Journos

Türkçe basının iki yabancı öncüsü: Alexandre Blacque ve William Churchill

"Blak Bey" veya "Bulak Bey" diye de bilinen Alexandre Blacque'ın eski bir fotoğrafını GPT-5 modeliyle geliştirip renklendirdiğimizde ortaya çıkan görsel. Aslını yazının sonunda bulabilirsiniz.

İstanbul’un ilk Türkçe gazetesi olan Takvim- Vekâyi’nin Fransızca sürümü Le Moniteur Ottoman‘ı, İzmir’de ticaret yapan Fransız tüccar Alexandre Blacque çıkarmıştı. “Blak Bey,” Ege’de istikrarsızlık yaratarak ticareti baltalayan Yunan İsyanı’nda Avrupa ülkelerini suçlayıp Osmanlı’yı savunuyordu. İkinci Mahmud bu yüzden 1831’de onu Le Moniteur Ottoman‘ın başına getirdi.

1840’ta ise Türkiye’nin ilk özel gazetesi sayılan Ceride-i Havâdis çıktı. Sahibi olan İngiliz tüccar William Churchill, Kadıköy’de avlanırken bir çocuğu yanlışlıkla vurunca tutuklanmış, kapitülasyonlar nedeniyle onu yargılayamayan Osmanlı’dan ceza almak bir yana, ödül olarak gazete çıkarma imtiyazı kazanmıştı. ‘Miyop Churchill’in gazetesi fazla satmasa da basınımızda birçok ilke imza attı.

Orhan Koloğlu’nun 1998’de yayımlanan “Osmanlı Basınının Doğuşu ve Blak Bey Ailesi” adlı eserine göre, 17. yüzyıl başında Fransa’nın Champagne bölgesindeki nehirlerde gemicilik yapan Jacques Blacques adlı biri vardı. Bu kişinin torunu olan 1792 doğumlu Ale­xan­dre Blac­qu­e, Pa­ri­s’­te hu­kuk öğ­re­ni­mi gör­dü. 1820’de İz­mi­r’­e yer­leş­ip hem avu­kat­lık hem de ti­ca­ret ya­pmaya başladı. Artık “Blak Bey” diye anılıyordu.

1821’de çıkan Yunan İsyanı, Ege Denizi’nde korsanlık faaliyetlerini artırdı ve bölgedeki tüm tüccarlar gibi Blac­qu­e’ın işleri de bundan zarar gördü. Bu nedenle gazeteciliğe yönelen Blak Bey, Le Spec­ta­te­ur Ori­en­ta­l (Doğu Gözlemcisi) ve Le Co­ur­ri­er de Smyrne­ (İzmir Habercisi) adlı Fransızca gazeteleri çıkarmaya başladı. Avrupalı tüccarlar kendi çıkarları için Osmanlı’nın bölgede hâkimiyeti yeniden ele geçirmesini istiyordu. Bu nedenle Blac­qu­e’ın ilk gazetelerinin içeriği ve duruşu Osmanlı yönetiminin de beğenisini kazanıyordu.

Ardından, Mısır valisiyken Osmanlı’ya başkaldıran Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu ülkede 1828 yılında Vekayi-i Mısriye adlı Türkçe-Arapça resmî gazeteyi kurdu ve iki yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’ın bağımsızlığını tanıdı. Bu gelişmelerle birlikte Sultan İkinci Mahmud, hem yurtta hem de uluslararası alanda kamuoyu oluşturmanın önemini anladı. Türkiye’nin ilk Türkçe gazetesi Takvim-i Vekâyi 11 Kasım 1831’de İstanbul’da bu yüzden yayımlanmaya başladı.

Padişah, propaganda yapmayı ve kamuoyu yaratmayı amaçlayan bu gazeteyi çıkarırken İzmir’den getirttiği Blak Bey’e de danışmıştı. Bu buluşmada Blak Bey’den etkilenen İkinci Mahmud, Takvim-i Vekâyi’nin Avrupa kamuoyunu hedefleyen Fransızca baskısı olan Le Mo­ni­te­ur Ot­to­ma­n’ı çıkarması için aynı dönemde onu görevlendirdi. Bu gazetenin ilk sayısı 5 Kasım 1831’de yayımlandı.

Bu arada Blak Bey’in oğlu Edou­ard Blac­qu­e da “Bulak Bey” diye bilinir. 1867’de Osmanlı Devleti’nin ilk Washington büyükelçisi o olacaktı.

Alexandre Blacque’ın Le Mo­ni­te­ur Ot­to­ma­n’ı kurmasından 9 yıl sonra, İstanbul’da yaşayan William Churchill adlı İngiliz tüccar da Türkiye’nin ilk Türkçe özel gazetesini yayımlamaya başladı. 1840’ta ilk sayısı çıkarılan Ceride-i Havâdis birçok ilke imza atsa da (örneğin Churchill bizzat gidip Kırım Savaşı’nı yerinde takip ederek Türkiye’nin ilk savaş muhabiri olmuştu) bu gazete özel sermayeye ait olmakla birlikte Osmanlı devletinin güdümündeydi.

Osmanlı’nın resmî Fransızca yayını Le Mo­ni­te­ur Ot­to­ma­n, henüz sansüre ihtiyaç duyulmayan 1831-1836 döneminde yayımlandı. Ceride-i Havâdis ise 1.212 sayı çıkıp 1864’te basında artan rekabetin de etkisiyle ticarî olarak sürdürülemez hâle gelince sahibi tarafından kapatıldı.

Özetle Türkiye’de ilk Türkçe gazetelerin kuruluşunda bir Fransız ve bir İngiliz önemli rol oynadı. Alexandre Blacque’ın ve William Churchill’in hikâyesini, TRT 2’deki “İletişim Arkeolojisi” programında Dr. İsmail Arda Odabaşı şöyle anlatmıştı:

Avrupa’da matbaadan sonra, özellikle 1600’lerden itibaren “gazete” dediğimiz tür ortaya çıkmaya başlıyor. Bunlar günlük değil ama haftalık gazeteler. Osmanlı’da 18. yüzyılın sonlarında, yani 1790’larda ilk gazeteleri görüyoruz. Bunlar, 1795-96 yıllarında Fransız Elçiliği’nin çıkardığı gazeteler. Tam olarak Fransız Devrimi dönemi, yani Direktuvar dediğimiz dönem. Bu dönemde Fransız Elçiliği’nin içerisinde bir matbaa var, bu matbaa da iki tane gazete çıkarıyor. Bu gazeteler Fransızca ve aynı zamanda Osmanlı topraklarındaki ilk gazetelerdir. Bunun ardından 1820’lerde İzmir’de yine Fransızca olarak çıkan gazeteler var.

Aslında gazetenin tarihsel gelişiminde ticaret burjuvazisinin ortaya çıkmasının ve ticaretin gelişmesinin çok önemli bir rolü var, çünkü gazeteler haber mektupları olarak ortaya çıktı. İzmir gibi ticaretin yoğun olduğu liman şehirlerinde, ki Napolyon Savaşları’ndan sonra Akdeniz’de ticaret çok yoğunlaşıyor, bu dönemde İzmir’de bazı Fransızca gazetelerin çıkmaya başladığını görüyoruz. Şunun da altını çizmek lazım, o dönemin uluslararası dili Fransızca’ydı. Bugünkü İngilizce gibi, o dönemde uluslararası bir yayın yapmak istiyorsanız kullanmanız gereken dil Fransızca oluyor. İzmir’de de 1821’den itibaren esas olarak ticari amaçlı gazeteler çıkmaya başlıyor. Bizdeki 1790’larda çıkan Fransız Elçiliği’nin gazetelerinden sonra 1820’lerde İzmir’de çıkan Fransızca gazeteler var.

Doğu Akdeniz’de ve İzmir’de ticaret hareketleniyor. Artık buralarda özellikle İngiliz ticareti gelişmeye başlıyor. İzmir’de de Blacque Bey var. Aslında kendisi bir Fransız avukat. Alexandre Blacque, daha sonra ismi Blacque Bey olacak. O da ticaretle uğraşıyor fakat o sırada Yunan İsyanı var. Yunan İsyanı başladığı zaman ticaret büyük bir darbe alıyor. Orada ticaretle ilgilenenler yaşanan çekişmelerden rahatsız olmaya başlıyorlar. Çünkü bu bölgelerde korsancılık faaliyetleri başlıyor ve ticarete büyük bir darbe vuruyor.

Bu sırada Alexandre Blacque’in da yine bir Fransız gazetesinde çalıştığını biliyoruz. Aslında ticari amaçlı kurulan gazeteler bu olaylardan dolayı tamamen siyasi bir çizgiye kayıyorlar. Fakat orada ticaret yapanlar sıkıntıyı bildikleri için gazetede bunlarla ilgili yayınlar yapıyorlar. 

Türkçe basını doğuran iki kriz: Yunan İsyanı ve Vâkâ-i Hayriye

Alexandre Blacque, Yunan İsyanı’nda Avrupa’yı suçluyor, Osmanlı’yı müdafaa eden yazıları olduğunu biliyoruz. Çünkü Osmanlı o süreçte modernleşmenin de hız kazandığı bir dönemde, İkinci Mahmud döneminde ve Blacque Bey de bu hareketi destekliyor. Avrupa’ya, Osmanlı’da da Fransız Devrimi gibi bir devrim olduğunu söylüyor ve bunu göstermeye çalışan yayınlar yapıyor. Bazı diplomatlar bu yayınlardan rahatsızlık duyuyor ve onun gazetesini kapatıyorlar ya da “tatile” çıkarıyorlar. İki aya kadar gazete çıkmadığı zamanlar oluyor. Sonunda İkinci Mahmud, Blacque Bey’in Osmanlı’yı tek başına Avrupa’ya karşı müdafaa ettiğini ve Avrupa’nın da bundan etkilendiğini görüyor ve kendisini Bâbıali’ye gazetecilik yapmaya davet ediyor.

Bunların yaşandığı dönem oldukça kaotik bir dönem. Kitle iletişim araçlarıyla Osmanlı’da yenileşme çabaları, modernleşme, ıslahatlar, reformlar arasında yakın bir ilişki vardır. Örneğin Müteferrika Matbaası Lale Devri’nde, Mühendishane Matbaası yani Üsküdar Matbaası Üçüncü Selim’in Nizam-ı Cedid Devri’nde kurulmuştur. İkinci Mahmud Dönemi de bu reform ve yenileşme sürecinde çok daha radikal adımların atıldığı bir dönem. İkinci Mahmud bir aydın monark ve önemli ıslahatlar yapıyor. 

En önemlilerinden bir tanesi olan Vâkâ-i Hayriye denilen olayla 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra bu yenileşmelerin, ıslahatların hız kazanmaya başladığını görüyoruz. Bu aynı zamanda uluslararası diplomatik anlamda da çok karışık bir dönem. 1821’de başlayan Yunan İsyanı var ki Yunanistan bağımsızlığını kazanacak. İzmir’deki gazeteler de esas olarak siyasi amaçlarla çıkmamış olmakla birlikte Yunan İsyanı’nın etkisi altında siyasi içeriklerle dolu olacaklar ve bir de bu diplomatik çekişmeler içerisinde bu gazeteler de bir yer alacaklar. 

Mısır Meselesi ve İstanbul’daki Kavalalı etkisi

İşte Blacque Bey orada Osmanlı Devleti’ni savunan bir tarafta yer alacak. İkinci Mahmud reformcu bir padişah ve yaptığı yenilikleri halka duyurmaya, kamuoyunun desteğini almaya çalışıyor. Aslında burada yavaş yavaş Osmanlı’da yeni bir kavram olarak Efkâr-ı Umumiye’nin, yani kamuoyunun emareleri görünmeye başlamış ki Sultan kendi yaptıklarını insanlara anlatabilmek için ve bir kamuoyu desteği alabilmek için böyle bir şey düşünüyor. İkincisi, Blacque Bey’in İzmir’deki gazetecilik faaliyetlerinin uluslararası ve diplomatik planda ne kadar etkili olduğunu görüyor. Dolayısıyla gazete, uluslararası ilişkiler minvalinde de önemli bir şey.

Şunu da belirtmek lazım: İkinci Mahmud döneminin en önemli meselelerinden bir tanesi Mısır Meselesi. Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı’ya karşı başkaldırmış bir vali. Bir anlamda bağımsızlığını kazanmıştı denebilir. İki kez Osmanlı Devleti’ni yeniyor ve onun da yine yenileşme çabaları var. Kavalalı Mehmed Ali Paşa da Kahire’de bir gazete çıkarıyor. Onun 1820’lerde kurduğu Bulak Matbaası var. Bulak Matbaası’nda 1828 yılından itibaren bir de Vekâyi-i Mısriyye isminde bir gazete basılıyor. Bu gazetenin en önemli özelliklerinden bir tanesi yarı Türkçe yarı Arapça olmasıdır. Yarı olmakla birlikte ilk Türkçe gazete diyebiliriz.

Bizim basın tarihimizi Vekâyi-i Mısriyye ile mi başlatmalı, yoksa Takvim-i Vekâyi ile mi diye tartışmalar vardı. Ancak Mısır’ın o dönemde daha özel bir konumu ve statüsü var. Bu yüzden Vekâyi-i Mısriyye‘nin Osmanlı topraklarına çok etkisi yok ama yarı Türkçe yarı Arapça bir gazeteydi.

Sultan İkinci Mahmud, Vekâyi-i Mısriyye’nin etkisini görüyor. Osmanlı seçkinleri, başta padişah olmak üzere, gazetenin önemini kavramış ve anlamış durumdalar. 19. yüzyılın başına geldiğimiz zaman zaten Avrupa’daki gazetecilik takip ediliyordu. Gazetenin kamuoyu oluşturmak açısından, uluslararası ilişkilerde, diplomaside önemli bir araç olduğu artık fark edilmişti ve bu ihtiyaçlara binaen de bir gazete çıkarma düşüncesindeydi. Aslında bu fikir Sultan İkinci Mahmud’un kafasında daha evvel de vardı.

Alexandre Blacque ve Le Moniteur Ottoman

İkinci Mahmud, başarılarından ötürü Blacque Bey’i davet ediyor. Blacque Bey’in matbaasının malzemeleri getiriliyor ve kendisi gazetenin önemi ile ilgili padişaha bir rapor sunuyor. Blacque Bey’in tasarladığı gazeteyle alakalı sunduğu raporda önemli şeyler var. Hem Türkçe bir gazete hem de Fransızca bir gazete çıkaralım, diyor. Fransızca gazete çıkarmanın hedefi Avrupa kamuoyuna seslenmek. Burada iki tane resmi gazete çıkarılıyor. Biri bizim de zaten resmi gazetenin atası dediğimiz Takvim-i Vekâyi, diğeri Le Moniteur Ottoman olan bir Fransızca gazete çıkarılıyor. 

Blacque Bey bu gazetelerin de resmi ve resmi olmayan şeklinde bölümleri olmasını tavsiye ediyor. İmamların gazetelerden bahsetmeleri, buradaki haberleri halka anlatmaları gerektiğini söylüyor. Kültürlü kişilerin topluluk içerisinde bu gazeteyi okuması gerektiğini ve böylece yapmak istediklerini halkın tabanına daha rahat anlatabileceğini söylüyor. Bu çok önemli bir tespit çünkü okuryazarlık oranının düşük olduğunun farkında ve aslında gazetelerin olmadığı daha eski dönemlerde iletişim daha çok sözel olarak gerçekleşiyor. Yani kendisi hem yeni hem de eski yöntemlerin bir arada kullanılmasından yana.

Blacque Bey, Türkçe versiyonun başına da geçmek istiyor ama ona müsaade edilmiyor; onun yerine Vâkanüvis Esad Efendi getiriliyor. 5 Kasım 1831’de Le Moniteur Ottoman ilk kez çıkarılıyor. Bu süreçte Takvim-i Vekâyi diğer Osmanlı dillerinde de çıkarılıyor. Ermenice, Rumca, Arapça, Farsça ve Ermeni harfli Türkçesi de çıkıyor. Ancak bunlar uzun ömürlü olmuyorlar. Tüm bu gazeteler arasında, Türkçesi dışında en uzun ömürlüsü Fransızcası olacak. Fransızca gazete aslında yurtdışına yönelik ve Blacque Bey’in yönetiminde çok başarılı oluyor.

Basınımızdaki ilk özeleştiriyi Blacque Bey yaptı

Takvim-i Vekâyi bugünkü resmî gazetenin atasıdır demiştik. İçerisinde evvela resmî bilgiler var: yasalar, kanunlar, tebligatlar…. “Umuru dâhiliye” yani iç işler, “umuru hariciye” yani dış işler, “mevâd-ı askeriye” yani askeri gelişmeler gibi başlıklar altında bunlar veriliyor. Resmî bir gazete olması dolayısıyla bizim bugün anladığımız gibi bir gazete değil. Mizanpajına bakacak olursanız daha çok bir kitaba benziyor. Noktalama işareti kullanılmaz, imza yoktur, haberler arasında ara başlıklar azdır. Ve özellikle 1860’lardan itibaren gerçek bir resmî gazete hüviyetine bürünüyor.

İlk başlarda 5.000 adet olarak basılıyor ve bürokratlara, devlet erkanına, memurlara mecburi abonelik yapılıyor. Satışı az oluyor. Dağıtımında ciddi problemler var çünkü bu dönemde henüz Posta Teşkilatı yok. İkinci Mahmud’un en önemli yeniliklerinden biri bu olacak. İlk yıllarda gazete “tatar” denilen ulaklarla dağıtılıyor. Ama 1840’ta Posta Nezareti kurulunca artık dağıtımda posta devreye girecek. Matbaa tarihinde işin bir üretim kısmı var, bir de dağıtım gibi çok önemli bir kısım var. Dolayısıyla iletişimle ulaşım arasında çok yakın bir ilişki var.

Blacque Bey’in başında olduğu Le Moniteur Ottoman’ın başarısını gören Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Vekâyi-i Mısriyye’nin Fransızca versiyonunu çıkarıyor. Çünkü Takvim-i Vekâyi de uluslararası alanda Fransızca versiyonu kadar başarılı değil. Kavalalı da bu yüzden 1833’te kendi gazetesinin Fransızcasını çıkarıyor ama Blacque Bey’inki kadar başarılı olamıyor. Bu gazete yedi ay kadar basıldıktan sonra kapanıyor.

Blacque Bey, Fransızca versiyondaki gazetede Osmanlı’nın Kavalalı Mehmed Ali Paşa karşısında aldığı yenilgilere bile özeleştiri yapıyor. Bu, basın tarihimizde ilk özeleştirilerdendir ve çok önemlidir. Bu özeleştiriler, gazetenin başarılı olması açısından da etkili oluyor.

Şunu da belirtmek lazım, gazetenin Türkçe versiyonuyla diğer dillerdeki versiyonları her zaman aynı değil. Yani Türkçe’nin Arapça’ya, Ermenice’ye çevrilmiş hali değil, aralarında farklılıklar oluyor. Fransızca gazeteyle Türkçe gazete arasında da farklılıklar var.

O dönemde Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Osmanlı Devleti için ciddi bir tehdit. Aralarındaki bu siyasî-askerî mücadele basına da yansıyor. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın gazetesi Vekâyi-i Mısriyye ile Takvim-i Vekâyi arasında bir polemik başlıyor. Kalem savaşı, basın tartışması denebilir ve bizde ilk polemik diye geçen polemik budur. [Journo’nun notu: Basın özgürlüğü konulu ilk polemiği ise şu sayfada anlatmıştık.]

Girişteki görselin dayandığı, Alexandre Blacque’ın özgün fotoğrafı

William Churchill ve Ceride-i Havâdis gazetesi

1840 yılında yeni bir gazete çıkıyor: Ceride-i Havâdis. Bunun da ilginç bir hikâyesi var. William Churchill adında bir İngiliz tarafından kuruluyor. Aslında kendisi ticaretle uğraşıyor. O da İzmir’den İstanbul’a gelmiş. Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği’nde de kâtiplik yapıyor. Aynı zamanda bazı İngiliz gazetelerine muhabirlik yapıyor.

William Churchill, Kadıköy çayırında avlanırken kuzusunu otlatan bir Türk çocuğunu av tüfeğiyle yanlışlıkla yaralıyor. Böyle bir olay yaşanınca, zaten yabancıların orada bulunmasından rahatsız olan halk onu alıp önce Üsküdar Muhafızlığı’na götürüyor. Sonra Bâbıali’ye teslim ediliyor ve birkaç gün tutuklu kalıyor.

Bu işin başında da o sırada Hariciye Nâzırı olan Akif Paşa var. Fakat o zamanlar kapitülasyonlardan dolayı yabancıya bu şekilde muamele olmuyor. Bu durum karşısında İngiliz Sefareti ayaklanıyor, “Tutuklayamazsınız” diyor ve Akif Paşa görevden alınıyor. 

“Miyop Churchill Olayı” olarak geçen bu olay uluslararası bir krize dönüşüyor. Bu olayın üstünü kapatmak için hem Hariciye Nâzırı görevden alınıyor hem de Churchill’e çeşitli imtiyazlar veriliyor. Akif Paşa’nın o yıllarda yazdığı Tabsıra adlı bir kitabı var. Bu kitapta bu olayları anlatır ve hem edebî hem siyasî anlamda önemli bir metindir. Churchill’e pırlantalı bir nişan, zeytinyağı ihracı için imtiyaz ve bir de gazete imtiyazı veriliyor. 

Halktan rağmen görmedi, devletin güdümüne girdi

Churchill, zeytinyağı imtiyazını hemen bir Rus tüccara satıyor. Fakat gazeteyi bu olaylar yaşandıktan dört sene sonra çıkarıyor. Bunun sebebi, o sırada görevden alınan Akif Paşa’nın Dâhiliye Nazırlığı’na geçirilmiş olması. Churchill, Akif Paşa’nın şimşeklerini üzerine çekmemek için gazeteyi çıkarmıyor. 1840’ta Akif Paşa bu görevden de alınınca Ceride-i Havâdis’i çıkarmaya başlıyor.

Churchill, dört sene sonra Ceride-i Havâdis’i çıkarmaya başlıyor. Gazete, içerik ve biçim olarak Takvim-i Vekâyi’ye benziyor. İlk üç sene fazla rağbet görmüyor. Sonrasında ayda 2.500 kuruşluk bir devlet desteği alıyor ve böylelikle yarı-resmî bir niteliğe bürünüyor. Ardından Kırım Savaşı yaşanıyor ve gazetenin tirajı artmaya başlıyor.

Kırım Savaşı’na Churchill muhabir olarak gidiyor. Başka İngiliz gazetelerinin de muhabirliğini yapıyor ama kendi gazetesine de haberler gönderiyor. Kırım Savaşı’nın dünya tarihinde siyasi ve diplomatik açıdan olduğu kadar iletişim açısından da önemli olduğunun altını çizmek lazım. Kırım Savaşı görselleşen bir savaştır. Savaş muhabirliği, basın fotoğrafçılığı yapılmıştır. Örneğin, Osmanlı Devleti’nde elektrikli telgrafın ilk kez kullanıldığı dönemdir. Böyle önemli yanları vardır.

Savaş dönemlerinde basının tirajı her zaman artar çünkü insanlar kendilerini güvende hissetmedikleri zamanlarda daha çok haber almak isterler. Kırım Savaşı’nda da ilâve, yani “ruznâme” dediğimiz şeyler, ki bugün artık olmayan bir tür, Ceride-i Havâdis‘in sürümünü artırıyor. Ruznâmeler, bugünkü flaş haber, son dakika haberleri gibidir. O zamanki teknik durumdan dolayı ilâveler şeklinde basılıyordu. 

Ceride-i Havâdis genel olarak baktığımızda çok az satan bir gazete. Yayın hayatı boyunca en çok satıldığı dönem Kırım Savaşı dönemi oluyor. Ceride-i Havâdis’in basınımıza getirdiği ilkler arasında ise savaş muhabirliği, yayımladığı ilaveler, özel ilanlar, ölüm ilanları var.

İLGİLİ:

Gazeteci Teodor Kasap’ın inanılmaz ama gerçek hikâyesi

Türkiye’nin ilk gazeteleri: Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval

Bağımsız gazeteciliğin ilk manifestosu: Şinasi’nin Tercüman-ı Ahval için yazdığı mukaddime

Türkiye’nin ilk basın özgürlüğü polemiği: Gazeteci ile “müşterileri” arasındaki konuşma

Sema Beşevli

Çeşitli mecralara telifli haberler yazıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Yeni Medya bölümünde okuyor.

Journo E-Bülten