Bayram tatili başlamadan hemen önce, epeyce yatırım almış ve hatta bir ara 57 milyon TL’ye kadar da değerlemeye ulaşmış olan bir internet girişimi kapılarını kapattı. Avon-Amway gibi firmaların kullandığı bir iş modeli (network pazarlama) ile e-ticaret altyapısı sağlayan İncir.com’un birden bire iflas etmesi internet yatırımcılığına odaklanmış olanlara “ne oluyor?” dedirtti.
Böyle dedirtti çünkü son 3-5 yılda Türkiye’deki internet yatırımcılığı, üzerinde konuşulabilir bir hale gelmeye başladı. ABD’de yıllardır var olan ama Türkiye’de daha önce pek duymadığımız ‘melek yatırımcılık’, ‘risk sermayesi’, ‘hızlandırıcı’, ‘özel yatırımcılık’ imkânları bayağı heyecanlı bir hâl aldı. Revo Capital Genel Müdürü Cenk Bayrakdar Türkiye’de 62 fon ve üç tane risk sermayesi şirketi olduğunu, ayrıca melek yatırımcılar bulunduğunu söylemişti. Dolayısıyla yatırım yapılan girişimlerin başarısızlıklara uğradığı duyulunca, “acaba yatırımlar durur mu?” soruları yükseliyor. Limango, TazeDirekt.com gibi pek çok yatırım kapısını kapatınca da bu soru sorulmuştu. Daha doğrusu, ilk soru şuydu: Neden?
“Neden” sorusu, “acaba” sorusunu da içinde barındırıyor. İnsanlar neden diye sorarken, aslında “daha yeni ısınan yatırımcılık olanağı sona erer mi?” diye soruyor. Bu nedenle de tartışılan diğer bir konu, Erikli Su şirketini yükseltip, sonra başarılı bir satış gerçekleştirmiş olan Hasan Aslanoba gibi çoklu melek yatırımcılığa soyunmuş bir girişimcinin bir yıl içinde ikinci yatırımının kapılarını kapatmış olması. Seçimler mi yanlış? Şansızlık mı? Planlamada sorun mu var? Ortam mı kötü?
Bu kapsamda, internet girişimciliği konusuna bir göz atalım ve Journo okuyucuları için Türkiye’deki durumu inceleyelim, hatta nedenleri tartışmaya açalım istedik. Bu yazı olayın tamamına göz atıyor. O nedenle özet olsa da uzun bir yazı. Konunun tartışılması gereken sorunları en sonda. Baştakileri atlamak isterseniz diye belirtelim.
Girişimcilik: Outsource’un doğal sonucu
1980’den itibaren bütün dünyada gelişen ‘outsource’ temelli ekonomiler, çalışanların hayatını zorlaştırır, kazançlarını ve haklarını sınırlarken, ‘girişimcilerin’ önünü açmaya başladı. Çünkü maaşlar gitgide “limon satsan bile daha fazla para kazanırsın” şekline dönüşürken, taşaronlaşma “birlikten güç doğar” olayını yani hak aramayı ya da sendikal hakların kullanımını zorlaştırdı. Sonuçta 21. yüzyılın ortamı bu; eğer daha iyi yaşamak ve/veya para kazanmak istiyorsanız, zor da olsa girişimci tarafına geçmeniz daha ‘akıl kârı’ haline geldi.
Devletin ve sermayenin girişimciliğe bakışı
Ama sıfırdan girişimci olmak kolay değil. ABD’de her zaman girişimcilik vardı. Çünkü orada yatırım bulmak mümkündü. Zaten her şeyi sıfırdan oluşturan insanların ülkesi olan ABD’de 2. dünya savaşındaki lojistikçi General F.Doriot tarafından temelleri oluşturulan ‘Risk Sermayesi’ sayesinde girişimcilik daha kolay.
Buna karşılık ülkemizde, sermaye sahiplerinin kültürü bu yönde değildi (hala da çok değil). Yani fikri olanı desteklemek yerine ‘fikri satın alma’yı ya da ‘fikri ele geçirme’yi tercih ediyorlardı. Ama şimdilerde bazı çevrelerde ‘yatırımcı olmak’ moda bile oldu.
Bu arada devletin rolünü de tartışalım: Ülkelerin ‘girişimci’ alanını nasıl yönettikleri, daha doğrusu girişimcilerin önünü nasıl açtıkları ya da açamadıkları konusu önemli. Ülkemizde bu 1980’lerden itibaren düşünüldü, bazı uygulamalar getirildi. Ama işletilemedi. Bunun en önemli nedenleri art arda gelen ekonomik krizler ya da siyasi dengesizlikler denilebilir. Bu alanda son 5-6 yılda bazı gelişmeler var. En azından devletin bu konudaki farkındalığı arttı diyelim.
Devletin ya da sermayenin girişimciliğe bakışının değişmesinin temelinde ise, internetin hayatımıza girişi, daha doğrusu Google-Facebook gibi firmaların yükselmesi var. Ayrıca internetin paylaşımcı ya da ortak aklının, girişimcilere etkisini de bu noktada hatırlatalım; bilginin dünya çapında paylaşımı hızlandı. Paylaşım yeni bilgilere ve girişimlere daha fazla ilham verdi.
Memur olma hedefinden girişimciliğe
İnternet öncesinde, girişimcilik ülkemizde hayli zayıftı. Ailelerin ve dolayısıyla bireylerin hedefi genellikle memur olmak ya da ‘maaşlı bir işe kapağı atmak’ idi. Biraz daha zengin ailelerde bu durum ‘bayi olmak’ şeklinde görülürdü. Ben kendi işimi yapacağım diyen nadirdi ve deli gözüyle bakılırdı.
Sonuçta Türkiye’de girişimcilik yerine parası az da olsa, sevilmese de, güvenli bir alan içinde kalmak tercih edilirdi. Bunda kültürel bir boyut olduğu, ailelerin itaatkar çocuk yetiştirmeyi tercih etmelerinin, bu memurluk/bayilik hedefiyle uyumlu olduğunu söylemek mümkün. Tabii bu bizden çok sosyologların inceleyeceği bir alan.
Ama internetin ülkemize gelişi, daha sonra Zuckerberg (Facebook), Page/Brin (Google), Hurley/Chen/Karim (YouTube) gibi gencecik insanların kendi yarattıkları yazılımlarla bir anda zirveye çıkabilir olmaları, arkasından da iPhone’larla birlikte mobil uygulama alanının gelişmesi sonucunda Türkiye’de de durum değişti.
Öyle ki, eskiden hevesle üniversite seçimine bilgisayar mühendisliği yazanlara “zavallı, nerede çalışacak ki? olsa olsa satıcı olur” diye bakılırken, şimdilerde bunlar birden altın yumurtlaması çok mümkün çocuklara dönüştü.
Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Ultav şöyle bir iddiada bulunmuştu “İlk defa çocuklar yaşama bilgisini ailelerinin kültürel birikimlerden almıyorlar. Onun yerine internetten alıyorlar”. Belki ‘memur olmak’ hedefini girişimciliğe çevirmekte bu tür bir etki vardır. Bu da sosyologların işi.
Ama gençlerin girişimci olmayı istemeleri yeterli miydi? Tabi ki hayır. Çünkü istek yetmiyor. Bu konuda bir ekosistemin oluşması önemliydi. Yani devletin, üniversitelerin ve de finans kurumlarının da bazı adımları atması şarttı.
Üniversiteler, yatırımcılar, kuluçka merkezleri, devlet
Girişimcilik alanını güçlendirmek yolunda ilk özel sektör hareketini Ersin Pamuksüzer’den gördük. Ericsson Türkiye Genel Müdürü olduğu 2000 yılında oldukça büyük bir alanda ‘Crea-World’ adıyla bir kuluçka merkezi oluşturulması ve burada fikri olanlara yer (ofis) ve teknik olanaklar (bilgisayar/yazılım) sağlanması, bu alanda ilk eşik oldu. Arkasından gelenlere de ilham verdi.
Bu fikir daha sonra Superonline, Ixir gibi internet servis sağlayıcılarına bulaştı. Oradan da zaman içinde Bilkent (Cyberpark), ODTÜ gibi üniversitelere ve finans kurumlarına sıçradı.
Bugün hemen hemen tüm büyük üniversitelerin bir ‘teknopark’ı var. Burada hem girişimcilere, üniversitenin birikiminden yararlanma olanağı, hem de öğrencilere daha okuldayken bir şeyler öğrenebilecekleri bir ortam sunuluyor. Faydalı olan var, olmayan var.
Devlet tarafında, 5 Ocak 1986 tarihinde, sermaye imkânları kısıtlı girişimcilere destek olmak amacıyla kurulan “İşsizlikle Mücadele ve İstihdamı Geliştirme Yüksek Koordinasyon Kurulu” vardı ama siyasal dalgalanmalar ve bankacılık sektörünün olaya soğuk bakması bu projeyi engelledi. Risk sermayesi finansman yönteminin temel yasal çerçevesini çizen, Sermaye Piyasası Kurulu’nun 6 Temmuz 1993 tarih ve 21629 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Risk Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına ilişkin Esaslar Tebliği” ile risk sermayesi finansmanı Türkiye’de ilk defa yasal bir düzenlemeye kavuştu. 2003 yılında bu düzenlemelerde bazı değişiklikler yapılarak risk sermayesine giriş koşulları esnetildi.
Ama yasal altyapının oluşturulduğu 1992 yılından bu yana onca zaman geçmiş olmasına rağmen Türkiye’de risk sermayesi sektöründe yeterli bir gelişme sağlanamadı. Dünyanın birçok ülkesinde risk sermayesi sektörünün başarısı devlet desteğiyle doğrudan ilgilidir. Devletin risk sermayesi kuruluşlarına faizsiz araçlarla fon desteği, sektörün gelişmesi açısından çok önemli.
Ülkemizde teknopark ve inkübatör gibi yenilikçi projeler gün geçtikçe gelişiyor ama asıl olması gerekenlere mi yöneliyor? Ya da yeterince verimli mi? Bu önemli bir soru.
Öncelikle, bir yandan yasal altyapının uluslararası standartlara yükseltilerek başta çıkış stratejisi güvencesi olmak üzere risk sermayesi araçlarında esneklik sağlanması, diğer yandan da bu alanda güçlü ve güvenilir bir kurumsal yönetişim altyapısının kurulması gerekiyor. Bu yapılar sektörün oluşumu için yeterli ivmeyi sağlayacaktır. Mevcut durum eskisine nazaran iyi olsa da, “saldım çayıra, mevlam kayıra” gibi de düşünülebilir.
Burada KOSGEB’i de analım; kurulduğu 1990’dan itibaren çeşitli firmalara destek verdi, halen de veriyor. AKP hükümetinin de son 4-5 yıldan bu yana AR-GE ve devlet teşvikleri konusunda cömert olduğunu söylemek lazım. Ancak yukarıda da belirttik; bu teşviklerin dağıtımı konusunda eleştiriler var. Özellikle verilme kriterleri tartışılıyor. Ayrıca dağıtılan teşviklerin yarattığı istihdam, patent sayısı, vergi vs gibi ölçülebilir verilerle değerlendirilmediği yorumları yani boşa gittiği gibi eleştiriler de mevcut. Aynı eleştiriler TÜBİTAK için de yapılıyor.
Girişimcilik alanında adı anılması gereken bir oluşum da, e-tohum. Burak Büyüdemir tarafından, önce İTÜ içinde yarışmalar düzenlendi. Sonra bu bir oluşuma döndü. Bu oluşum Startup Türkiye adı ile halen devam ediyor. Gençlere yol gösterici ya da onları ortaya çıkarıcı bir fonksiyon üstleniyor. Benzer şekilde çeşitli oluşum ya da yarışmalar gençleri ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunlar doğrudan yatırım sağlamıyor ama yatırımcıların dikkatini çekmeye yarayabiliyorlar.
Ya finans?
Devletin sağladığı teşvikler bir yana, özel sektörün girişimcilik alanını finanse etmesi konusundaki zayıflık da son yıllarda bir miktar aşıldı. Hâlâ istenen seviyede olduğu söylenemez ama 62 fon, sayısız melek yatırımcı ve 3 hızlandırıcı, İTÜ, ODTÜ, Yıldız Teknik gibi üniversitelerin teknoparkları bu açıdan yararlı.
Bu noktada belirtelim; Melek yatırımcı dediğimiz 250 K’ya kadar fon sağlar. Hızlandırıcı bunu bir kaç milyona (mesela 4-5) taşır. Risk sermayesi ve ‘private equity’ (girişim sermayesi) dediğimiz ise daha ağır yatırımlardır.
Son bir kaç yıldır; çok hoş bir dalga yaşanıyor. İlk dönem internet yatırımcılarının bir kısmının, para kazandıktan sonra gençlere ‘melek yatırımcı’ olarak bireysel ya da grup halinde yatırım yapabildiklerini görüyoruz. Bunun öncüleri YemekSepeti, Cember.com, GittiGidiyor.com gibi ilk nesil internet girişimcileri oldu. Onları Hasan Aslanoba gibi fiziksel alanda para kazanmış insanlar da takip etti. Bankaların da bu konuda değerlendirmeleri var.
Ama yatırımcıların çoğunun şikayeti, henüz fikirlerin fazla çiğ geldiği şeklinde. Bu nedenle de son zamanlarda ‘mentor’ kavramına ağırlık verilmeye başlandı. TÜBİTAK ya da diğer yapıların içinde bireysel ya da kurumsal mentorlar görmeye başladık ki, çok yararlı olduğunu düşünüyoruz.
Düşe kalka oluşan girişimcilik tecrübesi
Peki kısaca 15-16 yılını özetlediğimiz bu alanda acaba neler oluyor?
Gördüğümüz kadarıyla ‘Türk girişimcilik alanı’ kendi tecrübesini oluşturuyor. Bunun kolay bir süreç olmadığını belirtelim. Bu 16 yıl içinde adım adım yeni safhaların geldiğini ve bunun olumlu olduğunu gördük.
Finans olanakları gelişmekle birlikte hâlâ kolay değil. Tersine yatırım yapmak için çok farklı fikirlerin de gelmediği düşünülüyor.
Başka bir ülkedeki uygulamayı kopyalayıp kendi fikri gibi satan ya da yüz kere yapılmış bir şeyi bir daha yapmaya kalkan ya da işlemeyecek bir süreci işler zanneden girişimci adayları var.
Diğer yandan güzel bir fikrin/projenin yanında, işin idari/finansal yönünü yönetemeyenler, pazarlama tarafına çok hayalci bakanlar var.
Konulan hedeflerin uzak, bütçelerin kısa olduğu görülebiliyor. Yani pazar koşulları iyice bilinmeden ya da hesaplanmadan girilen işlerin sonu hüsran olabiliyor. Örneğin, Tazedirekt.com için böyle bir yorum yapılıyor.
Çünkü pazarın da hazır olması ve yeni hizmetleri talep etmeyi bilmesi lazım.
Ya da olayın ‘ölçeklenmesi’ sorunu var. Yani baktığınızda başarılı giriş yapan girişimcilerin de, belli bir noktada tıkandıkları görülebiliyor. Çünkü artık başka bir seviyeye çıkmaları gerekirken, o seviye henüz hazır olmadıkları bir nokta olabiliyor. İlk e-ticaret sitelerimizden olan e-Store için bu olmuştu.
Tabi ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumun da önemi var. İncir.com olayında yeni bir yatırım almaya hazırlanırken, darbe girişiminin meydana gelmesi sonucunda bu yatırım olanağı uçmuş ve dolayısıyla firmanın kapılarını kapatmasına neden olmuştu. (Gerçi bu konuda ‘iş modeli kilitlendi’, ‘büyüyemiyordu’ gibi farklı yorumlar da var)
Kısaca özetlediğimiz bu durumu bir de tartışmaya açalım: Bizim bu yazı çerçevesinde öngördüklerimiz aşağıda. Siz de katkıda bulunun lütfen.
Tartışılması gerekenler
A. Finansman
DEVLETTEN TEŞVİK: Son yıllarda hayli gelişmiş olsa da, halen devletten teşvik/finansman almakta sorunlar var.
-Gösterdiğiniz projeyi hakemlerin anlayamayabildiği olabiliyor.
-Değerlendirme süreci –hakemlerin zamanlamasına göre- uzun zaman alabiliyor.
-Desteğin tahsilatında da gecikme oluyor.
-Marka-patent konuları önemli.
-Teşvikler devletin siyasal ya da teknik tercihlerine göre verilebiliyor.
-Teknik insanların pazarlama yönü eksik olabiliyor ki asıl destek verilmesi gereken budur. (İngiliz Hükümeti yatırım ajansının dünyanın 15 ticari bölgesinde açtığı bürolar üzerinden teknoparklardaki projelerin pazarlamasını üstlenmesi bir örnektir)
ÖZEL FİNANSMAN: Hala çok küçük; Türkiye’nin -Tüsiad üyeleri gibi- asıl sermaye sahipleri bu alana çok uzak.
-Türkiye hâlâ ‘fikir’ ve ‘fikir sahibi’ni takdir etmekte zayıf. Parasını veririm, yaptırırım düşüncesi hâkim.
-Türk sermayesi risk almıyor. Onun yerine devleti de arkasına alarak iş yapıyor.
-Mevcut yatırım fonları, melek yatırımcı sayısı az ve görüşme olanağı düşük.
-Fantastik -TV programında yatırımcı olmak gibi- olaylar gördük. Acaba farkındalığı arttırma yararı mı oldu, yoksa işin ciddiyetini mi yok etti?
-Fikir sahibinde ‘acaba fikrim çalınır mı?’ duygusu var. O nedenle ‘küçük olsun, benim olsun’ bu alanda da rastlanabilen bir tarz.
YURTDIŞINDAN YATIRIM: Çekebildiğimizi söyleyemeyiz. Bunda yabancı kültüre yatırım yapmama (din farklılığı-şirket ortamı-altyapı zayıflığı-ekosistem-eğitim sorunları) dezavantajı olmakla birlikte, yine de yatırım için gelenlerin olduğunu ama yeterince değerlendiremediğimizi kaydedelim.
-Yurtdışından yatırım alan şirketlerimiz var. Ama sayı ve meblağlar çok yetersiz. Bunların nedenlerinden çözülebilir olan var mı?
-Yatırımcı ülkemizde orijinal fikir bulamıyor. Bu nasıl geliştirilebilir?
-Yemeksepeti.com, Gittigidiyor.com ya da Maçkolik.com gibi satılan firmalarımız acaba doğru fiyatlanıyor mu? Bu fiyatların ülkemizdeki yatırım ortamına katkısı nedir?
-Siyasi istikrar ya da ekonomik durum, yabancı yatırımcıyı nasıl etkiliyor?
-Altyapı ve şirket hukuku yabancı yatırımcıyı uzaklaştırıyor mu?
-Yabancı yatırımcıları ülkeye nasıl çekebiliriz?
B. Projenin yönetimi
Fikri olan genç-parlak bir beyin olabilir ama proje yönetimi, şirket idaresi, pazarlama gibi pek çok zorluk ve daha önemlisi iş bilgisi/tecrübesi eksikliği var.
İDARİ KONULAR: İnternet girişimcilerin çoğunluğu genç insanlar olduğu için iş yönetim bilgi ve tecrübesi az olacaktır. Bu nedenle tartışılması gereken hususlar şöyle sıralanabilir;
-Yatırım almak için proje fikri sunanların getirdiği fikirlerin çoğunluğunun orijinal olmadığı bir gerçek. Kopya fikirlerin defalarca sunulması sıkıntısı var.
-Yine de kopya projeler kabul edildiğinde, bir başka sorun yerelleştirme oluyor. Yani kopyalandığı şartların, yerel şartlara uymadığı durumlar mevcut.
-İnternet girişimcilerinin iş-proje yönetim tecrübesi yetersiz olabiliyor. Hatta Steve Jobs örneğinde olduğu gibi kendi yarattığı iş konusuna nobranlıkla yaklaşanlar olabiliyor.
-Hedefler uzak, bütçeler kısa kalabiliyor.
-Ya da bütçenin yönetimi iyi yapılamayabiliyor.
-İşin yönetiminde beceriksizlik ya da adımları zamanında atamama olabiliyor.
-Bu durumda, mentorluk yaklaşımı, fikirlerin geliştirilmesi ya da projelerin yönetimi açısından yeterli midir?
-Mentorların seçim yöntemleri doğru mudur? Bu konuya dikkatle bakmak lazım.
-Ülkemizde var olduğu kaydedilen ‘risk almadan’ girişimci olma kültürünü değiştirmek için eğitim sisteminde değişiklik gerekiyor mu?
-Devletin şirketler üzerindeki mali baskısı (vergiler ve diğer maliyetler) çok fazla. Bunların yeni girişimciler açısından yumuşatılması gerekmez mi?
-E-ticaret alanı özellikle kayıtlı ekonomi yarattığına göre, zorlukları konusunda devletin çalışması, fikir üretmesi lazım. Ayrıca genç girişimcilere bu alanda farklı avantajlar sağlanmalı mıdır?
SATIŞ-PAZARLAMA KONULARI: Fikirler çok güzel olabilir ama acaba pazarlama ve satış konusunda ne sorunlar var?
-Genç internet girişimcilerin çoğu teknik formasyonlu olduklarından, pazarlama-satış-PR-reklam işinden anlamayabiliyorlar.
-Bazen yaratılan proje ve fikirler çok başarılı ama pazar hazır olamayabiliyor. Örneğin Skype ve YouTube fikirleri 1990’ların sonlarında mevcuttu ve bu tür pek çok proje yapıldı ama bu projelerin çalışır hale gelmesi 2010’ları buldu. Aslanoba’nın da İncir.com kurucusu Yusuf Yıldırım’ın da işi kapattıktan sonra kullandıkları bir ifade bunu hatırlatıyor: “Bu iş fikrine hala inanıyorum”
-Ya da projelerin yürümesi, para kazanır hale gelmesi zaman alabiliyor. Örneğin 2006 yılında kurulan Twitter için 2009 yılında “Twitter öldü mü?”, “Twitter’a üye olanlar hiç kullanmıyor” türü makaleler yazılmıştı. Gerçekten çalışır hale gelmesi 5-6 yılı buldu.
-İnternet projelerinin iş modelleri ya da para kazanma usulleri, geleneksel sistemlerden farklı oluyor. Bunların pazara öğretilmesi, planlanması ve oturtulması da zor ve zaman alıyor.
-Ülkemizde -genel anlayış ve kültür anlamında- halkla ilişkiler konusunda zayıfız. Dolayısıyla yeni projelerin her şeyi tamam olsa bile duyurulmasında sorun olabiliyor.
-Gençlerin proje fikirleri başarılı olsa bile, kendilerini satamadıklarını görebiliyoruz.
-Buna karşılık -yaptığı herhangi bir proje olmadan ya da şans eseri bir tek satış/proje yaptığı için- her zaman sahnede olan ‘showman’ler yatırımcı, yatırımcı danışmanı, (BMW’sini satan) bilge modunda dolaşanlar yani kafa karıştıranlar var.
Henüz emekleme dönemindeyiz
Son olarak şunu belirtelim; ülkemizde girişimcilik ortamı (aile parası ile girişim yapanlardan bahsetmiyoruz) düşe-kalka da olsa yürümeye başladı. Bunu Journo okuyucularının daha iyi görmesi için ta en baştan, 2000’li yıllardan (hatta devlet düzenlemelerini 1986’dan bu yana) anlattık.
Bunlar bir anda takır-takır işleyen gelişmeler değildir bir birikim/tecrübe olayıdır. Her bir gelişme binayı oluşturan tuğlalar oluyor. Türkiye yatırımcılığı ve proje fikri oluşturup, girişim yapmayı öğrenmeye yeni başladı. Yani henüz emekleme dönemindeyiz. İnşallah önümüzdeki dönemde ayağa kalkıp, yürümeye de başlarız.
Ancak not edelim; birkaç yıldır süren siyasal sorunlar gidişatı kötü etkiliyor. Siyasal olayların yarattığı ekonomik sıkıntıların (bu yıl turizm-sebze/meyve yetiştiriciliği ve bunlara bağlı sektörlerde meydana gelen sorunlar) getirdiği finansal zorluklar da cabası.
Yine de, vazgeçmemek ve moral bozmamak, ısrar etmek lazım. Özellikle de gençleri desteklemek lazım. Bu yazı o nedenle yazıldı. Yukarıda önemli sorunları işaretlemeye çalıştık. Bu sorunları ve eklenecek diğer maddeleri tartışarak, yatırım-girişim alanın gelişmesine hep birlikte katkıda bulunmalıyız. Çünkü tıpkı diğer ülkeler gibi bizim ülkemizin gelişmesinin önemli bir bileşeni genç girişimciler ve onların yaratıcılığı olacak.