Gazeteciler haber kaynaklarını ve belgelerini, yetkililerden ve kamuoyundan gizleyebilir mi? Yasaların ve gazetecilik etiğinin bu konuda bize neler söylediğini, gazeteciler Faruk Bildirici ve Alican Uludağ ile hukukçular Hüseyin Ersöz, Abbas Yalçın ve Deniz Özen’e sorduk.
Siyasi gündemin hızla değiştiği Türkiye gibi ülkelerde gazeteciler hazırladıkları haberler nedeniyle sık sık sanık koltuğuna oturmak zorunda bırakılıyor. Basın özgürlüğü; Anayasa, 5187 sayılı Basın Kanunu ve çeşitli uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olsa da neredeyse her gazetecinin yolu en az bir kez sanık sandalyesinden geçiyor.
Gazeteciler diğer meslek gruplarından farklı olarak 4857 sayılı İş Kanunu’na değil, 5187 Sayılı Basın Kanunu’na tâbi olarak çalışıyor. Kaynak açıklamama özgürlüğü, basın özgürlüğü, dava açma süreleri ve hazırladıkları haberlerden doğacak hukuki sorumluluklar yine bu kanunda belirtiliyor.
Basın Kanunu Madde 12: Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dâhil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz.
‘Kaynak açıklamama temel kural’
Gazetecilerin haber kaynağını, eriştiği belgeleri, görüştüğü kişilerin ses kayıtlarını, haber fotoğraflarını, belgeleri gizli tutma ve açıklamama hakkı Basın Kanunu’nun 12. maddesiyle güvence altında. Ancak bazı durumlarda kamuoyu, gazetecilerin kaynakları açıklamasını bekleyebiliyor.
Gazetecilerin kaynaklarını yasal ve etik olarak ne kadar süreyle saklaması gerektiği ve bu kaynakları hangi durumda açıklayıp açıklamayacağını değerlendiren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) eski üyesi ve medya ombudsmanı Faruk Bildirici’ye göre kaynak açıklamama hakkı yasayla güvence altına alınmış olsa bile istisnai durumlar var. Bildirici şunları söylüyor:
- Kaynağını açıklamama ilkesi bizim mesleğin temel kurallarındandır. Bir gazetecinin gizli tutma sözünü verdiği kaynağını açıklaması gazeteciliğe ihanet gibi görülür, öyle değerlendirilir. Ama her kuralda, her ilkede olduğu gibi, bu konuda da istisnai durumlar vardır. Gazeteci, kaynağının ismi, kimliği ve konumu gibi bilgileri gizli tutmaya söz verdiyse, bilgileri bu koşulla aldıysa, kaynağıyla bu anlaşmaya uymak zorundadır. Ancak kimliği gizli tutulan kaynağın izin vermesi hâlinde gizlilik kaydırılabilir, isim yazılabilir.
- İstisnai nitelikteki ikinci durum ise kaynağın gazeteciyi yanılttığının ortaya çıkması hâlidir. Eğer kaynağın yanlış bilgi verdiği ve gazeteci ile kamuoyunu yanıltmaya çalıştığı açığa çıkmışsa kaynağın ismi, kimliği yazılabilir, açıklanabilir. Tabii burada da kaynağın kimliğinin açıklanması hâlinde geniş bir kamu yararının bulunması gereklidir. Rahmi Turan’ın Sözcü’de geçen yıl yazdığı ‘Saray’a giden CHP’li’ meselesi tam da böyle bir örnek. O kadar büyük yankı uyandıran olayın doğru olmadığının ortaya çıktığı anda Rahmi Turan’ın oyalanmadan kaynağını açıklaması gerekiyordu. Çünkü bütün taraflar yalanladı, bütün verilerin yanlış hatta gerçeküstü olduğu açığa çıktı. Buna rağmen Rahmi Turan ‘Saray’a yakın’ diye tanımladığı kaynağını korudu. Hatta verdiği bilgilerin yanlış olduğu ortaya çıktığı hâlde ‘Bir daha sordum, yüzde yüz doğru diye teminat verdi’ diye yazdı. Başka hiçbir şekilde araştırmadan yine kaynağına sorması yanlıştı. Ama günler geçtikten ve olaylar geliştikten sonra kaynağını açıklamak zorunda kaldı.
‘Mesleğin özü değişmedi, arşiv hâlâ en değerli hazine’
Bildirici’ye göre, gazeteci için çalıştığı bilgi ve belgenin ömrü sınırsız. Haberde kullanılan bilgi ve belgelerin çöpe atılamayacağını söyleyen Bildirici şunları ekliyor: “Beş on yıl önce kullanılan bir bilgi, belge ya da herhangi bir veri yıllar geçtikten sonra başka bir gelişmeyle birleşip yeni bir gazetecilik ürününe dönüşebilir. Bu nedenle bir gazeteci olarak bilgi ve belgeleri, fotoğrafları, ses ve görüntü kayıtlarını, elde ettiğim bütün verileri saklarım, atmaya kıyamam. Tabii ki, çok önemsizleri zamanla ayıklarım. Onlar zamanla yeni haberlere, yeni analizlere, o da olmazsa yeni kitaplara dönüşür.”
“Gazetecinin en değerli hazinesi telefon defteri ve arşividir” sözünü kırk yıllık meslek hayatında hiç unutmadığını kaydeden Bildirici, “Arşivin ve telefon defterin ne kadar genişse, zenginse; ulaşabileceğin haber kaynağı, kıymetlendireceğin bilgi o kadar fazladır. Tabii bunun yerini şimdi cep telefonu ve bilgisayar bellekleri aldı ama bu meslek öğütleri hâlen geçerli. Zira gazeteciliğin özü değişmedi” diyor.
‘Belgeler gazetecinin haber madenidir’
12 yıllık gazetecilik yaşamının son 10 yılını yargı muhabiri olarak sürdüren Alican Uludağ’a göre belgeli gazetecilik yargı muhabirliğinin doğasında var. Uludağ, emniyete veya adliyeye yansımış herhangi bir olaya ilişkin; polisin olay tutanağı, şüpheli, tanık veya mağdurların ifadeleri, savcının iddianamesi, avukatın savunma dilekçesi ile mahkemenin duruşma veya karar tutanağının gazeteci için haber madeni olduğunu söylüyor.
Konusu ne olursa olsun takip ettiği olayların haberini yaparken önceliğinin belgelerden yararlanmak olduğunu belirten Uludağ, “Belge size hata yaptırmaz. Elime ulaşan her belgeyi, mutlaka arşivlemeye önem gösteririm; çünkü bugün benim için gerekli olmayan bir belgenin ileride mutlaka kullanma değeri vardır. Belgeler, gazetecilik yaşamının hafızasıdır” diyor.
Haber için belge toplarken, belgenin kimden veya nereden geldiğine önem verdiğini ifade eden Uludağ, “Haber kaynağının ve gazeteci/kaynak ilişkisinin güvenirliliği, belgelere nasıl yaklaşılması konusunda size yeterince fikir verir. Ancak, bazen olayın önemi bilgi veya belgeyi ikinci bir kaynaktan teyit etmenizi gerektirir” diyerek kendi deneyimini şöyle paylaşıyor:
Alican Razı vakasında haber, çifte kontrol ve teyitle geldi
- Ankara’da bir süre önce jandarmadan kaçan 21 yaşındaki Alican Razı’nın kaza yaparak öldüğü açıklandı. Açıklamayı valilik yaptı. Ancak bir kaynağımdan, olayın cinayet olduğuna ilişkin bilgiler aldım. Kaynağıma güvenmeme rağmen, olayı resmi kaynaklardan ve belgelerden teyit etme gereği duydum; çünkü ortada bir insanın ölümü söz konusu. Kaynağınız da bir insan olduğu için onun da yanılma, hatalı bilgiye sahip olma ihtimali her zaman vardır.
- Bu noktada resmi bir kaynaktan, ölen gencin başına kurşun isabet ettiğini öğrendim. Daha da emin olmak otopsi raporuna ulaştım ve ölümün gerçekten kurşundan olduğunu öğrendim. Bu sayede, haberi yazıp yayımlarken içim rahattı. Ertesi gün haberim yalanlanmadı. Belgeli gazetecilik, muhabirin hata yapmasını engeller. Haberler gazetecinin sicilidir. Bu açıdan, yalan habere imza atan gazetecinin sicili okuyucu gözünde bozuktur ve bunu düzeltmek zordur. Benim ilkem de budur.
Uludağ da tıpkı Faruk Bildirici gibi gazetecinin haber için kullandığı tüm belgeleri saklarken herhangi bir süreyle kısıtlı kalmaması gerektiğini düşünüyor.
Gazetecinin arşivi ne kadar güçlüyse gazeteciliğinin de o kadar etkili olduğunu ifade eden Uludağ, “Aynı zamanda, bu belgeler ileride kitap yazımında veya belgesel yapımında kullanılabilir. Bugün genç bir yazarın yargılandığı davaya ilişkin elinize geçen belgeler, yarın o yazarın ölümünden sonra paha biçilmez değerdedir. Nazım Hikmet gibi” diyor.
‘Gazeteci, özgür ve bağımsız çalışabilmeli’
OdaTV davasında gazeteciler Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın vekilliğini de üstlenen Av. Hüseyin Ersöz’e göre, Basın Kanunu’nda düzenlenen haber kaynağının gizliliğine dair madde, temelde ifade hürriyeti ve basın özgürlüğüne ilişkin bir güvence.
Bu düzenlemenin altında yatan düşüncenin gazetecilerin özgür ve bağımsız çalışabilmesi olduğuna dikkat çeken Ersöz şunları söylüyor: “Kanunda her ne kadar haber kaynağını açıklamamamın istisnaları ifade edilmemiş, yani hangi hâllerde kamuoyu ile paylaşabileceği düzenlenmemişse de bu hususta Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına bakmak gerekmektedir. Zira ulusal mevzuatta gazetecinin haber kaynağını açıklamaya zorlanamayacağını ya da elindeki bilgilere el konulamayacağını denetleyecek bir mercii ya da koruma öngörülmemiştir.”
Bu durumun hukuk davasına veya ceza yargılamasına muhatap olan gazetecinin, Basın Kanunu’nun 12. maddesinden kaynaklanan haklarının ortadan kalkmasına neden olduğunu söyleyen Ersöz şöyle devam ediyor:
- Bu konuda yol gösterici olabilecek en önemli uluslararası metin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 8 Mart 2000 tarih ve (R2000) 7 sayılı tavsiye kararıdır. Bu düzenlemede sözleşmeye taraf olan devletler gazetecilerin haklarını açık ve ayrıntılı bir şekilde korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülükler arasında haber kaynağının açıklanmaya zorlanamayacağı da bulunmaktadır. Komite, haber kaynağının açıklanmamasıyla elde edilecek fayda ile kamu yararı arasındaki dengenin gözetilmesine vurgu yapmıştır. Basın Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde düzenlenen ifade hürriyetinin özel bir görünümüdür.
İstisnai sınırlamalar, orantısız müdahaleye kapı aralamamalı
- Bu sebeple, haber kaynağının açıklanmaması hususunda sözleşmenin getirdiği istisnalara ve AİHM Kararlarına da bakmak gerekmektedir. Sözleşmenin 10. maddesinin 2. paragrafında ifade hürriyetinin, ‘demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara’ bağlanabileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme hangi hâllerde ifade hürriyetinin, dolayısıyla gazetecilerin başta haber kaynağını açıklamama olmak üzere haklarının sınırlanabileceğine de ışık tutmaktadır. Ancak bu sınırlama, devletlerin sözleşme ile belirlenen özgürlük alanına orantısız bir müdahalede bulunmasına kapı aralamamalıdır. Bu noktada AİHM kararları yol göstericidir.
- Özetle, gazetecilerin haber kaynaklarını açıklamaması Basın Kanunu’nun 12. maddesinde güvence altına alınan bir durum olsa da AİHS’nin 10. maddesinin 2. paragrafında sayılan hususlar bu hakkın istisnaları olarak görülebilecektir. Ancak ülkemizdeki en önemli eksiklik haber kaynağını açıklamamadan doğan menfaat ile açıklanması hâlinde elde edilecek kamu yararı arasındaki dengeyi gözetecek bağımsız bir merciinin bulunmaması, bunun da kamu otoritesi tarafından gazeteciler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasıdır. Ne yazık ki Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular da bu noktada hızlı ve etkili bir yol olmaktan çıkmış hâldedir. Bugün gazetecilik faaliyeti sebebiyle tutuklu olan birçok basın mensubu bulunmaktadır ve ne yazık ki bu durum ifade hürriyetinin ağır bir ihlalidir.
AİHM içtihadı ne diyor?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinin, bilgi ve fikirlerin sadece öz ve içeriklerini değil, aynı zamanda onları aktarma araçlarını da koruduğunu sürekli vurguluyor. Mahkeme içtihadında, gazetecilik kaynaklarının gizliliği dâhil olmak üzere, en geniş koruma kapsamı basına verilmiş durumda.
27 Mart 1996 tarihli Goodwin/Birleşik Krallık kararında AİHM şöyle demişti: “Gazetecilik kaynaklarının korunması, basın özgürlüğüne ilişkin temel koşullardan biridir. Bu tür bir koruma olmaksızın, kaynaklar, kamuoyunu ilgilendiren konularda kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla basına yardım etmekten kaçınabilirler. Sonuç olarak basının hayati önem taşıyan kamu bekçiliği rolü sarsılabilir ve basının doğru ve güvenilir bilgi sunma yetisi ciddi ölçüde etkilenebilir. … Kaynağın açıklanmasına ilişkin bir karar … kamu menfaatine uygun ciddi bir zorunlulukla gerekçelendirilmezse, bu durum, Sözleşme’nin 10. maddesine uygun olmaz.”
Basın Kanunu Madde 26: Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının bir muhakeme şartı olarak, günlük süreli yayınlar yönünden dört ay, diğer basılmış eserler yönünden altı ay içinde açılması zorunludur.
Gazetecinin kaynak niteliğindeki belgeleri mahkemeye sunma yükümlülüğünün de Basın Kanunu Madde 26’daki sürelerle sınırlı olduğunu kabul etmek gerektiğini belirten Ersöz, hukuki sorumluluğun ortadan kalktığı bir durumda gazetecilerin ellerindeki belgeleri muhafaza etmesini beklemenin ya da buna zorlamanın hayatın olağan akışına uygun olmaması yanında, hukuken de bir zorunluluk taşımadığını ifade ediyor.
‘Gazeteci kaynak açıklamak zorunda bırakılamaz’
Cumhuriyet gazetesi davasında savunma görevi üstlenen Av. Abbas Yalçın, gazetecinin hiçbir koşulda kamuoyuna haber kaynağını açıklama, paylaşma zorunluluğu bulunmadığını belirtiyor. Ancak gazetecinin haberinden dolayı bir ceza ya da hukuk davası ile karşılaşması durumunda, haberinin doğruluğunu kanıtlamak durumunda olduğunu anımsatan Yalçın bunu şöyle açıklıyor:
- Haberin doğruluğundan ne anlaşılması gerektiği, gerek ulusal (Yargıtay, AYM) gerekse de uluslararası içtihatlarla (AİHM) belirlenmiştir. Gazeteci, kamu yararı bulunan bir konuda ve ancak olgusal temeli bulunan ya da görünürde gerçek olan ya da yeterli bir gerçeklik zemini olan bir haberi yapması durumunda basın ve ifade özgürlüğü hakkının korumasından faydalanabilecektir. Dolayısıyla bir dava ile karşılaşan gazeteci, haberinin olgusal temelini, yani görünürde gerçek olduğuna ilişkin bilgi/belge vs. kaynağını sunmak durumunda kalabilir.
- Ancak bu hâlde dahi gazeteci kaynağını açıklamak zorunda bırakılamaz. Burada tercih tamamen gazetecinindir. Kamuoyuyla paylaşma meselesi ise tamamen gazetecinin seçimi olacaktır. Gazetecinin burada gözeteceği husus; haber kaynağını zor durumda bırakmamak, bir dava tehdidi ile karşı karşıya getirmemek, kimliği açıklanmaması gereken (çocuk, cinsel suç mağduru vs.) kişilerden ise onun kimliğini açık etmemek olmalıdır. Bu gibi bir tehlikenin olmadığı her durumda gazeteci haber kaynağını kamuoyuyla da paylaşabilecektir.
‘İnternetteki haberler için her zaman dava söz konusu olabilir’
Gazetecinin kaynak niteliğindeki belgeleri saklamasına dair yasal bir yükümlülük bulunmadığını kaydeden Yalçın, “Gazeteci herhangi bir belgeyi saklamak zorunda değildir. Basılı yayınlar sebebiyle bir ceza soruşturmasına ancak 4 ya da 6 aylık süre ile başlanabilmektedir. Ancak bu süreler yalnızca basılmış eserler için geçerlidir. İnternette yayımlanan haberler, yayında kaldıkları sürece ceza ya da hukuk davasının konusu olabilirler. Buna ayrıca dikkat etmek gereklidir” diyor.
Gazeteci Rıfat Doğan’ın Artı Gerçek muhabiri olarak çalıştığı dönemde Çorlu tren faciası davasının ilk duruşmasının görüldüğü salonunda görüntü çektiği iddiasıyla yargılandığı davada vekilliğini üstlenen Av. Deniz Özen, Basın Kanunu Madde 12’nin, Anayasası’nın basın hürriyeti başlıklı 28’nci maddesinin en temel görünümlerinden ve Türkiye’de gazetecilerin tarihsel olarak elde ettiği en önemli kazanımlarından birisi olduğunu söylüyor.
Sadece gazeteciye verilmiş bir hak değil, ‘demokratik toplum düzeni için yükümlülük’
Basın Kanunu Madde 12 ile gazeteciye tanınan haber kaynağını açıklamama hakkının yalnızca gazeteciye verilmiş bir hak olmadığını, AİHM’in içtihatları ile işaret ettiği demokratik toplum düzeninin korunabilmesi için aynı zamanda bir yükümlülük olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor Özen.
Söz konusu hak ve yükümlülüğün ortadan kalkmasının, ancak kaynağın açıklanmasında açık kamu yararı bulunması ve kaynağın herhangi bir cezai soruşturmaya tâbi tutulmayacağına ilişkin açık kanaat olması gibi istisnai durumlarda mümkün olabileceğini ifade eden Özen, “Bu nedenle gazeteci, bu hakkın, yükümlülüğün kullanılmasında oldukça titiz davranmalıdır” diyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – NEDEN GAZETECİLİKTE ISRAR EDİYORUZ? BARIŞ TERKOĞLU YANITLADI