Film

Gişede tarihi düşüş: Kendi hikâyelerinden korkan bir ülke olduk

Türkiye’de sinemalar son 10 yılın en düşük seyirci sayısını geçen ay gördü. 2018’e kıyasla 12 milyonluk bir seyirci kaybı var ve bu kayıp kendisini en çok yerli filmlerin izleyicisinde gösteriyor. Bir sinema işletmecisi; devletin, sanatçıların ve sinema emekçilerinin Yeşilçam ruhuna sahip çıkmamasından yakınıyor. Yapımcıların tekelleşmesinin yanı sıra siyasi ve toplumsal hassasiyetler gerekçe gösterilerek “kendi hikâyelerimizin” anlatılamaması yüzünden içerik tıkanıp kaldı. Ekonomik krizin üstüne bir de yeni yasanın getirdiği sorunlar binince, gişe dibi gördü. Sinemamızın hal-i pürmelalini araştırdık.

Boğaziçi Üniversitesi sinema salonu SineBU’da Hüseyin Karabey’in son filmi İçerdekiler’in bu hafta vizyonda olduğunu görüyorum. Yeni Türkiye Sineması’nın değerli yönetmenlerinden Karabey’in filmi dört haftada sadece 1.102 kişi tarafından izlenmiş. SineBU’dan çıkıp kapısı sokağa açılan sinemalar cenneti olan İstiklal Caddesi’ne geçiyorum.

Sabah saat 10.00, cadde coşkun ve bir o kadar da sabırsız bir insan selinin aktığı nehir gibi, kimsenin sabrı yok durup “küçük şeyleri” düşünmeye. Caddenin başında beni FİTAŞ sinemalarının şimdi bir bilgisayar oyun cenneti olan binası karşılıyor. Gülüşüm gölgeniyor, ama yolum uzun, yürüyeceğim. Biraz daha yürüyorum. Eski Emek Sineması’nın benim sadece hatıralarına yetişebildiğim sokağı şimdi terk edilmiş, uyanamamış bir sabahı yaşıyor.

Atlas Sinemaları’nın karşısından geçerken gözüm hep kapıda işletmecisi Cevdet Bey’i arıyor fakat bu sefer bir sessizlik var, çünkü Atlas Sineması yaz boyu tamire girmiş. 22 yıldır bu sinemanın sorumlu müdürü olarak çalışan Cevdet Bey’i, son durumlarını sormak için arıyorum. Şimdilerde pilavcılar ve nargile mekânı olmuş Yeşilçam Sokağı’nda görüşüyoruz. İlk sözü “Devlet, sanatçılar ve sinema emekçileri Beyoğlu’na sahip çıkmadı” oluyor.

Cevdet Pişkin ve İlknur Bilir, Yeşilçam Sokağı’nda

‘Bu yasa sanki sinema salonlarını bitirmek için yapılmış’

Yeni yasayı nasıl buldunuz dediğimde ise şunları söylüyor: “Bu yasa sanki sinema salonlarını bitirmek için yapılmış bir yasa. O büyük yapımcılar (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan’ın elini öptüler, sonucunda sinema piyasasına büyük bir yara aldırdılar. Bu arada Mars sinemaları da bitti. Şirketi satabilmek için üçe böldüklerini duydum. Şükrü Avşar ile konuştuğumda ise 150 tane sinema salonundan 15 tanesini kapatacaklarını söyledi. Duyduğuma göre zaten Avşar sinemaları bir İngiliz şirkete satılacakmış.”

Atlas’ı şu anda tamirata almışsınız? Geri gelecek mi?

“Şunu söyleyeyim. Beyoğlu’nun suratı tamamıyla değişti. Bir ruhu kalmadı. Bin metrelik alanda beş tane alışveriş merkezi açıldı. Bununla nasıl baş edebiliriz? Bir de küçük sinemaları koruyan bir yasa yok, Mars hem dağıtımcı hem de sinema işletmecisi. Bana bir film verdiklerinde altı hafta salonumu kapatıyorlar. İki tane salonum var, nasıl ayakta kalacağım ben? İlk iki hafta dolan salon diğer dört hafta boş çalışıyor. Mars bütün salonlarımızda aynı filmi oynatarak ipotek altına alıyor. Size şöyle diyeyim, bu işletme sekiz yıldır tek kuruş kâr getirmedi işletmecisine. Atlas’ın böyle yaşaması mümkün değil.”

‘Sinemalarla birlikte Beyoğlu tarihten siliniyor’

Cevdet Bey yanından ayrılırken ekliyor: “Ben öğrencilerden yani gençlerden umutluydum. Ama şimdiki gençlere de yapmadıkları kalmadı, sinemaya gitmeleri engellendi, parası kalmadı ki sinemaya gelsin. Bir de yeni yetişen gençliği internetin sunduğu kolaylığa bıraktılar. Ben şimdi okullara gidiyorum, öğrencileri gelsin diye. Sorun bizi aşıyor, müdürü aşıyor, il milli eğitim müdürlüğünü aşıyor. Bunun eğitim politikası ile değişmesi gerekir, umut buradadır. Kimin ne yaşayacağını bilmiyorum ama ömrümün öğrettiği Atlas, Beyoğlu Sineması, Demirören hepsi kapanacak. Kalacak olan yer, Emek’in yerine açılan alışveriş merkezi sinemasıdır.”

“Bağımsız sinemacıya destek verdikleri gibi sinemalara da destek olmalıdır devlet. Her şeyden önce bu bir tarihtir, sinemalarla birlikte Beyoğlu’nun da tarihini siliyorlar, unutturuyorlar. Şimdiki sinemacılar da seyircisini unuttu: Saray sinemasında çalışırken başrollerini Gülşen Bubikoğlu ile Kadir İnanır’ın paylaştığı Yaban (1973) filminin yönetmeni Osman Seden geldi filme. Ben de locaya aldım onu, kendisi ise ‘ben seyircinin arasına oturacağım, neye gülüyor neye kızıyor görmem lazım’ derdi. Şimdi ben yeni sinemacıları sinemada göremiyorum.”

Yerli filmlerin gişesinde yüzde 45 düşüş

Atlas sinemasından ayrılıp, Sinema Eserleri Yapımcıları Birliği (SE-YAP)’tan yapımcı Serkan Çakarer ile bu seyirci krizini görüşmek için tekrar İstiklal Caddesi’ne geçiyorum. Serkan Bey karşılıyor beni ofiste. “Kusura bakmayın iki gün oldu henüz yerleşemedik” diyerek bana bir bardak çay ikram ediyor ve ben bu yolu gelene kadar biriktirdiğim eteğimdeki bütün taşları döküyorum.

Kendisine ilk olarak 2019 yılı itibariyle izleyici sayısındaki totalde %25 yerli filmlerde ise %45 oranında yaşanan keskin düşüşün sebeplerini ve bu krizin nasıl hazırlandığını soruyorum?

“Geçen yıl 26 milyon olan yerli film izleyicisi bu yıla baktığımızda 12 milyonluk bir kayıp verdi” diyor.

Peki bu 12 milyon seyirci neden gelmedi ?

“Bu yılın başında yaşadığımız yapımcı ve dağıtımcı krizi sebep olarak gösteriliyor. Yasa tasarısı için tartışmalar sürerken senenin ilk çeyreğinde vizyon yapması beklenen birkaç büyük yapım çıkmadı. Yasanın temmuz ayında yürürlüğe gireceği kesinleşince de, filmler gösterim tarihlerini bu yılın ocak ve şubat aylarına erteledi.”

‘Popcorn krizi’ diye magazinselleştirildi

Bu yasanın hali hazırda sektördeki sorunları çözmeye yönelik bir yasa olması gerekmez miydi? Kriz tam olarak anlaşılmadı mı?

“Maalesef kriz ‘popcorn krizi’ diye isimlendirilip basında da sadece Cengiz Semercioğlu tartışması seviyesinde maganizel bir boyutta kaldığı için, şu anda sektörden herhangi bir insana da sorsanız ‘işte mısır ve promosyon gelirlerinden yapımcılara pay ayrılmıyormuş, ana akım yapımcılar da bundan pay istiyorlar’ der. Burada akıllara şu sorunun gelmesi gerekiyor: Bu sorun daha önce de vardı, neden 2019 yılının başında kriz ortaya çıktı?”

“İnsanlar bunu sadece bir sektör krizi gibi görüyor çünkü. Birçok kişi üretim modeli ve yerli film krizi gibi gösteriyor sorunun kaynağını. Öncelikle şunu belirtmek gerekli, ülkede çok ciddi bir ekonomik kriz var. Ve bu kriz de tabii ki doğrudan ekonomik krizle ilgili. Sektörün üretim maliyetleri döviz kurundan dolayı arttı. Bizim kiraladığımız ve kullandığımız birçok hizmet leasing üzerinden ilerliyor. Dolayısıyla şu anda bir film yaptığınızda, bu filmler artık üç, dört yıl önceki bütçelerle çekilmiyor. Sektörün içindeki aktörler bu giderlerle ilgili maliyet değişikliklerini kendileri gideremezler.”

1 milyon izlenen film bile maliyetini çıkaramıyor

“O zaman gelir kalemlerine bakıyorlar. En büyük gelir kalemi de sinema salonlarından gelen vizyon gelirleridir. Son iki üç yıldır ortalama bilet gelirleri 11, 12 liraydı. Fakat sonuç olarak 1 milyon izlenen – ki bu iyi bir rakamdır günümüz koşullarında- filmin bile maliyetini çıkaramayacağı bir noktaya geldi. Haliyle fiyatlarının promosyonlarla arttığını fakat yapımcının payının artmadığını gördüler. Sektörde kendi aralarında sorunu çözemeyen dağıtımcı ve yapımcılar son çözüm olarak da bakanlığın kapısını çaldılar. Bu maliyetin birinci kısmıydı.”

Çakarer’e göre maliyetin ikinci kısmı likidite problemi. “Piyasada para yok dedikleri sorun yani. Kriz zamanlarında insanlar özel tüketim harcamalarını kısarlar. Sinema da haliyle özel tüketim harcaması olduğu için bu krizi de makro ekonomik çerçevenin dışında düşünmemek gerekir. Hem maliyet artışı hem de likidite problemi bu krizin iki tetikleyicisi.”

Son Nolan filminin bütçesi tüm filmlerimizin gelirinin iki katı

Bu son krizle birlikte görüyoruz ki yerli film izlenme oranı yabancı filmler karşısında azalmış. Türkiye, yerli filmlerin gişede güçlü olduğu birkaç Avrupa ülkesinden biriydi. Bu konuda nasıl bir yol izlendi ya da bu sonuç neyi gösteriyor? Çakarer cevap veriyor:

“Türk sinema endüstrisini sadece yerli filmlerin izlenme oranı üzerine kurmamak lazım bence. Neyin %50’si ve yahut %60’ı? 70 milyon izleyicinin ürettiği geliri dolar olarak çevirdiğinizde 150 milyon dolarlık bir gelir demektir. Bunun %60’ı yerli filmlerden geliyor. Toplamda Türkiye yerli sinemasının yıllık geliri 90 milyon dolara tekabül eder. Şöyle söyleyeyim bugün bir haber okudum: Christopher Nolan’ın yeni filminin bütçesi 200 milyon dolar olarak açıklanmış. Demek istediğim çok büyük bir endüstriymişiz gibi düşünülmesi insanları atalete sürüklüyor. Yok öyle bir durum.”

Serkan Çakarer

Çakarer’e sinema yasasındaki sorunu da soruyoruz: “Yasa ile ilgili genel sıkıntımız şu: Kamu yararı desteği noktasında nasıl filmlerin üretilmesine yardımcı olacağız ? Yasanın son hali filmi ticari ve bir meta gibi gören bir melez hale büründü. Yasanın temel çıkmazı ‘sinema ticari bir faaliyet midir yoksa bir sanat mıdır’ sorusunu cevaplamaması. Ana akım yapımcıların yasaya son dakika müdahalesiyle promosyonların yasaklanması ile ilgili olan 13. maddeyi koyması da yasanın ruhunu bulandırdı.”

“Sinema salonu işletmecileri, filmin yapımcısı ve varsa dağıtımcısı ile yapılacak sözleşme ile belirlenecek indirimli bilet fiyatlandırmaları hariç olmak üzere sinema biletini içeren abonelik, promosyon, kampanya ve toplu satış faaliyetleri gerçekleştiremez.”(5224 no.lu kanunun 13. maddesinden)

“Bir de şöyle bir durum var, yasaların yazılı olarak var olması önemlidir, fakat bir ülkenin sinema habitatını o ülkenin yazılı yasaları belirlemiyor. Örnek olarak Polonya ve Macaristan’a baktığınızda yazılı olarak yasaları aynıdır. Peki neden Polonya bir sinema cenneti iken Macaristan bir cehennem. Çünkü rejim doğru bir rejim değil. Ülkenin geldiği durum ile mevcut anayasanın nasıl bir ilgisi var, hiçbir alakası yok. Doğrusu yazılı mı yazılı, fakat uygulamada her şey anayasaya aykırı. Yasaların yazılması önemli fakat fiili durum da önemlidir. Bu sinema yasası için de böyledir. Arkasında sektörel teamüller oluşacak mı, politik ve bürokratik irade nerede duracak, yasanın içerisinde bu konular düşünülmelidir. Oluşturulmak istenilen rejim nasıl bir rejim aslında ve öngörülen model nasıl bir model? Fransa ve Belçika sinema ortamı ile Türkiye sinema ortamında sadece yazılı farklar yoktur.”

‘Netflix de rekabet karşısında bocalamaya başladı’

O zaman Türkiye sinema endüstrisinin bir model sorunu var diyebilir miyiz?

“Bizim şu anda mevcut hükûmetin sinemaya bakışı farklı. Demek istediğim o, Mars gibi dağıtımcıları ya da BKM gibi yapımcıları bir tekel olarak görmüyor. Onları bir kalkınma modeli olarak tercih ediyor çünkü bir sinema sahibinin dağıtımcı da olması onlar açısından yönetimi kolay bir sistem. Dağıtımda bir tekel oluşmasının önüne geçilmediği için de şimdi promosyonlar noktasına yasak getiriliyor. Türkiye’nin sinema endüstrisi sorunu model sorunudur. Nasıl bir model istediği ile ilgili kafası karışık. Amerika gibi bir sinema modeli isteniyorsa, ülkedeki rekabet koşullarını denetlemesi lazım, tekelleşmenin önüne geçilmesi gerekiyor muhakkak. Netflix şu anda abone kaybına uğramaya başladı Amerika’da, çünkü büyük stüdyoların da dijital platformları pazara girmeye başladı ve rekabet koşulları sağlıklı yürüyor orada.”

‘Sinema televizyon yapımcılarının tekeline girdi’

Yasa tartışması bağımsız sinemacılar değil de Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz, Mahsun Kırmızıgül gibi sinemacılar üzerinden şekillendi. “Yapımcılarda da bir tekel olduğunu düşünüyor musunuz? Bunun da bu sistem sorunu ile bağlantılı olduğunu söyleyebilir miyiz?” diye soruyorum.

“Tabii. Sinema ile ilgili uzun, orta ve kısa vadedeki yaşayacağımız kesin olan tıkanmaların ana sebeplerinden biridir. Yapımcı tekelleşmesi içerikte yaşanan tıkanmanın da başlıca sebebidir. Türkiye’de ana akım ticari sinema tamamıyla televizyon yapımcılarının tekeline geçmiş bulunuyor. Haliyle üretilen filmler, projelendirme aşamaları, finansmanı ve öngörüleri tamamıyla bir televizyon dizisi estetiği ile yapılıyor. Bu yapım modelini değiştirmedikçe bu içerik krizinden çıkmanın imkan ihtimal dahilinde olduğunu düşünmüyorum.”

Bu yıl büyük bütçeli diziler de göremeyeceğiz

“Şu anda televizyondaki işlerde de sorunlar yaşanıyor. Bu yıldan itibaren büyük bütçeli diziler de göremeyeceğiz haliyle o kadar da izlenilecek ürünler çıkmayacak ortaya. Şu anda yatırım yok. Baktığınızda televizyon kanalı ne ile açılıyor? Kredilerle açılıyor. Devlet havuzun ağzını açıyor fakat nakit akışı, sermaye yok. Demirören Medya nasıl alındı diye soruyor muyuz? Böyle alındı. TRT yeni kanal açıyor, film satışları için konuştuğumuzda ‘Abi şu kadar verebiliriz’ deniliyor. Neden, çünkü yatırım yok. Yatırım olmadan sonuç böyle olur. Netflix’e neden bu kadar teveccüh gösteriliyor çünkü yatırım yapmışlar Türkiye’ye. Sorduğunuzda belli bir süre içinde ne kadar yatırım yapacaklarını size söyleyebiliyorlar.”

Geçtiğimiz 20 Temmuz’da Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun çektiği Bakur belgeselinin gösteriminden dolayı yönetmenlere dörder yıl altışar ay erteleme olmaksızın hapis cezası verildi. Bu yaşanan son olayı da düşündüğümüzde sansür ve sinemanın bağımsızlığı gibi sorunlarda neredeyiz?

‘Cumhurbaşkanının hassasiyeti gerekçesiyle filmin yaş sınırı yükseltildi’

“Bu bahsettiklerimiz bir sinema problemi değil. Dünyanın hiçbir yerinde iki yönetmen film çekti diye cezalandırılıp pasaportlarına el konulmaz. Bu nasıl bir ülke olduğumuzda çok ilgili bir durum. Geçtiğimiz gün Twitter’da gördük Trabzon’da Iraklı bir turist kafile üzerinde Kürdistan yazılı bayrakla fotoğraf çektirdi diye saldırıya uğradı. Türkiye’nin politik ortamı ile ilgili bir durum bu. Daha öncesinde Benim Varoş Hikayem (2016) isimli eser işletme belgesi olan filmin yönetmeni Yunus Ozan Korkut’a Batman’daki bir izleyici şikayeti ile dava açıldı. Türkiye’de şu anda çok olağanüstü bir durum var. Son örnek, geçtiğimiz ay Türkiye’de vizyona çıkmış Anadolu Turnesi isimli bir belgeselin +18 yaş sınırı aldığını gördüm. Neden bu kadar yüksek bir yaş sınırı verildiğini sormak için filmin yapımcısını aradım. Yapımcı bakanlıktan şu cevabı almış ‘Biliyorsunuz Cumhurbaşkanımız hakaret, küfür, bu gibi şeylerde çok hassas.’ Filmde hakaret yok, kaldı ki telif hakları ile sınıflandırma yapan bir insan, Cumhurbaşkanının hassasiyetlerine göre bir karar verebilir mi? Bunların hepsi şu anda politik olarak normal bir ülkede yaşamadığımızı gösteriyor işte. Antalya Film Festivali’nde de yerli sinemacılar hükûmet karşıtı konuşacak diyerek ulusal sinema kategorisini kaldırdılar.”

‘Sinema filminde televizyon gibi ‘bip’ istediler’

Çakarer, geçtiğimiz günlerde Şişli Belediyesi’nin halka açık sinema gösteriminde de bir hadise yaşandığını söylüyor: “Gece yarısı bir telefon geldi: ‘Ya bu filmde küfür var, bu yerleri bipleyebilir miyiz’ diye soruyorlar. Yahu sinema mecrasında bip olur mu? Televizyon mecrası gibi görüyor. Bunun bir aşama sonrası içki var, sigara var, burayı karartır mısın, diye sormak. Belediye 7-13 yaş sınırlaması almış filme bip konulmasını talep edebiliyor, çünkü olay sosyolojik ve kültürel bir mesele. Yazılı kanunlarla hallolacak bir sorun değil bu .”

“Sinema izleyicisi yetiştirme” konusunda yasanın nasıl bir bakış açısı olduğunu soruyoruz. Örneğin filmi izleyecek olan seyirci yasada önemli bir faktör mü? Çakarer şöyle diyor:

“Bu yasaya göre Milli Eğitim Bakanlığı’nın belli filmlere bilet alıp daha önce yürütülen 1 Milyon Öğrenci Sinemaya kampanyasındaki gibi o filmlere çocuklar götürülecek. Fakat burada şu sorun ortaya çıkıyor: Hangi filmlere? Sonuçta bakanlığın hangi filme bilet alıp öğrencileri götüreceği de ideolojik ve politik bir karardır. Aslında bunun festivallerle yürütülmesi gereken bir iş olduğunun bilinmesi gerekiyor. Buna ortam sağlayacak festivallerle ortak bir sinema kültürü oluşturulmalı. Çocukları lunaparka götürür gibi fiziki olarak sinemaya götürmenin bir önemi yok. Bakanlığın festivallere yaptığı destekleri bu uğurda yapması gerektiğine inanıyorum. Festivallerin Türkiye’yi tanıttığı için desteklenmesi değil, oldukları yerde sinema izleyicisini yetiştirmeleri ve endüstri içi iletişimi de sağlamaları için bir destek verilmeli.”

‘Yapabiliyorsan şimdi İmam Hatip komedisi yap’

Çakarer günümüzün izleyici profilini şöyle görüyor:

“Ben şu andaki gençliğin daha muhafazakar olduğunu düşünüyorum. Ben kendi kuşağıma baktığımda şimdikilerin dejenere diyebileceği kadar farklıydık ve farklılıklara açıktık. Geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nde tesadüf ettiğim bir olayla sonlandırmak istiyorum cevabımı. Filmimizin deneme gösterimini yapmak için sinemanın fuaye alanında görüntü yönetmeni ile o sırada oynayan filmin bitmesini bekliyorduk. Birden salonun kapısı açıldı ve daha yirmi yaşlarında bir kız oldukça sinirli bir şekilde ‘Kardeşim sanatla sapıklığı birbirine karıştırmayın, ben kardeşimle de gelebilirdim’ deyip filmden çıktı. Tüm festival çalışanları ve biz şok olduk. Kataloğu açıp baktığımızda, içeride oynayan filmin El Angel (yön. Luis Ortega, 2018) olduğunu gördük.”

“Düşünün ki bu film Arjantin’in Oscar adayı. Böyle bir filmden seyirci bu tepkiyle çıkıyor, Belçika’nın Oscar adayı film bizde +18 yaş sınırında izletiliyor ki aynı film Belçika’da genel izleyici sınıflandırması ile vizyonda gösterildi. Türkiye’deki içerik kalitesi düşünün bu seviyelerde. Haliyle yerli filmler dünyaya açıldığında bir şey söyleyemiyor dünya izleyisine. İçerik olarak, hikaye olarak, yapım kalitesi olarak çok sıkıntılarımız var. Belli sahneleri çekemiyorsunuz deniliyor. O belli sahneler neden çekilemiyor çünkü toplumla çok yakından ilgili bu süreçler. Toplum değişmedikçe o sahneler de çekilemiyor. Şu anda Hababam Sınıfı’nın yeniden yapımları çekiliyor. Sene olmuş 2019, Hababam Sınıfı’nın okulu mu kaldı! Yapabiliyorsan şimdi İmam Hatip komedisi yap, yapabiliyor musun yapamazsın. Yapılan filmler kırk elli yıl önceki filmler. Toplum aynı toplum değil ki değişiyor.”

Tek çıkış yolu sinema ülkesi olmak

Buradan bir çıkış var mı? Çakarer’e göre bu ancak, bir sinema ülkesine dönüşebilmek için çalışırsak mümkün olabilir…

“Türkiye şu anda bir sinema ülkesi değil. Henüz bir film merkezi bile yok Türkiye’de. Sinema genel müdürlüğünde yürüyecek bir iş değil. Ben şu anda SEYAP’ta ne yaptıysam kendim için değil gelecek nesiller için yapıyorum çünkü bu değişim beş, on yılda yapılacak iş değil. Türkiye şu anda sinemada raydan çıkmış bir durumda. Sonuç olarak dünyadan uzakta ve izole bir şekilde üretim yapamayız. Geride kaldığımız her nokta bize bugünkü gibi krizler ve tıkanıklıklar olarak geri dönüyor. En kısa zamanda Türkiye’nin bir sinema ülkesi olması için çalışılmalı.”

‘Kendi hikâyelerimizi anlatamıyoruz’

Sinema salonu işletmecisi Cevdet Pişkin, yapımcı ve sektör temsilcisi Çakarer’in ardından yerli dağıtım sektörünün güçlü dağıtım şirketlerinden The Moments Entertainment (TME Films) pazarlama ve dağıtım müdürü Sultan Duranay ile görüşmek için şirketin 4. Levent’teki ofisine geliyorum.

Sultan Duranay

Sinema yasası hazırlanırken devletin karşısında sinema salonları, yapımcılar ve dağıtımcılar vardı. Sultan Hanım’a yerli filmlerini yurtdışına satmak için gerçekleştirdikleri bir toplantı sonrası yerli film sektöründeki krizi sorduğumda, “Kendi hikayelerimizi anlatamıyoruz, içerik sıkıntımız var” diyerek söze giriyor: “2018 yılının gişe gelirlerine baktığımızda, toplam gelirin %50’sini ilk 15 film yapmış. Bu ilk 15 filmin 12 tanesini yerli filmler oluşturuyor. Dolayısı ile baktığımızda içerik bugünkü sorunun ana kaynağını oluşturuyor.”

‘Bu yasa sektöre büyük bir darbe vurdu’

“Yürürlüğe giren yeni yasanın ardından bu krizi dağıtımcı olarak nasıl yorumluyorsunuz?” diye soruyorum:

“Bu yasa sektöre çok büyük bir darbe vurdu. Sinema salonlarındaki vizyonu öldürecek bir teknoloji çağındayız. Yasada sinema perdesi düzenlemelerle korunmalı. Türkiye’de sinema salonlarını koruma adına kapsayıcı bir düzenleme maalesef bu yasada da yok. Vizyondayken filmi dijital platforma koyduğunuz zaman kısa vadede değil ama uzun vadede izleyici alışkanlıklarını değiştirirsiniz. Türkiye bu konuda daha dikkatli olmalı. Mesela, Organize İşler: Sazan Sarmalı Netflix Türkiye’de gösterildiğinde Fransa ve Almanya’da Netflix o filmi açamadı, çünkü film orada da sinemalarda vizyondaydı. Fransa ve Almanya sinemalarını sinema yasalarıyla koruyor.”

Biraz da küçük sinema salonlarının büyük “multiplex” sinemalarla aynı yarış içinde olması etkiliyor bu durumu sanırım. Dağıtımcı olarak Duranay şu yanıtı veriyor:

‘Mars’ın almadığı bir filmin iş yapması neredeyse imkânsız’

“Şöyle ki, yıllar evvel Paris’te home-video sektörü ile ilgili bir toplantıda alışveriş merkezlerinde DVD satılan reyonları görmek istediğimi söylemiştim. En yakın alışveriş merkezi şehir merkezinden trenle yarım saat uzaklıktaki bir mesafedeydi. Neden bu kadar uzakta diye sorduğumda ise Fransız meslektaşım ‘Yerel dükkânları korumak için hipermarketleri şehir dışında tutmak zorundayız’ demişti. Bu tutarlı bir politikanın ürünü işte. Onlar sinemalarını da aynı şekilde koruyorlar. Türkiye’de şu anda Mars bir filmi almazsa o filmin iş yapması çok zorlaşıyor, neredeyse imkansızlaşıyor, çünkü hem dağıtımcı hem sinema salonu sahibi olamazsın. Bu, sektördeki hiç kimseye uzun vadede yaşama şansı bırakmaz.”

Günün sonunda yola çıktığımız yere Sinebu’ya döndüğümüzde görüyorum ki burada gösterilen İçerdekiler filmi Mars tarafından dağıtılmadı ve Mars’ın salonlarında gösterime girmedi. 29 Temmuz 2019, 19:00 seansında bu film Sinebu’da ekibin katılımıyla gösterimde olacak.

Bitirirken, tekrarlamakta fayda var: Türkiye sinema endüstrisi 2019 yılında geride bıraktığımız altı ayda son 10 yılın en başarısız yılını yaşıyor. Endüstrideki bu daralmanın sebebi hükûmetin son iki yıl içerisinde yürüttüğü başarısız ve taraflı kamu fonu yönetimi, kara listelerin dolaşması, festivallerde uygulanan sansürler, sinemacılar hakkında davaların açılması ve son olarak da geçtiğimiz ocak ayında bağımsız sinemacıları ve sinema endüstrisinin beklenti ve ihtiyaçlarının çok gerisinde imzalanan sinema dağıtım ve sınıflandırma yasası. Tüm bu sebeplerle birlikte çevrim içi film izleme platformlarını denetleyebilecek, sinemaların lehine çalışan bir iç çalışma tüzüğünün de olmaması krizi tetikledi.

İlknur Bilir

Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü ve Film Çalışmaları bölümlerinde lisans eğitimini tamamladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon bölümünde sinemada dijital ve alternatif dağıtım mekanizmaları, ulus-ötesi yapım ve dağıtım modelleri üzerine yüksek lisans tezini yazıyor. Gazeteciliğe Medyascope.tv'de reji asistanı olarak başladı. Haftalık sinema programı Sinemasalı’yı hazırlayıp sundu. Türkçe, İngilizce ve Kürtçe dillerinde haberler ve akademik yazılar kaleme aldı. Bağımsız belgesel haberciliğine devam ediyor.

Journo E-Bülten