Sevim giderken benim de içimden bir şeyleri alıp götürüyor. Sevim giderken bana kaybın ne demek olduğunu öğretiyor. Meğer canımızın arkasından yazmak da varmış…
Sevim Gözay tertemiz bir insandı. Aksini söyleyeni bulamazsınız. Kaybedilen bir dostun arkasından güzelleme değil bu. Tanısanız anlardınız.
O bambaşkaydı. Herkesin girmek için can attığı o parıltılı dünyanın içinde mütevazı bir emekçiydi. Ve bu, o göçmen kıza, Tenekeci İlyas’ın kızına nasıl da yakışıyordu!
Kendinden başka kimseye benzemezdi Sevim. İnceydi, zekiydi, orijinaldi. Kesinlikle karizmatikti. Kapıdan girdiği zaman enerjisiyle, ışıltısıyla ortamı aydınlatırdı. Yetenekli, çalışkan ve güler yüzlüydü. Yaptığı işlerle herkesi kendine hayran bırakırdı.
Tüm bunlara rağmen hiç böbürlenmedi. Kendini başkasından üstte görmedi. Hep mesleki dayanışmanın eksikliğinden yakınırdı. Bu sayede birbirimize sarıldık.
Beş yıl önce Cağaloğlu’ndaki tarihi binamız tenhayken de bize inanan az sayıdaki insandan biriydi. İnandı mı tam inanır ama… Journo’ya, TGS Akademi’ye, Sendika’ya gönülden bağlıydı.
Şahsi çıkarını her şeyin önüne koyan gazetecilere, gazeteci kliklerine, medya patronlarına ve kaypak yöneticilere kızardı. Kızgınlığı sadece hak ettiklerini alamamaktan, ayın sonunu getirememekten, manevi tatmini yaşayamamaktan ötürü değildi. Çok kırdılar Sevim’i.
“Biz kırıldık, daha da kırılırız” değil mi Sevim? Ama “kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”
Gezi döneminde onu işsiz bırakan, sektörden dışlayan, şahsiyetine kasteden ve aslında suratına tükürmeye bile değmeyecek zavallılar yüzünden ağır bedeller ödedi. “Acılar döneminden ellerini kirletmeden geçti.” Ve küsmedi. Hep yeni yollar aradı. Sözünü söylemenin en güzel yollarını yine kendisi yarattı…
Sevim giderken benim de içimden bir şeyleri alıp götürüyor. Sevim giderken bana kaybın ne demek olduğunu öğretiyor.
Meğer canımızın arkasından yazmak da varmış…