Gutenberg matbaası, çalışmaya başladığı andan itibaren yayıncıların, söyleyecek bir lafı olanların dikkatini zaten çekmişti. 16. yüzyılda hümanistler, aydınlanma fikirlerini yayabilmek için kitap basmış ama halka ulaşamamışlardı; zira bastıkları klasikler Latinceydi, halk ise Latince bilmiyordu. Bu eserleri çevirmeyi denediklerinde ise gene başarılı olamamışlardı, zira ister Latince, ister Almanca olsun, metinler ağır bir dille yazılmıştı ve halk bunları anlamıyordu. Sanılanın aksine, matbaacıların en önemli müşterisi kiliseydi! Skolastik eserleri ciltli, kocaman, süslü kitaplara Latince olarak bastırıyordu.
Bu tarihsel bağlam içerisinde şöyle bir genel kuraldan bahsedebiliriz: Yeni bir iletişim mecrası ilk çıktığında, kendinden önceki mecrayı taklit eder, ta ki yeni mecranın yeni işlevi, ona ihtiyaç duyan birileri tarafından keşfedilene dek. Matbaada basılan ilk kitaplar da, el yazmalarına benziyordu; Kilise tarafından bastırılmışlardı, kocaman, ağır, süslü ve pahalıydılar. Luther’le birlikte matbaa, yeni işlevini buldu: Seri, basit, ucuz üretim! Luther matbaayı dönüştürdü, matbaa da Luther’in fikirlerinin dünyaya yayılmasını sağladı.
Matbaanın toplumu etkileyebilmesi için dört şey gerekliydi: Öncelikle teknolojik altyapı; sonrasında ise kitlelere ulaşabilecek yeni bir içerik, dil ve form.
- Teknolojik alt yapı, Gutenberg ile birlikte son halini almıştı. O zamana kadarki matbaaların aksine, Gutenberg kuyumculuk tecrübesi sayesinde metalürji ile hareketli baskı tekniğini birleştirebilmiş, sağlam, hızlı basım yapabilen bir matbaa üretmişti. Bundan sonrasını ise Luther halletti.
- İçerik olarak Luther’in çok net bir mesajı vardı. Kilise doktrininin karmaşık alegorilerine, destanlarına, soyutlamalarına başvurmadan sade, direkt, somut ve karşısındakine hitap eden yazılar yazdı. Teolojiyi halka indirdi.
- Luther’in yeni dili ise sadeliğe dayanıyordu. Kilisenin ağdalı Latincesini değil, sade bir Almanca kullandı. Alegorisiz, metaforsuz, konuşur gibi yazdı.
- Yeni form ise pamphlet oldu. Kilise, folio formatında, kocaman bastırıyordu kitaplarını. Hem de gravürlü, yaldızlı, süslü olarak; bu da kitapların uzun sürede üretilebilmesine ve çok pahalı olmasına neden oluyordu. Luther’in pamphletleriyse bugünkü ‘flyer’lar gibi, el kadardı. Basımı ucuz, kolay ve hızlı olan bu pamphletlerin üstünde (genelde Papa’yla dalga geçen) basit bir görsel ve sade bir yazı olurdu.
- Sadece metin ve görsel değildi Luther’in kullandıkları. Reformun temel mesajlarını şiir formuna sokup, müzisyenlere balad olarak besteletiyor, notaların da yazdığı pampletler Almanya’nın her köşesine ulaşıyor, ozanlar Luther’in fikirlerini baladlarla yayıyordu. Bu bağlamda diyebiliriz ki, tarihin ilk multimedya propaganda kampanyasını yürüten kişi, Luther oldu.
Luther kıssasından çıkarılacak hisse şu olsa gerek: Yeni iletişim araçlarının, mesela genel olarak internetin ya da daha spesifik olarak yeni bir sosyal mecranın yaygınlaşabilmesi için lazım olanlar bugün de aynı; teknolojik altyapı, yeni form, dil ve içerik. Özellikle son maddenin altını çizmek gerekiyor, zira bunca yeniliğe, farklı formata rağmen, söyleyecek bir şeyiniz yoksa, diğerleri hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Söyleyecek bir derdi olanlar, neyi nasıl söyleyeceklerini dert edebilir; söyleyecek bir şeyi olmayanlar içinse maalesef yapacak bir şey yok. Onları kurtaracak bir format henüz yaratılmadı.