Analiz

Clinton Trump’a karşı: İkinci sınıf bir korku filmi gibi

ABD'deki başkanlık seçimi sürecini takip eden biri olarak şunu söylemek kolay: Bu seçim eğer bir tv dizisi olsaydı kategorisi muhtemelen korku olurdu.

Amerika Birleşik Devletleri 2008 sonrası süreçte Obama çiftinin ortalama üstü diyebileceğimiz ‘imajı’ ile Justin Trudeau kadar olmasa da sempatik bir çizgiye sahipti. Bugün Michelle ya da Barack Obama isimlerini Youtube’da aradığınızda belki yetenekli konuşma yazarlarının belki dahi bir siyasal iletişimcinin eseri olan ama neticede ABD’nin hanesine çoğunlukla olumlu puanlar yazdıran bir çiftin ABD’deki en önemli konut olan Beyaz Ev’de oturduklarını görmek mümkün. Oysa bir sonraki dönem Beyaz Ev’de oturması beklenen iki çiftin de dünyanın ya da ABD’nin favorileri olduklarını söylemek güç. Hatta seçimin kaderini ikisini de sevmeyenlerin adaylardan hangisinden daha çok nefret ettiklerini belirleyeceğini söylemek dahi mümkün.

Malum kriz sonrasında işsizlik gibi problemlerle boğuşan, sağlık başta olmak üzere birçok alanda ciddi reform krizleri yaşayan, seçimlere katılım oranı her daim düşük olan bir ülkenin, dünyanın demokrasi ile anılan ülkesi olarak ABD için imajın şu aralar ciddi bir sorun olduğunu söylemek zor değil. Sisteme ilişkin eleştirel filmleriyle tanıdığımız ve Bernie Sanders’a olan desteğini bildiğimiz Michael Moore’un “asıl sorunumuz Hillary” demesi meselenin bir hayli derin olduğunu kanıtlıyor. ABD önümüzdeki başkanlık döneminde belli ki ‘tüm dünyanın sevgilisi’ olmayacak. Peki ya ne olacak? Bence buradaki seçim otobüs koltuğundaki akıllı ekranda sevmediğimiz ama seçmek zorunda olduğunuz iki korku filmi arasında tercih yapmaya benziyor. Hani çoğu zaman “en azından bunu daha önce izlememiştim” diyerek pek de bilmediğiniz filmi seçtiklerinizden. Ama şu detayı unutmamalı: Bu sefer filmi dört yıl boyunca kapatmak mümkün olmayacak.

hilldon

Real Clear Politics’te yayınlanan Başkanlık Seçimi anketlerine baktığımızda ise, 2015 Temmuz’da %55 civarında olan Clinton’ın desteğinin ay sonu itibariyle %44.7 seviyesine indiğini yola %34’le çıkan Trump’ın ise %45.6’lık destek oranına varmış olduğunu görüyoruz. Bu aslında önseçimlerden güçlü çıkan bir adayla önseçimlerde karşısındaki adayın karizması ve argümanları nedeniyle güç kaybeden bir aday arasındaki yarış olma niteliğini taşıyor. Hem Trump hem Sanders, biri sağdan diğeri ise soldan popülist söylemi kullanmaktan çekinmezken Clinton’ın sermayeyi ürkütmemek adına oldukça çekingen, hatta açık bir şekilde söylersek korkak bir tonla konuşması, gençleri çekebilecek herhangi bir söylem ortaya koyamaması ve son sızan Wikileaks belgelerinin de gösterdiği üzere Demokratlar’ın partinin içinde bu önseçim yarışına etik dışı şekillerde müdahale ettiğinin ortaya çıkması teknik olarak Hillary’nin eylül ve ekimde ciddi değişikliklere ihtiyacı olduğunu kanıtlıyor.

_90541642_clinton_papers
Washington Post gibi referans nitelikte bir gazetenin Clinton’ın adaylığının açıklandığı günün sabahında manşetine Bill Clinton’ı taşımış olması Hillary Clinton’ın ‘sevilen’ bir başkan adayı olmaktan çok uzakta olduğunu kanıtlar gibi.

Bir başka ilgi çekici konu ise strateji ve siyaset temelli yayınlarda Hillary Clinton’ın adaylığına ilişkin sert yorumların gün geçtikte artması, onun şahin yönüne göre Trump’ın barış için daha iyi bile olabileceği gibi fikirlerin dahi dillendirilmiş olması gerçeğini gözden kaçırmamamız gerekir. Aslında Trump’ın bu söylemi ABD’nin Vietnam’dan bu yana sürdürdüğü “kaybettiğim savaş kötüdür” söylemiyle gözle görülür bir paralellik arz etse de Trump’ın sözlerinde kazanabileceği diğer savaşlara girmek ya da onları sürdürmek yerine Ukrayna meselesinde olduğu üzere “bizim orada ne işimiz var, etraftaki müttefiklerimiz neden sessiz” gibi sorularıyla birlikte düşünüldüğünde belli ki bazı insanların ilgisini çekiyor. Ama söz konusu iç politika olduğunda illegal ve legal göçmenler açısından Trump’ın kısa vadede birçok sorun yaratabileceği aşikar. Zira kendisinin Sanders’ın yokluğunda ‘öfkeli beyaz Amerikalılar’ tarafından ciddi anlamda desteklenebileceğine dair tezler havada uçuşuyor.

Girls dizisiyle tanıdığımız Lena Dunham dışında Clinton'ı gençlerle bağlayacak herhangi bir faktör görmek gerçekten zor.
Girls dizisiyle tanıdığımız Lena Dunham dışında Clinton’ı gençlerle bağlayacak herhangi bir faktör görmek gerçekten zor.

Hillary Clinton ise etik olarak Sanders seçmeninin çalışmalarına katılmasa da ona oy vereceği dışında pek bir umuda sahip değil gibi, olmamalı da. Sanders’la farklı dünyaları paylaşmaları bir yana Demokratlar’ın savaşçı kanadına yakın görüşleriyle biliniyor olması gibi durumlar onu gençler açısından tercih edilmesi zor bir konuma sokuyor. Lena Dunham gibi ‘popüler destekçiler’ ise onu tek başına ayakta tutmaya yeter mi emin değiliz. Zira arkasına başta üniversitelerde olmak üzere güçlü bir gençlik hareketi almış Sanders’tan Clinton’a dönüş 20’li yaşlardaki ilkelerine daha bağlı insanlar için zor olsa gerek. Aynı şekilde gazetelerin de Hillary Clinton’dan çok Bill Clinton’a objektiflerini döndürmeleri gibi gerçeklikler, Hillary Clinton’ın imaj problemi kadar ABD medyasının ‘maşist’ profilini de gözler önüne serebiliyor.

landscape-1451924379-hbz-melania-trump-00-index
Melania Trump’ın Harper’s Bazaar’a verdiği poz.

‘FLOTUS’ olma yarışına da (her ne kadar Bill Clinton kavramı oldukça anlamsızlaştıracak olsa da) değinmekte fayda var. Trump’ın sürekli sahnedeyken eliyle ihtirasla işaret ettiği eşi Melania Trump ve ABD’nin eski başkanlarından Bill Clinton’ın karşılaşmasının politik raundunu Clinton’ın kazanacağı belli olsa da ‘sempati yarışında’ özellikle Clinton dönemini nahoş yanlarıyla hatırlayan seçmenin onu bir daha Oval Ofis’e yaklaştırmama yönünde irade sergileyebilecek olmaları pek de imkânsız görünmüyor. Tabii ki FLOTUS’un çalıntı konuşma skandalıyla tüm dünyanın diline düşen Melania Trump olmasına da Amerikalıların kalbi ne kadar dayanır bilmek güç. Yine de ABD’deyken konuştuğum birçok insanın gözlemlerinde Melania Trump’ın Donald Trump’ın oy havuzunu genişlettiğine dair gözlemini hatırlatmadan bitirmek istemiyorum.

Netice olarak ABD’nin ikinci sınıf bu korku filmlerinden hangisinin senaryosunu kendine yakıştıracağını ve dünyayı nelerin beklediğini kestirmek güç. Ama prestijli dergilerde de strateji dergilerinde de yavaş yavaş Trump’ın da ‘aslında o kadar da kötü olmayabileceği’ yönünde çıkan dengeleyici yazılar yarışın doğasının değişebileceğini gösteriyor.

Sarphan Uzunoğlu

Sarphan Uzunoğlu, UiT The Arctic University of Norway Dil ve Kültür Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Doktorasını haber odalarında preker gazeteci emeği üzerine yazdığı tezle tamamlayan Uzunoğlu P24, Global Voices, Creative Disturbance gibi platformlara da katkı sağlamaktadır.

Journo E-Bülten