“Basın hürdür sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma özgürlüklerini sağlayacak tedbirleri alır.”
T.C Anayasası’nın “Basın Hürriyeti” başlıklı maddesi böyle söylüyor. Ancak gerçek pek de öyle değil. Yaşanan bir facianın, katliamın, patlamanın veya cinsel istismarın ardından sosyal medyaya, yazılı ve görsel basına o kadar hızlı bir şekilde yayın yasağı getiriliyor ki yurttaş olarak keşke olaylar da bu kadar çabuk aydınlatılsa diyoruz. Tüm bu felaketlerin ardından yetkililerin yaptığı ilk şey yayınlara yasak getirmek olurken, gerekçe olarak da millî güvenliğin, kamu düzeninin, başkalarının şöhret veya haklarının korunması; suçların önlenmesi, devlet sırrı olarak usûlünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması gösteriliyor.
Aşağıda madde madde sıralanan olayların ardından getirilen yayın yasaklarıyla devlet sırlarının, kamu düzeninin, kişi hak ve özgürlüklerinin korunduğu iddia edilse de aslında halkın haber alma özgürlüğü sınırlanıyor ve dezenformasyon ortaya çıkıyor.
Üstelik bu yasaklar halkın iktidara ve devlet kurumlarına güvenini yok etmek dışında pek de bir işe yaramıyor. Çünkü, Türkiye’deki tüm yayın organları yasaklardan nasibini alırken uluslararası yayın kuruluşları tüm gerçekleri kamuoyu ile paylaşıyor. Durum böyleyken, yaşanan her felaketin ardından hükümet ve devlet kurumları gerçeklerin ortaya çıkmaması için mi yayın yasağı getiriyor sorusu aklımızın bir köşesinde duruyor.