New York Times Genel Yayın Yönetmeni Dean Baquet son bir aydır verdiği bir dizi röportajda gazeteciliğin çağımızdaki rolünü değerlendirdi. Baquet, BBC’ye yaptığı açıklamada, “Yeni birini işe alırken ve çalışanlarımızla konuşurken hep vurguladığım şey, Donald Trump’a karşı direnişin liderliğine soyunmamamız gerektiğidir. Bu, New York Times için savunulamaz, gazeteciliğe aykırı ve ahlâk dışı bir duruş olur. Fakat Mother Jones dergisinin yayın yönetmeni olsaydım farklı konuşurdum” dedi. Bu sözler üzerine, hak temelli bir yayıncılık yapan ve Trump’ı sert eleştiren içeriklere sık sık yer veren liberal medya kuruluşlarından olan Mother Jones’a cevap hakkı doğdu. “Zekice, korkusuz gazetecilik” sloganını kullanan derginin CEO’su Monika Bauerlein, Baquet’in “kulakları yakan” ifadesine şu açık mektupla yanıt verdi:
Bir dakika, ne? Bu yazıda kullanılmak üzere [Baquet’in üstteki sözlerini] bir uçak yolculuğu sırasında deşifre ederken oğlum omzumun üstünden eğilip ekranıma bakıyordu. “Vay be, adam sizi harcamış” dedi. “Belki de sadece kendi yaptıkları işle bizim yaptığımız işin farkını vurgulamaya çalışıyordur, olamaz mı?” diye sordum. Durdu, Baquet’in sözlerini yeniden okudu. “Yok anne, harcamış sizi” dedi.
Baquet meslek hayatı boyunca güç odaklarıyla karşı karşıya gelmiş kuvvetli, korkusuz bir editördür. Bu, kendisinin, beyaz olmayan gazetecilerin bitmek bilmez engellerle karşılaştığı ve hâlâ medyanın üst düzey pozisyonlarında yeterince temsil edilmediği bir alanda öncü bir isim olmasının da ötesinde bir gerçek.
Baquet 10 yıl kadar önce medyanın küçülme dalgası başladığında her kuruluştaki editörlere, masrafları kısmaya çalışan şirket sahiplerine direnme çağrısı yapmış ve bunun sonucu olarak Los Angeles Times’ın genel yayın yönetmeliğinden kovulmuştu. (Bu olay LA Times yazı işlerinin 1.200’den 960 kişilik bir kadroya küçülmesine karşı çıkanların kavgasına da son vermişti. Maalesef.)
Öyleyse Baquet neden kendi kurumuyla rekabet eden bir haber yayıncısını –ki Mother Jones olarak bizler, kendimizden yaklaşık 25 kat daha büyük bir yazı işlerine sahip New York Times rekabetten kaçmıyoruz– “gazeteciliğe aykırı” ve “ahlâk dışı” diye yaftalayıp bir kenara itme ihtiyacı hissetti?
Gazeteciliğin en önemli işi nedir?
Bu sorunun cevabı, gazeteciliğin içinde bulunduğu krizin tam kalbinde. Bu cevap, New York Times’ın ve ABD’nin seçkin ana akım medyasının kalan kısmının, okurlarını inciten savunmacı bir pozisyona nasıl çekildiği ve mesleğimizin dayandığı demokrasiye hizmet etmekte nasıl başarısız olduklarıyla ilgili.
Ben buna inanıyorum ama bu sadece benim inancımla ilgili bir durum değil. Bu, gazetecilik mesleğinin ne olması gerektiğiyle ilgili. Her ne kadar biz gazeteciler cevabı bildiğimizi düşünmekten hoşlansak da, aslında bu kararı verecek olanlar bizler değiliz. Okurlarımız ve izleyicilerimizle kurduğumuz bir diyalog olmalı bu: Cevabı siz vereceksiniz. Yaptığımız işler ancak okurlarımızın desteğiyle mümkün olduğundan, bu gerçek en çok da Mother Jones için geçerli.
Öyleyse gelin böyle bir diyalog başlatalım. Önce ilk okumamız olarak çabucak bir anket yapalım ve ardından fikirlerinizi duymak istediğim daha derin bazı sorulara dalacağız.
Demokrasimizin krizde olduğu bugünlerde sizce gazeteciliğin en önemli işi nedir? Alttakilerden birini seçin:
Önce şu New York Times olayını biraz daha açalım. Times ikonik bir kurum. Gazetecilik dünyasında neredeyse eşi yok. Güç sahibi insanların bu gazeteye bir takıntısı var. En çok da Donald Trump’ın. Çok açık ki Trump tüm öfke nöbetlerine rağmen hâlâ Times’ın onayını alabilmek için yanıp tutuşuyor. Özellikle Twitter’da, bilhassa da tartışmalı yorum sayfalarında gazetenin yaptığı seçimleri didik didik eden okurları da öyle. Times’ın başarısı da, başarısızlığı da, diğerleri için çıtayı belirliyor.
Haberciler bir siyasi hareketin liderliğine soyunamaz
Baquet “direnişin liderleri değiliz” tezini ilk olarak, El Paso ve Dayton’daki silahlı saldırıların ardından New York Times “Trump ırkçılığa karşı birlik çağrısı yaptı” başlığını kullanıp meşhur bir başarısızlığa imza attığında öne sürmüştü. Okurlar ve Times çalışanları bu başlığa tepki gösterince, Baquet eleştirenlerin niyetlerini sorguladı. Times’ın duruşunun ilkeli bir direniş olduğunu savundu. Ama ona göre bu direnişi; nefrete, silahlı saldırganlara veya ABD başkanına karşı değil, okurlarına karşı veriyorlardı.
Baquet’in savunduğu fikrin bir parçası tartışma götürmez: Bir haber kuruluşu kendisini siyasi bir hareketin lideri olarak tasvir etmemelidir (zaten kendisine liderlik etsin diye bir haber kuruluşunu bekleyen hiçbir siyasi hareket fazla ilerleyemez). Ancak “Trump birlik çağrısı yaptı” başlığını eleştirenlerin Times’dan böyle bir şey istediği yoktu. Onlar, ırkçı ayrımları her fırsatta kışkırtan bir başkanın ağzından çıkan sözleri eleştiriye tâbi tutmadan yükseltmenin hakikâte hizmet etmediği uyarısında bulunuyorlardı. Times da bu yüzden bu başlığı hızlıca değiştirdi ve Baquet ilk başlığın hata olduğunu kabul etti.
Hepimiz hata yaparız. Hem de çok. Bazen bu hatalar zayıflıklarımızın işaretidir. Amerika’nın Times dâhil seçkin ve geleneksel haber kuruluşlarının zayıflığı ise ürkekliklerinin ve sahte bir dengeciliğin yarattığı kırılganlıkta yatıyor.
Haber kuruluşları bugün dört bir yandan ateş altında. Sola çeken Twitter’da muhabirlere, zorbalıktan ayırt etmesi güç bir şekilde yüklenmek bir spor gibi. Ama gazetecilere karşı en sert saldırılar istikrarlı olarak sağdan geliyor. Muhafazakâr milyarderler haber kuruluşlarına tazminat davaları açıyor, muhafazakâr talk şovcular kendi programları hariç her yerde herkesin taraflı olduğunu çığırıyor. Bir muhabire omuz atan Cumhuriyetçi bir Kongre üyesiydi. Medyayı bir numaralı düşmanı ilan eden de Cumhuriyetçi bir başkan.
(Bu arada yanlış anlamayın, bu saldırıların siyasetle ilgisi yok. Bunlar gazetecilikle ilgili. Nokta. Muhafazakâr dergi Weekly Standard, Trump’a meydan okumaya cüret ettiğinde bir yaylım ateşle karşılaştı ve sonunda kapanmak zorunda kaldı. Eski yayın yönetmeni Stephen Hayes ile National Review eski dergisinin editörü Jonah Golderg şimdi muhafazakâr bir bakış açısıyla gazetecilik yapmayı hedefleyen bir internet sitesi kuruyorlar. Eminim birçok Mother Jones okuru, “muhafazakâr bir bakış açısıyla gazetecilik yapmak diye bir şey keşke gerçekten var olsaydı” diye düşünmüştür ama şuradan bir bakıp kendiniz karar verebilirsiniz.)
Saldırılar gazetecileri savunmaya geçmeye zorluyor
Bu saldırılar aslında hakeme oynamanın en basit şekillerinden biri: Trump’ın yandaşları ‘liberal medya’dan yakınarak hedeflerini, sağ kanatlarını savunmaya zorlamaya çalışıyor. Seçkin ana akım haber kuruluşları siyasi söylemin tarafsız arabulucuları olarak görünmek amacıyla epey yatırım yaptıklarından, bunun tam tersi bir iddia geldiğinde tüm tuşlarına basılmış gibi tepki veriyorlar. Başkaları onların korkularını silaha dönüştürünce savunmaya geçiyorlar. Bu yüzden önemli haberleri atlıyor veya o kadar da önemli olmayanları fazla büyütüyorlar.
Mesela Hillary Clinton’ın sızan e-postaları 2016’da bir haberdi. Ama şimdi biliyoruz ki Times, Trump’ın Rusya bağlantıları skandalını büyütmeyip Clinton e-postalarına sayfalar ayırırken bir hata yaptı. (Çeşitliliğe sahip bir medya ekosistemine ihtiyaç duyduğumuza dair en iyi tezlerden biri de, 31 Ekim 2016’da Times’ın attığı “Trump’ı soruşturan FBI, net bir Rusya bağlantısı bulamadı” başlığında görülüyor. Oysa o günlerde meslektaşım David Corn, Christopher Steele’in bu bağlantıya dair belgelerinin FBI tarafından soruşturulduğunu ortaya çıkarmıştı.)
O sahte dengecilik ve her bir Trump skandalının muadili bir “Clinton skandalı” bulma içgüdüsü, Times’ın bu tür yanlış kararlarının arkasındaki akıl yürütmenin bir parçası olabilir mi? Times bu yüzden mi Steve Bannon’ın komplo teorilerinin kendisi üzerinden meşrulaştırılmasına izin verdi? (Bu teoriler sonunda Trump’ın da kafasına girmiş ve o bunları Ukraynalı mevkidaşına şantaj yaparken kullanmıştı.) Geçmişte ne olursa olsun, sağın hakemliğine soyunan Times, 2020 seçimleri öncesinde de propaganda ve dezenformasyonun sesinin yükseltilmesine yardımcı mı olacak?
Bir tarafta gazetecilik, bir tarafta propaganda
Bu önemli bir soru çünkü “liberal medya” bağırışları sadece haber kuruluşlarını değil, okurları ve izleyicileri de etkisi altına almayı amaçlıyor. Ve liberaller arasında bile işe yarıyorlar. Fox News ve Breitbart’ın bir ‘taraf’ta, Times ile CNN’in ve bazen MSNBC ile Mother Jones’ın diğer tarafta yer aldıklarını öne süren hatalı bir denklem yaratıyorlar. Birilerinden bir gün şuna benzer bir şey duyacağınıza sizi temin ederim: “Fox News ve MSNBC izliyorsanız bilin ki gerçek ikisinin arasında bir yerdedir.”
Ama bunu söylemek, gerçeğin elmayla armut arasında bir yerde olduğunu savunmak gibi bir şey. MSNBC gerçek bir haber kanalı. Bolca liberal yoruma yer veriyor ama gazetecilerinin olgularla çatışmasına izin vermiyor. (MSNBC ekranlarında Lawrence O’Donnell’in Trump ve Rus oligarklar hakkındaki iddiasından hemen sonra nasıl özür dilemek zorunda kaldığını hatırlayın.) Fox News ise bir propaganda örgütünden farklı değil. İçeriği, komplo teorileriyle hakaretin zehirli bir karışımı. Gerçekliğe bağlı sadece birkaç gazeteci araya karışmayı başarmış. Fox, yelpazenin herhangi bir noktasındaki bir haber kuruluşuna değil de, Trump’ın seçim kampanyasını yürüten ekibe daha çok benziyor.
Bu yüzden Baquet’in yorumları utanç verici. Times’ı daha makbul ve mâkul konumlandırmak için Mother Jones’u bir kum torbası gibi kullanıyor. “Şuradakilere bakın” diyor. “Onlar taraflı, onlar direnişe liderlik etmek istiyor.” Oysa “sahte haber” timinin Times’dan nefret etme nedeni, Mother Jones’tan nefret etme nedeniyle aynı: Gazetecilerin rahatsız edici gerçekleri ifşa etmesine katlanamıyorlar. Mother Jones olarak bizim Times’dan farkımız ise bunu yaparken mahcup bir tavır takınmamamız.
Direniş’in bir parçası değil ama direnişin parçası
Geleneksel Washington gazeteciliğinin son dört yıldır yaptığı temel hata, tüm siyaseti iki boyutlu olarak tasavvur etmekti. Bir yanda Demokratlar, bir yanda Cumhuriyetçiler. Bir yanda sağ, bir yanda sol. Bu yaklaşım, altımızdan geçen diğer onca fay hattına yeterince dikkatli bakmamamız sonucunu doğurdu. Bu fay hatlarının en önemlilerinden biri, küçük “d” ile başlayan demokrasiyi savunanlarla, otoriterliğe ve azınlık iktidarına yataklık edenler arasındadır.
Gazeteciler bu savaşta bir kenara çekilip, eşit ölçüde geçerli iki tarafın tarihini sâkin sâkin yazmakla yetinemez. Özgür basının küçük “d” ile yazılan demokrasiye ihtiyacı vardır. Demokrasinin de ona ihtiyacı vardır. Onsuz yapamayız.
New York Times büyük “D” ile yazılan Direniş’in bir parçası olamaz ve olmamalıdır. Ama otoriterliğe ve özgürlük karşıtlığına yönelik mücadelede küçük “d” ile yazılan direnişin bir parçası olsa iyi olur. Medya sektörünün Baquet gibi liderleri, otoriterliğe ve özgürlük karşıtlığına yönelik mücadelenin saflarında yer almaktan endişe duyuyorsa, kutsal görevlerine ihanet ediyorlar demektir.
Bu sadece bizim mücadelemiz değil, gazeteciliğin mücadelesi. Gerçeği yazdığımızda “sahte haber” diye bağıranlarla, internette fikirlerini ifade eden herkese, en çok da kadınlara ve beyaz olmayanlara saldıranlar aynı kişiler. Muhabirlere ve ailelerine musallat olmak için ciddi ciddi para toplayanlar bunlar. Yurttaş aktivistlere dava açanlar, yerel televizyonların haber bültenlerinin içini boşaltanlar… Bunlara karşı çıkmak partizanlık değildir. İktidara karşı gerçeği haykırmak ve bunu yapmamıza imkân sağlayan özgürlüğü savunmaktır.
Bizim diyeceklerimiz bunlar. Ama şimdi söz sizin.
Mother Jones’un 27 Kasım’da yayımladığı bu açık mektubun İngilizce orijinaline şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR – YURTTAŞ GAZETECİLİĞİ AKTİVİZM MİDİR?