Görüş

TRT ve Lale Devri yayıncılığı: Kenan Başaran yazdı

TRT Spor'un amatör branşlara yer verdiği programlardan biri. Konuk, milli karateciler.
Türkiye’de bir spor medyası olduğunu söylemenin büyük bir iddia olduğu konusunda hemfikiriz. Tamam. Buna mukabil faturayı, peşinen medyaya çıkarmak da pek hakkaniyetli değildir. Temel sorumlu başka yerde; ayağa düşmüş sözle söylemem gerekirse, “eğitim şart”!

Misal, tüm beden eğitimi hayatı, yer minderinde takla atmaktan ibaret olan bana, kimse spor bilinci aşılamadı. İstiklal Marşı okuyarak ve potaya bir boş turnike atarak beden eğitimi dersinden 10 alıp, takdirnameyi garantilediğim olmuştur.

Şahsım (!), “diğer” sekmesinde yer alan sporlara karşı bir ilgi duyuyorsa, bu çocukluğumun tamamen tek kanallı TRT’ye denk gelmesindendir.

Özel kanallar öncesi son nesil olan ben gibiler, artistik buz pateni de izlerdi, hentbol da, atıcılık da… Klasik batı müziği de, Türkçe sözlü hafif batı müziği de dinlerdik… Biz “tek kanalla çoğulculuk” yaşamış ve bugünden bakınca şanslı sayılan bir nesildik. Sibel Can’ın deyimiyle Lale Devri çocuklarıydık (!) Öyle ki okul sporlarının sonuçları bile bulunurdu gazetelerde…

Peki buna rağmen neden spor bilinci yüksek, olimpizm ruhuyla dolmuş taşmış bir toplum yaratamadık?

Ben iki temel neden öne sürüyorum:

1. Ailede ve anaokulundan itibaren, okulda verilmeyen ve hâliyle günlük hayata sirayet etmeyen spor sevgisi

2. Endüstriyelleşen futbol

CEO büyüktür GYY’den

Endüstriyelleşen futbolla birlikte, 90’lardan itibaren kamusal yarardan hızla uzaklaşıp ticarileşen medyada spor gazeteciliği de futbol gazeteciliğine indirgendi. Dahası ‘dört büyükler gazeteciliği’ne kadar uzmanlaştı (!)

Dijital medya hükümranlığıyla beraber bu kimlik değişimi ‘taraftar gazeteciliği’ne evriliyor, süratle… Bu evrime, medya kurumları ve örgütleri de seyirci kalıyor.

Kamusal yarar, reytingle ters düşüyor. Hele ki özel medya şirketlerinde… Arz-talep dengesini gözeten ve protokolde genel yayın yönetmeninden (GYY) önde gelmeye başlayan CEO’suyla bir ‘işletme’ye dönen medya organlarının kamusal anlayışla yayın yapması nasıl mümkün olabilir ki!

Merkez medya sahipliği, artık “fikri mücadele” alanı değil. Başka sektörlerdeki yatırımların gelişimini destekleyici ve siyasete teşnelik anlamı taşıyor.

“Ticarilik” içerikte ‘en çok sattıran’a hizmet etmeyi koşulluyor. Spor özelinde bakıldığında bu, sayfa ve ekranların dört büyük futbol takımına göre parsellenmesi demek.

Diğer branşlar ancak ve ancak, “şampiyon” olunursa, “bayrağımız göndere çekilirse” haber muamelesi görür. Buna rağmen futbol haberlerinin arasında kendine yer bulan branşlar olursa bunda en büyük pay, sponsor ve PR şirketlerinin ‘iyi ilişkiler’nindir.

Gelinen noktada haber içeriklerinin denetleyicisi Google algoritmaları olurken, gazetecilerin ofislerinin dışına çıkmalarının sağlayıcıları da büyük ölçüde davet sahipleri.

Çalıştaya gel çalıştaya!

Daha yakınlarda, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Ankara’da “Futbol Kulüpleri ve Spor Federasyonları Çalıştayı” düzenledi.

İlk iki gününe ben de katıldım. Daha fazla kalmayı da istedim ancak oturumlar, medya mensuplarına kapalıydı. Tıpkı kamu yararına dernek statüsüne sahip olan üç büyüklerin idmanlarını basına kapatması gibi!

Çalıştayda lobide oturup gelen geçenden kulis almaktan başka bir seçenek kalmıyordu. Ha bir de lobiye kurulan bir kürsüye, bakanlık basın müşavirlerinin düzenli aralıklarla başkanları getirip açıklamalar yaptırması vardı. Tabii bu kürsü konuşmaları, güncel tartışmalar ve basmakalıp “Çalıştay çok faydalı oldu” sözlerinden öteye geçmedi. Asıl haber, kapalı oturumlardaydı… Lakin dediğim gibi haber basına kapalıydı!

Devletin kanalı ve ajansı, olay mahallinde hazır ve nazır olmasına karşın, çalıştayın medyada etkisini artırmak için müşavirler, başat özel spor kanallarının ‘etkili isimleri’ne acil çağrı yaparak, Ankara’ya getirtti!

Oysa, böylesi önemli bir çalıştayı her spor gazetecisinin kendisine dert edinmesi gerekmez miydi? Dert edinseler bile “işletmesel” engelleri var. Bütçeler kısıldığı için gazetecilerin şehir dışı seyahatleri büyük oranda azaldı.

Yurt dışı maçları ve kamplarına çoğu muhabir gidemez oldu. Futbol dışındaki branşlara ağırlıkla kulüplerin veya sponsorların bir daveti olursa gidiliyor, onlarda da müdürlerden sıra gelirse… Eskiden yine müdürlerden seken seyahatler olurdu fakat ekonomik kriz nedeniyle bu tür ağırlamalar azalınca muhabire pek piyango vurmuyor!

Tersine göç başladı

Haber, gazeteciliğin ana hammaddesidir. Ve elbette maliyetlidir. Ama fark yaratan da haberdir. Atmosfer, siyasi ve toplumsal haber üretimini büyük oranda baskıladı. Ancak, nispeten daha serbest görünen sporda da özel haber üretimi düştü. Ses getiren haberlerin çoğu da “demeç” üzerine kuruluyor. Üstelik, karşı görüş de alınmaksızın.

Peki kamu ne yapıyor? Orada tam bir “Lale Devri yayıncılığı” var. Yurtiçi veya yurtdışı tüm sportif etkinliklere en kalabalık giden kurumlar devletin medya organları. Bolluk bereket, ekranlara da yansıyor. 40 yıllık TRT çalışanları varken, ‘dış yapımcı’lara milyonlar akıtılıyor.

Özel kanallarda program yapanlara, yetmiyor, üstüne bir de devlet kanalında programlar tahsis ediliyor. Ve programlar ortalama üçer konuklu. Arka arkaya üç programda Süper Ligi yorumları yapılabiliyor. Çünkü biz izleyiciler o kadar aptalız ki, üst üste üç programda toplam dokuz yorumcu ancak anlatabiliyor ofsaytı, penaltıyı(!)

Özel kanallar, İstanbul’daki maça bile bir kameraman ve muhabir ancak gönderebilirken, devlet kanalı üçer-beşer yolluyor. 90’larda özel kanallar açılınca gazeteciler “altına hücum” misali TRT’den ayrılıyordu. Bugünse tersine bir göç yaşanıyor…

Özel kanallar gibi “son dakika” yarışana giren TRT’nin günün sonundaki tablosu şu: 92 milyon lira zarar! Kamusal yayın gözetilse, gam yemezdik ama…

Biz belgeselciyiz!

TRT Spor, yaptığı yayınla esasen TRT Futbol ismini hak ediyor. TRT yönetimi kanalı doğru orantılı bir spor kanalı yapacağına, TRT Spor 2 kanalını açtı; tekvando, güreş, hentbol, okçuluk gibi “öteki sporlar” için…

Bu kanalın tek faydası izleyicinin riyakârlığını ortaya koyması oldu. Evet TRT Spor 2, bir turnusol kâğıdı görevi görüyor. Zira kendilerine mikrofon uzatıldığında en çok belgesel izlediğini söyleyen yurdum insanı, spor konusunda da “Hep futbol hep futbol, biraz da hentbol” der, lakin hâlihazırda bu amaçla yayın yapan TRT Spor 2’ye pek yüz vermiyor.

Çünkü  Türkiye’deki “sporseverlik,” dört yılda bir Olimpiyat Oyunları ile ateşlenen, sonra geçen bir yaz aşkıdır. Misal birden herkes okçuluk sporunun müptelası kesilir ve Mete Gazoz “TT” olur… Sonra ara ki Gazoz’u bulasın…

Başa dönersek, esas olan spor değil, sadece kazanmaktır bu topraklarda. Bizim köprü, yol ve binanın değil de,  sokaklarında milyonlarca insanın spor yaptığı bir ülkenin fotoğrafını göstererek bir gün olimpiyata talip olmamız lazım.

Bu  yola girmenin koşullarından biri çocukluktan itibaren spor sevgisi ve bilinci aşılamaksa; diğeri de özel, kamu ayrımı olmaksızın kamusal yararı gözeten bir yayıncılık çizgisine dönmektir.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – AMİGO MUHABİRLER VE SPOR BASININDA ÖZ DENETİM EKSİKLİĞİ

Kenan Başaran

Marmara Üniversitesi İletşim Bilimleri Fakültesi Bilişim Bilim Dalı Yüksek Lisans Bölümü'nden mezun oldu. 1995'te Yaşam radyoda gazeteciliğe başladı. Foreks Bilgi İletişim'de çalıştıktan sonra, Referans ve Radikal gazetelerinde editör ve yazar olarak çalıştı. 2013'te Hürriyet gazetesi spor servisine geçti. Arkadan Müdahale ve Sivas-Kayseri isimli iki kitabı var. Son kitabı TSYD yılın spor kitabı ödülünü aldı. 2008'de Nezih Demirkent Ulusal Basın Ödülü'nü aldı. 2011'de TSYD Yılın Araştırmacı Gazetecilik Ödülü'nün de sahibi oldu. İstanbul'un Gelinleri radyo belgeseliyle de 2005 Sedat Simavi Ödülü'nü aldı.

Journo E-Bülten