Görüş

4 soruda Türkiye’de spor gazeteciliğinin dünü ve bugünü

Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın 14 Kasım 2019'da oynanan eleme grubu maçında İzlanda ile 0-0 berabere kalarak Avrupa Şampiyonası'na katılma hakkını kazandığını duyuran manşetlerden bazıları.
“Türkiye-İzlanda maçı ve takımın gruptan çıkması sonrası futbolcu demeçlerindeki, gazete başlıklarındaki ve internet sitelerindeki seviyeye, habercilik anlayışına bakar mısınız?” Bu sözler son olarak Hürriyet Spor Müdür Yardımcısı olarak görev yapan deneyimli gazeteci Cömert Arslan’a ait. Arslan, haberciliğin en tartışmalı alanlarından birinde olanları ve olması gerekenleri Journo için dört soruda anlattı.

1. Türkiye’de spor gazeteciliği bir zamanlar çok iyi yapılıyordu da, son dönemde mi bozuldu?

Kestirmeden gidip, son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Türkiye’de hiçbir dönemde gazeteciliğin temel ilkeleri çerçevesinde spor gazeteciliği olmamıştır! Dönem dönem bazı başarılı yayınlar, kişisel istisnalar varsa da işin doğrusu ve acı gerçek budur. Neden mi? Şundan ya da şunlardan…

Birincisi, temeldeki insan kaynağımız sorunludur; spor gazetecisi profili içler acısıdır. Ekonomik koşullar berbat, iş güvencesi sıfır, haberci-haber kaynağı ilişkisi -abartmıyorum- rezalettir!

Doğrudan konuya girmek adına uzatmayıp, bir başka sıkıntıyı söyleyeyim… Her dönemde Türkiye’de spor gazeteciliğinin neredeyse tamamını işgal eden yegâne dal futboldur. Oysa gazete ve gazetecinin görevi, ilkesel olarak, sadece popülerin peşinde koşmayıp, toplum adına bir şeyler de yapmak ise, futbol dışındaki branşlara eğilmemek “göreve ihanet” değil midir?

Ancak Türkiye’de, şimdi siyah beyaz arşiv sayfalarında kalmış birkaç güreş ve son dönem basketbol başarı haberi hariç, futbol dışındaki branşlar ancak sayfaların altlarında yer bulabildi.

Oysa arkasında nal topladığımız Avrupa ve Amerika, futbol dışı, olimpik branşlara, medyada ve uygulamada, sahada eğildikleri için sporda da alıp başlarını gittiler, “maddi ve manevi” kazandılar. Çünkü spor bir kültür ve bu kültürün olmazsa olmazları var. Çeşitlilik ve branş zenginliği bunların başlıcaları…

2. Spor gazeteciliğinde bugün durum nasıl?

Bu yazıyı bir milli maç sonrası yazıyor olmam, baştaki iddiamı (Türkiye’de hiçbir zaman gerçek bir spor gazeteciliği olmadı) güçlü kılması açısından benim için şans… Çünkü çok malzeme çıktı yine…

Şimdilik ilk satırlardakinin dışında başka bir ilkesel konuya girmeden, “bir milli maç sonrası Türk spor yazarlığı” fotoğrafı çekmek bile konuyu anlatmak için yeterli olacak diye düşünüyorum.

Türkiye-İzlanda maçı ve takımın gruptan çıkması sonrası futbolcu demeçlerindeki, gazete başlıklarındaki ve internet sitelerindeki seviyeye, habercilik anlayışına bakar mısınız?

Hamaset, gürültü patırtı, komik milliyetçi söylemler… Yazık ki “modern basın” hayatına geçeli 50 yılı devirmişken, geldiğimiz nokta bu! Çocukluğumuzun gazete başlıkları, demeçleri ve yorumları ile aynı nokta… Hatta yazık ki geri bile gitmişiz. Çünkü artık işin içinde siyaset de alabildiğine var. Bir yerlere yaranmak için canhıraş biçimde çırpınmak ve milliyetçiliği, vatanı, bayrağı habire sömürüp göze girmeye çalışmak utanılacak noktaya vardı.

3. Spor basınında son dönemde ne tür yanlış başlıklar ve çerçevelemeler görülüyor?

Buyrun, milli maç sonrası birkaç başlık…

“Vatanı korur gibi Merih.” (Peki, daha önce kaleyi kapatamayıp gol yediklerinde bu futbolcular üstünde yaşadıkları vatanı koruyamamış mı oluyordu?)

“Emre: Dualarla buradayız.” (Madem dua ile halloluyordu iş, bunca zaman niye doğru dürüst uluslararası bir başarı kazanamadınız? Ayrıca sizden başka dua eden yok mu? Her dua eden kazansaydı, dünya galiplerle dolmaz mıydı? Yazık ki bu, galeyana gelmiş bir futbolcunun söylemi olduğu kadar, onunla aynı noktadaki gazetecinin de zihniyetini gösteriyor… Bu yüzden başlığı alabildiğine göze sokuyorlar.)

“Türk duvarı devam edecek.” (Neymiş, Almanya’dan Brezilya’dan değil, orta seviyedeki İzlanda takımından gol yemedikleri için savunmada oynayan arkadaşlar “duvar ördük” diye gururlanmış… İzlanda’ya yenilmedin diye gururlanmana hadi bir şey demeyeyim de, hayali duvarına millet ismi niye koyuyorsun? Kaleye duvar öremeyip golleri yediğinde Türklüğe zarar vermiş oluyordun o zaman! Aslında futbolcular kadar sözde haberi ve başlıktaki yakıştırmayı yapan gazeteci arkadaşların ayıbı bu. Çünkü o futbolcular yıllardır bu tarz yazıları okuyarak bu söylemlere sahip oldular. Yarın yine aynısını görecek gençler ve aynı söylemlere sahip olacak.)

4. Futbol haberciliği ile siyaset ve toplum arasında nasıl bir ilişki var?

Bakın… Bu ülke, Dünya Kupasında milli takımı en hafiften eleştirenler için bile “vatan haini” diyen federasyon yöneticilerini gördü. Bu kafa, bu kafalar, bizi hiçbir yere götürmedi. 100 yıllık futbol tarihimizde bir UEFA Kupası, bir Dünya Kupası üçüncülüğü var, o kadar! Türkiye’deki futbol ekonomisinin çapı ve toplum ilgisinin karşılığı açısından sıfırdır bu!

Bu kafayla devam ettikçe, hamaseti böyle aklın önüne geçirdikçe bu Avrupa Şampiyonası’nda da, başka turnuvalarda da nal toplamaya devam edeceğimiz geçmişteki örneklerle sabit!

Denebilir ki, bunlar bir genel toplumsal eleştiri, sadece gazetecileri ve spor gazeteciliğini bağlamaz. Oysa değil! Gazeteci, diğer insanlardan bir farkı olan ya da olması gereken kişidir. Vasatın içinde bir vasat ise, bir farkı olmadığı insanlara vereceği bir şey de yoktur. Türkiye’de genel anlamda gazeteciliğin, özelde de spor gazeteciliğinin açmazı da budur.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – SPOR GAZETECİLİĞİNDE TARAFSIZLIK

Cömert Arslan

Mesleğe üniversitede gazetecilik okurken, 1985 yılında Türk Haberler Ajansı'nda (THA) stajyer istihbarat muhabiri olarak başladı. Mezun olduktan sonra Ulusal Basın Ajansı'nda siyasi partiler, yerel yönetimler, polis ve adliye muhabirliği yaptı. Askerlik dönüşü, "dil eğitimine gitmek için işlemleri yaptırana kadar geçecek kısa sürede boş kalmamak" üzere başladığı spor gazeteciliğinde, spor gazeteleri ve ulusal gazetelerde, muhabir, editör, yayın koordinatörlüğü, yazı işleri müdürlüğü, spor servisi şefliği yaptı. Son görevi Ekim 2019'a kadar Hürriyet gazetesi Spor Müdür Yardımcılığı idi.

Journo E-Bülten