Film

Film festivalleri: Sinemada dijitalleşme, nereye kadar?

41. İstanbul Film Festivali'nin tanıtım görselinden bir kesit.

COVID-19 salgınının 2 yıldır belki de en çok etkilediği alan kültür-sanat hayatı, en ağır darbeyi vurduğu sektör sinema oldu. Bu ay yapılan İstanbul Film Festivali ise “normalleşme” sinyalleriyle sinemanın üreticilerine de, izleyicilerine de umut verdi.

Peki, sinema sektöründe ve film festivallerinde salgınla birlikte hızlanan dijitalleşme, normalleşme sonrasında da kalıcı olur mu? Filmlerle yalnızca salonlarda ve festivallerde mi etkileşilir? Çevrimiçi sinema gösterimleri, fiziksel etkinliklerin yerini tutabilir mi?

Bu soruları, Antalya Altın Portakal Film Festivali Yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu, Engelsiz Filmler Festivali Yönetmeni Ezgi Yalınalp, Ankara Film Festivali’ni düzenleyen Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı’nın Başkanı İrfan Demirkol ve Film Yapımcıları Meslek Birliği’nden Yiğit Nalçacı ile tartıştık.

Sağlık Bakanlığı, SARS-CoV-2 adlı yeni tip koronavirüsten kaynaklanan COVID-19 salgınının tüm Türkiye’ye yayıldığını tam 2 yıl önce açıklamıştı. Resmi verilere göre o günden beri Türkiye’de yaklaşık 100 bin kişi COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetti.

Aşılamanın da etkisiyle son haftalarda ölü sayısının ve yoğun bakım doluluk oranlarının azalması, “tam normalleşmeye” dönüş çağrılarını yoğunlaştırdı. Türkiye’de kamusal yaşamda tek görünür önlem olarak kapalı ortamlarda maske takma zorunluluğu kalmıştı ve bugünlerde bunun da kaldırılması tartışılıyor.

COVID-19 önlemlerinin ve koronavirüsle birlikte değişen günlük hayat pratiklerinin en olumsuz biçimde etkilediği sektörlerden biri sinema olmuştu. 2020’nin ve 2021’nin büyük bölümünde dünyada neredeyse tüm film festivalleri ya iptal edildi ya da çevrimiçi ortama taşındı. 2021 sonundan itibaren salgındaki manzaranın hafiflemesiyle Türkiye’de de sinema salonları tekrar dolmaya, festivaller geri dönmeye başladı. Son olarak 41. İstanbul Film Festivali 8-19 Nisan’da izleyicilerle buluştu.

“Artık filmlerin linkleri havada uçuşuyor”

1995 yılından bu yana Ankara Sinema Derneği’nin başkanlığını yapan Ahmet Boyacıoğlu, 27 yıldır Gezici Festival’in sanat yönetmenliğini de yürütüyor. Ayrıca Boyacıoğlu, 2019 yılından bu yana Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin yönetmeni.

Boyacığlu, teknolojik dönüşüm sürecinde film festivallerini “festival” yapan şeyin ne olduğunu sorduğumuzda şunları söylüyor:

  • 1988 yılından bu yana film festivallerinin organizasyonunda çalışıyorum. 26. Gezici Festival, 46. festivalim. Aradan geçen süre içinde dünya çok değişti. İnternetin olmadığı, filmlerin VHS kasetlerden izlendiği, festivallerde sadece 16 ve 35 mm. kopyaların gösterildiği bir dönemden dijital devrimin yaşandığı günümüze geldik. Artık filmlerin linkleri havada uçuşuyor, dijital platformlarda birkaç ay önce önemli festivallerde gösterilmiş filmleri izlemek mümkün. Artık bir film festivali izleyicilerle sanatçıların buluşacağı, birbirlerine sorular soracağı ortamlar yaratan bir etkinlik olmak zorunda. Bu nedenle “çevrimiçi festival” düşüncesine çok karşıyım.

“Berlin Film Festivali bile çevrimiçi yapıldığında başarısız oldu”

Festivallerin salgın sürecinde çevrimiçi ortama taşınmasını “tuhaf” bulduğunu ekleyen Boyacıoğlu, “Berlin Film Festivali bile çevrimiçi yapıldığında başarısız oldu. Umarım salgın kısa süre içinde sona erer de bu tuhaf uygulama geçmişte kalır” diyor. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni 57. yılında salgına rağmen fiziki yaptıklarını belirten Boyacıoğlu şu ifadeleri kullanıyor:

  • Antalya’nın ikliminin ekim ayında açık hava gösterimlerine uygun olması büyük bir şanstı. Haziran ayında, festivalin başlamasından üç ay önce açık hava sinemalarında gösterim kararını aldık ve bu kararın ne kadar doğru olduğunu festival sırasında gördük. MUBİ ile işbirliği yaparak Altın Portakal almış eski filmleri göstermemiz hoş bir nostalji idi.

58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni ise salgın koşulları alınarak yaptıklarını söyleyen Boyacıoğlu, 2020 yılında aşı olmadığı için dikkatli davrandıkları bir süreç geçirdiklerini belirtti. Boyacıoğlu 2021’de yaşananları ise şöyle özetledi:

  • 2021 yılı için ilk aldığımız kararlardan biri aşısız olanların festivale davet edilmemesi oldu. Aşı olmamış bir jüri üyesini ve bir filmin başrol oyuncusunu festivale kabul etmedik. 2019 yılından beri Antalyalı izleyiciler festivale yoğun ilgi gösteriyorlar ve biletler hızla tükeniyor. Burada ulusal yarışmaların yeniden festival programına alınmasının çok olumlu etkisi var… Pandemi nedeniyle insanlar evlerine kapandılar, ancak “aşı karşıtlığı” denilen şizofrenik durum olmasaydı hayat çoktan normale dönmüştü.
58. Antalya Altın Portakal Film Festivali, 2-9 Ekim 2021’de düzenlenmişti.

Puruli Kültür Sanat’ın kurucularından olan ve dokuz yıldır düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali’nin yönetmenliğini yapan Ezgi Yalınalp, 2007-2012 yılları arasında Ankara Uluslararası Film Festivali’nde Dünya Sineması Koordinatörü olarak görev aldı. Yalınalp, Avrupa Birliği’nin (AB) finansal desteğiyle “Sivil Toplum Destek Programı: Üçüncü Dönem” kapsamında gerçekleştirilen “Döngüyü Kırmak: Erişilebilir Sinema” başlıklı projenin de koordinatörlüğünü yürütüyor.

Karşılaşmalar ve deneyim paylaşımı, bir film festivalini “festival” yapar

Bir festivali “festival” yapanın ne olduğu sorusunu “karşılaşmalar ve deneyim paylaşımı” diyerek yanıtlayan Yalınalp’e göre festivale katılan tüm paydaşların (sinemacıları, seyircileri, festival çalışanlarını ve destekçileri) rol oynadığı sürece dikkat çekiyor. Yalınalp bunu şöyle özetliyor:

  • Festivaller bütün bu tarafların bir arada bulunduğu ve birbirleriyle diyalog kurabilecekleri bir zemin hazırlıyor. Bu çok önemli çünkü birbirimizi ve yaşadığımız dünyayı daha iyi anlamak için bu karşılaşmalara, bu diyaloğa çok ihtiyacımızın olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Bu her festival için önemli, ama belki Engelsiz Filmler Festivali için daha da önemli. Çünkü engelli kişiler hem çeşitli erişim sıkıntıları yaşadıkları için, hem de kendilerine karşı müthiş katı bir önyargı olduğu için erişim sorunu yaşamayan kişilerle aynı ortamda bulunmuyorlar/bulunamıyorlar. Oysa ki birbirimizden farkımız olmadığını anlamamız için aynı ortamda bulunmamız çok önemli.
  • Engelsiz Filmler Festivali bu diyalog ortamını sunuyor. Böylece daha önce erişim sorunları yüzünden sinema deneyimi yaşamamış bir kişi beyazperdede film izleyip gösterim sonrasında filmin yönetmenine filmle ilgili merak ettiklerini sorabiliyor. Böylece hem seyircinin, hem yönetmenin kendisi ve dünya ile algısı değişiyor, genişliyor. Bu, pandemi sırasında eksikliğini fazlasıyla hissettiğimiz bir şey oldu. Festivaller geçici olarak çevrimiçi platformlara taşındı ancak hiç bir çevrimiçi etkinlik, fiziksel gösterimlerin yerini tutamadı. Çünkü çevrimiçi, insanların bir arada bulunarak bir deneyim paylaşmalarına çok kısıtlı bir şekilde imkân verebiliyor.

Festival alanının salonlar olduğunu ve bundan şüphe duyulmaması gerektiğini söyleyen Yalınalp, bununla birlikte bu konuda katı bir tutum takınmamak gerektiği görüşünde. Ona göre çevrimiçi gösterimlerin getirdiği artılar da değerlendirilmeli:

  • Çevrimiçi gösterimlerin, fiziksel gösterimlerin yerini tutamayacağını düşünüyorum. Ancak çevrimiçi gösterimlerin sağladığı bazı faydalar da var. Özellikle bizim de hitap ettiğimiz, erişim sorunu yaşayan seyirciler için. Çeşitli fiziksel engeller nedeniyle evlerinden çıkamayan kişiler var: Görme, işitme, ortopedik engeli olan kişiler gibi… Bu kişiler çevrimiçi gösterimleri daha rahat takip edebiliyorlar.
  • Festival olarak amacımız sinemaya erişimin herkes için eşit koşullarda sağlanması. Eğer çevrimiçi gösterimler bu eşit koşulları sağlamak adına bize bir kanal açacaksa, neden o kanalı kullanmayalım? Dolayısıyla “Pandeminin sonlanmasıyla beraber çevrimiçi gösterimleri de kaldıracağız” diye düşünmüyorum. Kaldı ki seyircilerin film izleme pratiklerinin değiştiği, pek çok seyircinin dijital platformlar sayesinde ev konforunda film izlemeyi tercih ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Bütün bunları göz ardı etmek, değişimi göz ardı etmek demek. Bu nedenle çevrimiçi gösterimlerin ya da söyleşi gibi bazı etkinliklerin, artık festivallerin bir parçası olduğu, buna direnmenin çok da anlamlı olmadığı düşüncesindeyim.

2020 yılının başında Engelsiz Filmler Festivali’ni 8. kez İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da düzenlemeyi planladıklarını ama salgın nedeniyle salonlarda izleyicilerle buluşamayacaklarını fark ettiklerini belirten Yalınalp, o süreçte festivali izleyicilerle buluşturamamak fikrinin hiçbir şekilde sıcak gelmediğini belirtiyor. Bu noktada çevrimiçi bir festival yapmaya yöneldiklerini söyleyen Yalınalp şöyle devam ediyor:

  • Çevrimiçi festival organizasyonu, bizim için yepyeni bir organizasyondu. Bir taraftan pandeminin getirdiği belirsizliklerle başa çıkmaya çalışırken, bir taraftan da etkinliklerimizi dijitale adapte etmek durumundaydık. Neyse ki yeni sürece uyum sağlamak için az da olsa vaktimiz vardı. Bu kısıtlı süre içinde Oberhausen, Selanik, Krakow gibi gösterimlerini çevrimiçine taşıyan film festivallerini takip ettik ve bize en uygun streaming platformunun hangisi olacağını araştırmaya başladık. Bu süreçte sadece filmlerin gösterimi değil, yönetmen ve aktivistlerle yaptığımız söyleşiler, canlandırma atölyesi gibi etkinliklerin videolarının hazırlanması, prodüksiyonları ve izleyiciye sunulması, alışık olduğumuz hazırlık sürecinden tamamen farklıydı.
  • Sonuç olarak ekim ayında festivali dijital bir platformda, Türkiye’nin tüm şehirlerinden erişilebilecek bir şekilde seyircilerimizle buluşturduk. İlk kez yapıyor olmamıza rağmen herhangi bir majör aksaklık yaşamadan; gösterimler, söyleşiler, ödül töreni gibi rutin etkinliklerimizi çevrimiçine taşıyarak başarılı bir şekilde festivali gerçekleştirdik ve ortalama seyirci sayımızın yaklaşık üç katı seyirciye ulaştık. Çevrimiçi bir festival tabii ki bir arada bulunduğumuz ve birbirimizle daha çok etkileşim hâlinde olduğumuz fiziksel bir festivalin yerini tutmadı, tutamaz ancak bulunduğumuz koşullar altında seyircimizle diyaloğumuzun devam etmesinin en güvenli yolu buydu.
  • Ayrıca çevrimiçi bir film festivali düzenlemenin açtığı bazı kapıları da deneyimlemiş olduk. Örneğin festival Türkiye’nin bütün şehirlerinden takip edilebildi, böylece festivalin gerçekleştiği İstanbul, Eskişehir ve Ankara dışında kalan şehirlere de ulaşmış olduk. Bir diğer artı; Zoom ve Skype gibi dijital araçların kullanımının yaygınlaşmasıyla festivale davet etme olanağımızın olmadığı sinemacılara daha kolay ulaşmamız idi. Özellikle uzak coğrafyalarda yaşayan yönetmenlerle gerçekleştirdiğimiz çevrimiçi sohbetleri seyircilerimizle buluşturma fırsatımız oldu.

İzlenme oranı %62 arttı

2021 yılı için festivalin çevrimiçi mi, fiziksel mi olacağına karar vermenin kolay olmadığını belirten Yalınalp, sonuçta, vaka sayısı artış nedeniyle hibrit bir formatta festival yaptıklarını söylüyor:

  • Programdaki filmlerin büyük kısmını çevrimiçi platformda, bir kısmını ise 3 gün boyunca Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde seyircilerimizle buluşturduk ve yan etkinliklerimizi de yine çevrimiçi gerçekleştirdik. 2020 yılında Engelsiz Filmler Festivali’ni takiben iki farklı çevrimiçi festivalin organizasyonuna dahil olmuştuk: AB Delegasyonu’nun düzenlediği 10. AB İnsan Hakları Film Günleri ve [Dünya Sağlık Örgütü] WHO Türkiye’nin düzenlediği Kimseyi Geride Bırakma Film Günleri. Dolayısıyla ekip olarak çevrimiçi festival organizasyonu konusunda oldukça fazla deneyim edindik. Bu nedenle 2021 yılı organizasyonu önceki seneye göre daha kolay gerçekleşti. Aşılama oranlarının artmasıyla ofisteki çalışma düzenimize geri dönmemizin de bunda payı olabilir.

Geçen yılki izlenme oranlarında %62 oranında artış yakaladıklarını da kaydeden Yalınalp bunu şöyle açıklıyor:

  • Bu oran bizi epey şaşırttı, çünkü pandemi sürecinde dijital gösterimlerin sayısında müthiş bir artış olduğu için seyircilerin bu gösterimlerden bıkabileceğini ve izlenme sayısının bu anlamda azalabileceğini düşünmüştük. Tam tersini deneyimlemek ilginçti. Bunda belki 2021 yılında program yapısını tamamen değiştirmemizin ve seyircilerin daha çok ilgisini çekeceğini düşündüğümüz program başlıkları seçmiş olmamızın etkisi de olabilir. Ankara’da 3 gün süren fiziksel gösterimlerde pandeminin yarattığı risk nedeniyle sinemacıları Ankara’ya davet edemedik ancak kısıtlı koşullara rağmen seyircilerimizle tekrar salonlarda buluşabildiğimiz için mutluyuz.

Film Yapımcıları Meslek Birliği (FİYAB) üyesi olan Yiğit Nalçacı, aynı zamanda yapımcılık ve yönetmenlik de yapıyor. Çevrimiçi platformların gündeme gelmesinin zamanlamayla bağlantılı olduğunu söyleyen Nalçacı şöyle diyor:

  • Salgınla doğru orantılı bir şekilde ilerledi aslında ve organizasyonlar için zaruriyet oldu çevrimiçi platformlar. Herkesin evde olduğu bir dönemde dijital platformlar da öne çıktı. Geleneksel olarak yapılan festival, gösterim ve etkinlik gibi benzeri şeylerin yok olduğu dönemde bir açar yolun bulunması gerekliydi. Kurumlar ise hiç bir şekilde herhengi bir dijital platforma teslim olmak istemediler, çünkü mesela biz de meslek birliği olarak yapımcılardan oluşuyoruz.

Salgında gösterimi zorlaşan “arthouse” filmler, çevrimiçi festivallerde izlendi

  • Tabii salgın sürecinde bir öngörüsüzlük de doğdu, bir filmin yapımı neredeyse iki yılı buluyor ve büyük bir yatırım yapımcı için. Bu süreçte festivallerde gösterilen, destek alan ve “arthouse” olarak nitelendirilen filmlerin izleyicilerle buluşması çok zorlaştı, ama bu süreçte çevrimiçi festivaller önemli bir anahtar oldu. Bunun hem yüz yüze hem de çevrimiçi olarak devam etmesi, izleyici sayısında ciddi bir artışı gözlemlememize neden oldu. Bu buluşmaların olmasında bir sakınca görmedik, ama telif konusunda sıkıntılar yaşandı. Çevrimiçi yollarla gösterilen filmleri daha önce kabul etmeyen festivaller, fiziki olma sürecine girince yönetmeliklerinde değişiklik yaptılar ve sürecin dayatmasını yaşadılar.

FİYAB çatısı altında “Yönetmenlerle Film Söyleşileri,” “FİYAB Sinema Sektör Günleri” ve “FİYAB İşliği” adlı projelerinin olduğunu ve bunların devam edebilmesi için girişimlerde bulunduklarını aktaran Nalçacı, devletin salgın nedeniyle en son 8 ay boyunca sinema salonlarını ve faaliyet yapılan tüm kapalı salonları kapattığına işaret ederek fiziki olarak çalışmalar yapabilmek için alanlar aramaya başladıkları vurguluyor.

“Yönetmenlerle Film Söyleşileri” etkinliği kapsamında Ankara izleyicisini filmler ve yönetmenlerle buluşturmayı hedeflediklerini ifade eden Nalçacı, bunu bir yoksunluk olarak değil, bir varlık olarak, sanatsal bir bakış açısı da ortaya koymak amacıyla yaptıklarını ve çevrimiçinin bir katkısı olmayacağını düşündükleri için fiziksel ortama yöneldiklerini söylüyor.

 

Bununla birlikte Nalçacı, festivallerin çevrimiçi yapılmasının sektöre katkıda bulunduğuna ve filmlerin tanınır hâle getirilmesi açısından önemli olduğuna da dikkat çekiyor:

  • Çevrimi gösterimlerle beraber, filmlerin farklı platformlara satılmasının önü açıldı. Mesela “Merhaba Canım” adlı belgesel filmi yalnızca online plafomlarda gösterilmişti. Ancak sonrasında MUBI platformu tarafından satın alındı. Festivallerde büyük bir başarı elde eden “Çatlak” filmi de aynı şekilde elde ettiği başarıyı dijital plaform MUBI ile sürdürdü. Böylece her bir durum; iyi çözümler üretilmesine, yeni bir bakış açısı sağlanmasına ve sektörün kendini ona göre adapte etmesine olanak sağladı.

Dijitalde hiç gösterime girmemiş bir film, salona daha çok izleyici çekiyor

Filmlerin festival gösterimleri esnasında dolup taşması, fakat vizyona girdiklerinde az izleyiciyle karşılaşması konusunda ise Nalçacı şunları ifade ediyor:

  • İzleme alışkanlıklarıyla ilgili bir durum bu. Bizim gösterimlerimizde de yaşanıyor bu durum. Ancak biz gösterimlerimizde; dijital platorm aracılığıyla çıkmış bir filmle hiç gösterime çıkmamış bir filmin izleyici sayısı arasında ciddi bir fark olduğunu gözlemledik. Festivallerde ise gözlemlediğim, pandeminin biteceğine karşı oluşmuş olan umut, filmlere de yansıdı. Festival izleyicisinin filmlere olan açlığını da görmek lazım. Buna çözüm önerisi sunmak gerekirse; bazı kota uygulamaları, hatta dağıtımcılara ve yapımcılara da bir yasa yoluyla bunun aktarılması ve filmlerin, sinema salonlarında asgari müştereklerle birleşerek, mümkün olan en üst seviyede gösterim sayısını yakalamak için bazı kodlar oluşturulması gerekli.

Uyanık Gazeteci, Mağlup Edilemeyenler, Talihli Amele: Haberciler için Yeşilçam’dan 3 film

Nalçacı, FİYAB’ın dijital platformlarla doğrudan bir iletişimi olmadığını bildiriyor:

  • Bir pazarlama kuruluşu değiliz, kimseye de bu konuda aracı olmuyoruz. Filmlerin doğrudan satışı konusunda bir iletişimimiz yok, ama telif hakları konusunda yeni bir yasa çıktı. Üyelerimizden bir yetki belgesi alıyoruz. Bu belge aracılığıyla, platformların uluslararası düzeydeki gösterim alanlarını takip etme, korsan yayınları engelleme ve telif haklarının yapımcılara ulaştırılması konusunda bir sorumluluk doğdu. İlerleyen süreçte bu konudaki çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

“Festivaller okul misyonu taşıyor, filmlerin izleyiciyle doğrudan teması etmesi gerekli”

Ankara Uluslararası Film Festivali’ni 32 yıldır düzenleyen Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı’nın başkanı olan İrfan Demirkol, Ankara’da sinema denince akla gelen ilk isimlerden biri. Bir dönem Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği’nin (SİSAY) yönetim kurulu başkanlığını da yapan Demirkol, Ankara’nın önemli sinemalarından “Kavaklıdere Sineması” ve ‘Kızılırmak Sineması’nın kuruluşunda görev almıştı.  1983 yılında kurduğu Denk Ajans bünyesinde “Büyülü Fener Bahçelievler” ve “Büyülü Fener Kızılay” sinemalarının işletmeciliğini üstlenen İrfan Demirkol’un eşi İnci Demirkol da yıllardır Ankara Uluslararası Film Festivali’nin yöneticiliğini yapıyor.

Demirkol, bir film festivalini “festival” yapan şeyin “ustalarla gençlerin buluşması” ve ‘seyircinin olması’na bağlıyor:

  • Festivallerin görevi, sinema alanında gelişmeye çalışan genç nesil için, yapım yılı farketmeksizin nitelikli filmleri bir araya getirmek olmalı. Ve o filmlerin yönetmenleriyle izleyicileri buluşturup filmler hakkında fikirlerin tartışılması için festivaller alan yaratmalı. Festivaller bir anlamda eğitim misyonu taşıyor. Yeni nesilden gençler ve festival izleyicileri kendilerine sinema konusunda bir şeyler katıyorlar.

İnsanların yüzlerce yıldır “bir arenada toplu eğlendiğini” belirten Demirkol şunları ekliyor:

  • İnsanlar, ürettikleri ürünleri hep beraber mevsimsel dönemlerde kutlarlar, hasat zamanı gibi sevinçlerini paylaşılar. Film festivalleri de yüz yüze bir şekilde bir araya gelip kaynaşma noktaları aslında. Bir yandan üretimlerin görülmleri ve tartışılması konusunda da önem taşıyan festivallerde. Herkes kendi filmini ortaya koyuyor ve insanlar hem filmi izliyor hem de tartışıyorlar.
  • İnsanlık tarihindeki bu kadar yıl içerisinde, bir anda dijitalin her şeyi başka bir noktaya taşıyacağı düşünülemezdi. Tabii ki dijital dünya da, olması gereken ve yeni ufuklar açan bir oluşum aslında. Bir bakıma teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkmış televizyon, VHS kaset ve DVD’lerin ortaya çıkışları gibi düşünebiliriz dijital platformları. Buradaki temel amaç her zaman, somut olarak üretim yapmaktır. Ama öncelikle sinema salonlarında o film üretiminin sahneye çıkması ve izleyiciyle doğrudan teması etmesi gerekli. Film yaratıcıılarını da bu mutlu eder zaten, izleyiciyle paylaşmak için üretim yapılır. Hiçbir film yaratıcısının, filminin “hapishane” gibi kapalı bir odada izlenmesine sevineceğini sanmıyorum.

“Günlerini gün ederek kazançlarını kurtarmaya çalışan sinema salonu sahipleri var”

Salgın sırasında bazı sinema sahipleri, salona girişte herkesten “HES kodu” sorulmasına ve aşı olmayan kişilerden PCR testi istenmesine karşı çıkmış, bu yüzden halk sağlığına riskine karşı ticari çıkarlarını düşünmekle suçlanmıştı. Demirkol bu konuda şunları söylüyor:

  • Günlerini gün ederek kazançlarını kurtarmaya çalışan sinema salonu sahipleri var. Tüm dünyanın mücadele ettiği bir salgın var ve herkesin toplum sağlığını düşünmesi lazım. Bu kadar insanın ölümünün ardından ne mutluluk kalıyor ne de sanat. Sağlığına dikkat etmeyen ve aşısını olmayan bir insanın bir sinemaya, tiyatroya, restorana ya da uçağa binmeye hakkı yok bence, cinayet işlemekten farkı yok. O yüzden herkesin kendini ve çevresindeki tüm insanların sağlığını düşünerek etkinliklere gelmesi gerekiyor.
  • Biz de aşısı olmayan insanlardan [sinema salonunda film izlemek için] talep alıyorduk, ama hepsini geri çevirdik. İzleyici kaybettik belki, ama sağlığı önemsediğimiz için bugün sinemalar açık olmaya devam ediyor. SİSAY başkanı olduğum dönemde sıkı tedbirler alınması gerektiğine ve havalandırmanın önemli olduğuna dikkat çekmiştim. Tepki aldık sinemacı dostlarımızdan, ama pahalı da olsa havalandırmada sinemaların en iyi makineyi kullanması gerektiğine dikkat çekmiştim. Kapısı sokağa açılan sinemalar, doğal havayı aldığı için çok şanslı. Büfelerin otomata çevrilmesi ve 10 dakika araların kaldırılması gibi önerilerim de olmuştu.

Demirkol, Ankara Film Festivali’ne Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Esin Şenol’un danışman olduğunu hatırlatıyor:

  • 31. festivalimizde salgının daha başında olduğumuz için Esin hocamızla titiz bir çalışma yürüttük. Aşının olmadığı bir dönemde zor bir festival süreci geçirdik. Gelen herkese maske dağıttık, yüzde 50 kapasite ile salonlarda filmler gösterildi, seans araları ve gösterimler sonrasında salonlar dezenfekte edildi. Kazasız belasız bir festivalin ardından, 32. yılımızda da aşının olmasıyla beraber daha rahat bir süreç yürüttük.

Salonların kapalı olduğu günlerde Ankara Büyülü Fener Sinemaları’nda kendilerinin de zorlu bir süreç yaşadığını vurgulayan Demirkol şöyle devam ediyor:

  • Binamızı ve personelimizi korumayı öncelik olarak gördük. Filmleri gösterdiğimiz makinelerin bakımı bizi çok zorladı. Makinelerin ara ara açılması gerekiyor, çünkü uzun süre kapalı kalırsa bozulma tehlikesi doğuyor. Haftada iki gün makinelerin bakımı için uğraştık ve sinema kapalı olmasına rağmen ciddi bir elektrik faturasıyla karşı karşıya kaldık. Sinemaların 18 ay kapalı kaldığı süreçte, devletin kısa çalışma ödeneğinden yararlanarak personelimizin maaşlarını eksiksiz ödedik. Ekonomik olarak zorlu bir süreç geçirsek de yeniden sinemaların açılmasıyla süreci atlatmaya çalışıyoruz.

5 yıl sonra yeni bir platform da doğabilir, ama üretim olmadan hiçbir şey olmaz

Bazı sinemaların kalitesiz film seçtiğine ve başarısız film yapımlarına ortak olduğuna da değinen Demirkol, bu konuda da bazı salonların “tüccar” gibi davrandığına işaret ediyor:

  • Pek çok sinema kötü film beğenip salonlarına kötü film koyuyor ve izleyici gelmesini bekliyorlar. Başarısız olunca “promosyon” konusunu ortaya koyarak izleyici çekmeye çalışıyorlar. Avrupa’da sinemalar için prestij kartları var, bunlar daha çok sanatla alakalı. Ama bizde sinema ile alakası olmayan şeyler sinema ile kodlandırılmaya çalışılıyor. Çok iyi film üretenler de var ve bu iyi filmlerin bir şekilde iyi yerlerde seyredilmesi gerekiyor. “Sinematek” gerçeğini ve sinema kütüphanelerini unutmamak gerek. Dijital platformlardan MUBI’yi bu açıdan başarılı buluyorum. Beş yıl sonra daha farklı bir oluşum da çıkabilir, teknoloji kendini her zaman yeniliyor. Ancak üretim olmadan hiçbir platform, hiçbir sinema salonu var olamaz.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – “INVENTING ANNA” DİZİSİNDE GAZETECİLİK

Deniz Ali Tatar

Radyo ve Televizyon Programcılığı Bölümü ile Halkla İlişkiler Bölümü mezunu. Kültür-sanat alanında serbest gazetecilik yapıyor. Kültür-sanat dünyasından ünlü isimlerle gerçekleştirdiği söyleşileri kendi YouTube kanalında da yayımlıyor.

Journo E-Bülten