Dosya

Gazeteciliğin soru krizi: İzin verilse bile refleks kalmadı, peki ne yapmalı?

Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca
COVID-19 salgını sürerken Sağlık Bakanı Koca, Türkiye’de son yıllarda pek alışık olmadığımız bir şey yapıyor. Her gün sonunda vaka sayısını açıklayan Koca’nın basın toplantılarına isteyen gazeteci katılıp istediği soruyu sorabiliyor. Ama soruların çoğu, izleyicileri ve okurları tatmin etmiyor. Peki neden? Ve ne yapmalı?
Bakanlık deneyimi de olan gazetecilik duayeni Altan Öymen, Koca’ya sorduğu bir soru çok konuşulan VOA muhabiri Yıldız Yazıcıoğlu, gazeteci-akademisyen Can Ertuna ve Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör ile Türkiye’de gazeteciliğin ‘soru krizi’ni konuştuk.

Yeni bir koronavirüs (coronavirus) türü olan SARS-CoV-2’nin yol açtığı küresel pandemi, Türkiye’de de her gün onlarca can almaya devam ediyor. Hürriyet gazetesinin yıllarca okur temsilciliğini yapan Faruk Bildirici ise bugünkü blog yazısında, “Gazeteci milleti olarak önce koronaya, sonra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya teşekkür borçluyuz” ifadesini kullandı.

Koca’nın Türkiye’de ilk vakanın görüldüğü 11 Mart’tan beri her gün düzenlediği basın toplantılarının, “AKP iktidarının klasikleşen basın toplantılarından farklı” olduğunu vurgulayan Bildirici, “İlk günden beri bütün medya kuruluşlarının temsilcileri katılıyor ve gündeme ilişkin her soruyu sorabiliyor. Koca da sabırla yanıtlıyor soruları” diye yazdı.

Bildirici’ye göre bugüne dek sadece iktidara yakın medya kuruluşlarının değil, eleştirel bir yayın politikası izleyenlerin muhabirleri de genellikle “olması gerektiği gibi açık, net sorular sormadılar.”

Çoğu kez cümleler uzadıkça birbirine dolandı ve uçu açık sorulara dönüştü. Bildirici’ye göre “izin verilse de soru sorma reflekslerini yitirmiş” gazeteciler, bu yüzden, “Bakan Koca’nın kaçamak, sorunun özüne inmeyen yanıtlar vermesine yol açtılar.”

Peki, böylesine kritik bir dönemde basın toplantılarında gazeteciler nasıl sorular sorulmalı?

VOA muhabiri Yıldız Yazıcıoğlu: İşimiz soru sormak

VOA muhabiri Yıldız Yazıcıoğlu, 2015 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir söyleşi yaparken. Fotoğraf: VOA

Voice of America (VOA) muhabiri Yıldız Yazıcıoğlu, Bakan Koca’ya ısrarla sorduğu bir soruyla son dönemin basın toplantılarında en çok dikkat çeken gazetecilerden biri olmuştu.

İktidara en yakın iş insanlarından biri olarak tanınan Ethem Sancak’ın yeğeni olan MT Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sancak’ın ofisinde koronavirüs testi yaptığı görüntüler sosyal medyada tepki toplamıştı.

Bakan Koca bir basın toplantısında bu konudaki ilk soruyu geçiştiren bir yanıt vermiş, Yazıcıoğlu’nun “Murat Sancak hakkında işlem yapılacak mı” diye tekrar sorması üzerine ise “Bizden izinsiz olması doğru değil, yapılması gereken neyse yapılır” demişti.

Yazıcıoğlu’na göre “soru soran gazeteci” hem iktidar hem de muhalefet kanadında sevilmiyor ama gazeteci sözcüğünün tanımı ona göre tam olarak bu: Soru soran kişi.

Salgının ilk gününden bu yana bakanın biri hariç bütün basın toplantılarına katıldığını belirten Yazıcıoğlu, şunları söylüyor:

‘İktidar yandaş, muhalefet candaş gazeteci istiyor’

  • Soru sorduğunuzda, özellikle de “rahatsız edici” soru sorduğunuzda bundan memnuniyetsizlik duyuluyor. Ben bunu şöyle özetliyorum: “İktidar yandaş, muhalefet candaş gazeteci istiyor.” Bu uzun süredir artan bir şekilde devam eden bir durum.  Nasıl Cumhurbaşkanı Erdoğan soru yanıtlamadıysa, bu süreçte Kemal Kılıçdaroğlu da yanıtlamadı.
  • Kılıçdaroğlu ilk mesajını videolu paylaştı.  Daha sonra basın toplantısı düzenledi. Biz orada soru sorulacak diye düşündük. Ve ben yine oraya soru sorulacağı düşüncesiyle gittim. Ancak Kemal Bey’in de soru yanıtlamadığını gördüm. Dolayısıyla bu Ankara’da şu an hem iktidar, hem muhalefet hastalığı diye düşünüyorum.

‘Bazen açıklamanın da açıklamasını istememiz gerekir’

  • Ben toplantılara her zaman aklımda soruyla gidiyorum. Bunlar illa ki benim icat ettiğim sorular olmayabiliyor.  Zaten kamuoyunun tartıştığı, bazen gün boyunca sosyal medyada konuşulan, sorgulanan konular olabiliyor.
  • Açıklama sırasında, bazen açıklama nedeniyle de soru sormamız gerekebiliyor. Bir açıklama yapılıyor ama yetersiz oluyor. O hâliyle kamuoyunun aklında başka sorular yaratabilecek bir açıklama olabiliyor. O zaman bunu da açacak şekilde soru sormak gerekiyor.
  • 11 Mart gecesi de bu toplantı duyurusu yaklaşık 40 dakika öncesinde, “son dakika” diyebileceğimiz şekilde yapılmıştı. Ve  toplantının gece yarısı saat 00:15’te düzenleneceği söylenmişti.  Çok kısa bir süre kalmasına ve Sağlık Bakanlığı artık Bilkent yerleşkesinde olmasına, dolayısıyla şehir içinde oturanlara uzak kalmasına rağmen, soru sorma kaygısıyla ve mutlaka soru sormam gerektiği düşüncesiyle oraya gittim.

‘Müşavir soru sormamamızı istemişti, bakan izin verdi’

  • O toplantı öncesinde basın müşaviri, bakanın soru almayacağını söyledi. Ama gazeteci bunun takdirini haber kaynağına bırakır. Yani basın müşavirliği böyle bir talepte bulunabilir ama gazeteci bence bunu uygulamaz, uygulamamalıdır. Orada takdir bakanınındır, ister yanıtlar, ister yanıtlamaz. (Sonuçta bakan soruları yanıtladı)
  • Ben ve NTV’den bir arkadaşım ısrarla hastayla ilgili soru sorduk. İl sorusunu sorduk. Çünkü o günkü açıklamada da Sağlık Bakanlığı vakanın yaşını ve cinsiyetini açıklamıştı. Ama hangi şehirde ölüm olduğunu açıklamamıştı. Bu da az önce dediğim şeye geliyor: Bir açıklama yapılıyor ama kamuoyu için aydınlatıcı ve yeterli olmuyor.

‘Soru sormak, halkın haber alma hakkını fiilen ortaya koymaktır’

  • Benim her toplantıda aklımda bir soru oluyor. Kamuoyunun sorusunu sorma yükümlülüğü hissediyorum. Çünkü biz gazeteci olarak Türkiye’ye, halka ve kamuoyuna karşı sorumluyuz. Bizim sorumluluğumuz onların haber alma hakkını savunmak ve bu hakkı fiili olarak ortaya koymak. Bunu nasıl yapacağız? Tabii ki soru soracağız ve onların sorularını oraya taşıyacağız.
  • Ben işimi yaptığımı düşünüyorum. Tabii zaman zaman bunu yaparken kaygı da duyuyorum, çünkü hem haber kaynaklarında, hem de basın müşavirlerinde bir hoşnutsuzluk oluyor. Çünkü siz onların koymaya çalıştığı kuralı çiğneyen, bozan kişi oluyorsunuz soru sorma girişiminizle. Ama bu sadece iktidara özgü bir şey değil.

Yıldız Yazıcıoğlu’nun soru sorma kuralları

Yazıcıoğlu’na göre toplantılarda nitelikli sorular sormak isteyen gazeteciler şu kuralları akıldan çıkarmamalı:

  • Yapılan açıklama iyi dinlenmeli. Hangi bilgiler vardı, hangileri eksik kaldı? Bunlara dikkat edilmeli.
  • Haber kaynağının açıklamalarını not almalı ve bunun üzerinden soru üretilmeli.
  • Soru sorarken polemik yaratmamalı, soruya yorum katılmamalı. Karşı tarafla sertleşecek ifadelerden uzak durmalı.
  • Yandaş tavrıyla da, muhalefet tavrıyla da yoruma girmemeli. Esas olan gazetecinin yalın bir şekilde soru sorması. İçine çok fazla detay katmadan, anlaşılabilir bir şekilde o soruyu sorması lazım.
  • Sorunun içinde konuyla ilgili hatırlatma yapılabilir, ama bunu genel tutmalıdır.
  • Gazeteci tarafsız değildir. Ben ana akım medya teorisine de inanmıyorum. Gazeteci dengeyi gözetmelidir. Gazetecilik hem iktidara, hem muhalefete aynı şekilde soru sorabilmektir.
  • Gazetecilerin görevi, bakan ya da basın danışmanlarını mutlu etmek değil, halkın bilgi alabilmesi için çalışmaktır.

Altan Öymen: Cevabı verilmeyen soruları da okura hatırlatmak gerek

Altan Öymen, İstanbul’daki Caddebostan Kültür Merkezi’nde 16 Ocak’ta düzenlenen “Medya Söyleşileri” etkinliğinde. Fotoğraf: Kadıköy Belediyesi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti

Milletvekilliği ile Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanlığının yanı sıra Turizm ve Tanıtma Bakanlığı da yapmış bir isim olan Altan Öymen, Türk basınının duayeni. Öymen gazetecilerin soru sorarken “5N 1K” kuralını asla unutmaması gerektiğini şöyle ifade ediyor:

  • Gazetecinin olayları izlerken yanıtını öğrenmesi gereken sorular, Cüneyt Özdemir’in “5N 1K’ adlı programındaki gibidir: Kim? Ne? Nerede? Ne zaman? Nasıl? Niçin?
  • Toplumun çok önemli bir sorunu üzerine, devlet yönetimi adına açıklama yapacak olanların, daha mikrofon önüne gelmeden önce bu soruların yanıtlarını vermeye hazır olmaları gerekir. Hatta o yanıtları, gazetecilerin sorularını da beklemeden, bizzat ve öncelikle açıklamaları gerekir.
  • Bugün ülkemizde bunun tam tersine uygulamalar karşısındayız. Devlet yönetimi adına kamuoyuna açıklama yapmakta olanların çoğu, konu ile ilgili basın toplantılarında, o soruların yanıtını vermek bir yana, o soruların sorulmasına bile imkân vermemeyi tercih ediyorlar. O sorular sorulduğu zaman da onları duymayıp başka şeyler anlatmaya devam ediyorlar.
  • Gazetecilerin haberlerini yayımlarken cevabı verilmeyen o soruların neler olduğunu kamuoyuna hatırlatmalarında fayda var. Çünkü, televizyon yayınlarında sordukları soruların yeterince duyulması mümkün olmuyor. Hem görüntüleri verilmiyor, hem de onlara verilen mikrofonların pek yeterli olmadığı anlaşılıyor.

Bugün bile cevapsız olan sorular çok

  • Örneğin bugün de yapılan açıklamalardan vaka sayısını, iyileşenlerin sayısını, ölenlerin sayısını öğreniyoruz. Peki, “kim” bu ölenler? İsimleri bir yana, açıklamalarda “nerede” öldükleri de yok. Denilebilir ki; bunun açıklanması kişilerin yakınlarının vereceği izne bağlıdır, belki de istemiyorlar bunu ölenlerin aileleri… Öyle de olsa o durumun hiç olmazsa genel bir açıklamayla belirtilmesi gerekir.
  • Koronavirüsü kapıp kurtarılabilenlerin durumu için de benzeri soruların cevabı yok. Oysa, o sonuca ulaşabilenlerin bilinmesinde, virüsle mücadele açısından, sakınca değil fayda olacağı belli. Televizyonda her gün ilan edilmekte olan önlemlerin gereğini ne ölçüde yerine getirmişler, teşhis konulduktan sonra nelerle karşılaşmışlar? İlgililere duyurmak istedikleri tavsiyeleri var mı? Onların da, isimleri bir yana, ne memleketleri, ne tedavi yerleri hakkında herhangi bir bilgiye rastlanabiliyor kriz yöneticilerinin açıklamalarında.
  • Kamuoyuna yeterli bilgi vermemenin nedenlerinin tartışılması ayrı…  Ama bugün bütün dünyanın üstüne, şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir büyük felaket halinde çöken bu krizle ilgili tüm gerekli bilgilerin herkese ulaşabilmesi, o krizi sona erdirmenin ve bir daha tekrar etmesini önlemenin koşullarından biridir. O koşulun gereğini yerine getirmek de hem dünya ülkelerini yönetenlerin görevidir, hem de dünyadaki gazetecilerin ve tüm medya mensuplarının… Ülke yöneticilerin o görevi yerine getirmemeleri hâlinde, dünyadaki bütün gazeteciler,  onlara o görevlerini hatırlatmalı ve o konudaki bilgi eksikliğini tamamlamak için ellerinden gelen gayreti göstermeli.

Dr. Can Ertuna: ‘Sorsa iyi eder’ değil, sormak gazetecinin görevi

Dr. Can Ertuna, TGS Akademi‘de mobil gazetecilik dersi verirken. Fotoğraf: TGS Akademi

Yeni kuşak gazeteciliğin en deneyimli isimlerinden, Deutsche Welle’de mesleği sürdüren ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Dr. Can Ertuna da, siyasetçileri mutlu etmek için değil, halkın bilgi alabilmesi adına çalışmak gerektiğini vurguluyor. Ertuna’ya göre toplantılarda “iyi ve nitelikli sorular” sorabilmek için şunları unutmamak gerekiyor:

  • Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde, gazeteci tanımından hemen sonra “gazetecinin sorumluluğu” bölümü gelir. Gazetecilik zor ve aslında ciddi bir sorumluluk gerektiren bir iş. İlgili bildirgede gazetecinin, halkın haber alma hakkı için çalıştığı ve bunun için her türlü sansür ve oto sansürle mücadele etmesi gerektiği belirtiliyor. Yani gazeteci öncelikle adına görev üstlendiği halkın gündemindeki her türlü soruyu sormakla yükümlü; sorsa iyi eder değil, bu bir görev aslında.

Altın kural: Konuya hâkim ol

  • İyi soru sormanın altın kuralı, konuşulan konu hakkında bilgi sahibi olmak. Örneğin Türkiye’deki test sayısının yeterli olup olmadığını sorarken sık test yapılıp pozitif çıkan hastaların hızla karantinaya alındığı ülkelerdeki başarı oranlarını bilmek ya da sokağa çıkmanın kısıtlandığı ülkelerde salgın hızının nasıl seyrettiği hakkında bilgi sahibi olmak, ilgili yetkiliye daha yerinde ve karşılaştırmalı bir soru sormayı beraberinde getirir.
  • Özellikle basın toplantılarında kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek gazetecilerin sorularına verilmesi gereken yanıtlar verilmeyebilir. Bu noktada mikrofonu erken terk etmeyip, gerektiğinde takip sorusu sorarak yanıtın aranması ve ısrarcı olunması gerekiyor. Mikrofonu alınca “şu soruyu sorarsam hoşa gitmez,” “şu soruyu yumuşatmam lazım” gibi sınırlamalara gitmemeli.
  • Nasıl ki doktorlardan hastalarını tedavi etmelerini, öğretmenlerden yeni şeyler öğretmelerini bekliyorsak, gazetecilerden de beklenen yerinde ve zamanında, gerekli soruları sormaları. Soru soramayan bir kişinin gazeteci olarak nitelendirilmesi mümkün değil zaten.

Tek seferde birçok soru sorma, gerektiğinde ısrarcı ol

  • Basın toplantısında genel sorunlardan biri, tek soruya birden çok soruyu sıkıştırmak. Söz hakkını alınca iki, üç, dört soruyu sormak sanıldığının aksine iyi sonuçlar veren bir alışkanlık değil. Bu durumda, toplantıyı düzenleyen kişi soru öbeğinden istediğini seçip, hoşuna gideni yanıtlarken, kendisini zorda bırakabilecek soruları es geçebilme şansı elde ediyor. Evet, gündemde çok konu var ve mikrofon hakkı sınırlı diyelim. Bu durumda diğer gazetecilerle işbirliği yaparak önden bir soru dağılımı yapılabilir meslektaşlar arasında.
  • Bir de yanıt almak konusunda ısrarcı olmak gerekiyor. “Bu konuda bilgi vermem doğru olmaz” gibi ifadelerden sonra bir takip sorusuyla, çekinmeden, farklı bir şekilde o konu hakkında bilgi talep edilebilir. Kimi zaman uzun bir sessizlik, yersiz bir öfke ya da bir sorunun yanıtsız kalması bile bir yanıttır aslında.
  • Elbette bunu yaparken karşı tarafı öfkelendirmek üzere kurulu sansasyonel şov gazeteciliğini kastetmiyorum. Ancak gazeteci merak ettiği konuda gerekli yanıtı alabilmek için ısrarcı olmalı. Gazetecilerin görevi, bakan ya da basın danışmanlarını mutlu etmek değil, halkın bilgi alabilmesi için çalışmak.

Prof. Dr. Güngör: Korkutma değil, koruma amacı taşınmalı

Fotoğraf: Üsküdar Üniversitesi

Gazeteciler soru sordukça yeni veriler ortaya çıkıyor. Bu sayede vatandaş bilgi ediniyor. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör’e göre bu bilgilenme sürecinin “korkutma değil, korunmaya yöneltme amaçlı” olması gerekiyor. Sorulan soruları da etkileyebilecek bu yaklaşımı Güngör şöyle özetliyor:

  • Şu an dünya, küresel düzeyde feci bir durumla karşı karşıya. Vaka sayısı katlanıyor ve ölüm sayısı da ne yazık ki sürekli artış gösteriyor. Herkeste moraller bozuk, panik durumu söz konusu. Böyle durumlarda yetkili birimlerin işi normal durumlarda olduğundan çok daha zor.
  • İnsanlar panik içerisinde ve bilgi ihtiyaçları var. Yetkili birimlerin, çoğunlukla da medya aracığıyla vatandaşın bu bilgi ihtiyacını karşılamaları, ancak bunu yaparken de paniğe yol açmamaları gerekiyor. Merakın ve bilgi ihtiyacının hasta ve ölüm vakalarına odaklandığı düşünülecek olursa, yetkililer tarafından yapılacak her açıklamanın toplumdaki panik durumunu yükseltmesi de çok normal.

Kriz dönemlerinde bütün gözler gazetecilerdedir

  • O hâlde gerek yetkililerin, gerekse de medyanın bu bilgilendirme sürecini çok dikkatli yönetmeleri gerekiyor. Hasta ve ölüm vaka sayısının açıklanması önemli, ancak vatandaşın ilgisinin burada sabitlenmemesi için yapılacak bilgilendirmenin daha çok koruyucu önlemlere yöneltilmesi gerekiyor. Bu durumda gazetecilerin de yetkililerle yapılan basın toplantılarındaki soruları, koruyucu önlemlere yoğunlaştırmaları önem taşıyor. Alınan bilgilerin haber yapılması, halka aktarılması sürecinde de korkutma değil, korunmaya yönlendirme amacı güdülmeli.
  • Gazetecinin, yetkililere soracağı her bir sorunun, öncelikle insanların şu andaki vahim konu hakkında bilgilendirilmesi odaklı olması gerektiği göz ardı edilmemeli. Asıl olan insanları bilgilendirmektir. Unutulmamalıdır ki özellikle de kriz durumlarında halkın bilgi ihtiyacı artmakta ve medya en önemli bilgi aktarım kaynağı olarak görülmektedir. Kriz dönemlerinde bütün gözler gazetecilerdedir.

Gazeteci nötr bir dil, nazik bir üslup kullanmalı

  • Bazı gazetecilerin bu vesileyle her fırsatta ideolojik ve politik dokunuş yapmaya çalışmaları dikkat çekici. Bu vahim salgın tüm dünyada bütün politik ve ideolojik yönelimlerin çok üzerinde bir yerde konuşlanmış durumda. İnsanlar can derdindeyken, asıl görevi toplumu bilgilendirmek olan gazetecinin, hazır bakanı görmüşken ona sevimli görünmeye ya da fırsat bulmuşken muhalif tavrını ortaya koyarak tatmin sağlamaya çalışması, bugünlerde kimseye fayda getirmez, tam tersine moral durumu olumsuz yönde etkiler.
  • Gazeteci; yetkililere, özellikle de bakan düzeyindeki yetkililere soru yöneltirken nötr bir dil kullanmalı. Bir gazeteci “sayın bakan” diye seslenirken, diğeri “sayın bakanım, muhterem efendim” vs. diye hitap etmemeli. Gazetecinin işi, krizi kişisel düzeyde fırsatçılığa dönüştürmek değil, toplum yararına fırsata dönüştürmek olmalı. Gündeme ilişkin soruları olabildiğince nötr bir dille, nazik bir üslupla yönelterek konuyla ilgili olabildiğince çok bilgi almak, asıl gazetecilik başarısıdır diye düşünüyorum.

Eleştirellik ve sorgulayıcılık, meslek ilkeleri çerçevesinde olmalı

  • Bunu derken elbette yetkililerin kriz yönetim sürecindeki eksiklik ve yanlışlıklarının görmezden gelinmesi, bunların üzerinin örtülmesi gerektiğini söylemiyorum. Söylemek istediğim şey gazetecinin sorularıyla, açıklamalarıyla, haber üretim ve aktarım süreciyle bir bütün olarak pandemi gündemi içerisinde kalması ve bu konuda her açıdan halkı bilgilendirmesi.
  • Nasıl ki virüsten korunmak için sosyal mesafe ve sosyal izolasyon gerekiyor, bu kriz durumunda halkı doğru bilgilendirmek, morallerin bozulmamasına hizmet etmek için de politik ve ideolojik mesafe şart. Şu an asıl olan bu vahim krizle en az zararla baş edilmesidir. Politik ve ideolojik hesaplaşmaları sonraya bırakmak gerekir ki zaten gazetecinin her durumda politik ve ideolojik dokunuşlardan uzak durması gerekir. Belki de bu vesileyle gazeteciler nesnellik, tarafsızlık ilkelerini hatırlarlar.
  • Eleştirellik ve sorgulayıcılık şart, ancak mevcut gündemle sınırlı kalınarak yapılmalı. Eğer gazetecilerimiz bu kriz durumunu kendi açılarından da fırsata dönüştürmek istiyorlarsa, bunu meslek ilkelerini dikkate alarak, asıl görevlerinin toplumu doğru bilgilendirmek olduğunu bilerek yaparlarsa, uzun süreden beridir asıl amacından büyük ölçüde sapmış olan gazeteciliğin belki de bu vesileyle rayına oturmasına katkı sağlarlar.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – MURAT YETKİN, ERDOĞAN’A SORULAN SORULARI ANALİZ ETTİ

Meltem Suat

1994 İstanbul doğumlu. Ege Üniversitesi Gazetecilik Bölümü'nde okudu, ulusal ve yerel medya kuruluşlarında çalıştı. Journo, Daktilo1984, NewslabTurkey gibi sitelere içerikler hazırlayan Suat, mesleğini serbest gazeteci olarak sürdürüyor. Daktilo1984'te Mutfakta Ne Var isimli toplumsal cinsiyet odaklı podcast serisini hazırlayıp sunuyor.

Journo E-Bülten