İyi iletişim nedir? İnsanların birbirini anlaması, iletişim bağı koptuğu zaman bu bağı yeniden onarabilmenin yöntemlerini bilmesi ve bu süreci yönetebilmesi. “Şiddetsiz iletişim” bu yöntemleri ve süreci yönetmeyi anlatıyor. Dünyadaki ilk temsilcisi, “Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili” kitabının yazarı Marshall Rosenberg olan şiddetsiz iletişimin temelinde empati kurma yer alıyor. Barış dili olarak da bilinen şiddetsiz iletişimi, eğitmen Özgen Saatçılar ve psikolog Merve Tarhan ile konuştuk. Şiddetsiz iletişimin kişinin kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini nasıl etkilediğinden başlayıp, medyada şiddet içerikleri ve haber diliyle devam ettik. Saatçılar, ‘iyilik haberleri’nin ilham kaynağı olarak insanlara olumlu etkisini vurguladı. Tarhan ise “medyaya büyük ve zorlu bir görev” düştüğünü belirtti.
Şiddetsiz iletişimin temelinde “bağlantı” var. Hem kendimizle ve hem de etrafımızdaki tüm insanlarla kurulan bağlantılar… Özgen Saatçılar bunu şöyle açıklıyor:
“Şiddetsiz iletişim bize dört adımdan oluşan güçlü bir yöntem sunuyor. Yöntemin kalbinde ise şefkatli doğamızı hatırlama ve özen, yakınlık, işbirliği gibi evrensel ihtiyaçlarımızın bilinci var. Evrensel ihtiyaçlar insanların yaşadıkları coğrafyadan, dilden, dinden ve ait oldukları topluluklardan bağımsız şekilde ortak. İşte bu ortak ihtiyaçlar üzerinden bağlantı kuruyoruz. Günümüzde çatışmaların olduğu yerlere baktığımda taraflar olduğunu ve bu tarafların eylemler (neyin, nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiği) ile ilgili güçlü fikir ayrılıkları olduğunu görüyorum. Ben bu eylemleri strateji olarak tanımlıyorum. Stratejilerimizle ilgili kavga ediyoruz, çünkü hepimizin ihtiyaçlarımızı karşılayacak stratejiler farklı. Şiddetsiz iletişim bizi stratejilerden bir adım önce ihtiyaçlar üzerinden diyalog kurmaya, birbirimizi duymaya davet ediyor. Orası bağlantı kurduğumuz ve herkesin ihtiyaçlarının karşılandığı bir strateji üzerine anlaşmalar yaptığımız, kendi ihtiyaçlarımızın farkındalığı ile adım attığımız, gücümüzü elimize aldığımız ve yaşamak istediğimiz hayatı yarattığımız yer.”
‘İnsanları dönüştürüyor’
Saatçılar, şiddetsiz iletişimi öğrenmeye kendisiyle bağlantı kurma niyetiyle başladığını belirterek süreci anlatıyor:
”Kendi hayatımdaki dönüşümü, etkilerini görünce yolculuğun üçüncü yılında eğitmen olmak için aday oldum ve paylaşmaya başladım. Benim öğrenme yolculuğum devam ediyor ve her keşfimden keyif alıyorum. İçimdeki kavgaların epey azaldığını söyleyebilirim. Kendimle bağlantımdan, içimde olan değişiklikleri fark etmekten, bazen peşlerine takılıp kendimle ilgili yeni bir şeyler öğrenmekten memnunum. Çok kısa zaman önce babamın kanser olduğunu öğrendim, hemen arkasından dokuz haftalık hamilelikten sonra bebeğimi kaybettim. Şimdi yas sürecindeyim. Yas tutma hâlime bakıyorum, kendimi hayatımın bu zor döneminde nasıl destekleyebilirim ve nasıl gelen bu duyguları kendim ile barış içinde nasıl ağırlayabilirim sorularının cevaplarını araştırıyorum.”
Birçok farklı alanda uygulanıyor
Eğitimlerine katılan insanların dönüşümlerine değinen Saatçılar, “Yaşadıkları hayat olaylarında şiddetsiz iletişimi denemeleri, kullanmaları bana ilham veriyor” diyor:
“Düşünebiliyor musunuz siz anlatıp paylaşıyorsunuz, ertesi gün insanlar okulda öğrencileriyle anlaşmalar yapmayı deniyor, o gün meslek hayatımda ilk defa kavgasız bir nöbetçi öğretmen deneyimi yaşadım diye gözyaşları ile paylaşıyor. Ebeveynler çocuklarını başka bir şekilde dinlemeye başlıyor. Eşler birbirlerine gönlünü açıyor. Diğer katılımcım iş arkadaşına empati veriyor, destek oluyor. Başka bir katılımcım sınırına geldiği bir an ortalığı kasıp kavuracak bir çığlık atmadan önce bana ne oluyor, acaba neye ihtiyacım var diye soruyor, bir soluk alıyor. Uzun yıllar diyalog kuramayan babalar oğulları ile barış yapıyor ve ilişki kuruyor. Bunlardan daha güzel ne olabilir?”
Şiddet dolu haber ve hikâyeler
Şiddet haberlerinin insanları etkilememesinin imkânsız olduğunu ifade eden Saatçılar şöyle devam ediyor:
“Ben kendime bakıyorum ve şiddet dolu haber ve hikâyeler dolayısıyla içimde bir tarafın üzüldüğünü, yas tuttuğunu fark ediyorum. Aynı zamanda iyilik haberlerini ve paylaşımları az buluyorum. Uzun zamandır gazete okumayan ve TV seyretmeyen birisiyim, haberleri başka kaynaklardan takip ediyorum. Bu kaynaklarda karşıma yaklaşık her 10 haberde bir adet, bir insanın başka bir insanın ya da canlının iyi hâline katkıda bulunduğu, benim ‘iyilik haberleri’ dediğim haberler çıkıyor, az değil mi? Medya iyilik hareketlerini paylaşarak birçok insana ilham olabilir diye düşünüyorum. Diğer konu diziler ve filmler. Onlarda drama, bir araya gelemeyen sevgililer, gizlenen aile sırları ve çeşitli benim dünyamda entrika olarak tanımlayacağım olaylar var. Kendi hayatlarımızdaki hakikati – zorlanmalar, kayıplar, sevinçler, kutlama ve neşe- çok az dizide ve filmde görebiliyorum.”
‘Genellikle bize öğretildiği şekliyle iletişimi içselleştiriyoruz’
Şiddetsiz iletişimi, ihtiyaçlarımızı daha iyi ifade edebildiğimiz, sevgi ve saygının, empatinin olduğu, kişisel alanların korunduğu iletişim diye tanımlayan psikolog Merve Tarhan ise “Yargılamadan iletişim kurabiliriz” diyor:
“Bunu ancak kendimize karşı şefkatli isek yapabiliriz. Bunun için şefkate dair, empatiye dair bir fikrimizin olması lazım. Yani iyi nesne temsili, başka bir deyişle iyi ebeveynlik dediğimiz şey. Görmediğimiz şeyi uygulayamayız. Bunun için az ya da çok fikrimizin olması gerekir. İletişim bizim öğrendiğimiz, modellediğimiz, yani tekrar ettiğimiz bir şey. Genellikle ailede öğrendiğimiz iletişim biçimini içselleştiriyoruz. Bize öğretildiği şekliyle. Şefkatli ise şefkatli, öfkeli ise öfkeli, mesafeli ise mesafeli, şiddet içeriyorsa şiddetli, cezalandırıcı ise cezalandırıcı… Bu zincir nasıl kırılır? Kişi şanslıysa, kendisi ile şefkatle iletişim kuran, iyi ebeveyn ya da ‘iyi nesne’ ile bir yerde karşılaşmış oluyor. Bu bir anne baba olmak zorunda değil, bir babaanne ya da dayı olabilir, bir şekilde öğrenebileceği mesafede olan biri. Terapide de terapist, sınırlı yeniden ebeveynlik rolü ile bunu üstlenebiliyor. İyi ebeveynliği tecrübe etmesine, ihtiyacı olan becerileri kazanmasına yardımcı bir işlev gösterebiliyor. Güvenli ve şefkatli bir çerçeve çizilebiliyor. Şiddet uygulayanların çoğu böyle bir iletişimi öğrendiği için, bunu bir çözüm olarak gördüğü ve başka bir iletişim bilmediği için uyguluyor. Fakat şiddetsiz iletişim öğrenilebilir.”
‘Şiddetsiz iletişim hepimizin hayatını değiştirebilir’
“Birbirimize olan yargılayıcı bakış açısının ortadan kalkmasını sağlayabilir. Bir arkadaşımın ilk defa yurt dışına çıktığında şöyle bir şey söylediğini hatırlıyorum: ‘Üstümdeki gözler kalktı, çok rahatladım. Kimse bana bakmıyormuş gibiydi.’ Çünkü burada bizim birbirimize yönelik çok eleştirel ve yargılayıcı bir bakış açımız var. Bu herkesi yoruyor. Birbirimizle kesiştiğimiz çok nokta var ve sokakta, asansörde, trafikte, bir şekilde sürekli etkileşim halindeyiz. Örneğin, iş çıkışı, herkesin yorgun olduğu saatte, bir toplu taşıma aracında olduğumuzu düşünelim. Yüzü asık biri yanımızdan geçerken olması gerekenden daha az nazik olduğunda, ilk aklımıza gelen şey bize yönelik bir saygısızlık yaptığı olabilir. Bu doğru da olabilir. Fakat bunun yerine, onun da, -belki bizim gibi, belki bizden daha fazla- yorucu bir gün geçirdiğini, akşam toplu taşıma aracında ayakta kaldığını, belki hasta veya yorgun olduğunu ya da kötü bir gün geçirdiğini düşündüğümüzde yargılayıcı değil, şefkatli olmuş oluyoruz. Bu şefkate ihtiyacımız olduğunda bizim de sahip olabilmemiz için, bunu birine verebilmek açısından da istekli olmamız gerekiyor.”
‘Medyadaki dil kadına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor’
Şiddetin kaynağının yalnızca bireylerin zihinsel dünyalarında aramanın gerçekçi olmadığını belirten Tarhan şöyle devam ediyor: “Şiddet gündelik konuşmalarda, sosyal etkileşimlerde, her gün, her an yeniden inşa ettiğimiz bir şey. Evet, bireysel bazı dinamikler de işin içine giriyor ancak kişi şiddet davranışını gerçekleştirecek koşulları ve söylemsel bağlamı bulduğunda bu ihtimal daha da güçlenebiliyor. Medyanın da kadına yönelik ayrıştırıcı bir dil kullandığı aşikar. Kadına ve erkeğe kimlikler inşa ediliyor. Daha sonra kadın ve erkek arasında kurulan iktidar ilişkisinden doğru kadına yönelik baskılar ortaya çıkıyor. Kullanılan dil bu yüzden çok önemli. Örneğin ‘Kadın dediğin uluorta kahkaha atmaz’ söylemi, ilk bakışta şiddetle direkt bağlantılı bir söylem gibi görünmese de gülen, kahkaha atan kadını konumlandırış biçimi ile zamanla şiddeti meşrulaştıracak bir argüman haline gelebiliyor. Örneğin bir akademisyen, öğrencilerine ‘arkadaşlar’ dediğinde farklı, ‘çocuklar’ dediğinde söylemsel olarak farklı bir zemin inşa ediyor, farklı bir iktidar ilişkisi kuruyor, farklı bir iletişim şeklini meşrulaştırıyor.”
Tarhan, dilin nasıl kullanıldığının önemini vurgulayarak, “Şiddetin iktidar ilişkileri içerisindeki asimetride yapılandığını düşünerek, şiddetsiz iletişimin de daha eşit ve adil bir iletişimle kurulabileceğini söyleyebiliriz. Bu da öncelikle bu söylemi eleştirerek ve ne olursa olsun alternatif sesleri duyarak mümkün olabilir. Medyaya burada büyük ve zorlu bir görev düşüyor” diyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – KADIN GAZETECİLER DİJİTAL ŞİDDETİ ANLATTI