Röportaj

Dicle Müftüoğlu: Gazeteciliği savunalım, kriminalize edilmesine izin vermeyelim

Dicle Müftüoğlu

“Şehirlerin giriş çıkışlarına kurulan kontrol noktalarında, size mesleğinizin ne olduğu soruluyor. Ailenizi ziyarete gitmiş ve dönüyor olsanız bile mesleğinizin gazetecilik olduğunu söylediğinizde, içinde bulunduğunuz araç mutlaka didik didik aranıyor.”

Bu sözler, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu‘na ait… “4 Kadın Gazeteci, 4 Dava” yazı dizisinin ilk bölümünde, geçen yıl Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanan ve ardından ‘En Dirençli Gazeteci Ödülü’nü alan Müftüoğlu’na kulak veriyoruz.

“Gazeteciliği savunalım ve artık gazeteciliğin kriminalize edilmesinin, emniyet tarafından bireysel yorumlarla iddianameler hazırlanmasının önüne geçelim” diyen Müftüoğlu’nun 24 Ekim Perşembe günü Diyarbakır’da yapılacak karar duruşması için bir de çağrısı var.

Düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün keskin sınırlarla güvence altına alınmadığı, gazetecilerin ise güç odaklarını rahatsız eden haberleri nedeniyle hemen her gün hedef gösterildiği Türkiye’de, gazeteci olmak zor. Kadın gazeteci olmak çok daha zor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke içerisinde 158’inci sırada. Kadına şiddet vakaları ve kadın cinayetleriyle de sürekli gündemde olan ülkemizde kadın gazeteciler, hem meslekî faaliyetleri hem de kadın kimlikleri nedeniyle çifte baskıya maruz kalıyorlar.

Önemlisi; Türkiye’de gazeteciler, her ne kadar meslekî faaliyetlerinden dolayı soruşturulsalar ve yargılansalar da, bir devlet politikası olarak bilinçli şekilde kriminalize edilmekteler. Bu yöntemle gazeteciler, iktidar ve yerel güçler açısından rahatsızlık yaratan haberlerinin yanı sıra, herhangi bir terör örgütüyle ilişkilendirilerek de suçlanıp yargılanabiliyorlar.

“Baskılar, 2016’dan sonra yoğunlaştı”

Sistematik olarak yürütülen kriminalizasyon politikaları nedeniyle Türkiye’de gazetecilerin yargılandığı davalar, genellikle “terör” davası olarak karşımıza çıkıyor ve yargılanan ya da tutuklanan gazeteciler, devlet tarafından “Onlar gazeteci değil ki terörist” şeklinde nitelenerek etiketleniyor.

Dicle Müftüoğlu da bu gazetecilerden biri. Hem Kürt hem kadın hem de gazeteci olması nedeniyle, meslekî faaliyetleri üzerinde baskı ve yargı sopası hiç eksik olmuyor.

Celal Bayar Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu Müftüoğlu, 2008 yılından bu yana İstanbul, Diyarbakır, Mardin, Şırnak gibi farklı illerde gazetecilik yaptı. Dicle Haber Ajansı başta olmak üzere çalıştığı ajanslar, KHK ile kapatıldıktan sonra sayısız soruşturma ve baskıya maruz kaldı.

Şu anda Mezopotamya Ajansı’nda editörlük yapan ve aynı zamanda Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin eş başkanlığını yürüten Müftüoğlu, baskıların 2016 yılı sonrası gittikçe yoğunlaştığını vurguluyor.

Müftüoğlu; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma kapsamında, 3 Mayıs 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklanmış, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmış ve bir seneye yakın cezaevinde kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmişti. Free Press Unlimited’ın düzenlediği “En Dirençli Gazeteci Ödülü,” 1 Kasım 2023’te, Dicle Müftüoğlu’na verildi.

Avukat Resul Temur: Dicle, haberleri nedeniyle sürekli ifadeye çağrıldı

Şu anda Diyarbakır’da meslekî faaliyetlerine devam eden gazetecinin avukatı Resul Temur, Müftüoğlu’na açılan soruşturmaların, sayamadığı kadar çok olduğunu vurguladı ve ekledi:

  • Dicle’nin örgüt üyeliğinden iki davası var. Propagandadan da yargılandığını hatırlıyorum. Soruşturmalar çok daha fazlaydı. Toplu gözaltılara dâhil edildiği ya da sadece ifadeye çağrıldığı dönemler oldu. Özellikle bir dönem, Dicle Haber Ajansı’nda yayımlanan haberlere ilişkin sürekli ihbar kayıtları oluşturuluyor ve gazeteciler ifadeye çağrılıyorlardı. Dicle, o süreçte çok ifade verdi.

Müftüoğlu’un “örgüt üyeliğiyle” suçlandığı ve tutuklanmasına neden olan dosyanın dikkat çeken yanlarından biri de; 43 sayfalık iddianamede Müftüoğlu’na ayrılan bölümün sadece yarım sayfa olması. Geri kalan sayfalarda ise PKK örgütünün tarihçesinden ve faaliyetlerinden bahsedilerek örgütle Müftüoğlu arasında bağ kurulmaya çalışıldığı görülüyor.

İfade ve basın özgürlüğü yargılamalarında son dönemlerde sıkça rastladığımız, sanıkları kriminalize etmek için bir araç olarak kullanılan gizli tanık beyanı, Müftüoğlu’nun dosyasında da yer alıyor.

Avukat Resul Temur, Müftüoğlu’nun dosyasındaki hukukî sorunları ve gizli tanık beyanlarını şöyle değerlendiriyor:

  • Dicle’nin yargılandığı davayı mahkemede tartışırken özellikle vurguladığımız bir nokta vardı. Dicle’nin fiiline ya da faaliyetine dair bir anlatım ya da soruşturma bulunmuyor. Kişi (gizli tanık), ilk alındığında, Dicle’ye dair herhangi bir beyanda bulunmamış. Sonraki anlatımlarında Dicle’ye dair bir beyan geliştirmiş. Dicle hakkında gizli tanık beyanı var gibi görünse de aslında birçok kişi, aynı tanığın beyanıyla farklı zamanlarda Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti. Açık tanık ise Dicle’ye dair pek çok şey iddia ediyor ama Dicle’nin yurtdışına çıktığını iddia ettiği tarihleri tanığa sorduğumuzda, yalan söylediği ortaya çıktı. Verdiği tarih, Dicle’nin trafik kazası geçirdiği ve tedavi gördüğü bir döneme denk geliyordu.

“Gizli tanık beyanı, tek başına hükme esas alınamaz”

Gizli tanık beyanları esas alınarak yapılan gazeteci yargılamalarını da eleştiren Temur sözlerine şöyle devam etti:

  • En son Ankara’da 8 gazetecinin yargılandığı dosyada, gizli tanık beyanlarını güçlendirmek için gazetecilerin çalıştıkları ajanslarda yaptıkları haberleri de dosyaya koydular. Kendilerince gizli tanık beyanı dışında bir delil oluşturduklarını düşündüler. Amaç; cezalandırma, sansür ve baskı. Bunları denetleyecek bir mekanizma yok. Gizli tanık üzerinden bir cezalandırma yoluna gittiklerinde kimse savcı ve hâkimlere “Delil yokken neden bu insanları cezalandırdınız” demiyor. Mahkemeler, hesap vermeyeceklerini bildikleri için bu cezalandırma yöntemini, çok rahat bir şekilde uyguluyorlar.

Temur ayrıca, bu kapsamdaki yargılamaların hukuka aykırı olduğunu söyledi:

  • Gizli tanık beyanı, tek başına hükme esas alınamaz. Ayrıca diyelim ki dosyada 10 tane gizli tanık beyanı var, dosya sadece gizli tanıklardan oluşuyor ve başka bir delil de yok. Yasalar, sadece gizli tanık beyanlarının hükme esas alınmayacağını açıkça söylüyor.

Temur, gazetecilerin meslekî faaliyetlerinin suç sayılmasına yönelik ise “Gazetecilik faaliyeti nedeniyle Dicle veya farklı bir gazeteci, örgüt kamplarına gidebilir ki gittiler de. Bu bir gazetecilik başarısıdır. Ben Dicle’yi yaptığı röportajlardan dolayı, başarılı bir gazeteci olarak görüyorum” değerlendirmesinde bulundu.

“Bir kente girişim ve habere ulaşmam yasaklandı, haber kaynaklarım taciz edildi”

Sayısız soruşturma ve dava baskısına rağmen meslekî faaliyetlerine devam etmeye çalışan Müftüoğlu görüşmemizde, gazetecilik yapmaktan vazgeçmeyeceğini, ona yaşatılanların gerek maddi gerekse manevi anlamda olumsuz etkilerini hissetse de her şeye karşı hazırlıklı ve deneyimli olduğunu belirtti. Müftüoğlu, habere ulaşmasının nasıl engellendiğini ise şöyle anlattı:

  • Gazetecilik yaptığım için çok sayıda soruşturma geçirdim. Özellikle Şırnak ya da Mardin gibi kentlerde pek çok kez gözaltına alındım. Bunlar aslında biraz ürkütücü ve haber yapmamı ister istemez engelleyen uygulamalardı. Mesela Şırnak’ta 4 kez gözaltına alındım. Hepsinde de bölgedeki askerî noktaya götürüldüm. Oradaki askerlere “Bu kadın, bir daha bu taraftan geçmeyecek” dendi. Bir kente girişimi yasaklamaya kadar varan baskılar yaşadım. Özellikle sokağa çıkma yasakları döneminde ve sonrasında, habere ulaşmanızı engellemek için her şey yapıldı. Bana açılan soruşturmaların hepsi, bu amacın parçaları.

Görev yaptığı doğu illerinde Kürt gazetecilere ağır baskı ve denetim uygulandığını söyleyen Müftüoğlu şu ifadeleri kullandı:

  • Şehirlerin giriş çıkışlarında polislerin, askerlerin ya da özel harekât mensuplarının araçları durdurduğu kontrol noktaları bulunuyor. Bir şehirden diğer şehre giderken, kontrol noktalarında size sorular soruyorlar. Bu sorulardan biri de, ne iş yaptığınıza dair. Ailenizi ziyarete gitmiş ve dönüyor olsanız bile mesleğinizin gazetecilik olduğunu söylediğinizde, görevlilerin tutumları birden değişiyor. İçinde bulunduğunuz araç mutlaka didik didik aranıyor.

Devlet görevlilerinin gazetecilere karşı tutumunun, habere ulaşmalarını ve haber kaynaklarını da etkilediğini vurgulayan Müftüoğlu şunları anlattı:

  • Bir defasında Nusaybin’e bağlı bir köy evine gitmiştik. Köy meydanında köylülere toplu işkence yapıldığı konusu gündemdeydi. Yasaklar uzun süredir devam ediyordu ve köylülerin bir kısmı hasta olduğundan, köy dışına çıkamamışlardı. Ben de onlarla görüşmeye çalışıyordum. Biz evlerine gittikten sonra, zırhlı bir polis aracı sürekli evin etrafında gezmeye başladı. Ev sahiplerinden biri bizi çağırıp; “Siz buraya geldiniz diye polis evimizin etrafında geziyor, bizi taciz etmeye çalışıyor. Rica etsek evi terk eder misiniz” dedi. Kaynaklarıma uygulanan taciz ve takip sebebiyle o gün habere ulaşamadım.

“Cezaevinde de gazetecilik yaptım”

Başta da belirttiğimiz gibi Müftüoğlu bir seneye yakın cezaevinde tutuklu kaldı. Bu süreçte de gazetecilik faaliyetlerine devam etmeye çalıştığını ve cezaevinde yaşanan hak ihlallerinin haberini yaptığını aktaran Müftüoğlu, o günleri şöyle anlattı:

  • Cezaevlerine dair birçok ihlal haberi yazıp çiziyoruz. Tutukluluğum; içeriden bir gözle ihlalleri görmek, yaşamak ve meselenin taraflarına bire bir ulaşabilmek açısından önemli bir süreçti benim için. O zamanı ve alanı mümkün mertebe değerlendirmeye çalıştım. Cezaevinden mektup yoluyla dışarıya gönderdiğim birçok haber ise ya sansürlendi ya da “PTT’de kaybolmuş” denerek yok edildi. Yine de bazılarını yayımlatmayı başarabildim.

Yaşadığı baskıların bölgede gazetecilik yapan tüm meslektaşları gibi onu da hem kişisel hem de mesleki olarak etkilediğini vurguluyor Müftüoğlu ve ekliyor:

  • Baskıları sıradanlaştırmıyoruz elbette ama artık haklarımızı ve nasıl davranmanız gerektiğini biliyoruz. Yaşadığımız kötü tecrübeler, bir deneyim olarak cebimizde duruyor ve bunların yarattığı bilinçle tavır takınıyoruz. Elbette insanî varlıklarız; korktuğumuz, gerildiğimiz zamanlar oluyor ama sanırım haklı olmanın insana verdiği başka bir cesaret ve güç var. Hem baskılara karşı direnç sağlıyor hem de kararlılığını artırıyor.
  • Eski iktidarları masumlaştırmak için söylemiyorum ama özellikle bu iktidar, iyi bir habercilik yapıyor ve gerçekleri açığa çıkarıyorsanız sizi mutlaka cezalandırıyor. Bu yüzden şöyle düşünüyorum: Eğer üzerime geliyorlarsa demek ki haklıyım ve doğru işler yapıyorum. En azından benim hissettiklerim bunlar ve hem gittiğim her alanda hem de cezaevinde böyle davrandım.

Ülkedeki meslektaşlarımızdan gerekli dayanışmayı görmedik”

Yargılanan ve hedef gösterilen gazetecilerin en büyük sorunlarından biri de ülkedeki meslektaşlarından yeterli dayanışmayı görememek. Bu tablo aslında, devletin yürüttüğü gazetecileri kriminalize etme politikasının, belirli kesimler üzerinde etkili olduğunun göstergesi.

Müftüoğlu’nun yargılandığı davalara Avrupa’daki meslek örgütleri ve insan hakları kuruluşları, maalesef ülkemizdekilerden daha fazla ilgi göstermiş ve dayanışma sağlamış. Bu durumun devam ettiğini söyleyen Müftüoğlu şunları ekliyor:

  • Türkiye’deki gazetecileri, baskı görenlerin harekete geçirmesi gerekiyor. Bir taraftan dayak yerken, bir taraftan da “Benimle dayanış” çağrısı yapmak zorunda kalıyoruz. Bu durum, iktidarın politikasında sonuç aldığını gösteriyor. Baskı görürken geri dönüş alabilmek için en azından 10 açıklama yapmak veya 10 bilgi notu göndermek gerekebiliyor. Açıkça söylemeseler de kimi meslektaşlarımız tarafından, Kürt olduğumuz için direkt “örgüt üyesi” olarak görülüyoruz. En azından “Acaba suçlamalar doğru olabilir mi” diye düşünüyorlar.
  • Benim tutuklandığım süreci geçiyorum, yakın geçmişte 20 gazetecinin gözaltına alındığı bir operasyon yaşandı. Arkadaşlarımız, 8 gün gözaltında tutuldular. Polisler bir ay boyunca ajanstan çıkmadılar ama hiçbir delil bulunamadı. Delil diye fotoğraf makineleri, mikrofonlar ve kameralar sergilendi. 16 arkadaşımız ise tutuklandı. Ülkedeki meslektaşlarımızdan gerekli dayanışmayı görmedik. Normalde, bir sabah 20 gazeteci gözaltına alındığında, kendine gazeteciyim diyen herkesin tepki göstermesi gerekirdi. İmkânları varsa bu kente gelmelerini, yoksa bulundukları kentlerde sokağa çıkmalarını, en azından yaşananlara dair bir açıklama yayımlamalarını beklerdik ama destekleri çok zayıftı. Bu yüzden dayanışmayı örgütlememiz gerekli.

24 Ekim’deki karar duruşması için çağrı

Evet, bilmeyenlere hatırlatalım: Kadın, Kürt ve gazeteci kimliklerini bir arada taşıyan Dicle Müftüoğlu, meslekî faaliyetleri nedeniyle yargılandığı davada ceza alarak tekrar tutuklanabilir.

24 Ekim 2024’te Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, “örgüt üyesi” olduğu iddiasıyla yargılandığı davanın karar duruşması görülecek. Müftüoğlu ceza aldığı takdirde, istinaf ve Yargıtay aşamalarında da karar bozulmazsa 3 yıl 8 ay daha cezaevinde yatabilir.

24 Ekim Perşembe günü yapılacak duruşma için bir çağrısı da var Müftüoğlu’nun:

  • Mahkeme heyeti değişti. Eski heyet olsaydı %100 ceza verecekler derdim çünkü iki duruşma boyunca beni hiç dinlemeden ve dosyama doğru düzgün bakmadan, tutukluluğuma devam kararı vermişlerdi. Yeni heyetin de ceza verebileceğini düşünmüyor değilim. Bu dava aslında, benim şahsımda gazeteciliğin yargılandığı davalardan biri ve ne yazık ki tek dava değil. Son yıllarda Türkiye’deki gazeteciler, yaptıkları her haber nedeniyle yargılanabiliyorlar. Bizler ancak gazetecilik davalarına sahip çıkar ve güçlü bir dayanışma sergilersek, baskıların önünde set oluşturabiliriz. Kendi adıma değil ama gazeteciliği savunmak adına davamın sahiplenilmesi çağrısı yapıyorum. Gazeteciliği savunalım ve artık gazeteciliğin kriminalize edilmesinin, emniyet tarafından bireysel yorumlarla iddianameler hazırlanmasının önüne geçelim.

 

Güncelleme (24.10.2024): Gazeteci Dicle Müftüoğlu, 24 Ekim 2024’te Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan son duruşmada, “örgüt kurmak ve yönetmek” ve “örgüt üyesi olmak” iddialarıyla yargılandığı davada beraat etti. Müftüoğlu, bu davada 300 günü aşkın süre tutuklu kalmıştı.

Aslıhan Gençay

Dokuz Eylül İİBF mezunu. Günlük gazetede kültür sanat editörlüğü ve yazarlığı, kültür sanat sitesi editörlüğü ve yazarlığı, dergi editörlüğü ve yazarlığı, kültür sanat kitapları editörlüğü ile reklam ajanslarında editörlük ve metin yazarlığı yaptı. Fikirleri nedeniyle cezaevinde yattı. Çeşitli internet sitelerinde haftalık yazıları, haber ve röportajlarıyla araştırma yazıları yayımlanıyor.

Journo E-Bülten