Talibinin karşısına çıkmayı bekleyen gençten bir adam. Güneş gözlüğüyle oturuyor paravanın arkasında. Programa gelirken bir Rottweiler’la çarpışmış, öyle diyor. Büyük ırk, çok güçlü bir koruma köpeği cinsi Rottweiler.
Burnu yaralı adamın. Yakın planda gözlüğün arkası da görünüyor ki bayağı hasar almış, şaka değil. Çok seviyormuş hayvanları, kazayla olmuş zaten çarpışma, hayvanın suçu yok, onu anlatıyor. Etraftakiler ürkütmüş hayvanı. Adam da seveyim diye çömeldiği için yüzü gözü dağılmış biraz.
Komik olan, o hale rağmen stüdyoya gelmekten vazgeçmeyişi adamın. Takmış güneş gözlüğünü, çıkmış televizyona.
Talip olduğu kadın hayretle dinliyor paravanın öbür tarafında. Kaşları eğiliyor bükülüyor çatılıyor, gözleri açılıyor kısılıyor. “Ne iş yapıyorsunuz?” diye soruyor.
Ağlamaklı oluyor adam bu soru üzerine, sesi boğuluyor. İşyerini kapatmak zorunda kalmış. Masör sertifikası varmış ama “İstemiyorum masaj yapmak, ters geliyor bana” diyor. Bar açmış arkadaşı, belki gider orada çalışırmış.
Ağlıyor anlatırken gözlüklerin arkasında. “İyi oldu bu kazanın başıma gelmesi” diyor, “gözlerim doldu çünkü”.
Şaşkınım ekran karşısında, rol yapıyor gibi değil adam. Sonra telefon mu geldi ne kaçırdım devamını. Paravan açılınca ne oldu, çıktılar mı kadınla çaya bilmiyorum.
83 doğumlu bir kız var şimdi. Talibine bir şans vermiş geçen bölüm ama olmamış, ‘olmadı’ demek için çıkmışlar beraberce. Neden olmadığını şöyle anlatıyor kız:
“Türk filmlerini çok seviyorum. Çok izledim Belgin Doruk, Ediz Hun filmlerini. Devamlı izledim, öyle çok etkilendim ki… Aynı onlar gibi bir aşk istiyorum ben, aynı!”
“Çok duygusalım ben Esra Hanım” diye ekliyor. “Romantiksin yani” diyor Esra, Yeşilçam şarkıları çalmaya başlıyor orkestra.
“Eski değerlerimizi hep kaybediyoruz. O değerlerimizi çok seviyorum, onları arıyorum ben Esra Hanım…”
Kimse demiyor ki kıza; iyi de cicim film onlar. Eskiden de yoktu öyle insanlar, öyle aşklar, öyle masumiyetler. Film icabıydı hepsi, senaryo.
Birileri yazdı, birileri çekti, birileri oynadı tüm o masalsı aşkları. Gerçek değil, yanılsama hepsi. Tabii ki çok seviyoruz ama film işte. Rüyalar fabrikası sonuçta sinema.
Ben bunları düşünürken reklam giriyor, zaplıyorum. Döndüğümde gitmiş kız, bilmiyorum ne oldu.
Çocuklarıyla kavgalı bir kadın ve bir erkek çıkıyor sonra peş peşe. İkisi de ikinci bahar yaşlarında. Evli barklı ikisinin de çocukları ve çok kızmışlar evlenmek için televizyona çıktılar diye. Onların niyeti yok ama bu yoldan dönmeye, öyle diyorlar.
Çocuğu arıyor birinin, yayına bağlanıyor. “Bunu bize yapmayacaktın baba!” diye bağırıyor. Nasıl da bencil. Niye kendimizi ilk sıraya koyuyoruz acaba her şeyde?
Başkasının evliliğinden bile (anne babamız olsalar dahi) ego meselesi çıkarmak niye? “Onun hayatı, onun kararı” demek niçin bu kadar zor?
“Çocuklar mal değil, birey” derken, “Ebeveynler köle değil, insan” dememiz de gerekiyor sanırım. Herkes gibi onlar da bir ‘mucize’ bekliyorlar şu hayatta. Beklemesinler mi?
Aşağılamak çok moda bu programları biliyorum, ama haksız ve önyargılı bir eğilim genellikle bu. Esra Erol’unkine arada göz atıyorum (bu yazıda olduğu gibi) ve diyebilirim ki çok zengin bir sosyal laboratuvar. Zaman zaman çok içten duygulara ve jestlere de sahne oluyor.
Reddetme sanatına yakışır bir cümle duyuyorum misâl: “Birçok kişi sizinle evlenmek ister, ama benim kalp hayır dedi maalesef”…
Türkçeyi az bilen Rus bir kız söylüyor talibine. Duyduğum en nazik reddedişlerden biri. Stüdyodakiler de çok beğeniyor, etkileniyor.
Günlük hayatı ve kadın-erkek ilişkilerini, geri kalan çoğu şeyden daha enteresan bulduğum için manalı geliyor bunlar bana. Şu saydığım sahnelere başka nerede rastlayacağız ki?
Her yaştan, her kesimden insan aşkı arıyor, tüm dünya dört bir koldan aşkı yüceltiyorken, tüm bu evlilik çabalarını küçümsemek dürüstçe mi sahiden? Nedir o derece kötü olan?
Castingli mizansenli programları saymıyorum tabii, onlar işi suiistimal edenler. Esra Erol ise bu işi düzgün yapmaya çalışıyor şartlar el verdiğince. Kitlesi ona hem bayılıyor, hem çok güveniyor. Böyle bir gerçek var.
Kötü niyetli ve talimatlı onca siyasi tartışma programının saçtığı zarar yanında evlilik formatı hayli masum bir televizyon faaliyeti bana kalırsa.
Kamuoyu çıkarına çalışıyor ayrıca. Kısıtlı sosyal çevrelerden ve geleneksel hayatın içinden gelen, çoğu ileri yaştaki tüm o insanlar televizyonda eş aramayacak da nerede arayacak ki şu devirde? Facebook’ta mı?
Tüm bu ekşınlar arasında gözüme takılan ilginç şeylerden biri de, birisine talip olarak gelenlerin ‘red’ cevabı aldıktan sonra kendi taliplerini aramaya devam etmek üzere locaya transfer oluşu. Talip olduğunla yan yana oturup başka talipler bekliyorsunuz yani.
‘Kıskançlığı’ bir madalyon gibi gururla(!) taşıyan bir millet için pozitif bir açılım değil mi? Tam bir ilişkiler borsası.
Hayatı müsait olmayanlar aşkı televizyonda arıyor. Yaş ilerledikçe azalan seçenekler ve eve tıkılan hayatlar için nispeten ‘meşru’ bir adım.
Ancak dün kıyametler koptu evlendirmeciler arasında. Bir süredir üst üste gelen olaylar neticesiymiş.
Önce Seda Sayan Renkli Sayfalar’a bağlanıp sert açıklamalar yaptı, ardından Esra Erol kendi programında dere tepe düz gitti.
Olaylar çetrefil, yayına yansıyanlar skandal; sahte nikâh, hamile gelin adayı vs. Gözler Zuhal Topal’da, suçlamaların merkezinde o var. Karşısında ise Seda Sayan ve Esra Erol, bakalım nereye varacak hadiseler.