:
“Kadına yönelik erkek şiddeti haberlerinde buzlamayı ve uzak çekimleri kullanmayı tercih ediyoruz. Eğer aktüel çekimleri söz konusu değilse bu defa da arşiv erkek şiddeti görüntüleri yerine kadın eylemleri görüntülerini kullanıyoruz. Buna çocuk istismarı haberleri de dâhil. Savaş haberi yaparken kan revan, cesetlerin olduğu, evlerin yıkıldığı vb. görüntüleri ille de vermek zorundaysak kan ve ceset görüntülerini buzlayarak veriyoruz ve çok uzun vermemeye gayret ediyoruz. Genelde savaşı sembolleştiren görüntüleri kullanıyoruz.”
“‘Mağdur,’ ‘kurban’ gibi ifadeler kullanmıyoruz. ‘Erkek şiddetine maruz kalan kadın,’ ‘polis şiddetine maruz kalan yurttaş’ diyoruz. Hem şiddeti yeniden üretmemek için, hem de onları böyle göstermenin doğru olduğuna inanmadığımız için bu şekilde yapıyoruz. Şiddet görüntülerini zaten çok uzun uzadıya vermediğimiz için bir uyarıyla da yayımlamıyoruz. Bunun bir şiddet haberi olduğu o haberi sunarken açığa çıkıyor. ‘Erkek şiddeti öldürdü ya da saldırdı,’ ‘Polis saldırdı veya öldürdü’ gibi sunumlardan haberin içeriği anlaşılıyor. Dolayısıyla ailelerin bunu duyup çocukları ekrandan uzaklaştırmaları kendilerine bağlı.”
Deniz Ayas: Kanaatim uyarıların beklenen sonucu vermediği
Ya internette durum nedir? Sözcü’den Deniz Ayas görüntüleri nasıl bir süzgeçten geçirerek yayımladıklarını şöyle anlatıyor:
“Sosyal medyada polis veya başka bir şiddet haberini gördüğümüz ve haberleştirmeye başladığımız anda ilk önce teyit etme ihtiyacı duyuyoruz. Teyit etmek için önce ilgili emniyet müdürlüğünü ya da valiliği arayarak yoğun çaba sarf ediyoruz. Bu tür haberler ajanstan geldiği zaman elimiz kolaylaşır ama takdir edersiniz ki bunlar genellikle ajanslardan gelmiyor. Eğer olayın yaşandığı bölgede muhabirimiz varsa direkt onları yönlendirerek bilgi sağlamaya çalışırız. Muhabirimiz yoksa da editörlerimiz ilgili şahsa ulaşmaya çalışır, valilik ve bölgedeki baro aranır. Haberleştirirken de sadece söz konusu görüntü değil; görüntünün öncesi var mıydı, yok muydu, buna da bakılır. Öyle haberler geliyor ki birçoğu manipülasyona açık oluyor. Oldukça titiz davranıyoruz.”
‘Kamu tarafı geç refleks gösteriyor’
Haberin dilinde nelere dikkat ediyorsunuz soruma ise Ayas şöyle yanıt veriyor:
“Her iki tarafı da dinlemek ve anlamak isteriz. Genelde mağdur şahsa ulaşırız. Kamu tarafı hep eksik kalıyor, geç refleks gösteriyor. Emniyet müdürlüğünden bilgi alabilmek mümkün olamıyor. Mağdurun ifadeleriyle haberi verdiğimizde kamu refleks gösteriyor. İnternetin hızı konusunda tuzağa düşmemek için gerçekten ince eleyip sık dokuyoruz. Saatlerce, iki gün boyunca beklettiğimiz haberler oluyor. Özellikle kadına, çocuğa ve hayvanlara yönelik şiddet haberlerinde hız olarak da editoryal olarak da elimiz daha rahat. Bir tarafta üniformalı bir memur bir insanı darp ediyor, diğer tarafta bir şahıs bir kadına şiddet uyguluyor. Bir tarafta kamu var, arayıp teyit etmeniz gerekir. Diğerlerinde daha hızlı ve agresif olabiliyoruz.”
‘+18 ibaresi daha çok izleyici çekebiliyor’
“Çocukların ve kadınların yüzlerini de isimlerini de asla kullanmıyoruz. Kan revan görüntüleri asla kullanmıyoruz. Bir şiddet olayı haberini vermekle o şiddetin sıradanlaşmasını sağlamak arasında çok ince bir çizgi var. Bunlara çok dikkat ediyoruz. Bu tip haberleri girerken interneti kullanan herkesin göreceğini düşünerek hareket ediyoruz. Şiddet doğrudan görüntüde varsa +18 ibaresi koyuyoruz. Ancak bu uyarı ibaresini koyduktan sonrasında da her şey olabilir gibi bir mantık yok. Çünkü bu görüntüler bir şekilde o 13 yaşındaki çocuğun önüne gidecektir. İstediğiniz uyarıyı yapın, her yerden ulaşılabilir hale geliyor. Bu artı 18 ibaresi daha çok izleyici çekebiliyor. Bu nedenle ibarenin yanlış olduğunu düşünüyorum. İnsanların refleksleri gerçekten enteresan. Uyarı yapmanıza gerek kalmayacak şekilde haberi işlemeniz gerekir. Kişisel kanaatim uyarıların beklenen sonucu vermediği yönünde.”
‘Şiddete karşı çıkmak gazetecinin temel misyonlarından biri’
Uygulamada yaşanan sorunları gördük. Yabancı basında uyarı mekanizması bir gelenek haline gelmişken Türkiye’de benzerine pek rastlanmıyor. Peki, doğrusu nedir? Uyarı, buzlama ve benzeri teknik işlemlerde hangi noktada devreye girmeli? Bu ve daha pek çok sorumuza yanıtları için önce sözü medya ombudsmanı Faruk Bildirici’ye bırakıyoruz:
“Şiddete karşı çıkmak gazetecinin temel misyonlarından birisidir. Nerede, ne zaman, kim tarafından olursa olsun karşı çıkmak gerekir. Türkiye’de polis şiddeti söz konusu olduğunda yazmayıp sadece Amerika’da olduğunda yazmak ya da Türkiye’dekini yazıp Amerika’daki yazmamak yanlış olur. Son zamanlarda gördüğüm yanlışlardan biri bu.”
‘Amerika’da olunca sadece onu vermeye başladılar’
“Sanki sadece Amerika’da polis şiddeti varmış gibi yazılmaya başlandı. Adana’da Suriyeli bir gencin dur ihtarına uymadığı için vurulduğu söylenmişti. Sonra onun çok yakından vurulduğu ortaya çıktı. Mardin ve Diyarbakır’dan da polis şiddeti görüntüleri gelmişti. Sokağa çıkma yasakları sırasında çok fazla polis şiddeti görüntüleri ortaya çıkmıştı. Üzerine Gezi eylemlerinin yıldönümü geldi. Orada öldürülen gençlerle ilgili haberler çıktı ve dolaysısıyla polis şiddeti tartışılıyordu. Yaygın medyanın büyük bir bölümü bunları görmüyordu. Amerika’da olunca sadece onu vermeye başladılar. Gazeteciler başta söylediğim gibi ‘ama’ demeden şiddete karşı çıkmalıdır. Fakat burada kimseyi suçlu da göstermemek gerekir. Polis de vatandaş da olsa kanıt olmadan suçlu ilan edemeyiz.”
‘Şiddet pornografisine dönüşecek görüntüleri vermemiz doğru değil’
Doğrusu nasıl olmalı sorumuza Bidirici şu yanıtı veriyor: “Bir tarafta da polis şiddeti meselesinden çıkıp bakarsak bizim şiddet görüntülerini vermemiz, özellikle şiddet pornografisine dönüşecek görüntüleri vermemiz doğru değil. Birincisi, şiddeti özendirici olabilir. İkincisi, şiddetin insanlar üzerinde travmatik etkisi olabilir. Bir de kamu yararı var. Bunları dengeleyerek ve olaya göre bakmakta yarar var. Hiçbir şiddeti veremeyiz diyemeyiz ama o şiddetin ortadan kaldırılmasına dönükse bunu tabii ki vermek gerekir. Mardin’deki, Diyarbakır’daki, Çorlu’daki gibi olayları vermek gerekir ki bir daha yaşanmasın. Soruşturma yapılsın.”
‘Suçu işleyen açık görünüyorsa buzlamaya gerek yok’
“Görüntülerde şiddet uygulayan net değilse buzlama yapılmalıdır, çünkü kimseyi baştan suçlu ilan edemeyiz. Ancak suçu işleyen polis açık görünüyorsa buzlamaya gerek yok, verilmelidir. Şu da çok önemli, çocukların görüntüleri mağdur da olsa suçlu da olsa asla verilmemelidir. Çocuğu hem çevresine karşı zor duruma sokmuş oluruz hem de çocuğun geleceğini ipotek altına almış oluruz. Onların hayatında nasıl travmalara yol açabileceğini kestiremeyiz. Türkiye’de geçmişte ‘Biraz sonra şiddet içeren görüntüler olacak. Çocuklarınızı ekran başından alın’ gibi uyarılar yapılırdı. Bugün göremiyoruz. Bu uyarının yapılması gerekir. İnsanları uyarmak açısından iyi olur.”
‘Suçun tekrarlanmasını önlemeye çalışıyoruz’
Sosyal medyadan yayılan ve anonimleşmiş görüntüler nasıl verilmeli? Bildirici şöyle diyor: “Videonun-fotoğrafın kaynağından emin olmamız gerekiyor. Kim çekti, hangi koşullarda çekti emin olmalıyız. Biz gazeteciler de sosyal medyada bir görüntü paylaşırken aynı şekilde dikkatli olmalıyız. Gazetecilikte bir kurallar vardır, bir de istisnalar vardır. Bazen öyle şeyler olur ki ne yapacağımızı bilemeyiz. Asıl olan şiddete uğrayanı korumaktır. Biz suçun tekrarlanmasını önlemeye çalışıyoruz. Onun kötü olduğunu göstermek, tekrar olmamasını sağlamak görevimiz. Biz insanların yararına çalışırız.”
Can Ertuna: Herkes rahatsız olacakmışçasına o uyarıyı yapmakta fayda var
Gazeteci ve akademisyen Can Ertuna’ya kulak veriyoruz. Ertuna’ya göre de sosyal medyadaki paylaşımların kaynağını mutlaka teyitlemek şart:
“Medyanın kamuya karşı bir bilgilendirme sorumluluğu olduğunu hatırlıyorsak, bir denetleyici güç olarak bu olayların haberleştirilmesi mutlaka gerekiyor. Bunu yaparken temel gazetecilik ilkelerine sadık kalınması olayın bir boyutudur. Diğer boyutu bunu nasıl görselleştireceğiz, olayı nasıl yansıtacağız. Öncelikle ana haber bülteninde ya da haber kanallarında, hatta internette de bunun bir şiddet olayı olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. ‘Az sonra izleyeceğiniz görüntüler şiddet içermektedir. Bazıları için rahatsızlık verici içerik teşkil etmektedir’ şeklinde evrensel bir mesajla önceden ya spikerin uyarması ya da sosyal medyada, internette paylaşılan bir görüntüyse öncesine bir kapak veya bilgilendirici grafik konması gerekiyor.”
CNN ve BBC o görüntüyü uyarıyla servis etti
“Biz genellikle çocukları, gençleri düşünüyoruz ancak herkesin bu gibi görüntülerden olumsuz etkilenebileceğini hesaba katmak gerekiyor. Herkes rahatsız olacakmışçasına o uyarıyı yapmakta fayda var. ABD’deki bu şiddet olayında üzerinden günler geçmesine rağmen CNN ve BBC o görüntüyü servis ederken ‘Az sonra izleyeceğiniz görüntüler izlemesi oldukça güç, rahatsızlık verecek görüntüler’ uyarısıyla verdi. Kimse ‘üzerinden günler geçti ve normalleşti, uyarı koymadan yayımlayabiliriz’ gibi bir yaklaşım sergilememeli.”
“Bir diğeri konu mağdur kim? Çocukların herhangi bir olayda görüntüsünün kullanılması ciddi bir etik sorun. Ebeveynlerinden ya da vekillerinden izin almadan onların yüzlerini göstermemek gibi iki husus var.”
Kimi zaman etik ilkeler esnetiliyor, yeni tartışmalar doğuyor
Bu noktada Ertuna’ya unutulma hakkı yasa düzenlemesini hatırlatarak bu kuralların yeterli olup olmadığını soruyorum:
“Bu evrensel bir kural olarak benimsetilmişti ama internet öncesi kodları bunlar. Biz hâlâ Alan Kurdi’nin görüntüsünün nasıl verilip nasıl verilmeyeceğini tartışma hâlindeyiz. Evrensel doğrular yok maalesef. Olayın verilişinin kamuoyunda bir duyarlılığa yol açabileceği düşünülüyorsa veya bir haberin servis edilmesinin kamu nezdindeki faydası çok önemli deniliyorsa kimi zaman etik ilkelerin esnetildiğine ve bunun üzerinden yeni tartışmaların doğduğuna tanık oluyoruz.”
Ali Hemdan’ın ölümü asılsız bilgilerle haberleştirildi
“Burada sadece görüntülerin nasıl işleneceği sorunu yok. Adana’da Suriyeli Ali Hemdan isimli gencin hayatını kaybettiği olayda çok daha büyük bir kriz yaşadık. O da şuydu: Haber tamamen olayın gerçekliğinden farklı bir biçimde aktarıldı. Sonradan savcı raporunda ortaya çıktı ki Ali Hemdan kalbinden vurulmuştu. Ancak olay ‘polis dur ihtarına uymayan genci bacağından vurdu’ diye verilmişti. Sosyal medyada üzerine gidilmeseydi bu şekilde kalacaktı.”
Sadece emniyetten bilgi almak yetmez
“Burada sorun temel gazetecilik faaliyetinin dahi bölgedeki muhabirler veya ajanslar tarafından yürütülmemiş olmasıydı. Böyle bir olay olduğunda sadece emniyetten bilgi almazsınız. Onların görüşüne mutlaka başvurulur. Ancak olay yerine gidip görgü tanıklarının ifadelerini almaya çalışırsınız, hayatını kaybetmiş kişinin olay yerinde bir tanıdığı, akrabası varsa konuşmaya çalışırsınız, oradaki esnafla vs. konuşarak kamera kaydına ulaşmaya çalışarak kendi soruşturmanızı da yürütürsünüz. Dolayısıyla sadece sizin elinize tutuşturulan veya WhatsApp’tan ulaştırılan bir mesajla bir haber yazılamaz. Maalesef birçok haber kuruluşunun da doğrulama ihtiyacı hissetmeden yayımladığını gördük. Dolayısıyla ilk defa Türkiye’deki büyük gazetecilik krizinin yereldeki sıradışı bir yansımasına maalesef tanıklık ettik.
Yurt dışında olmuşsa tüm çıplaklığıyla haberleştiriliyor
“Alanda temel gazetecilik faaliyetlerinin yerine getirilmesi gerekiyor. Muhabirlerin, haber merkezlerindeki editörlerin, haber müdürlerinin, spikerin doğrulama güdülerini ve temel gazetecilik şüphelerini harekete geçirmesi gerekiyor. Türk medyasında maalesef bir yanlış anlama var. Kendimize çok temkinliyiz ama dışarıya karşı hiç temkinli değiliz. Yaygın medyada bir olay yurt dışında gerçekleşiyorsa –savaş, bombalama, polis şiddeti- bunu bir reyting, tıklama veya tiraj kaygısıyla tüm çıplaklığıyla vermekte çoğu zaman bir beis görmezken benzeri hikâyeler Türkiye’de yaşandığında birdenbire çeşitli tarafların rahatsızlığı üzerinde ciddi bir hassasiyet gösteriliyor. Burada kamuoyunun rahatsızlığı değil aynı zamanda yetkililerin, idarecilerin veya resmi kurumların, otoritenin rahatsızlığı da yakından gözetilmeye başlanıyor. Burada çifte standartta varan bir ayrım söz konusu ve yeri geldiğinde de sansür oluyor.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – GAZETE MANŞETLERİNDE KADINA ŞİDDET FOTOĞRAFLARI