Söyleşi Video

Şokopop: Bir ‘araştırmacı magazin gazeteciliği’ denemesi

Maskeli sunumu ile dikkat çeken, özellikle LGBTİ+ camiasının sevgisini kazanan ve YouTube’da kısa sürede 100 bin abone sınırına dayanan Şokopop yaptığı işi “araştırmacı magazin gazeteciliği” diye tanımlıyor. Serdar Ortaç’tan Yıldız Tilbe’ye ünlülerle ilgili videolarını hazırlarken halk kütüphanelerine kadar gidip araştırma yaptığını söylüyor. Petek Dinçöz ile ilgili bir video yapacağını açıklamasının ardından bir sansür girişimine maruz kaldığını ekliyor. YouTube’dan para kazanıp kazanamadığından telif haklarına, yayıncılık temposundan yeni projelerine dek birçok konuyu Şokopop ile konuştuk.

“Kavga, Polemik, Basitlik, Skandal… hepsi bu kanalda!” sloganını kullanan Şokopop’u ilk olarak “Kan Davası: Gülben Ergen vs. Seren Serengil” adlı üç bölümlük video serisiyle tanıdık. İlk yüklediği videonun üzerinden 1.5 yıl bile geçmedi, bugün kanalının yaklaşık 100 bin abonesi var. Cinsiyetçi, homofobik ve transfobik olmayan diliyle, magazin haberciliğinde alıştığımız söylemin dışında bir yerde duruyor.

Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) düzenlediği Şugariyet Ödül Töreni’nde geçen ay “Yılın But Gullümlüsü” ödülünü aldı, son olarak Altın Kelebek’e aday gösterildi. Tek başına yayımlamaya başladığı videolarını bugün küçük bir ekiple birlikte hazırlıyor. Şokopop’un yaratıcısıyla, aynı zamanda stüdyo olarak kullandığı Beyoğlu’ndaki yeni ofisinde görüştük.

Magazine ve arşivciliğe merakın ne zaman başladı?
Magazin merakım çocukluğumda başladı. Bizim evde magazin pek okunmuyordu, ben genelde magazin dergilerini gizli gizli çantamın içinde sokup eve getiriyordum. Annemin olmadığı bir hafta sonu eve Şamdan almıştım, üzerinde “Seren Serengil ne yapıyor?” yazıyordu, altında da işte “Gaylarla dolaşıp akıl karıştırıyor” gibi bir şey yazıyordu. Dergiyi alıp ablama gidip “Gay ne demek?” diye sormuştu. Öyle gizli saklı bir hobiydi benim için magazin.

Maskeli olman bir yana, videolarında genelde arka plandasın. YouTuber’larda çok görmeye alışık olmadığımız bir şey bu. Bilinçli bir tercih mi?
Evet, bilinçli bir tercih çünkü anlattığımız meseleler ya biyografi serileri oluyor ya da “2019” örneğindeki gibi toplumu etkilemiş, fenomenleşmiş mevzuları işlediğimiz konular… Onların önüne geçmemek adına kendimi daha az ön planda tutuyorum. Bir yandan da açıkçası kendimi bir YouTuber olarak görmüyorum, bir YouTube kanalım var ve biz bir ekip olarak çalışıyoruz. Klasik YouTuber’lık çizgisinin dışında, kendi özel hayatlarımızı karıştırmadan, içeriği merkez alan bir üretim biçmimiz var, o da bu şekilde yansıyor. Maske takma sebebim, başlarken bu işin tutup tutmayacağını bilmemem ve yüzümü, adımı, soyadımı kullanmamın ileride kariyerimde engeller oluşturabileceği düşüncesiydi. Bu şekilde başladı ama sonradan bu beyaz maske içeriğin değişmez bir ögesi haline dönüştü ve aslında bundan memnum.

Şokopop’un bu kadar “tutacağını” bilseydin yine de maske kullanır mıydın?
Sanırım kullanırdım çünkü o kadar çok yüz, o kadar çok hikâye, o kadar fazla isim geçiyor ki videolarda, onların arasında bir de benim suratımın ve kişiliğimin yer alması içeriği gölgeleyebilirdi diye düşünüyorum. Oysa burada anlatmak istediğimiz tamamen ‘celebrity’lerin hikâyeleri. O yüzden çok iyi oturduğunu düşünüyorum bu maske takma meselesinin.

İlk çektiğin videodan bugüne yararlandığın kaynaklar değişti mi, çeşitlendi mi, arttı mı?
Kesinlikle artarak devam etti. İlk başladığımda elimde o sırada biriktirdiğim magazin arşiv kupürlerinden, dergilerden, gazetelerden ya da kitaplardan yararlanıyordum. İkinci, üçüncü videodan sonra bu ihtiyaç giderek artmaya başladı ve kendimi halk kütüphanelerine giderken buldum. Orada gazetelerin ve dergilerin arşivlerini taramaya başladım. Ardından bir ekip olarak çalışmaya başlamamızla beraber, yani yaklaşık bir sene önce, daha da çeşitlendi çünkü artık iki üç kişi olarak bu taramaları gerçekleştirebiliyorduk. Bunun içeriğe büyük bir zenginlik kattığına inanıyorum.

Kullandığın videoların çoğunun internette iyi bir arama sonucunda bulunabileceğini söylüyorsun ama bunların birçoğu bizim hiç denk gelmediğimiz, unuttuğumuz şeyler oluyor. Bu cevherleri nasıl bulup çıkarıyorsun? Başından beri ne aradığını biliyor musun yoksa fırsatları mı değerlendiriyorsun?
Bazen başından beri biliyor oluyorum çünkü günler ve gecelerce Youtube’da kaybolduğum çok zaman oldu ve orada, ‘şunu da aratayım, bunu da aratayım, a böyle bir şey de vardı’ veya bir haber kupürüne denk gelip ‘Aaa bunun videosu var mıdır’ diye arattığım çok şey olmuştu. O şekilde cebimde biriktirdiğim bazı arşiv görüntüleri vardı ama onun dışında tamamen şans eseri karşıma çıkanlar da oldu.

Ana akım medya Şokopop sayesinde keşfetti

Örneğin 2019 videosunu hazırlamaya başlamadan önce gece kulüpleriyle ilgili ne görseller bulabilirim diye bakarken o dönemin revaçta olan bütün gece kulüplerini YouTube’da teker teker aratmıştım. İşte Airport vardı, Fourteen, Nineteen, hepsini aratmıştım. Bunlardan bir tanesi de Discorium’du. Discorium’u arattığımda tesadüfen Serdar Ortaç’ın rap yaptığı o gecenin görüntülerine rastladım. O video YouTube’a 2007 ya da 2008 yılında yüklenmiş, oldukça eski bir video. Bizim “2019 Gelecek Geldi” videomuzu yayımlamamızdan neredeyse 10 yıl önce yüklenmiş yani. Videomuz yayımlandıktan sonra Serdar Ortaç’ın rap yaptığı görüntüler haber sitelerinde ve magazin programlarında yer aldı. 10 senedir YouTube’da olan videoyu ana akım medya “2019 Gelecek Geldi” videosundan sonra keşfedebildi. İşte böyle gizli hazineler de var YouTube’da.

Araştırmacı gazetecilerin bir noktada karşılaştığı kırmızı çizgilerle sen de karşılaştın mı? Buradan ileri gitme, o konulara girme gibi bir şey?..
Kanalı açtığım ilk aylarda gelmişti başıma böyle bir şey. Henüz üç video yayımlamıştım, Gülben Ergen – Seren Serengil serisini… Onun ardından Petek Dinçöz videosu yapacağımı duyurmuştum. Bunu duyurmamla beraber, Petek Dinçöz’ün çok sadık bir fan kitlesi var -hatta soyadlarını Dinçöz olarak değiştiriyorlar sosyal medya hesaplarında- bu fan kulübü ailesi bir anda benim “yakında yayımlayacağım” diye girdiğim postun altına toplandı ve “Petek Dinçöz’e uygulanan bu ambargo ne zaman bitecek” diye Can Tanrıyar’dan başlayarak, Ferhat Göçer’den Sezen Aksu’ya kadar pek çok ismi tag’leyerek bir gündem yarattılar.

Kanalındaki video sayısı bir anda sıfırlandı

Bunun üzerine Can Tanrıyar durumdan haberdar oldu ve anladığıma göre kanalımın içeriklerini incelediler. O sırada ben Gülben Ergen-Seren Serengil videosu yaparken Uçan Kuş arşivinden çok yararlanmıştım, çünkü o dönemi en iyi belgeleyenlerden biri. Yani tarzı ve yaklaşımını bir yana bırakarak söylüyorum… Benim videolarımda kullandığım Uçan Kuş görüntülerinin telif ihlali olduğunu iddia ederek videolarımı kaldırttılar. Bir de onlar YouTube’un partner şirketi olan bir şirketle çalışıyorlar. YouTube böyle durumlarda onların partner şirketlerinin taleplerini direkt önceliyor. O nedenle bu videolar bloke edilmişti ve benim üç tane videolu olan kanalım bir anda sıfır videoya indi.

Ben de bunun ardından oradaki bütün Uçan Kuş görüntülerini ayıkladım ve yeniden yükledim. Petek Dinçöz’ün Engellenemeyen Yükselişi ve Önlenemeyen Düşüşü isimli videom yayımladıktan sonra çok ilgi çekti. O dönemde kanaldaki videolar maksimum 50-60 bin izlenirken, Petek Dinçöz videosu 300 binlere kadar çıkmıştı. Video iki ay kadar yayında kaldı.

‘Mor Çatı’ya bağış yaptılar, Petek Dinçöz videosunu sildim’

Daha sonra yaz aylarında Petek Dinçöz yeni bir single çıkarmıştı, o dönem, Petek Dinçöz ismi YouTube’da aratıldığında, ilk olarak benim videom çıkıyordu. Ve Petek Dinçöz’ün önce basın danışmanı, ardından da eşi bana ulaşarak videoyu kaldırmamı rica etti. Gayet kibar bir dille oldu bu, “Biz bunları geçmişte bırakmak istiyoruz, çocuğumuz var, bugün artık çocukların ellerinde tabletler var ve yeni klibi çıktığında ilk aramada sizin videonuzun çıkması şu anda ona zarar veren bir durum” diyerek durumlarını açıkladı. Ben de bunun üzerine, tabii ki şiddetin mağduru olan Petek Dinçöz olduğu için ve video da onun mağduriyetinin hikâyesi olduğu için, bu anlamda mağduriyetine mağduriyet eklememek adına ve onun acısından yararlanmak istemeyeceğim için videoyu kaldırmayı kabul ettim.

O sırada da iki arkadaşım bana akıl verdi ve benden, Petek Dinçöz’ün bu talepte bulunan eşinden Mor Çatı’ya bağış yapmasını istememi önerdiler. Bu da bana çok iyi bir fikir gibi geldi. Serkan Bey’e bunu önerdim, Mor Çatı’ya bir bağış yaptı, ben de videoyu tamamen sildim.

Telif meselesine dönecek olursak… Adil kullanım konusunda herkes farklı bir şey söylüyor. Senin daha önce herhangi bir videon telif nedeniyle kaldırılmış mıydı?
Hayır. Hiçbir görünütüyü olduğu gibi kullanmıyoruz, anlattığımız hikâyeyi destekleyecek biçimde görsellere yer veriyoruz ve yasalar da zaten bu anlamda bizim yanımızda duruyor. Sadece müzik için telif ödüyorum, o da kullandığım parçaların birkaç tanesi ve vazgeçmek istemediğim parçalar bunlar… Zaten hâlihazırda kataloglarda kayıtlı çeşitli plak şirketlerinin telif haklarına sahip olduğu şarkılar… O yüzden de videolarımın gelirlerini bu şirketlerle paylaşıyorum. Onlar kanal gelirine ortak oldukları için YouTube’dan para kazanamıyorum.

Yılın But Gullümlüsü dalında Şugariyet Ödülleri’ne aday gösterildin, aldın da ödülü. Bekliyor muydun aday gösterilmeyi, şaşırdın mı? Sence LGBTİ+ camiası Şokopop’u neden bu kadar sevdi ve sahiplendi?
Bunun bir sebebi camiadan biri olmam diye düşünüyorum. Zaten başladığımda da işin bu kadar sevilmesini ve sahiplenmesini sağlayan, benim çekirdek ahbap arkadaş çevremdi. Onun üzerinden büyüyerek büyüyerek bugünkü halini aldı. Ama tabii ki bir Pembe Hayat gibi ya da çok sevdiğim ve başarılı bulduğum, Çağlar Almendi gibi gullüm soslu video aktivizmi değil benim yaptığım. Şokopop’ta entertainment (eğlence) ve araştırmacı magazincilik var.

‘Cinsiyetçi ve ahlakçı olmadan da magazin yapılabilir’

Geleneksel ya da dijital medyada, verilen tüm haberlerin, anlatılan tüm hikâyelerin zaten içinde her zaman belli ahlak kodları vardır, belli bir mesaj vardır ve senin nasıl bir dünya görüşüne sahip olduğunu yansıtır bu işler. Bizim ekip olarak hazırladığımız işler de bizim tavrımızı yansıtıyor. Cinsiyetçi, ahlakçı, homofobik, transfobik olmadan da magazin yapılabilir. Bizim izleyenlere vaadimiz bu. Şugariyet ödüllerinden ötürü de çok mutlu oldum, bu sene ilki düzenlendi, umarım devamı da gelir.

Altın Kelebek adaylığına ne diyorsun?
Yıllardır takip ederim Altın Kelebek’i, kırk seneyi devirmiş bir organizasyonda yer alabilmek benim için değerli. Hatta 2016 yılında, töreni düzenleyen medya şirketinin bünyesinde çalışıyordum, törene gitme ihtimalim vardı, bizim o dönem çekim ve kurgularını yaptığımız ‘influencer’lardan birinin kırmızı halı görüntülerini çekmek üzere… Fakat son gün erkek arkadaşını götürmek için beni iptal etmişti ve çok üzülmüştüm gidemediğime…

‘Altın Kelebek’te yüksek beklentilerim yok’

Geçen yıl Şokopop’u yapmaya başladığımda aday adayı listesine girdim ve törene davet edildim; bir arkadaşımla beraber katılıp çok eğlenmiştik. O zaman da çok dilemiştim, umarım ben de aday olabilirim diye… Bu sefer uzun adaylar listesine girebilmeyi başardım, umarım shortlist’e de alırım. Kazanmak konusunda öyle çok bir umudum yok, yüksek beklentilerim de yok, ama shortlist’e kalmayı çok isterim.

Özellikle 90’lara bakınca, eğlenceli ve “edepsiz” bir dönemmiş gibi görünüyor bugüne kıyasla… Sosyal medyada bu görüntüler bulunup çıkarıldığında genelde altına yazılan yorumlarda mizahi bir dille laikliğe değiniliyor. Videonun intro’larındaki Türkiye haritasının üzerinde yazan “Türkiye laiktir laik kalacak” buna bir gönderme mi, yoksa ironik bir obje olduğunu düşündüğünden mi onu kullandın?
Her ikisi de. Ben daha önce bu kanalın introsu nasıl olur diye kanalı yapmaya başlamadan altı ay – bir sene kadar önce düşünmeye başlamıştım. Ve “Burası Türkiye’nin en…” dediğim noktada böyle bir görsel kullanmayı çok istiyordum. O dönemde tesadüfen bir gün Yeldeğirmeni’nde dolaşırken seyyar bir eskicinin tezgahında bu çerçeveye rastladım ve “cuk oturdu”. İronik bir parça, öyle olmasını da çok seviyorum.

90’lar magazinine bakınca, bugüne göre daha az muhafazakâr olduğunu herhalde söyleyebiliriz. Bir yandan da senin değindiğin gibi kadınlar ve LGBTİ+’lara yönelik çok daha sorunlu bir dil var bu dönemde. İki dönemi de yakından gözlemlemiş biri olarak bugün “politically correct” (siyasi doğrucu) söylemin muhafazakarlaşmayla eşzamanlı yükselişini nasıl yorumluyorsun?
Bu aslında dünyanın trend’lerinden ve Türkiye’deki iktidar sahiplerinin inisiyatifinden kaynaklanan eşzamanlı bir gelişim oldu. 90’larda bizden çok daha “politically correct” olan ülkelerin o dönemki popüler işlerini incelediğimizde de, bugün söylemini çok yanlış bulabileceğimiz şeyler var. Yani kolektif olarak bu bilinci kazanmaya devam ediyoruz ve bu süreç de aslında hep böyle ilerlemiş, 60’larda batının cinsel devriminden bugüne uzandığımızda böyle bir gelişim olduğunu görüyoruz.

90’lardaki Türkiye magazini üzerinden konuşacak olursak, insanların bir nebze daha rahat olduğu, basında basitliğin prim yaptığı ve insanların ilgi çekmek adına, 70’lerden itibaren süregelen geleneksel bir yöntem olarak soyunmayı seçtiği dönemler… Medya da bununla çok barışık, daha seks pozitif bir medya olduğunu söyleyebiliriz.

ABD tabloid basınıyla etkileşimin sonucu

Ama daha sonrasında 2000’li yılların sonundan itibaren tıpkı ABD’de olduğu gibi bizde de, bu, bebek patlaması ve ünlülerin evlenmesi, Bran-gelina olsun, Jessica Simpson ve Nick Lachey evliliği olsun… Çiftler ve onların çocukları üzerinden yürüyen bir tabloid endüstrisi oluştu, bizde de eş zamanlı olarak, her zaman ABD’yi bu konularda örnek aldığımız için, bu durum filizlenmeye başladı. Bu gelişmeyle birlikte de ülkenin politik konjonktürünün çok değişmeye başladığı ve az önce belirttiğim gibi, iktidarın muhafazakarlaşmasıyla ABD’den gelen bu yeni trendin örtüşmesi sonucunda, bugün bildiğimiz “İstinye Park’ta bebeklerimle alışverişe çıktım”, “Kankalarımla oturdum kahve içiyorum”, “Onların da çocukları var, hepimiz çok düzgün insanlarız, hepimiz aşırı ortalama ve evden işe işten eve giden, ağzına alkol sürmeyen, ‘sigara mı aa o neymiş’ diyen tipleriz” tarzı celebrity’liğe döndü.

Tek başına başladın, bugün bir ekipsiniz. Süreci anlatır mısın?
Ben başladığım ilk sekiz ay boyunca araştırmadan metin yazımına, kurgusuna ve çekimine kadar her şeyimi kendi başıma yapıyordum. Daha sonra geçtiğimiz ekim ayından itibaren bir şirketle çalışmaya başladım. Onların çatısı altında kendime ufak bir ekip kurmaya başladım o dönemde. Fakat çalıştığım yerin temposuyla benim kanalın temposu tamamen uyuşmadı ve onlar kendi meşguliyetlerinden ötürü benim prodüksiyonlarımın hızlanması konusunda bana yeterince yardımcı olamadıkları için ben yoluma ayrı devam etmeye karar verdim.

Şirket kurdu, küçük bir ekip oluşturdu

Bir şirket açtım ve beraber çalışmaya başladığım iki ekip arkadaşım da benimle beraber geldiler. Bu sırada aramıza katılan stajyer arkadaşlar oldu, yine aynı şekilde geçmişte daha önce beraber mesai yaptığım bazı arkadaşlarımdan da freelancer olarak destekler alabildim. Şimdi böyle küçük bir ekip olarak yolumuza devam ediyoruz ve daha hızlanarak ilerleyebileceğimizi umut ediyoruz.

Hız konusuna değindin, YouTube’da içerik üreticileri tek başına da çalışsa bir noktada hızlı içerik üretme baskısı hissedebiliyor. Bu da kaliteyi düşürebiliyor. Siz bununla nasıl başa çıkmayı düşünüyorsunuz?
Videoların çıkış süresinin uzun aralıklarla olması YouTube’da büyük bir dezavantaj yaratıyor. Çünkü YouTube sizin sık içerik yüklemenizle sizi öne çıkaran bir platform. Bu aslında bir zaman sonra içerik üreticilerini “bir şey üreteyim, bir şey çekeyim de ne olursa olsun” mantığına sürükleyebilecek tehlikeli bir durum. İlerleyen dönemde, videolarımızı hazırladıkça daha küçük partlara bölüp peş peşe çıkarmak ve birini kurgularken ardından gelecek videonun hazırlığını yürütmek gibi yöntemlerle başa çıkmayı planlıyoruz.

‘Bu hafta yaptım, gelecek hafta yayımlarım’ olmuyor

Örneğin şu an hazırladığımız Sezen – Yıldız videosunun araştırma süreci geçtiğimiz aralık ayında başladı. Kapak Yıldızları’nın araştırması geçtiğimiz ocak ayında başlamıştı. Hâlihazırda araştırmasını devam ettirdiğimiz, metnini yazdığımız başka videolarımız da var yavaş yavaş yayına hazırlamakta olduğumuz. Bunları yaparken bütün o bilgileri doğrulamak zorundayız, insanlara bu konuda görsel lezzeti verebilmek için çeşitliliği oluşturmak zorundayız, bunların hepsi uzun zaman ve emek alan şeyler… O nedenle de bunları “bu hafta yaptım, önümüzdeki hafta yayınlayayım” gibi bir şey maalesef mümkün değil.

Ama ilerleyen aylarda, güncel magazinde ne gelişmeler olduğunu ve bir yandan da bu gelişmelerin televizyon ve basında nasıl değerlendirildiği üstüne, biraz da aslında magazin masalarını hicveden haftalık bir format oluşturmayı planlıyoruz.

Günümüz magazinciliğine dair bir söylem eleştirisi olacak yani?
Günümüz magazininde neler oluyor haberdar olmak isteyenlere hitap edecek, ama bir yandan da bu haberler televizyonda nasıl yer alıyor, bundan da bahseden bir format olacak.

Şokopop adı altında yine?
Evet.

Haftalık mı olacak?
Evet, haftada bir yayımlamayı planlıyoruz.

Defne Sarıöz

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Medyascope ve Yeşil Gazete’de çalıştı. Serbest gazetecilik yapıyor.

Journo E-Bülten