Kritik Televizyon

Stephen Colbert ve Türkiye medyasında görmek istediğimiz hareketler

Trumplaşmış siyasal kültürümüzden bir süreliğine arınmak için kendimizi Colbert'e bırakalım ve Rasim Ozan Kütahyalı'nın 'Kuzey Kore mi burası kardeşim' sorusuna yanıtımızı bağıra çağıra verelim: Evet, Kuzey Kore!

Bir süredir Amerikan medyasını Türkiye medyasından daha fazla takip etmeye çalışıyorum. Bunun iki sebebi var: İlki ABD’ye bir meteor gibi yaklaşan başkanlık seçimleri, diğeri ise Türkiye medyasının konuşan kafalar eksenindeki kısırlık dönemi. Bu öyle bir dönem ki Ahmet Hakan’ın en iyi sunucu, Yılmaz Özdil’in en iyi köşe yazarı olduğu öngörüsü üzerine kurulu bir medya sistemi her geçen gün yeni skandallarla kendini yineliyor.

Elbette Türkiye’deki medya sermayesinin bağımlılığı da dahil birçok neden bu kısırlaşmaya sebep gösterilebilir. Ülkede OHAL koşulları da var; ama 10 yıl da 20 yıl da geriye gitsek durumun pek değişmeyeceği aşikar. Üstelik 9 gibi başlayıp gece 1’e kadar süren ve aslında her akşam aynı siyasal propagandayı tekrarlayan ve çoğunlukla da aynı konuk havuzuyla aynı sıkıcılığı yeniden üreten programlar dünyası insanı içine çekmekten çok hepimizi depresyona sürüklüyor.

Haklı olarak birçok insan gibi ben de evde bir süredir yurtdışındaki televizyon programlarının ya da özgün ve bağımsız kimi yapımcıların Youtube kanallarına abone olup eğlenmeyi deniyorum. ABD’li arkadaşlarımla konuştuğumda ‘late night’ kuşağında birçok Jimmy’den bahsederlerken özellikle de söz konusu politik mizahsa beni hep tek bir isme yönlendirdiler: Stephen Colbert.

Colbert’in Youtube kanalına abone olduğumdan bu yana bir tür ‘politik hayvan’ olduğumdan olsa gerek neredeyse geriye dönük altı aylık videoyu izledim ve bunun üstüne Colbert’le ilgili bilgi toplamaya başladım. 1964 doğumlu komedyenin yolculuğu uzun süredir devam etse de 2006’da dünyanın en etkili 100 insanı arasında gösterilmesi ya da Bush’un misafiri olarak Beyaz Saray’daki muhabirler yemeğinde yaptığı konuşma -ki ABD’de bir başkanın kendi evinde aldığı en farklı yenilgi diyebiliriz- gibi detaylar bizi Colbert’in kariyerinde bu noktaya nasıl ulaşabildiği konusunda aydınlatıyor.

Colbert’in ortaya çıkabilmesinin, görünür olmasının şartı elbette politik kültür ve medya kültürü. Amerikan medya kültürünün özellikle belirli bir seviyede üstüne kurulu olduğu liberal kültür ve politik doğruculuk da Colbert’in işini fazlasıyla kolaylaştırıyor. Her ne kadar Clinton’ın Trump karşısında belli ki başarıya ulaşacağı seçimlerde ortada Trump gibi korkunç bir aday olduğu için bir muazzam örnek hariç Clinton’la çoğu zaman yeterince uğraşamayan bir profil çizse de Colbert, ülkesinde politik mizah bağlamında en önemli isimlerden.

stephc

Aslında Colbert bizim pek de tanımadığımız bir isim değil. Bir Yüzüklerin Efendisi hayranı ve ‘gizli bir elf’ olarak (bkz. kulakları) Stephen Colbert, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın bir görselde Gollum’a mı yoksa Smeagol’a mı benzetildiği konusunda hazırladığı monologla Türkiye gündemine hızlı bir giriş yapmıştı. Colbert’in yüce Türkiye adaletine yol göstermek için bilirkişiliği üstlenme teklifi gerçek bir centilmenlik örneğiydi.

Stephen Colbert’e yakın bir örneği Türkiye koşullarında bulmak bugün çok zor. 90’larda ya da erken 2000’lerde belki birilerinin denediği güldürülü gündem yorumlama deneyiminin ABD’deki öncülerinden biri olmasının en önemli sebebi o ülkenin ABD olması. Ama Türkiye’ye dönüp Türkiye’de politik mizahın karşılaştığı sorunları -Uykusuz, Leman ve Penguen örnekleri ya da her yerden izole edilen Metin Uca dahi yeterli örnek- düşündüğümüzde Colbert tipi bir mizahın yaşatılmasının ne kadar güç olduğunu görebiliriz. Gerçi bizim de ekranlarımızda, ‘bilinçsiz olarak da olsa’ Colbert kadar komik olan birçok karakter var. Örneğin bir şeyin parodisi olsa gerçekten komik olacak Tarafsız Bölge konuklarını, Beyaz Futbol tadındaki tartışma programlarını, Habertürk’te ‘karanlık kuşaklarda yayınlanan’ UFO ve kutsal kitapların şifreleriyle ilgili programları düşündüğümüzde her ne kadar benzerleri ABD’de olsa da (örneğin Amerika’nın Sırlar Kitabı) bu programların artık Türkiye’nin ortalaması hatta ‘üst standardı’ haline geldiğini aklımızdan çıkarmak oldukça güç.

Geçtiğimiz yıl Beyaz’a karşı yürütülen linç kampanyası ve Beyaz’ın korkunç kriz yönetimi ve politik bocalamaları dahi Türkiye’de özellikle prime time sonrası kuşağı emanet ettiğimiz Okan Bayülgen de dahil olmak üzere birçok ismin aklen ve kültürel olarak ne denli vasata teslim olmuş olduklarını gösteriyor. Bu yüzden bir süreliğine Trumplaşmış siyasal kültürümüzden arınmak için kendimizi Colbert’e bırakalım ve Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Kuzey Kore mi burası kardeşim” sorusuna yanıtımızı bağıra çağıra vererek bitirelim: Evet, Kuzey Kore!

Kuzey Kore’deki ‘alaycılık’ yasağı üzerine bir monolog

Colbert’ten Obama’ya kolay bir soru

Trump ve OREO

2016 seçimleri üzerine bir değerlendirme

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten