Sanat

Ölüm ya da iyileşme: Tiyatronun COVID ve dijitalleşme ile imtihanı

Tiyatro sanatı, pandemi krizine anında refleks gösterdi. Oyun paylaşımları, canlı yayınlar, uzun sohbetler, şiir dinletileri ve daha pek çok etkinlik… Yüz yüze iletişimin yerini “dijital iletişim” alınca tiyatro için yeni bir tartışma gün yüzüne çıktı: Dijital tiyatro mümkün mü?
Farklı eğilim ve ekollerden tiyatro insanlarına karantina koşullarında tiyatronun hâlini, tiyatroda dijitalleşmenin bugününü ve geleceğini sorduk. Yeşim Özsoy, Nedim Saban, Semih Çelenk, Kemal Aydoğan, Emrah Elçiboğa ve Murat Temel, ‘en arkaik sanat’ın küresel salgın ve dijital çağ ile imtihanını yorumladı.

“Tiyatro da veba gibi, ölüm ya da iyileşmeyle çözülen bir krizdir” demiş kuramcı Antonin Artaud. COVID-19 pandemisinin ağır koşullarında tiyatronun ahvalini tartışmak için iyi bir çerçeve olabilir bu söz.

Koronavirüs günlerinde tiyatrolar kapılarını ilk kapatan kuruluşlar oldu. Stadyumlar, kafeler, spor salonları, meyhaneler ve diğer tüm “yüz yüze gelme” mekânlarının hepsinden önce… Yüksek bilinç nedeniyle miydi, yoksa fazla lüks görüldüğündem mi, tartışılır. Bilinen şu ki; insan bir araya gelemeyecek kadar krizdeyse, tiyatro da krizdedir!

Temel koşulu “oyuncu ile izleyicinin yüz yüze gelmesi” olan bir sanat, izolasyon döneminde ne yapacak?

“Biraz ortadan kaybolalım, özlenelim” diyenler de vardı, her akşam canlı yayınlar ile umut dağıtmaya çalışan da. Tiyatrolar arşivlerini karıştırıp pek çok oyunu çevrim içi olarak paylaştı. Tek bir oyunun iki günde 100 binden fazla izlenmesi gibi gelişmeler, yeni üretimleri de teşvik etti. Bu hengâme içinde online oyun izlemeyi mümkün kılan TiyatrolarTV yayın hayatına başladı.

Bu dosyanın hazırlık sürecinde çeviri bir yazı, tiyatrocular arasında pek bir popüler oldu. “Unutulmuş Bir Araya Gelme Sanatı ya da Tiyatrocular Neden Üretmeyi Bırakmalı” (Orijinali Nicholas Berger imzasıyla Medium’da yayımlanan The Forgotten Art of Assembly) başlıklı yazı, süreci anlamlandırmaya çalışan pek çok tiyatrocunun duygularına tercüman oldu.

Farklı düşünenler de vardı elbette. Bir direnme biçimi olarak aşırı bir üretim mi var, yoksa tarihsel bir kriz ‘dijital tiyatro’yu mu doğuruyor? Ya da her şey olması gerektiği gibi ve bu kapanma dönemi yeni bir tiyatro biçemi mi doğuracak? Koşullar radikal biçimde online ya da dijital tiyatroyu zorluyor, ancak bunun geçici olduğunun düşünen de çok. İşte yanıtlar:

Nedim Saban: Tiyatro evrilecek ama online’a hapsolmayacak

Tiyatrokare Genel Sanat Yönetmeni Nedim Saban, geleneğin ve tiyatro meslek etiğinin “perde her şeye rağmen açılır” dediğini hatırlatıyor. Pandeminin farklı bir durum olduğunun elbette farkında. “Seyircimizin de sağlığı söz konusuydu ve perde mutlaka kapanmalıydı. Ancak perde kapatmanın da sonu yok. Dünyanın bu çılgın hâlinde ne yazık ki hep bir sebep olacak gibi görünüyor” diyor.

Herkesin şoku yaşama biçimine saygı duymakla birlikte, bu süreçte tiyatronun özlenmesinin daha doğru olacağına inanıyor ve ekliyor: “Herkes sosyal medyadan canlı yayınlar yapıyor, bu da bir varoluş mücadelesi. Sanatçı teslimiyeti kabul etmiyor. Ancak şu an için söz sırası doğada, sanki doğayı dinlemek daha doğru”.

Sanatçı, tiyatroda görülen dijitalleşmeyi ise kaygıyla karşılıyor: “İnsan soluğunun en arka sıradan bile en yoğun biçimde duyumsanması olarak tanımlayabileceğim sanatımızı dijitale kilitlemek uzun vadede çok sakıncalı. Radyo tiyatrosu nostaljisini yaşatmak tatlı olabilir, ama şu an bir gereklilik olan #evdekal çağrısı, uzun vadede asosyal, apolitik ve en önemlisi duygu, düşünce yoksunu bir kitlenin yaratılmasına dönüşmemeli. Kapitalist düşünce iflas etti, ama bu virüse tutunarak yeni tüketim alışkanlıkları icat etme peşine düştü. Sanat bu tuzağa düşmemeli.”

Nedim Saban, arşivlerin açılmasını ise Türkiye tiyatrosundaki bellek sıkıntısının çözümü açısından olumlu buluyor: “Belleği tazeleyelim. Arşivlerimiz seyirciye açılsın, eski oyunlarımızı izlesinler. Devlet Tiyatrosu’nun muhteşem bir arşivi var, nedense hâlen açılamadı. Ancak çekim ne kadar iyi olursa olsun, canlı olarak icra edilmesi şart olan bir sanatı tamamen dijitale kilitlersek, uzun vadede büyük bir tuzağa düşmüş oluruz.”

Nedim Saban, tarihin büyük talihsizlikleri sırasında tiyatronun biçem değiştirdiğini hatırlatıyor ve 1. ve 2. dünya savaşları dönemlerine dikkat çekiyor. “Günlük dil, imgeler ve metaforlar anlamını yitirmişti, sahneye de bu tasa yansıdı zaten. Sahne düşüncesi bile terk edildi” diyen Saban, bu yolla tiyatronun gücü ve etkisinin arttığını söylüyor. Usta sanatçıya göre başarının yolu ise öze dönmek: “Tiyatro, özüne döndü. İlkel insan güdülerini, kaybedilen şenlik duygusunu yakalamaya çalıştı, sadeleşti. 1980’lerde teknolojik devrimler eğlence sektörüne yansıdı, ucundan Broadway’e de uğradı, sahneye uçak indiği günler de oldu. Ama bir de baktık ki, Broadway de insan sesini özler olmuş.”

‘Her deneme, tiyatronun vebadan daha etkin olması için’

Tiyatrokare’nin teknolojiye yaklaşımını “Süper İyi Günler” oyununda korkusuzca kullandıkları LED teknolojisi ile örnekleyen Nedim Saban, “Öykümüzün gücünü arttırmak için yaptık, seyircinin otizmi sadece anlaması değil, duyumsamasını da istedik. Dijital kurguda nice sanatçının yaratıcılığı vardı. Böyle deneyimler olacaktır, ancak tiyatro kuramcısı Artaud’nun da belirttiği gibi her deneme, tiyatronun vebadan daha etkin olması içindir” diyor.

Nedim Saban’ın gelecek projeksiyonunda izolasyonun yerini sosyal gereksinimlerin alması var. Uzun süre izole olan insanların akıllı telefonunu bırakıp, sokağa fırlayacağını düşünüyor: “İnsanlar seri üretime değil, yavaş yavaş yok olan butiklere gidecekler. Tiyatro da her hâliyle var olacak, evrilecek ama online’a hapsolmayacak. Birbirine sarılmayı unutan insanların en basit aşk sahnesi karşısındaki heyecanlarını düşünebiliyor musunuz? Şu anda eski filmlere bakıp bakıp birbirine korkusuzca  dokunan insanlara öykünüyoruz. Sahnede bunu yapabileceğimiz günlerin hasreti var şimdi. Tiyatro hep aynı güçte yaşayacak.”

Yeşim Özsoy: Seyirciyi hayal ederek de tiyatro yapabilirsiniz

Galata Perform Genel Sanat Yönetmeni Yeşim Özsoy da travmatik bir durumun içinden geçtiğimizi belirterek, tiyatroların ilk reaksiyonunun “içe dönmek ve kendini ifade etmek” olduğunu söylüyor. Herkesin arşivlerini paylaşmaya başladığı, elinden geldiğince kendini var etmeye çalıştığı bu süreci bir “geçiş dönemi” olarak nitelendiren Özsoy, şöyle devam ediyor: “Bu dönem bizim varoluşumuzu tekrar düşünmemize yol açacak ve buradan bu bilgiyle çıkacağız. Tiyatro sanatının teatral olanı bu dönemde nasıl yaratacağını düşünme yoluyla kendine ve seyircisine tüm sanat dallarında olduğu gibi bir şifa verme sürecine gireceğini düşünüyorum.”

Yeşil Özsoy, oyunların dijital kayıtlarının dolaşıma girmesinin sadece “biz ekranda da var oluruz” mantığıyla alakalı olmadığını düşünüyor: “Tiyatrolar bunun, oyunun çıkış noktasındaki deneyime eşdeğer olmadığını biliyor. Ama bir çıkış yolu oldu arşiv paylaşmak. Pozitif etkileri de oluyor. Seyirci ulaşamadığı oyunlara ulaşıyor. Tiyatroların belleği yeniden oluşuyor. Sonrasında başka bir adıma geçeceğimizi düşünüyorum. Artık bir oyunu yaparken nasıl arşivlediğimiz daha fazla önem taşıyacak.”

Özsoy’a göre sahnenin arşiv kaydının yanı sıra; “sahnenin ekrana adaptasyonu” ve “sahne ile dijital formların yaratım sürecinin başından itibaren düşünüldüğü” iki ayrı form daha ortaya çıkacak. Birçok tiyatrocunun aksine Yeşim Özsoy, “Neye niçin tiyatro dediğimizle ilgili hiçbir zaman ön yargılı olmamalıyız” fikrini savunuyor. Tiyatronun her koşulda kendini yeniden var edeceğini belirterek şöyle devam ediyor:

“Mekan ve seyirci algısı ve pratiği değişse de. Belki başka bir forma geçeceğiz. Eski arşivlerin ücretlendirilmesi ve seyirciye sunulması iki ayrı denklemi içeriyor. Birincisi tiyatronun kendi seyircisini dijital alana çekip kontağını devam ettirmesi, ikincisi ise şu anda ciddi can kaybı yaşayacak olan tiyatroların kendini var etme çabası. Çekimlerin ekrana yansımasının, bir dayanma ve var olma çabası olarak görülüp tahammülle karşılanmasına çok ihtiyacımız var.”

‘Neyin tiyatro olduğu konusunda bağnaz olmamak lazım’

Çevrim içi tiyatro alanının 2000’lerin başından bu yana araştırıldığını ve yeni bir şey olmadığını vurgulayan Özsoy, şu anki radikal şartların online tiyatroyu daha sert bir şekilde gündeme getirdiği fikrinde. Tiyatro sanatının yeniliklere gebe olduğunu düşünen Özsoy, bu fikrini şöyle özetliyor: “Natüralizm 19. Yüzyıl sonunda nasıl sahnede neredeyse sinematografik bir etkiyle gerçeği aynıyla yansıttıysa ve sonrasında sinemanın gelişimiyle 20. Yüzyıl’da tiyatroda birebir gerçekliğin tekrar yaratılması yerini, temsiliyet ve bu kavramın sorgulanması üzerinden çağdaş tiyatroya bıraktıysa, şu dönem de 21. Yüzyıl tiyatrosunun dijital olanın etkisiyle yüzleştiği bir dönemdir ve yeniliklere gebedir.”

Kalıplaşmış kurallara inanmadığını belirten ve performans sanatının seyirci ve oyuncu varoluşunu sorgulayan işleri çoktan yarattığını hatırlatan Yeşim Özsoy, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Video ve dijital olan, Augmented Reality (artırılmış gerçeklik) ve Virtual Reality (sanal gerçeklik) gibi kavramlar sanatın tiyatro dâhil her alanına girmeye başlamıştı zaten. Tüm bunlar üzerinden teatral olanın yeniden yaratıldığı farklı formlar ortaya çıkacaktır. Bir odanın köşesinde tek bir mumla da tiyatro yapabilirsiniz, dijital bir platformda bir seyirciyi hayal ederek de… Tüm bunlar konusunda ve neyin tiyatro olduğu ya da olmadığı konusunda bağnaz olmamak lazım. Maalesef bizim ülkemizde bu konuda çok kalıplaşmış yargılar mevcut. Mesela bizim geçen sene yaptığımız oyunumuz Yüz Yılın Evi belgesel film, performatif okuma, geleneksel tiyatro, siyah beyaz sinema ve canlı müzik formlarını bir arada harmanlayan bir oyundu ve tiyatro olup olmadığı tartışıldı. Bana bu tartışmalar çok kısıtlayıcı ve ön yargılı geliyor.”

Yeşim Özsoy’un görüşü her koşulda üreterek, yaşayarak ve yaratarak yeni bir tiyatro anlayışının doğuracağımız yönünde. Bunun “canlı olanın bir daha olmayacağı” anlamına da gelmediğini, hayat gibi sanatın da “yaşanılana reaksiyon vererek evrileceği” anlamına geldiğini” özellikle vurguluyor.

Prof. Dr. Semih Çelenk: Gündeme müdahil olma isteği bir varoluş refleksi

“Seyirciye bire bir bağlı olan sanatlar için sessiz bir döneme girmiş bulunuyoruz” diyen Prof. Dr. Semih Çelenk, birçok ödeneksiz tiyatro için üç beş ay oyun oynamadan dayanabilmenin imkânsız olduğunu ve tiyatro için bir karabasan dönemine girildiğini vurguluyor. “Bazen hayat sanatın önüne geçer,, kimi zaman ise sanat hayatı önceler” ifadesini kullanan Çelenk, yaşadığımız sürecin öncelikle ayakta durma, yaşamımızı koruma, dayanışma gösterme, birbirimizin moralini yükseltme dönemi olduğunun altını çiziyor.

Tiyatro sanatının panik halinde gündeme müdahil olma isteğinin bir var oluş refleksi olduğunu vurgulayan Çelenk, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İkinci kısmı ise bu dayanışmaya kendince katkı sağlamaktır. Evet, bir Shakespeare’i, bir Brecht’i ekrandan izlemek kötü bir şeydir ama, hiç yoktan iyidir. Yaşantı hanesine atılan iyi bir çentiktir. Öte yandan tiyatronun cansız, ekranlar üzerinden yaşayabileceğini düşünmek saçma olur. Tiyatronun biricikliği, güzelliği, ayrıcalığı demode olmasında, çağ dışı olmasındadır.”

Tiyatronun her kırılma döneminde olduğu gibi bu süreçten de yenilikler, buluşlar ile çıkacağını savunan Çelenk, tüm bunların binlerce yıldır yaşamını sürdüren dramatik sanatın hanesine zenginlik olarak yazılacağını dile getiriyor. Tiyatronun dijital imkanları sahne gösterilerinin içinde ya da seyirci etkileşiminde kullanmasını “zenginlik” olarak nitelendiren Prof. Dr. Çelenk, tiyatro sanatını sinemadan, diziden ayıran şeyin “seyirci ile oyuncunun aynı anda, aynı mekânda olması demodeliği” olduğunu özellikle vurguluyor. Çelenk bu özel durumu “Tiyatronun en geri özelliği, aslında en ilerici yanıdır” cümlesi ile formüle ediyor.

Dijital iletişim olanaklarının gelişmesiyle eş zamanlı oyun yazma, internet üzerinden doğaçlama tiyatro gibi arayışların olduğunu anlatan Çelenk, bu konudaki yorumunu şöyle özetliyor: “Bu arayışlar yepyeni biçimlerle var olmayı da sürdürecek. Benim tamamen dijital bir arayışım olmadı. Ama sahneleyeceğim bir oyunun biçimi gereği iç ve dış mekanı aynı anda kullanan görüntü yoluyla canlı yayına bağlanılan bir sistem kurma çabasına girmiştim. Tiyatroda aslolan hikâyedir ve bu hikâyeyi etkili ve uygun bir biçimde anlatmak için aklınıza gelen tüm araçları, biçimleri kullanabilirsiniz. Ama aslolan araçlar ve biçim olursa yapılanın hikâye anlatma sanatıyla bir ilgisi olmaz.”

‘Bir gün sevişmez hale gelirsek, tiyatro da yapmayabiliriz’

Prof. Dr Semih Çelenk, insanlığın öncelikle çarpık “kalkınmacı”, “ilerlemeci” sapkınlığından kurtulması ve doğayla barışık yaşamayı öğrenmesi gerektiğini şu sözlerle vurguluyor: “Hamlet’te Shakespeare’in dediği gibi, koca koca krallar bile ölümden sonra onları yiyecek mezarlıktaki kurtçuklar için beslenip semiriyorlar. Endüstri 4.0 diye ortaya çıkan yenileşmenin dijital çağın da ötesi anlamına geldiğini biliyoruz. Bunun başka bir adı da üretimde insansızlaşma… 4.0 tiyatro sanatına teknik anlamda çok şey katabilir. Ancak, insansızlaşma anlamına gelecek bu hamlenin tiyatronun eş zamanlı, orada ve o anda yapılan sanat özelliğini değiştireceğini sanmıyorum. Bu değiştiğinde ortaya çıkacak şeyi de tiyatro olarak adlandıramayacağımızı düşünüyorum. Evet, her yeni kırılma döneminde sanatımızın demodeliği üzerinden, ‘arkaik’liği üzerinden çok fazla şey söyleniyor. Ama yemek yemek de, yürümek de, sevişmek de, uyumak da arkaik özelliklerimiz. Bunları da bir gün yapmaz, yapamaz hâle gelirsek tiyatro da yapmayabiliriz tabii…”

Bu kapanma döneminin yeni yapıtların, yeni anlatım biçimlerinin arayışı ile doldurulacağını vurgulayan Semih Çelenk, “Çünkü sanatta da, bilimde de buluş bir problemle ortaya çıkar. Problem olmadan buluş, sıkışma olmadan hareket olmaz. Tiyatro sanatı eş zamanlı, gerçek zamanda oluşan bir hikâye anlatma formu olarak yeryüzündeki hayatımızın önemli bir rengi olmaya devam edecektir.”

Murat Temel: Tiyatronun ruhunu dijital çağa taşıyoruz

Tiyatrolar bir refleks olarak oyunlarını paylaşırken, eş zamanlı olarak yeni ve farklı bir adım atıldı. TiyatrolarTV projesi, “Sahneyi evinize getiriyoruz” ve “Tiyatronun ruhunu dijital çağa taşıyoruz” gibi iddialı söylemlerle ortaya çıktı. Haziran 2020’de planlanan açılış öne alındı ve TiyatrolarTV 15 Nisan günü yayına başladı.

TiyatrolarTV’nin kurucu ortağı ve yöneticisi olan Murat Temel, bu adımın evinde kalan ve tiyatroya gidemeyen seyirciler için alternatif olacağına inanıyor. Salgın olmasa bile tiyatronun kalıcı olması adına böyle bir alternatifin olması gerektiğini söyleyen Murat Temel, şöyle devam ediyor: “Sona ermiş ve izleme fırsatı olmayan bir oyunun her daim erişilebilir olması bizi çok heyecanlandıran bir durum. Hâlihazırda 20’den fazla profesyonel oyun kaydımız var. Çok daha fazla oyun ve farklı içeriğe yer vermeyi planlıyoruz.”

Murat Temel, bir oyunun çekim sürecini ise şöyle özetliyor: “Oyununa göre değişkenlik gösteriyor ancak 10-12 kişilik bir ekiple çekim yapıyoruz. Çekimini yapacağımız oyunu önceden izliyoruz, hatta planlama için sabit bir kamera ile çekim yapılıyor. Yönetmenimiz ve prodüksiyon ekibi bir storyboard hazırlıyor. Oyun yönetmeni ve ekibi ile mutabık kaldıktan sonra çekim gününe karar veriyoruz. Öncelikle normal olarak seyircili oynanan oyunu çekiyoruz. Sonra storyboard detay planları için farklı açılar ve sahne içi çekimlere geçiyoruz. Steady-cam, şaryo, bazen drone ile farklı planların çekimini yapıyoruz. Aslında bir tiyatro oyunu izlerken görülebilen tek açıyı bambaşka bir noktaya getiriyoruz.”

‘Kiralama modeli ile çalışan ücretli bir platform’

Projenin çıkış noktasının İstanbul dışında yaşayan tiyatroseverler olduğunu aktaran Murat Temel, çalışma sistemini ise şöyle anlatıyor: “TiyatrolarTV kiralama modeli ile çalışan ücretli bir platform olacak ve eser sahipleri için de daimi bir gelir kaynağı hâline gelecek. Yerli metin yazarları ile iletişim hâlindeyiz, sadece TiyatrolarTV platformunda yer alacak oyunlar üzerinde de çalışıyoruz elbette ve bunun için ayrıca çok heyecanlıyız. Bunun dışında online eğitim/atölyeler için de planlamalar yapıyoruz.”

Murat Temel, sezonda devam eden oyunların da yayımlanacağı bir platform olacaklarını anlatıyor ve bu sayede ayda ortalama 2-4 kez oynayan ve ortalama 1.000 seyirciye ulaşan bir oyunun artık çok daha fazla sanatsevere ulaşabileceğini söylüyor. Ayrıca alt yazı seçeneğinin Türkiye tiyatrosunun yabancı seyirciyle buluşmasını mümkün kılacağını aktarıyor. Murat Temel koronavirüs salgını nedeniyle tüm gelirini kaybeden tiyatrolar için önemli bir fırsat yarattıklarını da düşünüyor.

“Tiyatro sahnesi kalmalı ve kalacaktır da” diyen Murat Temel, amaçlarının değerli tiyatro eserlerini gelecek nesillere taşımak ve uzaktaki sanatseverlere yakın kılmak olduğunu vurguluyor: “Tiyatronun kalbinin kendi sahnesinde ve canlı seyircileriyle attığını asla unutmuyoruz. Yaptığımız iş tiyatronun dijital hâli. İçinde bulunduğumuz yüzyılda ve dönemde internetin ve dijital dünyanın varlığının yadsınamaz olduğunu ve bir alternatif olarak tiyatronun da burada yer alması gerektiğine inanıyoruz. Tiyatro alternatif olarak dijital dünyada yer almalı ve kesinlikle artarak devam etmelidir.”

Emrah Elçiboğa: Ortaya çıkana tiyatro demek doğru değil

Çalışmalarını Almanya’nın Ravensburg kentinde sürdüren ve pandemi sürecinde yaptığı canlı yayınlarla dikkat çeken yönetmen-oyuncu Emrah Elçiboğa, öncelikle tiyatrolar hemen kapatılırken, AVM’lerin iki hafta boyunca açık kalmasını eleştiriyor: “Kapatılan tiyatroların ve oradaki emekçilerin hayatlarını nasıl idame edecekleri, mekânlarının giderlerini nasıl karşılayacakları düşülmedi-düşünülmüyor. Sonra pespaye bir video hazırlanıp sözde tiyatrocular ‘evdeyiz güvendeyiz’ diye talimatla video çekiyorlar.”

Canlı yayın örneklerinin çok iyi başladığını, herkesin heybesinden bir şeyler çıkarıp paylaşma telaşına düştüğünü anlatan Elçiboğa, gösterilen çabanın ‘bu garabet günlerini gerçekten katlanabilir kılma’nın en güzel yolu olduğunu söylüyor. Sonrasını ise “tam bir kaos” olarak görüyor. Çünkü herkesin anlatmak, görünmek, dinlenmek istediğini, ama kimsenin dinlemek, okumak, izlemek istemediğini düşünüyor. Elçiboğa, bu süreç ile ilgili eleştirilerini şöyle sıralıyor:

“Gerçekten tiyatro ya da tiyatrocular özlenmiş olsaydı insanlar onların neler yaptığının, neler yapabileceğinin derdine düşerlerdi. İzleyen de bu yayınları artık televizyon seyreder gibi izlemeye başladı. Bakıyor, tanımadığı birisiyse hop gidiyor başka yayına. Ustalar Orhan Veli’den şiir okurken, dizilerle ilgili sorular soruluyor. Gizliden reyting savaşlarına döndü. Neden bunu yaptığımızı unutanlar var maalesef. Herkesin bu kadar yayın derdine düşmesi, ‘unutulmak ve yalnız kalmak korkusundan‘ kaynaklanıyor.”

Emrah Elçiboğa hemen her akşam yaptığı yayınlardan ise memnun, insanların ne yapmak istediğini anladığını düşünüyor. Çoğu tiyatrocu olan sanatçılarla yaptığı canlı yayınların tamamen doğaçlama oluştuğunu ve öyle de sürdüğünü belirterek, şunları söylüyor: ”Dostlar, arkadaşlar ve ustalarla bir program ya da yayın havasında değil, günlük hayatımızda nasıl muhabbet ediyorsak öyle muhabbet edip evime onları misafir etmeyi, dolayısıyla da onları ve beni sevenleri de ortak etmeyi düşündüm. Biraz nefes almak; biraz da sahnede, ekranda, perdede görünenlerin biraz farklı yönünü ortaya çıkarıp onların da farklı yönleri olduğunu hatırlatmak gayretine düştüm.”

‘Sinema sanatıyla aşık atılmaya çalışıldıkça tiyatro kendinden uzaklaşıyor’

Emrah Elçiboğa’nın en büyük kaygısı, bu telaş halindeki üretimin tiyatro sanatını olumsuz etkilemesi. Pandemi sürecinde sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde tiyatroların arşivlerini açmasının çok kıymetli olduğunu vurguluyor. Sular durulduğunda dijital yayın yapılmasına ise eleştirileri var: “Bana eski kafalı diyebilirler, ama tiyatro tiyatroda seyredilmeli. Dünyadaki örneklerde oyunlar ücretli olarak yayımlanıyor. Tiyatro kültürü ile ilgili farklar da var. Misal National Theatre’de bir oyun izlediğinizde mutlaka onu yerinde ya da memleketinize geldiğinde izlemek istiyorsunuz.”

Evden tiyatro izlemenin alışkanlık hâline gelmesi ve her şeyin istendiği gibi olması durumunda dahi Elçiboğa’nın fikri net: “Tiyatronun olmazsa olmaz tek kuralı vardır. Seyirci ve oyuncu. Ve bunların arasında bir  perde, ekran yoktur. Ortaya çıkana tiyatro demek ne kadar doğru olur?”

Dijital teknolojinin tiyatroda kullanılmasının önceden de sıkıntısını duyduğu bir konu olduğunu anlatan Emrah Elçiboğa, teknolojinin tiyatroda var olmasına itirazı olmadığını, ancak tiyatronun teknolojiyle boğulmasına karşı olduğunu söylüyor: “Sinema sanatıyla aşık atılmaya çalışıldıkça tiyatro kendinden uzaklaşıyor. Her şey sanki film çeker gibi. Tiyatro ne zaman akla geliyor; insanlar dijitalden mahrum kaldığı zaman. O zaman da şu riyakarlık başlıyor: ‘Vay be, eskiler ne güzeldi, uzun zamandır tiyatroya gitmemişim onu anladım.’ Çünkü tiyatro her koşulda yapılabilen bir sanat dalı. Işıksız, müziksiz, sahnesiz, dekorsuz, kostümsüz yapılabilir; ama seyirci ve oyuncu olmadan asla. Velhasıl online oyun yapmak elbette mümkün, ama uzun vadede bunun ne yaşayabileceğini düşünüyorum, ne de tiyatroya bir yararı olacağını. Yapılmasın değil kastım, dileğim tiyatroya zarar vermesin, var olan yanlış bakış açısını iyice körüklemesin. Yani yarın bir gün de devleti yönetenlerden, gazetecilerden, habercilerden ‘Bu bir dijital tiyatrodur’ lafını duymayalım.”

Kemal Aydoğan: Sanat, kapitalizmin dijital numaralarına izin vermez!

Moda Sahnesi’nin kurucularından yönetmen Kemal Aydoğan, tiyatrolar ilk anda perdelerini kapatsa da tiyatrocuların durmamasını; hem kendilerine, hem izleyicilere moral motivasyon sağlama çabasına bağlıyor. Aydoğan bu durumu şöyle örnekliyor: “Bu büyüklükte bir felaketi hiçbirimiz yaşamamıştık. Bu badireyi atlatabilmek için girişilen etkinlikler diye düşünmek gerekir. Doğası yırtıcı hayvanlara bitişik yerleşim yerlerinde yaylaya, mezraya çıkanlar yırtıcı hayvanlar onlara yaklaşmasın diye yanlarına ses çıkaracak eşya alırlarmış. Hele de akşam alacasına kalırlarsa köye bunları çala çala gelirlermiş. Bizimkisi de o hesap.”

Oyun videolarının yayımlanmasından tiyatroya fayda gelmeyeceğini düşünen Aydoğan, bu yöndeki çabalara “belge değeri atfederek bakıldığı” sürece sorun olmadığını söylüyor: “Ama ‘tiyatro budur’ demeye başlarsak orada bir sorun doğmaya başlar. Tiyatro sanatının tanımının olmazsa olmazı, bir mekânda bir seyirci ile bir oyuncunun karşılaşmasıdır. Zaten bu günlerde yüz yüze ilişkinin, dışarısının, karşılaşmaların kıymetini hepimiz kuvvetlice anlamaya başladık sanırım. Aksi yöndeki çabalara tiyatro diyemeyiz. Kapitalizmin bir takım dijital numaralarla bizi ekran başında ikna etmesine izin versek de, sanatın kendisi izin vermeyecektir.”

‘Dijitalleşme 100-200 yıl daha sürecek’

Aydoğan, dijitalleşmenin henüz gelişimini tamamlayamadığını ve 100-200 yıl daha süreceğini öngörüyor ve şu uyarıda bulunuyor: “Biz şimdilik sahip çıkalım ve dijital ortamda seyircisinden ayrı gerçekleşen, onunla hiç buluşamayacağı bir mekân olan ekrandaki bu faaliyete tiyatro demeyelim.”

Batı’da dijital teknolojinin tiyatro sanatı içinde epeyce kullanıldığını, ama Türkiye’de pek örneği olmadığını hatırlatan Aydoğan, bu durumu dijital teknolojinin pahalı olmasına, yeterli teknik-artistik yaratıcı ve uygun zemin olmamasına bağlıyor. Aydoğan’a göre seyirci de bu teknolojilerle üretilmiş sanat ürünlerini çözmek için gerekli donanıma genel itibariyle sahip değil.

Kemal Aydoğan seyircilerin ve oyuncuların yüz yüze olmadığı bir tiyatronun mümkün olmadığını ve kendi adına böyle bir çabaya girmeye gerek görmediğini dile getiriyor:

“Dünyanın bu hâle gelişinin, gelişmişliğin doğurduğu kriz olduğunu yazan çizen çok oldu. Yeni bir toplum lazım insana. Bunun kapitalist özelliklerle donanmış bir toplum olamayacağını ‘doğa,’ tüm yalınlığı ve açıklığıyla anlattı bu krizle. Dolayısıyla tekrar, fikren bile olsa kapitalizmin kuyruğuna takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Az olsun, bizim olsun, huzur içinde uyuyalım, ufka bakalım. Güneş düşünce rakımızı doğaya ve onun içinde varlığını sürdüren tüm canlılara kaldırarak dans edip şarkı söyleyelim.”

Mustafa Kara

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 1995 yılından bu yana medyanın farklı alanlarında editörlük, yazarlık, program sunuculuğu, eleştirmenlik gibi pek çok pozisyonda çalıştı. Kültür servisi şefliği ve kitap eki editörlüğü yaptı; kültür sanat dergisi çıkardı. Bir yıl Almanya’da kaldı ve göçmenlere yönelik gazete ve video çalışmalarında bulundu. Çalışmalarına serbest gazeteci ve içerik üreticisi olarak devam ediyor.

Journo E-Bülten