Polemik

Yine cam tavana çarptık: Gazeteci kadınlara ‘tarihi canlı yayın’ı sorduk

İstanbul’un iki belediye başkanı adayının “tarihi yayın” diye nitelenen canlı karşılaşması fikrini ortaya atan Didem Arslan Yılmaz yerine moderatör olarak İsmail Küçükkaya’nın seçilmesini gazeteci kadınlara sorduk. Medyadaki “eril tahakküm” konusunda hemfikir olan gazeteci kadınlar, meslekteki ‘cam tavan’a dikkat çekiyor. Küçükkaya’nın “Kadın duygusunu ve kadın ruhunu herhangi bir kadından daha fazla yansıttığıma inanıyorum” sözlerine de tepkililer.

Tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine günler kala adaylar Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım canlı yayını kamuoyunun ve sosyal medyanın gündemine oturdu. İki adayın katılacağı bir canlı yayın önerisini ilk olarak Habertürk’te gazeteci Didem Arslan Yılmaz Türkiye’nin Nabzı programında ortaya atmıştı. Moderasyon için ilk olarak Uğur Dündar’ın ismi konuşuldu. Ancak Dündar, “moderatörlük yapmama kararı” aldığını Twitter hesabından açıkladı. Birkaç isim daha gündeme geldikten sonra Fox TV’den İsmail Küçükkaya’nın canlı yayını yöneteceği açıklandı.

Bu süreçte sosyal medyada konuyla ilgili farklı tartışmalara ve dayanışma örneklerine tanık olduk. Tartışmalardan biri öneriyi yapan Arslan Yılmaz’ın moderasyonu hak ettiği yönündeyken, bir diğeri ise genel olarak gazeteciliğin “erkek mesleği” olarak algılanmasına ve gazeteci kadınların meslek hayatlarında eşitsizliklere maruz kalmasına ilişkindi.

Küçükkaya’nın FOX TV’deki Çalar Saat adlı programına konuk olan HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, Küçükkaya’ya, “Keşke bir kadın, bir erkek gazeteci olsaydı” dedi. Küçükkaya ise Paylan’a “Kadın duygusunu ve kadın ruhunu herhangi bir kadından daha fazla yansıttığıma inanıyorum” cevabını verdi. Bu cevap da tartışma yarattı.

İmamoğlu-Yıldırım canlı yayının bir erkek tarafından yönetilmesi ve Küçükkaya’nın programında sarf ettiği sözleri gazeteci kadınlara sorduk. Sizlerle gazeteci kadınların düşüncelerini paylaşıyoruz.

Çiçek Tahaoğlu: Yılda neredeyse iki seçim atlattığımız bir ülkede, bir seçmen ve bir izleyici olarak moderasyonda bir de kadın görmeyi, dünyanın kadınlar için en tehlikeli 10’uncu mega şehri olduğu belirlenen İstanbul’u yönetmeye aday erkeklere kadın bakış açısıyla sorulan soruları ve cevaplarını duymayı tabii ki çok isterdim. Eminim İstanbul’da yaşayan 7 milyon 525 bin kadının en azından birkaç milyonu bu duyguyu paylaşıyordur.

‘Küçükkaya’nın iddiası komik’

Böyle şeylere alışık olmadığımız için doğaüstü bir olay gibi yaklaştığımız canlı yayın tartışmasını bir kadın gazeteci mümkün kılmış olsa da, 16 Haziran akşamı ekranda üç erkek izleyeceğiz. Hatta Küçükkaya “kadın ruhunu herhangi bir kadından daha fazla yansıttığı” gibi komik bir iddiada bulunmasaydı, programı neden bir kadın gazetecinin ya da Arslan Yılmaz’ın sunmadığı tartışması gündeme bile gelmeyebilirdi.
Sosyal medyadaki tartışma “kadın-erkek değil, önce insan” ve “siyasete kadın eli değsin” kısırlığını aşamasa da, yıllarca sunduğu programa kadın konuk almamakla ünlü kadın gazetecilerin bile duruma tepki göstererek “neden hep erkek” diye sormaya başladığını görmek umut verici. Sonuç olarak Küçükkaya da liderlere “kadın ruhuna” değil toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı sorunlara, çözüm önerilerine, kentin olanaklarının kadınların erkeklerle eşit olarak yararlanacağı şekilde güçlendirilmesi dair sorular iletecektir, diye umuyorum. Bir de kadınların “ruhlarıyla” değil, akıllarıyla soru sorduğunu eklemek istiyorum.

‘Kadınlar gazetecilikten uzaklaştırılıyor’

Gülfem Karataş: Seçim atmosferi ile bir kez daha gördük ki, her alanda olduğu gibi medyada da erkeklerin egemenliği söz konusu. İki adayın seçim yarışında ortak yayın fikrini ortaya atan Arslan Yılmaz yerine soruları soracak kişi olarak Küçükkaya seçiliyor. Neden? Bir gazeteci kadın soru soramaz mı? Programı yönetemez mi? Yıllardır ekranlarda gördüğümüz Arslan Yılmaz iyi bir gazetecilik sergileyemez mi? Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Kadın ve LGBTİ Komisyonu olarak 2018 yılında yaptığımız araştırmaya göre gazeteci kadınlar meslekten bir şekilde uzaklaştırılıyor.
Bu kimi zaman mesleğin 7/24 mesai gerektirdiği ve esnek çalışmaya uygun olmadığı söylenerek yapılıyor, kimi zaman psikolojik şiddet ve mobbing uygulanarak… Kimi zaman da bu olayda görüldüğü gibi kadınlar cam tavan ile meslekten uzaklaştırılıyor. Bu olay açıkça cam tavandır. Sadece kadın olduğu için bir gazeteci moderatör olarak seçilmemiştir. Arslan Yılmaz’ın Twitter açıklaması da gösterdi ki, kadın dayanışması her alanda olmalıdır.

‘Erkeklerin bu tarz açıklamaları yetti’

Küçükkaya’nın açıklamasına gelince, aslında bu tarz cümlelere alışığız. Erkeklerin özellikle kadınlara yönelik had bildirme, yerini öğretme, “elinin hamuru” muamelelerine karnımız tok. Küçükkaya’ya soruyoruz, nasıl daha iyi yansıtabiliyormuş, öğretsin de biz de kendimizi geliştirelim o halde! Artık erkeklerin kadınlara yönelik bu tarz açıklamaları yetti. Gönül isterdi ki, medya alanında, gazetecilik sektöründe daha “eğitimli” insanlar yer alsın.

Rojda Oğuz: Türkiye’de kadınlar “kırılgan” grup içesinde kabul ediliyor. Toplumun her noktasında kadının sürekli bu tanımla anılması, kendilerine yaşatılan saldırıları meşrulaştırmanın kapılarını açıyor. Medya alanında kadınlar üzerindeki baskılar çok güncel. Sahada kadın gazetecilerin karşılaştıkları sorunlar bunların en somut örnekleri. Bütün bunların yanında İstanbul yerel seçimleri, Türkiye siyaseti, toplumsal muhalefeti ve ileriye dönük beklentilerin oluşması açından büyük önem taşıyor.

‘Kadını kimse kadından daha iyi anlatamaz’

Bu programdan önce yapılan tartışmalar kadın gazetecilere karşı anlayışın bir yansıması oldu. Kadının duygusunu ve ruhunu kadından başkası daha iyi anlatamaz. Kaldı ki erkek bir gazeteci yaptığı mesleğe “erkeksi duygusunu ve ruhunu katmıyorsa” (!) bir kadın gazeteci için de bu böyledir.

Özlem Temena: TGS’nin 8 Mart öncesinde yaptığı araştırmada 10 kadın gazeteciden 6’sı, “İş hayatımda cinsiyetim nedeniyle ayrımcılığa uğradım/uğruyorum” ifadesini kullanmıştı. Her sektörde olduğu gibi basında da “mühim” işler için ilk akla gelen erkek gazeteciler oluyor. Küçükkaya’nın açıklaması içteki ayrımcılığın ve cinsiyetçiliğin dışavurumunun en güzel örneklerinden birisi. Biz kadın gazeteciler sahada haber peşinde koşarken de, masa başında haber yazarken de hayatımızın her alanında meslek etiğimiz gereği ayrımcılığa ve cinsiyetçiliğe karşı savaşıyoruz. Erkek meslektaşlarımızı da bu mücadeleye davet ediyoruz.

‘Mobbingin bir başka biçimi’

Ceren Karlıdağ: Kuşkusuz bu kadar öneme sahip bir programa imza atmayı hepimiz isteriz. Elbette her gazeteci tarihe not düşecek tanıklıkların içerisinde olmak ister. Ancak Didem Arslan’ın öneriyi yaptığı andan itibaren devam eden süreç bu zamana kadar haber odalarında yüksek sesle söylemeye çalıştığımız fakat kimi zaman sesimizi duyuramadığımız mobbingin başka bir biçimidir.
Öncelikle bu tartışmanın isimler üzerinden ele alınmasını doğru bulmuyorum. Yaşanılan süreçte odaklanmamız gereken asıl şey üretilen söylemlerin ne kadar erkek egemen bir anlayış üzerine kurulduğudur. Kadın gazeteciler mesleklerini icra ederken şiddetin her biçimine maruz kalıyorlar ve bunu yıllardır tartışıyoruz. Umarım bu tartışma kadın gazetecilerin meslekteki var olma mücadelesinin ne kadar çetin olduğunu tüm kesimlere gösterir ve eşitsizliğe karşı hep birlikte zihinsel bir sorgulama yaparız. Duayen, usta, tecrübeli, başarılı sıfatları ile özdeşleştirilen kimlikleri bir daha sorgularız.

‘Kadının görünürlüğü açısından bir veri’

Meltem Akyol: Mesele moderasyon meselesinin de ötesinde bence. Bu söylemler bize kadın gazetecilerin durumunu, kadının görünürlüğünün durumunu göstermek açısından veri oluyor. Bir kadın sunucunun önerisi ile gündeme gelmiş -ki aslında her seçim döneminde çeşitli vesilelerle geçmişe dair videolar paylaşılıp bu talep farklı kesimler tarafından dillendiriliyordu- bir meselede ‘Keşke kadın da olsaydı’ya verilen yanıt “Ben kadın duygusunu ve ruhunu herhangi bir kadından daha fazla yansıttığıma inanıyorum” oluyor. Yani bir kadın gazetecinin program sunması tartışması yapılırken kadın ruhu-duygusu falan nereden çıkar diye sinirleniyor insan.
Rakamlar meselenin ne kadar derin olduğunu da gösteriyor. TGS’nin iki yıldır açıkladığı raporlara bakarsak aslında bu tür söylemlerin ne anlama geldiğini daha geniş bir pencereden görmüş oluruz. ‘2019 Şiddet Deneyim Paylaşım Grubu Raporu’na göre kadınlar, gazeteciliğin erkek mesleği olarak görüldüğü, aynı pozisyonda çalışan bir kadınla erkek kıyaslandığında erkeğin sözünün geçerli kabul edildiği gibi tespitlere yer veriyor.

‘Aynı iş için erkekler tercih ediliyor’

Ayrıca yine raporlara göre aynı işi yapan kadınlar ve erkekler arasında tercih yapılması gerektiğinde genellikle erkekler tercih ediliyor. Burada da gördüğünüz bunun bir yansımasıdır, işte yukarıda kadın gazeteciler soru sorsun deyince “kadın ruhunu yansıtırım” demek aslında tam da buradaki sorunun bir parçası. Kadın gazetecilerin salt kadın olmalarından kaynaklı medya alanında pek çok ayrımcılığa, şiddete, mobbinge, tacize maruz kaldığını, esnek çalışma koşulları nedeniyle ağır bir yük taşıdığını, eşit işe eşit ücret alamadığını da ortaya koyuyor raporlar. İsmail Küçükkaya’nın şahsının ötesinde bu bize karar merciinde, ekran önünde, tartışma programlarında, yazı işlerinde, istisnalar hariç, erkeklerin alanları nasıl kapadığını da bir kez daha gösterdi.

‘Tarihi bir yayını bir kadına bırakmak istemediler’

Seda Çakır: Programı bir kadın moderatör de sunabilirdi ama bunu Küçükkaya’nın anladığı bağlamda söylemiyorum. Yani “kadın” olduğu için “kadın” sunsun isteği ya da serzenişi değil bu. Çünkü zaten en iyi bildiğimiz şey şu ki ne yazık ki; gerçekten kadının adı yok. Yayından tarihi bir yayın olarak söz ediliyor. Tabii ki bu tarihi yayını bir kadının ya da kadınların ellerine bırakmazlardı ki! Şahsen tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Bu tarihi yayını ancak bir ‘erkek’  yönetebilirdi, üstesinden gelebilirdi, kontrol edebilirdi! İşi biraz şansa bırakmamak bence! Keza devletin başındaki isimlerin kadına bakış açısını, kadını konumlandırdığı yeri de gayet iyi biliyoruz.
Küçükkaya’nın yanında bir de kadın gazeteci olabilir miydi? Kesinlikle evet. Ekranda da eşitlik talebi çok absürt karşılanmasa gerek diye düşünüyorum. Küçükkaya’nın sözlerine gelince… Kadının, ‘kadın’lığının gerçekten başka bir erkek/ler tarafından aktarılmasına vs. hiç gerek yok. Süslü cümleler bunlar bana göre. Kaldı ki hangi duyguyu ve ruhu hangi bağlamda yansıtıyormuş Küçükkaya? Aracıya gerek yok. İmkan tanısınlar kadın kendi duygu ve ruhunu kendisi yansıtsın.

‘Ana akımda o çağrıyı yapmak bile cesaret istiyor’

Tuğba Özer: Gazeteci Didem Arslan Yılmaz “cesur” olarak nitelendirebileceğimiz bir çağrıda bulunarak ortak yayın teklifinde bulundu. Cesur buluyorum çünkü ana akımın içinde bulunduğu durumu düşündüğümüzde böyle bir çağrıda bulunmak bile cesaret istiyor ne yazık ki.
Ancak malum olduğu üzere Arslan Yılmaz çağrıyı yaptıktan sonra tartışma hep erkek gazeteciler üzerinden yürüdü, Arslan Yılmaz’ın adı dahi geçmemeye başladı. Ben bu kararda asıl belirleyici faktörün Adalet ve Kalkınma Partisi  İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayının siyasi tercihleri olduğunu düşünüyorum. Ancak şu su götürmez bir gerçek: Türkiye’de siyaset de, medya da eril bir tahakküm altında.

‘Bu safsatayla her alanda karşılaşıyoruz’

Küçükkaya’nın açıklaması da bunun bir özeti zaten. “Kadınlığı da en iyi biz biliriz” minvalindeki açıklamasını çok talihsiz bulduğumu belirtmek isterim. Bir erkek kadının “duygusunu ve ruhunu” bir kadından nasıl daha iyi bilebilir?  Ne yazık ki biz bu söylemle, yani “erkeklerin bizim için daha iyi olanı düşünebileceği” safsatası ile her alanda karşılaşıyoruz.
Bu açıklamanın bana göre, kadınların kendi fikirlerini söylemelerine, kamusal alanda var olmalarına karşı olan zihniyetten çok da farkı yok. Küçükkaya böylesi talihsiz bir açıklama yapmak yerine Arslan Yılmaz’ın ya da başka bir kadın gazetecinin yayına birlikte katılması yönünde bir çağrıda bulunabilirdi. Sonuç olarak her iki aday yalnızca erkek seçmene değil, kadın seçmenlere de seslenecek. Ve elbette bir kadının sorunlarını, taleplerini, düşüncelerini yine en iyi bir kadın bilebilir.

Not: İsmail Küçükkaya, Didem Arslan Yılmaz ve Uğur Dündar’ın da görüşlerine başvurmak istedik, ancak telefonlarımıza yanıt alamadık.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – ‘İMAMOĞLU-YILDIRIM KARŞILAŞMASI RADYODA DAHA İYİ OLURDU’

Eda Narin

İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümü mezunu. Çeşitli ajans, gazete ve sitelerde muhabir ve editör olarak çalıştı. Ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarında freelance muhabirliğe devam ediyor.

Journo E-Bülten