Söyleşi

Ali Dede ve kedisi: “Çöpe gider” denilen bir haber fotoğrafının hikâyesi

İlhami Çetin/AA

Gazeteciler yangına giderken “alev olmazsa haber olmaz” denir. Deneyimli foto muhabiri İlhami Çetin de Bolu’da 5 yıl önce bir yangını haberleştirmeye giderken bu sözü biliyordu. Ama vardığında yangın söndürülmüştü. Dumanları tüten enkazı ve köylüleri görüntülerken bir “an” yaşandı.

Ajans bürosundakiler, alev olmadığı için fotoğrafların “çöpe gideceğini” söyledi. İlhami Çetin ise Ali Meşe ile kedisinin fotoğrafının “olay olacağını” hissetmişti. Journo’nun “Unutulmayan Fotoğraflar” yazı dizisinin ikinci bölümünde o günü anlatan İlhami Çetin’in genç foto muhabirlerine bir tavsiyesi var.

Bolu’nun Mudurnu ilçesindeki Ordular köyünde yaşayan Ali Meşe (87), 17 Ocak 2018’de evindeki sobayı yakmaya çalışırken alevler kontrolden çıktı. Ahşap evi kül oldu. Yangını itfaiye ekipleri söndürdü.

Ali Meşe’yi enkazın başında kedisi Sarı Kız’a sarılırken gösteren fotoğraf ertesi gün ulusal ve uluslararası medyada geniş yer buldu.

Deneyimli foto muhabiri İlhami Çetin (69), bu eseriyle Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin Yılın Basın Fotoğrafı ve Türkiye Haber Kameramanları Derneği’nin Kızılay İyilik Ödülü de dâhil birçok ödül kazandı.

Yaklaşık 40 yıldır Anadolu Ajansı’na ve TRT’ye Bolu’dan haberler yapan İlhami Çetin ile bu fotoğrafı konuştuk.

“Ali Dede ve Kedisi” artık unutulmaz haber fotoğrafları arasında… Hikâyesini, Journo takipçileri için anlatabilir misiniz?
Evet, tabii ki… Ben Mudurnu’da yıllardır bu mesleği icra eden, dükkânı olan fotoğrafçı olarak biliniyorum. Aynı zamanda Anadolu Ajansı muhabiri ve TRT muhabiri olarak yıllardır bölgede çalışmaktayım. O gün de Mudurnu’da bir trafik kazasında Kaygana mahallesinin muhtarı vefat etmişti. Haber için o gün Abant’a çıkmıştım. Bir telefon geldi. Ordular köyünde yangın olduğu belirtildi. Bir anda durakladım. “Cenazeye mi gitsem acaba, yangına mı gitsem” diye kendimce biraz fikir yürüttüm. Daha sonra yangına gitmeye karar verdim.

Ordular köyü, ilçemize 30 kilometre uzaklıkta. Mevsim kıştı, çıktım yola, giderken [yangını söndürmek üzere yola çıkan] arazözleri de geçtim. Neyse ki zar zor köye vardım; ancak vardığımda yangın, alev yoktu. Nallıhan ve Mudurnu itfaiyeleri gelip yangını söndürmüş. Bina çökmüş. İtfaiyeciler hâlâ su sıkıyordu.

Yangında “Alev olmazsa haber olmaz” denir. “30 kilometreyi boşuna geldik galiba” diye düşündüm. Olay yerine şöyle bir göz gezdirdim: Yangın sönmüş, sadece buharlar çıkıyordu yanan tahtaların, ahşap kerestelerin üzerinden… Bir de kedi, sarı bir kedi, kenarda yanan kalasların üzerinde ıslak bir vaziyette gözüme ilişti.

“Köyden bir kedi” diye düşündüm. Önce aldırış etmedim. Evin etrafını bir dolaştım. Kenarda yaşlı bir adam bekliyordu, adını sordum. “Ben Ali Meşe” dedi. “Yanan ev sizin miydi” diye sordum. “Evet” dedi. “Paralarım yandı; tavuklarım vardı, onlar da telef oldu.” “Nasıl oldu” dedim. “Sobayı yakarken benzin döktüm. Birden alev aldı. Elimde benzin bidonu vardı, attım, iyice her taraf parladı, yandı ve dışarı kendimi zor attım” dedi.

“Ben de duygulandım, çekimlerime devam ettim”

Sonra dede ağır ağır yangın yerine doğru gitti. Eve bakmak için… Yandan, böyle profilden biraz fotoğraf çalıştım. Eve yaklaştı; yanan birkaç parça oduna, çivilere, kesme motoruna bakıyordu. İtfaiyeciler, “Amca düşersin, kenarda dur” diyerek onu uyardı. Kenara geçti, yolun kenarındaki tahta arabalara yaslandı. Daha önce gördüğüm sarı kedi, o sırada yan taraftaki ağaçların üzerinden yürüyerek geldi ve yanan evine bakan dedenin kolunun altına girdi. O arada ben yanda başka bir evin olduğu tarafı çekiyordum. Kedinin dedenin yanına geldiğini görünce hemen gidip kameramı ve fotoğraf makinemi seriye aldım,  çalıştırmaya başladım .

Ali Meşe Dede, kediyi aldı. Hafif kar atıştırıyordu. “Kedi sizin mi” dedim. “Benim” dedi. Ama böyle içten, ağlamaklı bir sesle… O anda kediyi öptü, “Benim” dedi ve gözlerinden yaş damlamaya başladı. O anda tabii ki ben de duygulandım, çekimlerime devam ettim. Hiç kesmedim yani, o anda çok etkilendim. “O da sizin evden mi çıktı” dedim. “Evet, evden çıktı” dedi. Dedeye alışkın olduğu için kedi onu kokusundan hemen tanıdı ve yanına geldi. Dede kediye sarıldı, ağladı. Daha sonra içimden dedim ki: “Bu işte önemli… İşte o an bu…”

Neyse ki artık yangın tamamen sönmüştü. Oradan ayrıldım. Bölgede bilinen bir gazeteci ve fotoğrafçı olarak bütün köylerde tanımadığım kimse yoktur. Ordular köyünde de Kıbrıs gâzisi arkadaşım Nadir var, evine gittik. Tabii köyler çok misafirperver. Severler beni, çay yapmışlar.  Otururken, “Nadir Abi” dedim ve fotoğrafı gösterdim. “Ali Meşe Dede’nin fotoğrafı yarın olay olacak” dedim. Fotoğrafa baktı, “Güzel olmuş” dedi. Köyden ayrıldık.

“Yetkililer köye geldi, dedenin hayatında yeni bir dönem başladı”

Bolu’da büromuz var, fotoğrafı oraya gönderdim. Daha sonra öğrendim ki, “Bu yangın haberinin fotoğrafında alev yok, bu çöpe gider” falan denmiş. Neyse, ertesi gün haber çıktı. “Ali Meşe yangında kedisiyle kurtuldu” başlığıyla gönderdiler. Ondan sonra bu haber bir patladı…

Ertesi günü Ali Meşe Dede’nin köyüne vali, jandarma, emniyet, kaymakam ve sosyal yardımlaşma, yani Bolu’daki bütün yetkililer geldi. Ona yeni bir ev yapıldı. Kedisi bakıma alındı. Ali Meşe’ye bakmak isteyenler, yanına almak isteyenler, ev vermek isteyenler dahi çıktı. Dedenin hayatında yeni bir dönem başladı. Oğlu Ahmet Meşe bakıyor şu an babasına.

Dede yaz aylarında köy evine gider. Tabii, daha sonra ben tekrar haberini yaptım. Yeni evinde çay içtim. Biraz da yaşlandı. İşte böyle bir yangından, böyle bir haber çıktı.

Türkiye ve dünya basınında yer bulan bu fotoğrafla ödüller aldınız. Bu kadar yankı uyandıracağını bekliyor muydunuz? Neler hissettiniz?
Bu fotoğraftan ödüller aldım. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği bir yarışma açmıştı. Kızılay İyilik Ödülü ve birkaç tane daha var… Bu kadar yankı uyandıracağını hissetmiştim. Fotoğrafı çektiğim an içimde bir şey uyanmıştı. O hüzünlü ân, kediye sarılışı, duygulanışı, gözyaşı, kar yağışı tane tane… Fotoğrafta zaten belli oluyor hepsi.

O anda yangın sönmüştü, sadece buhar çıktığı için yaşlı adamın profilinden gireyim dedim. Alev yok, yangın yok. Sadece buhar var. Adamın yüzünde bir hüzün vardı. Kediyi alıp ona sarılması… Kamera ve makinelerim zaten hazır vaziyette olduğu için o ânı yakalamak üzere çaba sarf ettiğimi hatırlıyorum. O anda içimde zaten bir duygu oluştu. O hüzün, ağlaması, gözyaşı, kedinin ıslak hâli, yani çok enteresan bir an oldu. Zaman çok da kısaydı.  Üç-beş dakikalık bir şey değil, çok kısa bir sürede oldu bu olay.

Fotoğraf yayıldıktan sonra tekrar bir araya geldiğiniz Ali Meşe ile neler konuştunuz? Yakın çevrenizdeki insanlar nasıl tepki verdi?
Köyündeki yeni evinde çekimler yaptık, “Eviniz güzel olmuş mu” diye sordum, “Çok güzel” dedi. “Herkesten Allah razı olsun” dedi. Bir hafta içinde her şey bitti, her şey sıfırdan yapıldı. Beni görenler de Ali Meşe’yi ve köyü tanıttığım için teşekkür ettiler.

Kariyerimde bu fotoğraf tabii ki özel bir anı. “O an” dediğimiz bir kareyi yakalamak, her zaman, herkese nasip olmaz. Nerede, ne olacağını bilemezsiniz. Yani bu olayda bile haberci olarak yangına gidiyoruz, yangında alev yok, alev olmadığı hâlde yaşlı bir adamı profilden çekip o anı yakalayabilmek [önceden] gazetecinin aklının köşesinden geçmeyen bir şey. Daha sonra seyrederken gözyaşlarımı tutamadım, ağlamışımdır.

Gazeteci İlhami Çetin, Ali Meşe’yi yeni evinde de ziyaret etmiş.

Meslek hayatınızda sizi çok etkileyen başka bir haber fotoğrafı oldu mu?
Yıllar önce, tabii dijital ortam falan yoktu, normal filmli çalışıyorduk, Leica film, analog fotoğraf makinesi, tab olayı, siyah-beyaz… “Mudurnu bölgesinde bir helikopter kazası oldu” dendi. O zaman [1986 yılının ağustos ayı] 1968 model bir Java motorsikletim vardı, bindim. Bölgede her yeri adım adım biliyorum. Elmacık tarafında, Abant bölgesinde helikopterin düştüğü söylenen yere gittim. Dağda araya araya nitekim buldum. Helikopter düşmüştü, ölenler olmuştu.  Orada etkilendim. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başyaveri de ölenler arasındaydı. Hürriyet’te 1. sayfada çıkmıştı o haber. Tabii bunun gibi değildi ama o da öyle bir anı olarak kaldı.

Fotoğrafçılığa ve haber fotoğrafçılığına ilginiz nasıl başladı? Kariyerinizin başlangıcından biraz bahseder misiniz?
Fotoğrafçılığa, haber fotoğrafçılığına ilgim okul yıllarında başladı. 1973 yılında okullarda fotoğraf çekerdim. Babam da çok meraklıydı, kendisi fotoğrafçılığa özendiği için ben de onunla birlikte fotoğraf çekiyordum. Fotoğrafları babam tab ederdi, ben okulda satardım. Fotoğrafçılık mesleğimizdi. Zaten dükkânı açtık. Sonra habercilik de yapmaya başladım. O zaman Anadolu Ajansı’na epey emeğim var. Aynı zamanda TRT muhabirliği de vardı.

Küçük yaşlardan beri elimde fotoğraf makinesi ortaokulda, lisede, üniversitede fotoğraflar çektim. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden ayrıldım. 1973-74’te askerlik sırasında fotoğrafçılık yaptım. Geldikten sonra işyeri açtım. Fotoğrafçılık üzerine epey zaman çalıştık babamla birlikte. Daha sonra işte dijital ortam çıkınca fotoğrafçılık işi de biraz ağırladı. Bıraktık, dükkânı kapattık. Haberciliğe devam ediyorum.

Sosyal medyanın yükselişiyle hızla değişen dijital dünyada fotoğrafçılık ve foto muhabirliği sizce nasıl evrimleşti? Teknik olarak bu deneyimi nasıl yorumlarsınız?
Siyah-beyaz döneminden, renkliye geçiş; daha sonra dijitale geçiş fotoğrafçılığı, mesleği bitirdi diyelim. Esnaf olarak siyah-beyazla para kazanıyorduk. Büyük sermaye isteyen makinelere, cihazlara, renklilere geçiş yapamadık çünkü çok pahalıydı. Hızlı gelişen dijital dönemde para yetişecek gibi değildi. Biz küçük bir ilçede olduğumuz için büyük yerlerdekiler belki kazanmış olabilir ama küçük yerde o yatırımı yapmamız imkânsızdı. Zaman hızla gelişti. Dijital makineler, dijital ortam çıktı. Bu da artık fotoğrafçılığı yavaşlattı. Yani dijital ortam “tüfek icat oldu mertlik bozuldu” gibi oldu. Artık cep telefonları her şeyi çekiyor.

Bir fotoğrafın etkisini ve gücünü tanımlamak isterseniz, ne derdiniz? En çok etkilendiğiniz fotoğraflar ve fotoğrafçılar hangileri?
O ânı yakalamak çok zor. Nerede, nasıl, ne fotoğraf olacak? Nasıl çekilecek? Bu ânidir, bilemeyiz… Bütün fotoğraflar benim için değerlidir. Ummadığınız taş baş yarar derler. Hiç ummadığınız bir an sizi yüceltir. Her gün 7/24 makinem yanımda olur. Şu anda cep telefonları da çekiyor video. Her an her şeye hazır vaziyette beklerim. Yaşım 69 olmasına rağmen makineyi bir saniye yanımdan ayırmam. Nerede ne olacağı hiç belli olmaz. Fotoğraf sanatçısı Ara Güler’i çok severim. onu da Abant’ta bir kış günü sabahın erken saatinde fotoğraf çekerken görmüş, tanımıştım. Genellikle manzara, doğa, hayvan fotoğrafları etkiler beni.

Fotoğrafçılıkla ilgilenen genç foto muhabirlerine önerileriniz neler?
Genç foto muhabirlerine önerim: Bu iş severek yapılırsa oluyor, “ya aman sen de” derseniz olmaz. Benim her zaman makinem yanımda olur. Her an nerede, ne olacağını bilmediğimiz için devamlı hazırdır ve elim tetikte olur. Bazen bir kare hayat kurtarır. O ânı yakalayabilmek için genç muhabirlerimiz bu işi severek, isteyerek yapsınlar. Genç kardeşlerimiz çok çalışsın, bol fotoğraf çeksin. Görüş ve bakış açısıyla olaya odaklansınlar.

İlhami Çetin/AA

Depremin simge fotoğrafının öyküsü: “İlk defa gözlerim dolarak fotoğraf çektim”

‘Salgında klişe fotoğraflar değil, akılda kalan öyküler yaratmalıyız’

Fotoğraf gazeteciliği bitiyor mu, evriliyor mu?

İrfan Tunççelik

Doğa, ekoloji, çevre, göç, mülteciler, kültür ve arkeoloji konularında 7 yıldır haber yapıyor. Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Ortadoğu gündemi ile ilgileniyor.

Journo E-Bülten