Rasim Ozan Kütahyalı’nın Beyaz TV ekranlarından bir kez daha uzaklaştırılması son günlerde çok tartışıldı. Televizyon alanında medya eleştirisinin önde gelen teorisyenleri bugünleri görse acaba ne yorum yaparlardı? Kütahyalı vesilesiyle Neil Postman, Dallas Smythe ve Elihu Katz’ın fikirlerini hatırlayalım.
İnsana dair hiçbir şey bize yabancı değildir
Popüler kültür, sosyal sermayesi yüksek, entelektüel veya yarı-entelektüellerce hor görülmeye müsait bir alan. Ancak ister samimiyetle popüler kültürden tiksinin, ister buradan sosyal sermaye devşirmek için tiksinir gibi yapın, toplumsala dair söyleyecek sözü olanların, özellikle de iletişim alanında yazıp çizenlerin kültürün bu “düşük” halini görmezden gelmesi mümkün değildir (en azından olmamalıdır).
Zira kitlelerin ekseriyeti buradan beslenir, toplumun günlük pratiklerinin içine bu “düşük” kültür nüfuz eder. Bu sebeple, Rasim Ozan Kütahyalı (ROK) ve ekranlara veda – dönme – tekrar veda macerası üzerine derli toplu birkaç laf etmeyi toplumsalı ve toplumun medya ile ilişkisini anlamak için iyi bir fırsat olarak görüyorum.
Ekranların en ‘samimi’ Yüzü: ROK
Kütahyalı’nın akıllara durgunluk veren canlı yayın “patavatsızlığı” sonrası ekranlardan uzaklaştırılması gerek kamuoyunu meşgul etmiş, gerekse medya içi gıybetleri harlamıştı. Yaklaşık bir senedir ekranlardan uzak kalan bu ekran “yıldızı” “rating canavarı” sahnede olmadığı süre zarfında ayrılmak zorunda kaldığı programında durmadan yâd edilmiş, özellikle Twitter üzerinden gelen mesajlarda izleyenleri / sevenleri tarafından tekrar ekrana çıkmaya davet edilmişti.
Kanalın yönetimi ve ROK muhtemelen yeterince zaman geçtiğine kâni olmuş olacaklar ki 19 Ağustos tarihinde Kütahyalı, yorumcusu olduğu Derin Futbol programında boy gösterdi ve ekranlara döndüğünü müjdeledi. Kendisinin ekrandan yaptığı açıklamaların derli toplu bir hâli Twitter profilinde görülebilir. Buna göre ROK yanlış anlaşılmıştı; internette okuduğu bir şeyi ne olduğunu düşünmeden canlı yayının heyecanı ile söyleyivermişti ve bunun için çok pişmandı. Şükür ki Boşnak kardeşler kendisini affetmişlerdi (!).
Oysa hemen ertesinde kanalın genel yayın koordinatörünün yaptığı açıklama ile durumun böyle olmadığı ya da yanlış aksettirildiği anlaşıldı. Açıklamaya göre Boşnak federasyonları ROK’u affetmemişti, aralarında bir görüşme de gerçekleşmemişti.
Kimin neyi ne kadar doğru veya yanlış anladığından ve/ya aksettirdiğinden bağımsız olarak, yaşanan her musibetten bin olmasa da en azından bir nasihat çıkarmak gerekir desturu ile bu spesifik vaka üzerinden medya nedir, nasıl işler, ekranlarda neyi, neden, ne amaçla görürüz üzerine düşünmekte fayda var.
‘Teoride teori ile pratik aynı şeydir, pratikte ise değil’
Kitle iletişim teorileri, iletişim fakültelerinde ders olarak okutulur; öğrencilerin ekseriyeti bunları neden okuduğunu anlamaz, zaten okumaz da; havada kalan soyut, garip laflar olarak mazideki yerini alırlar. Bu dersi üniversite düzeyinde veren biri olarak naçizane yorumum şu olabilir: Teori bir soyutlama becerisidir ama buraya ancak somuttan varılabilir. Spesifik vakalarda meselenin adını koyabilmek adına önceden sıkıştırılmış bir bilgi özü olarak formülize edilmiş teorik bilgiyi bu vakaya uygulayabildiğinizde gerçek anlamda teoriye vâkıf olmuş sayılırsınız.
ROK vakasında da akla hemen gelen üç teori konuyu anlamamızda bize yardımcı olabilir.
Neil Postman: Öldüren Eğlence
“Amerikalılar artık birbirileriyle konuşmuyor, birbirilerini eğlendiriyorlar. Birbirileriyle fikir alışverişinde değil, imge alışverişinde bulunuyorlar. Önermelerle değil; güzel görünümler, ünlüler ve reklamlarla tartışıyorlar.” ―Postman, Öldüren Eğlence
Televizyonun bir aptal kutusu olduğu, izlememek gerektiği klişeleşmiş bir ifadedir ancak genelde burada kastedilen içeriğin kötü, düşük, yoz olmasıdır. Bu mantıkla, iyi içerik üretilse, insan televizyondan faydalanabilir de. Oysa iletişim teorisyenleri arasında önemli bir yere sahip olan Neil Postman, bu konudaki en katı görüşlerden birini savunur ve televizyonda faydalı, hayırlı bir iş yapmanın pek de mümkün olmadığını zira kategorik olarak imgeye, özellikle de akan imgeye (video) dayalı bir mecranın rasyonel, sakin bir şekilde düşünmeye müsaade etmediğini vurgular. Kolajlanmış imgeler ve üstüne konmuş sesler dünyası insanı ancak eğlenceye götürür; o da boş, çıldırtan, sonunda öldüren bir eğlencedir.
“Kültürümüzde televizyon, insanın kendisini anlamasının birincil aracıdır. Bu sebepten (ki burası meselenin can alıcı noktasıdır) televizyonun dünyayı nasıl tasvir ettiği, dünyanın esasında nasıl olması gerektiğini de belirleyen bir modele dönüşür. Televizyon ekranlarındaki eğlencenin, toplumsal söyleme dair bir metafor olmasından ziyade ekranın dışında da bu metaforun belirleyici olması mühimdir.” ― Postman, Öldüren Eğlence
Bu tanıma bakınca ROK’un tam manası ile Postman’ın ifade ettiği öldüren eğlencenin güncel bir örneği olduğu savunulabilir. Zira rasyonaliteden tamamen uzak; genellikle anlamsız söz öbeklerinin yükselip alçalan bir ses ile, fiziksel temaslara da varan sululuklarla bir spor programı kisvesi altında gösterimi bir yanıyla çoğumuzun eleştirip küçümsediği, ancak gene pek çoğumuzun içten içe itiraf ettiği gibi izlerken hayvanî bir haz aldığı “mahçup zevk” hâline gelir.
Dallas Smythe: Bir meta olarak kitleler
“Parasını vermiyorsanız muhtemelen ürün sizsiniz” ifadesini duymayan kaldıysa buraya bırakalım ki bu paragrafın bağlamı netleşmiş olsun. Televizyon izlerken, kablolu yayın değilse bir para vermediğinizden, veya verseniz bile bu miktar üretim maliyetlerini karşılamaktan uzak olduğundan size ayrıca reklam izletilir (tam da bu sebepten devlet televizyonunda, sinemalarda ve Netflix’te reklam olması manasız ve yanlıştır zira o para hâlihazırda fazlası ile verilmiştir). Bu durumda kanalın müşterisi siz değilsinizdir, reklamverendir. Siz sadece markaya sunulan hedef kitle segmentlerinden birinin içinde bir zerreden ibaretsinizdir.
“Reklamverenlerin reklam bütçeleriyle satın aldıkları şey nedir? Çıkarcı işadamları olarak hayrına ya da havaya suya saçmıyorlar reklam paralarını. Satın aldıkları şey öngörülebilir özelliklere sahip, belli pazar alanlarında belirli iletişim araçlarındaki programlarla sayı olarak tahmin edilebilir oranda ilgilenecek olan izlerkitlenin hizmetidir. …reklamverenler izleyicinin ilgi/alakasını satın alırlar ve böylelikle izlerkitle meta hâline gelir.” ― Smyhte, On the Audience Commodity and its Work
ROK vakasında da kanal, imajının kötülenmesini ve negatif tepkileri göze alarak, oldukça kalabalık ve etkili bir grup olan Boşnakları kızdırmak pahasına Kütahyalı’yı ekranlara geri döndürmüştür zira kendisi olmadan program izlenmemekte, ratinglerin düşüklüğü yüzünden de reklam geliri elde edilememektedir.
Ancak tam bu noktada hatırlatmak gerekir ki, neredeyse her zaman pratik, teoriden daha komplekstir. Bu vakada da tepkiler beklenenden büyük olunca, ROK hayranlarını bir kez daha, muhtemelen uzunca bir süre kazanamamak üzere tekrar terk etmek ve kanal da tatlı reklam gelirinden mahrum kalmak zorunda bırakılmıştır.
Elihu Katz: Kullanımlar ve doyumlar
Medya, özellikle de televizyonun kitleleri manipüle ettiği, uyuşturduğu veya belli bir yöne kanalize ettiği iddialarına karşı geliştirilmiş bu teoriye göre kitleler pek de öyle pasif değildir; ne istediklerini içgüdüsel olarak bilirler ve bunu ekranlardan temin ederler.
“’Kullanımlar yaklaşımı, kitle iletişim araçlarının en güçlüsünün dahi, kişiyi -içinde yaşadığı toplumsal ve psikolojik bağlamda ‘işine yaramayacaksa’- öylesine etkileyemez demektedir. ‘Kullanımlar’ yaklaşımı, insanların değerlerinin, çıkarlarının, ilişkilerinin, toplumsal rollerinin önemli olduğunu ve onların gördüklerini ve duyduklarını seçici bir şekilde bu çıkarlara doğru ‘büktüğünü’ iddia eder.” ― Katz, Mass Communications Research and the Study of Popular Culture
Hayatında gerçek aşkı bulamamış ve dahi yanına bile yaklaşamamış genç kız Erkenci Kuş izlerken hem kaslı bir bedenin üzerine yerleştirilmiş sakallı bir kafanın yaydığı iç gıcıklayıcı auraya mahzar olur, hem de gerçek hayatında yaşayamadığı romantik hislerin bir simülasyonunu burada deneyimler.
Bütün icraatı mahalle arasında TikTok’ta Haram Oldu videosu çekmek olan ergen oğlanlar da benzer şekilde Çukur izlerken fırsat verilse koca bir mahalleyi değil, bütün kenti ve dahi ülkeyi sopaya çekebileceklerinin hayalini kurarlar.
Bu izleme tercihleri kısmen bilinçlidir ve esasında bir dayatma yoktur. Hatta medya bu yayınları sunmasa, kitleler eğer isteklerinde samimi iseler bunları talep edeceklerdir.
Ki ROK meselesinde olan tam olarak budur. Ekranlardan tekrar kovulduğunun kanal yetkilisi tarafından açıklandığı twitin altına gelen yorumlara bakınca görülen manzara şudur: Kitlelerin ciddi bir kesimi ROK’a açtır, istedikleri de öldüren eğlenceden gayrısı değildir.