Dizi

Stranger Things 2: Daha karanlık bir sezon

“Stranger Things ikinci sezonda da gençliğimizi geçirdiğimiz ya da bir şekilde aidiyet bağı kurduğumuz yapımlara inerek bizi kültürel geçmişimize doğru yolculuğa çıkarıyor. Bu nedenle 80’ler popüler kültürünün, Stranger Things evreninde post-modern çağını yaşadığını söylemek herhâlde yanlış olmaz.”

*Bu yazı sürpriz kaçıran içermektedir

Geçtiğimiz yıl hayatımıza giren ve gerek teması, gerek göndermeleri, gerekse oyunculuklarıyla adeta bir fenomen haline gelen Stranger Things’e Cadılar Bayramı ile birlikte nihayet kavuştuk. Birkaç ay önce yayınlanmaya başlayan fragmanlarından da tahmin edilebileceği gibi, hepimiz geçen sezondan daha karanlık ve daha baskın bir sezon bekliyorduk. Kaldı ki dizinin yaratıcısı Duffer Kardeşler bile daha çok canavar görüleceği ve daha karanlık bir sezon olacağı ile ilgili demeçler vermişti. Gerçekten de öyle oldu. “Acaba ikinci sezon da birinci sezon kadar iyi olabilir mi?” sorusu elbette revaçtaydı ancak dizi 2. Sezon beklentilerini tamamen karşılayarak ve ilk sezondan kalan soruların tümünü cevaplayarak bir başyapıt hâlini aldı. Başarılı bir şekilde yansıtılan 80’ler nostaljisinin ve popüler kültürünün yanında, dikkatlice oluşturulan bu garip dünyaya dair mitoloji ve gizem de iyice derinleşerek imgeleşmeye başladı.

Dizinin birinci sezonda elde ettiği başarıdan sonra, yapıma daha fazla işlev kazandırabilmek için Netflix’in bütçe artırımına gittiğini biliyoruz. Açıkçası bu fark, yeni sezonda oldukça fazla anlaşılıyor. Daha çok görselliğin yanında, daha fazla kaynak ile daha fazla telif hakkı alındığı için hem dizi içindeki müzikler hem de dizi dışındaki reklamlar çok daha dinlenebilir ve izlenebilir bir hal almış. Dizide Terminatör, Ghostbusters, Metallica ve Scporpions şarkıları, pazarlama safhasında ise Barış Manço ve Sadettin Teksoy’lu reklamlar tabi ki telif gücünün, yani artırılan bütçenin yarattığı şeyler. Hatta Duffer Kardeşler, müzik bütçelerinin çoğunun son bölümdeki kaliteyi yaratmak için kullanıldığını belirtiyor. İkinci sezonun müzik kalitesi sadece dizi içi kullanılan 80’ler şarkılarında değil, soundtracklerine de yansımış. Geçen sezondan daha fazla epikleştirilmiş soundtracklerin her biri, geceleri uyurken kulaklarınızın pasını silmeye aday. Ayrıca Pazarlama evresinde uygulanan bu strateji oldukça hoşuma gitti. Ülkelere özel, kendi kültürleriyle harmanlanmış reklamlar, tam bir pazarlama harikası haline gelmişti.

2017 yılında iyice evrildiğimiz yeni ve hızlı tüketiciler olarak aslında tüketmeyi en çok sevdiğimiz şey evrenlerin nostaljik real hayattan aldığı referanslar ve buna bağlı olan gerçeklikleri. Durum böyle olunca da, 80’lerin klasik korku unsurlarına aşırı bağımlılık ve bu unsurları meta-etki yaratma yönündeki çabalar diziyi izlenebilir kılan etkenlerden. Bir diğer etken de, Duffer Kardeşlerin söyleşilerinde de göze çarpan, senaryoların doğaçlama bir şekilde yazılması. Yani 1. Bölüm çekilirken 3. Bölümde neler olacağı henüz belli değil. 1. Bölümde bir karakterin ölme planı yapılmışken, 3. Bölümde bu değişebiliyor. Mesela diziye yeni katılan karakterlerden Bob Newby’nin sezonun başlarında dizideki ömrü çok uzun soluklu değilmiş ancak Sean Astin’in diziye kattığı olumlu hava senaryonun aniden değişimine yol açmış. Hatta Bob’un ölümü Will’in elinden olacakmış ancak sonra senaryo tekrar bir değişikliğe uğramış. Sonuç itibariyle de Bob sezonun merkezi karakterlerinden biri haline geldi.

Buradan yola çıkarak, hikaye yazımında dizinin aslında somut bir hedefi olmadığını ve tamamen doğaçlama ile o anki şartlarla gelişen bağımsız hikayelerin varlığından bahsedebiliriz. Nostaljik referansların, izlenme oralarına ne denli etki ettiği ise, çeşitli referansları içeren dizilerin ve filmlerin izlenme oranlarına göz atarsak anlayabiliriz. Stranger Things ikinci sezonda da gençliğimizi geçirdiğimiz ya da bir şekilde aidiyet bağı kurduğumuz yapımlara inerek bizleri kültürel geçmişimize doğru yolculuğa çıkarıyor. Bu yüzden 80’ler popüler kültürünün, Stranger Things evreninde post-modern çağını yaşadığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Kaldı ki 1980’lerde TV dünyasında da ilgi odağı haline gelen Postmodernizm dalgasının ana unsurlarından biri de, nostaljik temalara duyulan özlemdi. Stranger Things ayrıca, korku ve popüler kültürün ikonik simgelerine tamamen abanmak yerine, aynı zamanda çocukların masumiyetlerinin doğasına iniyor. Bu yüzden de dışarıdan çocuk dizisi gibi görünen dizi, hangi yaştan olursanız olun içerisine girdiğinizde kendinizi alamadığınız bir olguya dönüşüyor.

Göndermeler zekice

Bu noktada diziye dair daha somut göndermelere değinmek gerekir. Öncelikle Eleven’ın kardeşinin maskeli çetesi, Joker’in banka soygunu sahnesinden esinlenerek Nolan’ın The Dark Knight’ına sağlam bir selam çakıyor. Dizinin açılışında gökyüzünden yere doğru inen görüntüde ise sanırım Star Wars Empires Strikes Back göndermesi olduğunu hepimiz anladık. Sinema sahnesinde gösterimde olan The Terminator filmi, doktorun Will’e favori şekeri sorulduğunda E.T’deki favori şekeri söylemesi, ya da cadılar bayramında çocukların The Ghostbuster kostümlerini giymesi tatlı detaylardı.

Özellikle Dig Dug Arcade oyunundaki metafor ise başlı başına zekice hazırlanmış bir plandı. Demodogların Hawkins’te güneş ve sıcaklığa maruz kalmadan ilerlemeleri, oyundaki tünellerde gösterilmiş. Hatta oyunda dizinin geleceğini dahi görebilmek mümkün. Hatırlarsanız oyunun sonunda Lucas prensesi kurtarıyor, Dustin ise elinde bir kol ile bakakalıyordu. Finalde de gördük ki, Lucas Max ile beraberliğe yelken açarken Dustin ise üzgün bir şekilde kenarda oturuyordu. Bu arada ikinci sezon 80’ler döneminin politikasını da es geçmemiş. O döneme ait önemli siyasi olaylardan birisi de ABD Başkanlık Seçimleri’ydi. Bazı binalarda “6 Kasım’da burada oy verin!” Tabelaları göze çarpıyor. Bu arada o dönemin galibi ise Ronald Reagan olmuştu. Sezondaki tüm göndermelere elbette ki yazıda değinmek imkansız, çünkü her bölümde en az 8-9’ar tane gönderme mevcut. Ancak tüm göndermeleri merak edenleriniz varsa buraya tıklayabilir.

Bu arada 80’lerin politik havasından bahsetmişken, son sezon dönemin toplumunun sosyolojik yapısını da oldukça iyi analiz ediyor aslında. Kısa bir örnek verecek olursak, Max’ın abisinin babasıyla tartıştığı sahneyi hatırlayalım. Babasının süslü püslü giyinen Billy’nin üzerine “İbne gibi süslenme” diyerek yürümesi, dönemin önemli tonlarından olan homofobiyi güzel bir şekilde anlatıyor. Aynı şekilde toplumun o dönemki havasından ve doğal olarak da babasından etkilenen Billy’nin de refleksleri farklı değil. Kardeşi Max’e, siyahi olan Lucas’tan uzak durmasını söyleyerek, yine dönemin gözdelerinden ırkçılığını açığa vuruyor. Böylece Billy’de orta çıkan bu zorbalık ve bağnazlığın da aslında şaşırtıcı olmadığını anlayabiliyoruz.

İkinci sezon, yaklaşık bir yıl sonraki zamandan devam ediyor. Üçüncü sezonda da bir zaman atlaması öngörülüyor ancak bunun dilimini tabi ki bilemiyoruz. İlk üç bölümün kasıtlı olarak yavaştan alındığını düşünüyorum. Bir an sanki ilk sezon bitmemiş gibi hissettim. Büyük bir yanlış adımdan kaçınmak için kendine daha fazla güvenen bir senaryo vardı. Hawkins’li arkadaşlarımız, Demogorgan ile tutuşulan kavgayı bir kenara bırakmış, unutmak istemektedir. Özellikle de Hawkins Laboratuarı’ndaki görevliler bunun için çok uğraşıyor. Çünkü ilk sezonda ölümüne sebep oldukları karakterle ilgili sorumluluktan kaçma peşindeler. Ancak Will tam olarak düzelmemiş, yine Upside World’e geçişler yaşıyordur. Bir süre sonra anlaşılacaktır ki, bu sezonun misafiri Demogorgan’dan kat kat güçlü olan, yazarların tabiriyle “Shadow Monster“dır. Will’in geçtiğimiz sezon yaşadığı deneyimler onu oldukça değiştirmiş, aynı zamanda alternatif dünyayı görme/hissetme duyularını da geliştirmiştir. Ancak bir yandan da sessiz hayatına alışma çabasına giren Will, “Zombi Çocuk” olarak okulda alay konusu olmuştur. Will neden normal olmadığını sorgularken Jonathan’ın araya girip ona David Bowie gibi tuhaf olmasını önererek, normal olanların bu dünyada bir şey başaramadığı konusunda kardeşini telkin ediyor. Bunun gibi diyaloglarla Jonathan’ın Will’in olanlarla başa çıkma mekanizmasını sağlamlaştırmaya çalıştığı bolca sahneye izliyoruz.

Karakter gelişimleri ön planda

Stranger Things’in ikinci sezonu, kişilikleri ve ilişkileri derinleştirirken, yeni karakter eklemeleriyle olabildiğince geniş bir hal alıyor. Ancak ilk sezondaki gibi ana karakterleri tanıma evresinden geçmiyoruz. Bu yüzden de direkt olarak olaylara odaklanabiliyoruz. Karakterlerin her biri de kendi gelişim süreçlerini oldukça güzel yansıtıyor. Bu vesileyle olgunlaşan karakterler aynı zamanda gelecek sezonların da temelini atmaya başlıyor. Öncelikle Eleven’ın kızkardeşi Kali ile tanışıyoruz. Kali de kardeşi Eleven gibi çeşitli deneylere maruz kalan bir karakter. Kali’yi yalnızca bir bölümde görsek de, bir sonraki sezon için bazı şeylerin başlangıç işareti de verilmiş oluyor. Muhtemelen bir sonraki sezonda Kali gibi denek olarak kullanılmış başkalarının olup olmadığını da öğreneceğiz. Billy ve Max da sezona renk getiren diğer karakterlerden. Aralarındaki atışmalar, Max’ın her arabadan inişinde orta parmağını kaldırarak abisini yolcu etmesi komik görüntülerdi. Tabi sezonun sürpriz neşesi de hiç şüphesiz ki Lucas’ın kız kardeşi Ericaydı. Erica’ya bizzat dikkat etmenizi ısrarla öneriyorum.

İzleyicilerin bu sezonun yıldızı olarak Will’i seçmesi sanırım kaçınılmaz. İlk sezonda konu Will’in üzerine kuruluydu ancak kendisi neredeyse tüm sezonu bilinçsiz geçirmişti. Konu bu sezon da Will’in üzerine kurulu ama kendisinden bu sezon harika bir performans görüyoruz. Bu arada Will ile Shadow Monster’ın ilişkisini ilk gördüğüm andan itibaren konuyu Harry Potter ve Voldemort arasındaki ilişkiye benzettim. Monsterın canı yandığında Will’in de canının yanması, belki de Voldemort acı çektiğinde Harry’nin alnındaki yaranın acımasına göndermedir, bilemiyoruz.

Pasif çocuğumuz Jonathan ve Nancy, Barbara’nın ölümünden sorumlu tuttukları devletin ihmalini ortaya çıkarmak için kararlı bir şekilde çalışırken, nihayet aynı yatağı paylaşabilme cesaretini gösteriyorlar. Bundaki en büyük pay ise hareketli gazeteci karakterimizin. Steve ise buna karşı ilk sezondan farklı bir şekilde serseri tarzından vazgeçip, zordaki çocuklara yardım ediyor. Will gördüğü şeylere karşı kendini kontrol altında tutmaya çalışırken, Hopper ise gerçek anlamda Eleven’a bir ev arkadaşından farklı olarak çok fazla değer vermeye başlıyor. Eleven’ın yaşadığını da zaten Hopper’ın ormana yemek bırakmasından anlamıştık. Mike Eleven’in bir gün döneceğine dair umutlarını diri tutarken, geçen sezondan farklı olarak bu sezon tüm zamanını Will’in yanında olarak geçiriyor. Bu süreçte Dustin grubun kurallarından birini bozarak arkadaşlarını büyük bir tehlike içerisine atıyor. Eleven, kim olduğunu keşfetme yolundaki flashbackleriyle dolu kişisel yolculuğu ile kendi yolunu çiziyor. Kendisi Hopper’ın ikazlarından dolayı evi terkedemezken, aynı zamanda da Mike’ı başka boyutta sık sık ziyaret edip iyi olduğundan emin olmak istiyor. Küçük ve yabancı dünyasına sığdırdığı Mike’a karşı duyduğu sevgi, belki de Eleven’ın uzun süre evden çıkmayıp kendisini güvende tutmasını sağlayan etkenlerden birisi. Hatta daha sonra annesini ve kayıp kız kardeşini bulduğunda bile kendisini onların yanında yabancı hissetmesini sağlayan tek olgunun Mike diye düşünüyorum.

Dizinin tüm karakterlerinin ve yeni sezonun tüm bölümlerinin tek tek incelemesini yapmayacağım çünkü oldukça fazla karakter var. Yukarıda bahsettiklerimin dışında da, ikinci sezonun, ilk sezona kıyasla oldukça karanlık ve olgun olduğunu ısrarla belirtmek gerek. Öyle ki, elimizde üçüncü sezonun nasıl başlayacağına ve nasıl gelişeceğine dair tek bir veri bile yok. Bu sebeple gayet temiz bir sezon olduğunun altını çizmek gerek. En son Eleven kapıyı kapattı, finalin son 30 saniyesine kadar her şey yolunda zannettik ve tekrar upside down ile hiçbir şeyin öyle olmadığını farkettik. Bu sonun önümüzdeki sezona dair bize verdiği hemen hemen hiçbir şey yok. Ayrıca artık dizideki oyunculuklar oldukça tatmin edici ve etkileyici bir seviyede. Hikaye ise daha akıcı ve daha heyecanlı bir duruma evrildi. Duffer Kardeşler’in planına göre dizi 4. Sezon ile birlikte sona erecek. 3. Sezon ise daha dizi yayına girmeden onayını aldı bile. Şu anda bize düşen şey, heyecanımızı diri tutarak yeni sezonu beklemek. Bu arada Netflix üyeleri, Stranger Thnigs’i izledikten sonra Stranger Things Beyond’u da izleyerek dizinin mutfak kısmında neler olup bittiğini öğrenebilir.


Stranger Things: Netflix’in 80’ler harikası

İlkan Akgül

Uzun yıllardır içerisinde bulunduğu reklam sektöründe birçok parti ve STK ile çalıştı, çeşitli platformlarda editörlük görevi üstlendi. Türkiye'nin ilk podcast reklam girişimi olan Podfresh'in kurucusu. Hala birçok platform ve mecraya içerik üretmeye devam ederken Raktan Hikaye isimli podcast programını yapıyor.

Journo E-Bülten