Gazeteciler zorlu gündemle boğuşurken bile gülümseyecek bir şeyler bulabiliyor. Beyoğlu’ndaki Yakup Meyhanesi’nde yapılan acı-tatlı gazetecilik sohbetinden, torunla girilen kardanadam diyaloğuna dek anlattıkları modern hatıralar, 2025 Türkiyesi’nde ‘hâllerimiz’den bir seçkiyi tarihe geçiriyor.
Son yıllarda gazeteciliğin anlamı ve önemi pek çok yönden değişti. Artık gazeteciler sadece haberleri aktarmıyor, aynı zamanda varlıklarını sürdürebilmek için her gün yeni bir savaş vermek zorunda kalıyorlar. Özellikle bağımsız medya her geçen gün artan baskılarla baş etmek zorunda. Gözaltılar, tutuklamalar, tehditler sıradanlaşırken haberciler işlerini severek ve eğlenerek yapmayı neredeyse unuttu.
Gazetecilik sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir direniş biçimi. Haberi iletmek, gerçeği savunmak ve toplumu uyandırmak bir gazetecinin varlık nedeni. Ve bazen en karanlık günlerde gülmek daha da değerli. Karanlıkta bir parça neşe, ışığa açılan yolu gösterebilir.
Peki sahiden en son ne zaman güldük? Haber yaparken veya gündemi takip ederken yüzümüzde beliren son tebessümün nedeni neydi? Bunu gazetecilere sorduk.
“Umarım sevincimiz kursağımızda kalmaz”
Ruşen Çakır, 27 Şubat 2025’te, Abdullah Öcalan’ın PKK için silah bırakma çağrısı yaptığını görünce yüzünde bir gülücük oluştuğunu söyledi.
- Bu olay yüzümü güldürdü çünkü kendimi bildim bileli Kürt sorununun varlığını biliyorum ve çözülmesini istiyorum. 50 yıldır süregelen bir sorun bu. 2015’te PKK tarafından Kandil’de düzenlenen geri çekilme basın toplantısına katılmıştım. O da beni heyecanlandırmış, umutlandırmıştı, ama maalesef o süreç kötü sonuçlandı. Ancak İstanbul Taksim’deki otel salonunda okunan bildiriyi dinlerken, “Galiba bu sefer gerçekten iyi şeyler olacak” diye düşündüm. Yani güldüm demem ama yüzümde bir gülücük oluştu diyelim. Bu hayatımda unutamayacağım bir andır. Umarım sevincimiz kursağımızda kalmaz.
Ayşe Düzkan ise 27 Şubat’ta Gülgün Feyman’ın attığı aynı konudaki şu tweet’e gülmüş: “Şu an yüksek sesle, coşkuyla Atatürk’ün Gençliğe Hitabı’nı okuyorum, coşkuyla!”
Özlem Gürses en son neye güldüğünü sorduğumuzda “Cevabım çok kısa: Hiçbir şeye” yanıtını verirken Ertuğrul Mavioğlu son günlerde çok güldüğü şu cümleyi bir arkadaşından duyduğunu anlattı:
- İki ihtiyar bastonlarına dayanarak kendi aralarında konuşuyorlarmış. İhtiyarlardan biri geçerken diğerine dönüp “Şimdi de sana sol bacağımı anlatayım” demiş. Son günlerde buna güldüm. Her seferinde aklıma geldikçe hala gülüyorum.
Şirin Payzın, “Rasim Ozan Kütahyalı’nın Kürt sorunu bilirkişisi zannedilip mafya babası kılığıyla program yaptırılmasına” güldüğünü belirtirken Ayşen Şahin ise bir arkadaşıyla arasında geçiren diyaloğu hatırlıyor. Arkadaşı “Beyoğlu bitti” dedikten sonra Şahin ona bu semte son olarak ne zaman gittiğini soruyor ve 9 yıldır hiç gitmediği itirafını alıyor.
Yakup’tan bir anı: “Sana dikensizi denk geldi bu akşam herhalde”
Şahin’in Beyoğlu gezintisinden aktardığı acı-tatlı bir anı da var:
- Arkadaşımla Şişhane metro çıkışında buluşup 4 kuşaktır yazar, şair ve gazetecileri ağırlayan Yakup Restoran’a doğru yürürken yanımıza gülcü geldi, “Ablacım gözaltı listesinde var mısın diye gazetedeki bütün isimlere baktım, buralarda olduğuna çok sevindim, bu gül bugün benden” dedi. Kuruyemişçinin önünden geçerken kapı önünde sigara içen sahibi “Haberleri gördük, sizinkilerle haberleşebilirseniz, bizden selam söyleyin, onlarla gurur duyuyoruz” dedi. Elimize de kese kâğıdı içinde karışık çerez tutuşturdu zorla. Yakup’a vardığımızda içeride gazetecilikte 40-50 seneleri geride bırakmış isimler bir masadaydı, yanlarında selam vermeye uğramış genç kuşaktan gazeteci arkadaşlar da vardı. Bir diğer masada yine yazarlar toplanmıştı. Gece masaları gezen piyangocu, “Bunlar yedirmez demeyin, çok devretti, mecbur kalıp verebilirler, geçen gerçekten birine çıktı, deneyin biz de kazanalım.” diyordu. Herkes müdavim olduğundan ve birbirini simaen dahi olsa tanıdığından masalara sandalyeler çekiliyor, herkes birbirinin masasına misafir oluyordu. Buzlu badem satıcısına insanlar çocuğunun okul işi ne oldu diye soruyordu. Esnafı, garsonu, müşterisi sıcak bir ortamdı. Gecenin sonuna doğru arkadaşım “Şu güzel ortam için harbiden birkaç sene yatılırmış be!” dedi. Tam o anda gece turuna çıkan, akşamın başında denk geldiğimiz gülcü masaya bir gül daha bırakıp “Sana dikensizi denk geldi bu akşam herhalde” dedi. Bu haklı tespite attığımız kahkaha karşılığı 100 liramızı da güle güle bir güle harcamış olduk. N’apalım, her dersin bir bedeli var işte…
“Uzun zamandır en çok ağlanacak hallerimize gülüyorum” diyen Nazım Alpman ise şöyle devam ediyor:
- Bunlardan en önde geleni iktidarın yaptığı her yeni olumsuzluk karşısında “uzmanların” televizyonda söyledikleri şu sözleri: Ben bu yapılanları anlamakta zorluk çekiyorum. Hiç anlamıyorum nasıl böyle bir şey yapabilirler… Bu bakış açısı İsrail jetlerinin Filistinli çocukların bulunduğu yuvaları, okulları ve hastaneleri bombalamalarını hiç anlamıyorum demekten bir farkı yoktur. Ama söylüyorlar, ben de acı acı gülüyorum.
Uraz’ın kardanadamı: “Belki de böyle tatlılıklarla biraz daha umutlanabiliriz”
Müjgan Halis, son günlerde en çok neye gülümsediniz sorusunun en çok gazetecilerin hak ettiğini belirterek “Çünkü sahiden de gerek memleketin hâl-i pür melâli dolayısıyla, gerek mesleğimizi yapma-yapamama hâllerimiz nedeniyle bu soruya verilecek yanıtımız hem çok hem yok” diye ekliyor. Sonra şöyle devam ediyor:
- Mesleğe başlayalı, bu yıl tam 30 yıl oldu. Çok karanlık dönemlere tanıklık ettik, kayıplar yaşadık, işsiz kaldık, ama bir yandan da hep umutluyduk. Sanırım bu dönemler, en çok umudumuzu yitirdik. Buna rağmen, benim tâbirimle “bünyeye giren gazetecilik virüsü” bir türlü terk etmedi metabolizmayı. Her şeye rağmen, tarafsız ve hakça bir gazeteciliğe devam etmeye çalışıyorum, kendi adıma. Ancak beni gülümseten şeylerin, mesleğimiz kaynaklı olduğunu söylemek ne yazık ki çok zor. O yüzden size, benim gülümseme sebebim Uraz’dan bahsedeyim. Varlığına şükür, dediğim ailemizin en küçük bireyi. Bugünlerde 4 yaşını sürüyor. Muhteşem bir yabancı dil yatkınlığı var ve evde Türkçe’den çok İngilizce konuşuyor. En çok da benim İngilizce aksanımı beğenmeyip Amerikan aksanıyla düzeltmesine gülümsüyorum. “No no anneanne” diyor ve “Kivi değil, Kiwi” 🙂 İstanbul’a kar yağmadan birkaç gün önce, yağmurun çamura dönüştüğünü ve bunun yanlış olduğunu düşündüğünü söyledi, sonra da Tanrı’ya kar yağdırıp yağdıramayacağını sorup soramayacağımı. Sorabilirim, dedim. Ve Tanrı, Uraz’ı duydu, İstanbul birkaç gün kara doydu, o da çok hayal ettiği ‘snowman’e kavuştu, yani kardanadama. Kardanadamın burnuna takacağı “carrot” (havuç) için, benim kapımı çaldı, kendi evlerinde kalmamış da… Kim bilir, belki de böyle tatlılıklarla biraz daha umutlanabiliriz, ne dersiniz?
Özgür Amed, son bir haftadır diline dolanan bir videoya çok güldüğünü söylüyor. “Gündelik yaşamda da biri bir şey deyince ‘Ama kalp dedin’ deyip duruyorum” ifadesini kullanan Amed, onu güldüren olayı şöyle anlatıyor:
- Gündüz kuşağında yine bir aile draması aktarılıyor. Stüdyoda bulunan kadın arkadaş ile telefonda bağlanan ve ilişkisi olduğu anlaşılan erkek arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
- — Ben senin adını kalbime yazdım, kimse söküp atamaz.
- — Ya bırak kalbi malbi… Ben seni kalbimden sildim attım, başkası var diyorum. İster inanma ister inanma.
- — (Tebessümle, büyük bir umutla) Kalbimden sildim dedin ama “kalp” kelimesini kullandın. Şifre var.
- —Bence saçma konuşuyo’n sen…
- Bir tarafın ciddiyeti ve karamsarlığı, diğer tarafın umudu ve iyimserliği ortaya naif ve ilginç bir görüntü çıkarmış. Aklıma düzenli gelme nedeni de biraz siyaset… Siyasetçilerin her konuşması ve elli saçma cümleden sonra araya sıkıştırılan bir kelime “Ama kalp dedin” kısmına götürüyor beni.
“İstibdat rejimi koşullarında, güldüğümüz şeyler de değişmiş durumda”
Melda Onur, aslında çok kolay gülebilen ve ağlayabilen biri olduğu için pek çok şeye gülmüş olabileceğini söylüyor. “Dolu dolu kahkaha atmayalı galiba uzun zaman oldu ki hatırlamıyorum. Hani gözünden yaş akacak kadar… Bu da galiba ortamın hüznünden” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
- Ama şöyle bir huy edindim: Günün tatsızlığını, endişesini, sıkıntısını atmak için gece yattığımda uyumadan önce Instagram’da Reels izliyorum. Oradaki mizah beni çok eğlendiriyor. Mesela Doğu Demirkol’un skeçlerinde Huzeyfe adlı çocukla diyaloglar beni güldürüyor. Ya da Trakyalı adlı hesapta, evlerinde yabani hayvan besleyenlerin paylaşımlarını yeniden seslendiren Trakya şiveli hesabın paylaşımlarına gülüyorum. Bahadır Coşar’ın Zebani tipine gülüyorum. Çeşitli videoların Türkiye’deki şivelerle seslendirilmelerine gülüyorum. Ufak tefek şeyler işte… Öyle gülümseyerek uyuyorum.
Ömer Çelik ise gazetecilik mesleğini icra ederken sıklıkla karşılaşılan komik durumların sayısının oldukça fazla olduğunu, ancak “En son neye güldüğünüz” sorusunun kendisini düşündürdüğünü belirterek şu açıklamayı yapıyor:
- Ülkede süregelen istibdat rejimi koşullarında gülmeyi unuttuğumuz kadar güldüğümüz şeyler de değişmiş durumda. Mesela, Van’da halk iradesinin gasp edilmesine zemin hazırlayan Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan hakkındaki siyasi yargı kararı sonrasında kente gitmiş, burada protestoları ve nöbet eylemlerini takip etmiştik. Beş günün ardından hafta sonu kayyım atanmayacağını düşünerek cuma akşamı Diyarbakır’a doğru yola çıktık. Fakat sabah erken saatlerde belediyeye polis baskını yapıldığı haberini alınca hemen geri dönmek zorunda kaldık. O anlarda orada bulunmayışımıza hayıflanırken, milletvekillerinden gazetecilere kadar herkesin fütursuzca darp edildiği o koşullarda aslında biz şanslı sayılabilirdik.
- Bizimle birlikte şiddet gören gazeteci arkadaşlarımızdan ikisi, anlatımlarına göre tam polis aracına götürülecekleri sırada içeride yeniden bir hengâme çıkmış. O esnada yanlarındaki polisler başka bir tarafa yönelmiş. Bir polis amiri de “Alın bunları götürün” talimatı vermiş. Ancak gazeteci arkadaşlar hemen uyanıklık yaparak polis gibi meslektaşlarının koluna girmişler, talimata uyuyormuş gibi davranarak arkadaşlarını binadan dışarı çıkarmışlar. Bahçe kapısına geldiklerinde ise oradaki polislere de dışarı çıkmalarını istediklerini söyleyerek atlatmayı başarmışlar ve hemen uzaklaşmışlar. Bu iki arkadaşımızın uyanıklıkları sayesinde diğer meslektaşlarımız gibi gözaltına alınmaktan kurtulmuş olmaları, hak ve hukukun ortadan kalktığı o karanlık tablo içerisinde güldüren bir anı olarak kaldı.
İLGİLİ:
Van’da polis şiddetine uğrayan gazeteciler için adalet hâlâ sağlanmadı