Gusto Seyahat

Urla: Dur, sakinleş, Ege’ye ayak uydur, gevrekleş

Son zamanlarda kiminle konuşsam, herkesin derdi aynı: İzmir’e ya da İzmir’in çevresindeki kasabalardan birine göç etmek ve kalan ömürlerini insan gibi yaşamak!

İstanbul, malûmunuz, özellikle son yıllarda, ‘insan gibi yaşamanın’ mümkün olmadığı bir şehir. Vahşi bir cangıldan daha vahşi. İnsanı düpedüz delirtiyor. Bu kadar delirmek yeter diyenler, artık gitmek istiyor.

Neden İzmir ve çevresi? Çünkü İzmir büyükşehir olmasına rağmen, İstanbul’la kıyaslandığında hayat çok daha kolay. İklim güzel. Yollar fıstık. Ruhu özgür. Yemek-içmek ucuz. En güzeli, İzmir’den iki adım çıkınca yemyeşil doğayla buluşuyorsun. İstanbul gibi, git git, beton cangılı değil.

Ben doğma büyüme İstanbulluyum, önce onu belirteyim. Ama son 20 yıldır Ege’de takılıyorum. Dört yıldır da Urla’da.

Urla güzel bir kasabamızdır. İtalya’da, Fransa’da falan adım başı rastlarsın böyle kasabalara ama bizde sayıyladır. Çünkü inşaatçı vandallar ortalıkta otantik bir yer bırakmadı, tüm ülkeyi betona boğdu.

Urla, her şeye rağmen ve hâlâ, otantiktir.

Tarihi Malgaca çarşısında hop diye 30 yıl önceye ışınlanırsın. Gürültü patırtı yoktur, girişe konuşlanmış piyango satıcısı pilli radyosundan Türk Sanat Müziği dinleyerek bilet satar. Sokak köpekleri yaz-kış güneşin altına saçılmış bir vaziyette uyuklar. Fırınlardan mis gibi ekmek kokuları gelir. Yaşlı amcalar, duvarları Urla’ya ait eski tablolarla ya da fotoğraflarla dolu kahvehanelerin önlerinde oturur, geleni geçeni seyreder. Urla poşusu takmış Urlalılar geçer sağınızdan solunuzdan.

Urla’da apartman yoktur. Binalar en fazla 3 katlıdır. Bahçe olayı vardır.

Cumartesi günleri Urla’nın “Kadınlar Pazarı” günüdür. Urla bir kadınlar kasabasıdır zaten. Belediye Başkanı da kadındır.

Kadınlar Pazarı’nda bahçelerinden kopartıp getirdikleri sebzeleri, otları ve mutfaklarında pişirdikleri yemekleri satar Urlalı kadınlar. İstanbul’da organik ürün adı altında bayılacağınız paranın dörtte birine burada harbi organik ürün alırsınız.

Çok güzel lokantaları vardır Urla’nın. Lezzetini hiçbir zaman bozmayan, adam kazıklama peşinde olmayan. Öğlenleri gider, gayet uygun fiyata mis gibi ot yemekleri, zeytinyağlılar, et yemekleri yersiniz.

Urla’nın çevresinde birbirinden güzel bir sürü köy vardır. Kışın pazarlarına takılırsınız bu köylerin, yazın denizlerine.

Başta biz Giritlilerin askalibrus dediği şevketibostan olmak üzere çeşit çeşit ot bulursunuz Urla’da: Turp otu, kuşkonmaz, avrones, cibez, arapsaçı

Zeytinyağının ve zeytinin âlâsını bulursunuz.

Kuzu ve oğlak eti bulursunuz. Mevsimine göre çeşitli balık bulursunuz.

Çok güzel şarapları vardır Urla’nın. Birleşip Urla Bağ Yolu’nu oluşturan küçük şarap üreticileri, geçmişi diriltmeye çalışır.

Çünkü Urla’da bağcılık binlerce yıl önce başlamıştır. (O zamanlarki adı Klazomenai) Osmanlı devrinde de büyük şarap üreticisidir Urla. Hatta üretilen şaraplar Sakız’dan tüm Avrupa’ya dağıtılırmış. Çünkü Osmanlı akıllıydı, şimdiki çakma Osmanlılar gibi şarapçılığın dibini dinamitlemeye çalışmamıştı.

Sonra… Urla’nın Antik Tersanesi vardır, Karantina Adası vardır.

Deniz kıyısı bol rüzgarlı, mis havalıdır. Denize sıfır kahvelerde oturur, Tanju Okan şarkıları eşliğinde kahvaltı eder, bir yandan martıları seyredersiniz.

Urla’da, en önemlisi, özgürlüğü bulursunuz. Kimse kimseye karışmaz, insanlar birbirine saygılıdır, yardımseverdir. Kadınların insan gibi yaşayabildikleri bir yerdir.

Bu satırları yazarken içim cız ediyor. Çünkü 30 yıl öncesine kadar Türkiye’nin birçok yerinde Urla gibi, Urla kadar, Urla’dan daha güzel kasabalar vardı.

Beton/Asfalt vandalları hepsini tüketti.

Bodrum, Çeşme, Marmaris, Erdek (ilk aklıma gelenler) hepsi gitti birer birer.

Peki Urla’ya ne olacak?

Umarım bu güzel kasaba da diğerlerinin akıbetine uğramaz.

Dileğim bu yönde ama ne yazık ki, gerçekler başka telden çalıyor.

Çünkü İstanbul’dan gelenler ‘İstanbul vahşiliğini’ de beraberlerinde getiriyor.

Misal, bomboş Çeşme otobanında sizi sıkıştıran, bir sağınıza bir solunuza geçip tuhaf hareketler yapan, boş yollarda deli deli makaslar atan tüm araçlar 34 plakadır.

Ya da Urla’nın içinde en olmadık yerlere (mesela kavşaklara) arabalarını bırakıp kaçan (onlar buna ‘park etmek’ diyor), daracık sokaklarda sürat yapan, insanların üstüne araç süren,  otantik lokantalara girip hamburger ve ketçap talep eden, gürültülü müzik isteyen hep İstanbul’dan gelenlerdir.

Burada ciddi bir ‘akıl sağlığı’ sorunu var.

Bir düşünün… İstanbul’dan neden kaçmak istiyor insanlar? Kalabalıktan, gürültüden, koşturmacadan, çıldırmış trafikten, inşaat çılgınlığından, pahalılıktan, zalim insan ilişkilerinden…

Ve dikkat edin, İstanbullu kaçtığı her yere bunları peşi sıra götürdü. Önce Bodrum’a, Marmaris’e, Kuşadası’na, sonra Çeşme’ye… Tüketti oraları.

Geçmişi çok yeni olmasına rağmen Alaçatı bile tükenmek üzere.
Şimdi topun ağzında Urla var.

Dört yıldır gözlemliyorum. Şehirden gelen insanların saygısızlığını, “Ben buraların tozunu atarım!” densizliğini, ‘dönüştürme’ şehvetini…

Lafın kısası, vahşi şehir hayatında gerçekten acı çeken ve kaçıp kurtulmak isteyenlere bir sözüm yok.

Ama “Bir gidelim bakalım yaa, neymiş bu Urla” şeklinde gelenlere ufak bir tavsiye: Buralara zincirinden boşanmış turist gibi gelmeyin.

Misafir gibi gelin. Geldiğiniz yere saygı duyun.

Durun bir sakinleşin, Ege’ye ayak uydurun, gevrekleşin.

O zaman Ege sizi bünyesine alır.

Burada maksat tüm ülkenin Ege’ye kaçması değil, tüm ülkeyi Ege’leştirmek. Yani yavaşlatmak, özgürlüklere ve hoşgörüye yer açmak.

Mantıklı ve doğru olan da bu değil mi zaten?


Urla’ya gittiğinizde…

urla-neslihan-acu-2
(Fotoğraflar: Neslihan Acu)

Çevre köylere ve bağevlerine uğramayı unutmayın. Ot ve et yemekleri için Urla’nın içinde Beğendik Abi ve Şafak Lokantası, deniz ürünleri içinse Özbek’te Akın’ın Yeri mutlaka gidilmesi ve yemeklerinden tadılması gereken yerler. Urla’da yeni açılan iki mekan, İrmik Hanım Pastanesi ve Pizzeria Luna Romana da ağzının tadını bilenlere uygun yerler.

Neslihan Acu

İstanbul'da doğdu, 1995'ten bu yana İzmir'de yaşıyor. Boğaziçi Üni. Mühendislik Fak. mezunu. Gazeteciliğe İzmir Life dergisinde röportajlar yaparak başladı. Medyatava'da üç yıl medya yazıları, Yeni Asır'da dört yıl köşe yazıları yazdı. Yayımlanmış yedi romanı var: Meltem K'yı Kim Öldürdü, Kadından Donkişot Olmaz, Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk, Kuzgunun Şarkısı, Artık Ayrılsak Diyorum, İyi Tanrının Çocukları, Z Yalnızlığı.

Journo E-Bülten