Robot kelimesini bir tiyatro oyununa borçluyuz. Çek yazar Karel Capek, yapay zekaya sahip robotlar ile insanların kurduğu ilişkinin ahlaki ve antropolojik sorunlarını el aldığı ‘R.U.R’ (Rosumovi Umeli Roboti / Rossum’un Akıllı Robotları) adlı tiyatro oyununu 1920’de yazdığında, sonraki bilimkurgu yazarlarını fazlasıyla etkileyecek bir eser ortaya çıkarmanın yanında literatüre ‘robot’ kelimesini de kazandırmış oldu (Kitap Türkiye’de 1927’de ‘Âlemşümul Suni Adamlar Fabrikası’ adıyla yayınlandı).
Robotlar, akıllı makineler ancak fantezi dünyasının konusu olabiliyorken ‘The Imitation Game’ filminde hayatını izlediğimiz, bilgisayar biliminin kurucusu sayılabilecek Alan Turing 1950’de yazdığı ‘Hesaplama Makineleri ve Zekâ’ başlıklı ünlü makalesinde ortaya önemli bir soru attı: Makineler düşünebilir mi? Konunun fanteziden bilim alanına taşmasının tarihi bir anı… Turing, icat edilecek makinelerin düşünüp düşünmediğini saptamak için kendi adını taşıyan basit bir mantık testi geliştirip bu alandaki ilk çalışmalara imza attı. Belirsiz bir gelecek için hazırlanmış bir test…
Robotların hayatımızdaki karşılıkları
Düşünen, kendi kararlarını veren makineler fantezi dünyasının, belirsiz bir geleceğin konusu olmayı sürdürüyordu ki son yıllarda bir şeyler değişti ve kendimizi o bilimkurgu hikâyelerinin içinde bulduk.
Yollarda denemeleri yapılan sürücüsüz araçlar; Boston Dynamics’in robotları; Google Translate’in çevirmenlere nazire yaparcasına gelişmesi; düşük çözünürlüklü, belirsiz fotoğrafları tanıyan, netleştiren, büyüten uygulamalar; sosyal medyanın bize uygun arkadaşlar, filmler, kitaplar, alışveriş seçenekleri önerecek seviyeye ulaşması… Her gün yeni bir gelişme… Associated Press’in finans raporlarını yaklaşık iki yıldır robotların yazdığını, New York Times, Forbes, Los Angeles Times gibi büyük medya kuruluşlarının finans, gayrimenkul, spor gibi alanlarda haberlerini robotlara yazdırmak için gün saydığını duymuş muydunuz? Her yıl dünya liderlerini ve iş dünyasının önde gelen kişilerini buluşturan, uluslararası ilişkilere ve küresel ekonomiye yön verilen Davos zirvelerinin 2016’daki ana gündemi ilgi çekiciydi; robotlar ve ‘dördüncü sanayi devrimi.’
Robotlara kimlik verilmesi oylanacak
Önceki hafta Avrupa Parlamentosu’nun Genel İşler Komisyonu robotlara, ileride kararlarında özerkleşebileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak ‘elektronik insan’ kimliği vermeyi gündemine aldı. Komisyonun onaylayıp Avrupa Parlamentosu’nda Şubat ayında yapılacak genel kurul oylamasına havale ettiği tasarı, robotları kendi kararlarından sorumlu tutmak, onlara bir kapatma düğmesi eklemek, bazı yasalara tabi tutmak gibi öneriler içeriyor.
Ne oldu da robotlar çağı başladı?
Acaba ne zaman, hangi kritik gelişme yaşandı da bu yeni döneme girdik? Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Ethem Alpaydın bu soruya yanıt vermeden önce iki temel kavramdan bahsediyor; ‘algoritma’ ve ‘yapay öğrenme.’ Alpaydın’ın, 2004’te MIT Press’ten yayınlanan ve Çin’den Hindistan’a kadar çeşitli ülkelerdeki üniversitelerde okutulan ‘Introduction to Machine Learning’ adlı kitabının ‘Yapay Öğrenme’ adıyla Türkçeye çevrildiğini söyleyelim.
Bir süredir sık sık duyduğumuz algoritma kavramı bilgisayar bilimlerinde, herhangi bir işin yürütülmesi için yapılması gerekenlerin bir dizi komut olarak tanımlanması demek. “Her işin bir algoritması vardır” diyor Alpaydın; “Şu koşullar olduğunda bunu yap, şunları topla, çıkar, sonuç böyle olursa ekrana şunları yaz, gibi. Yemek pişirirken ‘önce şunu koy, sonra şu oranda bunu, kaynayana kadar karıştır’ denmesi gibi. Yemek yapmanın algoritmasına yemeğin tarifi diyoruz.”
Belirlenen algoritma programlama diliyle yazılır ve bu yazılım çalıştırıldığında bilgisayarlar, robotlar artık o işi sürekli yapmaya hazırdır. ‘Yapay zeka’ denilen kavram bu algoritmaların zekileşmesi anlamına geliyor. Akıllı telefonları örnek veriyor Alpaydın; “Cep telefonunuz konuşmanızı tanıyıp size uygun bir yanıt verdiğinde bunu zeki bir app sayesinde yapıyor. Bu tür zeka gerektiren işlerde son yıllarda gittikçe daha fazla ‘yapay öğrenme’ kullanılıyor. Çünkü bu tür işlerin algoritmasını bilmiyoruz. Hepimiz günlük hayatta konuşuyoruz, bize söylenenleri anlıyoruz ama nasıl olup da yapabildiğimizi bilmiyoruz. Yapay öğrenmede amaç bu tür zeka gerektiren işler için algoritmanın örneklerden biraz da deneme yanılma yoluyla otomatik olarak çıkarılması. Bu bilgisayarların bir aşama daha yetenekli olması demek. Artık programcıların onlar için algoritma düşünmesine gerek yok, yapmaları gereken işi kendileri öğrenebiliyorlar.”
Akıllı makinelerin algoritmaları için çok büyük ölçülerde veri gerekiyor. Örneğin sürücüsüz araç için geliştirilen algoritmada farklı hava ve yol koşullarıyla, trafik durumlarıyla ilgili, bir şoförün hayatı boyunca rastlayacağından çok daha fazla veri kullanılıyor. Önümüzdeki on yıl içinde yollarda görebileceğimiz o araçların her birini aslında dünyanın en tecrübeli sürücüsü kullanacak.
İşte yukarıdaki sorunun yanıtına geldik. Alpaydın, yapay öğrenmenin son yıllarda artan oranda karşımıza çıkmasının nedeninin, yüksek boyutlarda veriyi kaydedebilecek bilgisayarların yakın zamanlarda gelişmesi ve kapasitelerini artırmaya devam etmesi olduğunu söylüyor.
Makinelerin öğrenebileceği nasıl kanıtlandı?
Saniyede 200 milyon hamle hesaplayabilen Deep Blue bilgisayarı 1997’de dünya satranç şampiyonu Kasparov’u yendiğinde makinelerin öğrenebileceğinden emin değildi bilim insanları. Zira satrançta olası hamle sayısı çok fazla olsa da o çaptaki bir yapay zeka için hesaplanamaz değildi. Hamle sayısı sonsuza yakın olan Go oyununda yapay zekanın bir ustayı yenemeyeceği, bunun bir kişilik, tarz, tecrübe, düşünme biçimi gerektirdiği konuşuluyordu. Araştırmacılar yapay zekanın bu tür işlerin üstesinden gelebilmesi için yeni bir hesaplama modeline, bütünüyle yeni bir algoritma setine ihtiyaç duyulduğunu düşünüyordu. Fakat sonrasında görüldü ki aslında yeni bir algoritma setine değil, çok daha fazla veriye ve bu verileri işleyecek bilgisayar sistemlerine ihtiyaç var. 2016’da Google Deep Mind tarafından geliştirilen AlphaGo adlı programın, Go’nun dünyadaki en iyi ustalarından Lee Sedol’le beş oyun üzerinden yaptığı maçı 4-1 kazanması makinelerin öğrenebileceğinin tarihi kanıtı oldu.
Ya kontrolden çıkarlarsa?
Bu noktadan sonra insanın aklına bazı sorular geliyor. 2016’daki Davos Zirvesi sırasında yanıtı en çok merak edilen sorular gibi: Kendi kendine öğrenebilen programlar, robotlar kontrolden çıkıp bağımsız hareket edebilir mi? Önümüzdeki dönemde büyük kitleler bu teknolojiler nedeniyle işsiz mi kalacak? Acaba işlerin çoğunu robotların devralması insanlar için boş vakit, rahat bir gelecek anlamına mı geliyor?
Sırayla gidelim. Yapay zekaya sahip robotların insanların kontrolünden çıkma ihtimalini sorduğumuz Alpaydın konuyu bir akademisyen hassasiyetiyle değerlendiriyor: “İster yazılım olsun, ister bir robot, kendi kendine belli bir algoritmaya göre karar veren sistemlerin davranışlarının etik ve hukuki sonuçları olabilir ama bu zaten şu anda da yaşadığımız bir gerçek. Çoğu karmaşık sistemde, örneğin uçaklarda, çoğu işler bugün zaten algoritmalarla yapılıyor ve yanlış bir algoritma sonucunda bir zarar olursa tazmini, sorumluların bulunması, cezalandırılması için süreçler bugün de var. Kendi kendini kullanan bir otomobil ya da bir robot, programlanmış da olsa öğrenmiş de olsa, onun da yine üreten bir sorumlusu olacaktır. Yenilikler her zaman içinde bir risk de barındırır ama şu ya da bu sorun olabilir diye teknolojinin gelişmesi engellenemez.”
Alpaydın’ın değerlendirmesindeki “yenilikler her zaman içinde bir risk de barındırır” sözü ister istemez diğerlerinden daha fazla dikkatimizi çekiyor. Artık ürkütücü, distopik ya da iyimser bir gelecek hayali kurmak size kalmış.
İşsiz mi kalacağız?
İkinci soru, robotlar meselesinde en azından günümüz için en önemli problemi gündeme taşıyor: İşsiz mi kalacağız? Geleneksel yöntemlerle çalışan şirketler ne olacak? Teknoloji alanında danışmanlık hizmetleri veren Gartner Araştırma Kuruluşu’na göre 2017’de şirketlerin dörtte biri dijital dönüşüme uyum sağlayamama nedeniyle konumlarını kaybedecek. Aynı kuruluşun araştırmasına göre, 2010’da mobil iletişimin yüzde 2’sine denk gelen makineden makineye iletişim oranı 2020’de yüzde 19’a çıkacak. Örneğin robot makinelerin bağımsız hareket ettiği bir tarım sektörüne, ‘Farm 2.0’ dönemine adım atmak üzereyiz. Gartner araştırmasına göre, önümüzdeki dönemde ağ toplumunun dışında kalanların yaşama şansı yok.
2016’daki Davos Zirvesi haberlerine bakınca oradaki toplantılarda da bu soruyla ilgili çarpıcı istatistiklerin gündeme geldiğini görüyoruz; 5 yıl içinde robotların üstlenecekleri iş sayısı 5 milyonu bulacak, insanlar tarafından yapılan işlerin yüzde 60’ı yakın gelecekte makinelere devredilecek.
Yani? Bizi bekleyen işsizlik mi? Yeni teknolojiler, robotlar ve yazılım alanının dünyadaki en popüler yatırımcılarından Elon Musk’a göre “evet!” Musk, ortaya çıkacak işsizliğin yıkıcı etkilerine karşı, insanların çalışmadan yeterli kaynaklara sahip olmasını şart koşan ‘evrensel gelir’ sistemine geçilmesini öneriyor.
Alpaydın’ın bu konuya bakışıysa daha iyimser. Bilgisayarlar geliştikçe insanların da gelişmesi gerektiğini, bazı meslekler ortadan kalkarken yeni mesleklerin, iş alanlarının çıkacağını söylüyor; “Elli yıl önce en büyük şirketler GM, Ford, Volkswagen, Toyota gibi otomobil üreticisi şirketlerdi, bugünün en büyükleri Apple, Google, Samsung, Microsoft gibi bilgisayar ve yazılım şirketleri, elli yıl sonranın en büyükleri yine o çağın en zeki sistemlerini üreten şirketler olacak.”
Yan gelip yatacak mıyız?
Ve insanların yeni dönemden en büyük beklentisine gelelim; acaba robotlar çalışırken bizim serbestçe takılabileceğimiz zamanların artacağı, yan gelip yatacağımız günler yakın mı? Bu sorunun yanıtı ne yazık ki “evet” değil. Aslında “hayır” da değil. Yanıtı 100 yılı aşkın bir zamandır geçirmekte olduğumuz hayatta.
Yukarıda bahsetmiştik, Davos’taki zirvenin konusunu hatırlayın; ‘dördüncü sanayi devrimi.’ İlk devrim buharın sanayide kullanılmasıydı, ikincisi elektriğin… Üçüncü devrimde nükleer enerji, sentetik ürünler ve bilgisayar teknolojileri devreye girmişti. Bu üç devrim sırasında da insanlığın beklentileri bugün dördüncü devrimi, yapay zekalı robotları bekleyen bizlerle aynıydı. Ve ortaya çıkan teknoloji, üretim miktarı bu beklentileri sağlayabilecek düzeydeydi. Fakat görüyoruz; olmadı! Sorun teknolojiyle ilgili değildi. 100 yıl önceki dünyada çalışanlar günde sekiz saat mesaiyi hayal ediyorlardı. Halen hayal ediyoruz.